Nazım Hikmet Ran'ın Şiir Ve Sözleri

Çevrimdışı seço58

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.343
  • 41.702
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.343
  • 41.702
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 31 Ağu 2014 18:49:59
Yürümek;
yolunda pusuya yattıklarını,
arkadan çelme attıklarını
bilerek
yürümek…

Yürümek;
yürekten
gülerekten
yürümek…

Nazım Hikmet

Çevrimdışı nisan öğretmen

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 199
  • 1.426
  • Birleştirilmiş Sınıf
  • 199
  • 1.426
  • Birleştirilmiş Sınıf
# 01 Eyl 2014 16:52:56

Benim bütün çocuklarım sürreal sevdalarda öldü!
Benim bütün çocuklarım şimdi duvarlarda;
Tebeşirle yâd ediliyor.
Benim bütün çocuklarım Öldü?
"Bir ağaç gibi tek ve hür!"
Bir deniz kıyısında dağları döverek...

NAZIM HİKMET RAN

Çevrimdışı duyguaydın

  • Moderatör
  • *****
  • 5.415
  • 126.203
  • 5.415
  • 126.203
# 01 Eyl 2014 17:01:58
Eğer; Hak haksızlıktan yüce, sevgi nefretten üstün, aydınlık karanlıktan güçlüyse...
Çaresi yok usta...
Biz kazanacağız...

         Nazım

Çevrimdışı sergüzeşt

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 326
  • 4.376
  • 326
  • 4.376
# 02 Eyl 2014 20:02:07
Artık ben de sıkıldım güçlü görünmekten,
İçim düğüm düğümken başka düğümleri çözmekten...
Herkese yetişmekten ama hep kendime geç kalmaktan...
Eskiden olsa bir şekilde yakasından tutardım hayatın,
Ama şimdi tutunduğum her hayat elimde kalıyor...
Ya benim gücüm tükenmiş, ya da hayatın karşıma çıkardığı yürekler çok acımasız...
Haketmeyenler en konforlu kalplerde sefalarını sürerken,
Nedense ben hep iyi halden tahliye ediliyorum yüreklerden...

Çevrimdışı edessa_73

  • Uzman Üye
  • *****
  • 543
  • 1.214
  • Okul Müdürü
  • 543
  • 1.214
  • Okul Müdürü
# 03 Eyl 2014 12:31:04
Nazım Hikmet'in şiirlerini okuyarak yüreğimin sesini dinledim. Yüreğimin sesini dinleyerek gerçekten birisini sevdim. Ama anladım ki; yüreğinin sesini dinlemek acıtıyor yüreği... :-(

Çevrimdışı golgesizisik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 123
  • 889
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 123
  • 889
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 04 Eyl 2014 19:58:18
''günler
gitgide kısalıyor,
yağmurlar başlamak üzre.
kapım ardına kadar açık bekledi seni,
niye böyle
geç
kaldın?...

nazım hikmet

Çevrimdışı GÜLCE90

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.488
  • 16.361
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.488
  • 16.361
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 05 Eyl 2014 11:05:54
"Mola İstiyorum Hayat,
  Sabrettikçe Üstüme
  Geliyor Gibisin...!"

Çevrimdışı canegt

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.904
  • 12.097
  • 2.904
  • 12.097
# 05 Eyl 2014 18:59:04
Düşündü birdenbire kayalardaki adam
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.
Kim bilir onlar ne kadar büyük,
                      ne kadar uzundular?
Birçoğunun adını bilmiyordu,
yalnız, Yunan'dan önce ve Seferberlik'ten evvel
Selimşahlar Çiftliği'nde ırgatlık ederken Manisa'da
                  geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.

Dağlarda tek
                    tek
                         ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
        güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : «Üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.

Saat 3.30.

Halimur - Ayvalı hattı üzerinde
                                 manga mevziindedir.

İzmirli Ali Onbaşı
(kendisi tornacıdır)
karanlıkta gözyordamıyla
         sanki onları bir daha görmiyecekmiş gibi
              baktı manga efradına birer birer :
Sağda birinci nefer
                         sarışındı.
İkinci esmer.
Üçüncü kekemeydi
fakat bölükte
             yoktu onun üstüne şarkı söyliyen.
Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı
                           tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam.
Altıncı,
inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,
memlekette toprağını ve tek öküzünü
ihtıyar bir muhacir karısına bıraktığı için
kardeşleri onu mahkemeye verdiler
ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
                                       ona «Deli Erzurumlu» derdiler.
Yedinci, Mehmet oğlu Osman'dı.
Çanakkale'de, İnönü'nde, Sakarya'da yaralandı
ve gözünü kırpmadan
                        daha bir hayli yara alabilir,
yine de dimdik ayakta kalabilir.
Sekizinci,
              İbrahim,
                           korkmıyacaktı bu kadar
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp
                                 birbirine böyle vurmasalar.
Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki :
tavşan korktuğu için kaçmaz
                       kaçtığı için korkar.

Saat 4.

