Mevlana ve Tevazu
Mevlana hayatının her anında çok alçak gönüllü idi. Büyük küçük, âlim cahil, Müslüman Hristiyan, halktan hükümdarlardan herkese ve her kesime tevazuyla yaklaşırdı. Hayatında kibir, gurur ve kendini beğenmişlik asla görülmedi.
Mevlana, bu engin tevazuyla bazen Hristiyanları da ziyaret ederdi. Konya yakınlarındaki bir manastıra gidip orada rahiplerle sohbet etmiştir.
İşte o din adamlarından biriyle Konya çarşısında karşılaştı. Papaz, Mevlâna’yı görünce büyük bir hürmetle eğilerek, saygıyla selamladı. Mevlana ise daha çok eğilerek papazın selamına karşılık verdi.
Papaz doğrulunca baktı ki Mevlâna hâlâ eğilmiş haldedir.
Hiç beklemediği bu tavırdan dolayı şöyle dedi:
“Ey din sultanı, bu ne kadar tevazu, ne kadar gönül alçaklığı? Benim gibi bir zavallı rahibe bu saygı, değer mi?”
Mevlana, bu soruyu şöyle cevaplandırdı:
“O kimse ne mutludur ki Allah onu malla, güzellikle, şerefle ve itibarla üstün kıldı da o kimse malıyla cömertlik yaptı, güzelliğiyle iffetini korudu, şeref ve itibar sahibi olduğu hâlde alçak gönüllü oldu.” Buyuran Hz. Muhammed Efendimiz (s.a.v), bizim sultanımızdır.
“Böyle bir peygamberin ümmetinden olduğum için, Allah’ın kullarına nasıl alçak gönüllü davranmam? Niçin kendi küçüklüğümü belirtmeyeyim? Eğer bunu yapmazsam neye ve kime yararım?”
Mevlana’nın bu açıklamaları üzerine papaz, hemen oracıkta Müslüman oldu. Bir süre sohbet edip ayrıldılar.
Mevlana, medresesine gelince oğlu Baheddin Veled’e dedi ki:
“Bahaeddin, bugün zavallı bir rahip, bizim tevazuumuzu elimizden almaya çalıştı. Fakat Allah’a hamdolsun ki O’nun lütfu ve Efendimizin yardımıyla biz tevazuumuzu ona kaptırmadık!”