Ağzıkara - Söğütlüdere mıntıkası.
On ikinci Piyade Fırkası.
Gözler karanlıkta, uzakta.
Eller yakında, makanizmalar üzerinde.
Herkes yerli yerinde.
Tabur imamı
mevzideki biricik silâhsız adam :
                                   ölülerin adamı,
kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru,
durdu boyun büküp
                            el kavuşturup
                                                sabah namazına.
İçi rahattır.
Cennet, ebedî bir istirahattır.
Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,
meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir
                        Cenâbı rabbülâlemîne şühedâyı.

Saat 4.45.

Sandıklı civarı.
Köyler.
Sarkık, siyah bıyıklı süvari,
çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.
Çukurova beygiri
                      kuyruğunu karanlığa vuruyordu :
                                      dizkapaklarında kan,
                                      kantarmasında köpük...
İkinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük,
atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.
Geride, köylerde bir horoz öttü.
Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari
                     ellerinin tersiyle yüzünü örttü.
Karşı dağlar ardında, düşman elinde kalan
                           bir başka horoz vardır :
baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.
Düşmanlar herhal onu çoktan kesip
                                   çorbasını yapmışlardır...

Saat beşe on var.

Kırk dakka sonra şafak
                                 sökecek.
«Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak».
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde,
On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti
ve onların genci, uzunu,
Darülmuallimin mezunu
                                  Nurettin Eşfak,
mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak
                                                    konuşuyor :
        -Bizim İstiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var,
        bilmem ki, nasıl anlatsam,
        Âkif, inanmış adam,
        fakat onun, ben,
                 inandıklarının hepsine inanmıyorum.
        Meselâ, bakın :
        «Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.»
        Hayır,
        gelecek günler için
                            gökten âyet inmedi bize.
        Onu biz, kendimiz
                           vaadettik kendimize.
        Bir şarkı istiyorum
                             zaferden sonrasına dair.
        «Kim bilir belki yarın...»

Saat beşe beş var.

Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı :
                      Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes mâcereda,
ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.

Topçu evvel mülâzımı Hasan'ın
                                           yaşı yirmi birdi.
Kumral başını gökyüzüne çevirdi,
                                            kalktı ayağa.
Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
Şimdi bir hamlede o kadar büyük,
                               öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki
bütün ömrünü ve hâtırasını
                      ve yedi buçukluk bataryasını
                                       ağlanacak kadar küçük buluyordu.

Yüzbaşı sordu :
- Saat kaç?
- Beş.
- Yarım saat sonra demek...

98956 tüfek
ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
bütün âletleriyle
ve vatan uğrunda,
yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle
Birinci ve İkinci ordular
                            baskına hazırdılar.

Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,
                                beygirinin yanında duran
                                sarkık, siyah bıyıklı süvari
                                kısa çizmeleriyle atladı atına.
Nurettin Eşfak
                baktı saatına :
- Beş otuz...
Ve başladı topçu ateşiyle
                 ve fecirle birlikte büyük taarruz...

Sonra.
Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
Bunlar :
           Karahisar güneyinde 50
                              ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.

Sonra.
Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihâta ettik
                                                    Aslıhanlar civarında
                                                             30 Ağustosa kadar.

Sonra.
Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu.
Esirler arasında General Trikopis :
Alaturka sopa yemiş bir temiz
ve sırmaları kopuk frenk uşağı...

Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak'ın ayağı.
Nurettin dedi ki : «Teselyalı Çoban Mihail,»
Nurettin dedi ki : «Seni biz değil,
                            buraya gönderenler öldürdü seni...»

Sonra.
Sonra, 31 Ağustos günü
                    ordularımız İzmir'e doğru yürürken
serseri bir kurşunla vurulan
                          Deli Erzurumluydu.
Devrildi.
Kürek kemikleri altında toprağı duydu.
Baktı yukarı,
baktı karşıya.
Gözler hayretle yandılar :
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
                            her seferkinden kocamandılar.
Ve bu postallar daha bir hayli zaman
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından
seyredip güneşli gökyüzünü
ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.
Sonra...
Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden
ve Deli Erzurumlu ölürken kederinden
                       yüzlerini toprağa döndüler...

Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı.
Kan içindeydi yüzü gözü.
Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
Kaçanı kovalamıyordu yalnız
                      ulaşmak da istiyordu bir yerlere
ve sadece kahretmiyor
                      yaratıyordu da.
Ve kılıçların,
                  nalların,
                             ellerin
                                      ve gözlerin pırıltısı
                ardarda çakan aydınlık bir bütündü.
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
ve şu türküyü duydu :
        «Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
          Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
                                      bu memleket bizim.

          Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
          ve ipek bir halıya benziyen toprak,
                                      bu cehennem, bu cennet bizim.

          Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
          yok edin insanın insana kulluğunu,
                                      bu dâvet bizim...

          Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
          ve bir orman gibi kardeşçesine,
          bu hasret bizim...»> Sonra.
Sonra, 9 Eylülde İzmir'e girdik
ve Kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
Güneyden Kuzeye,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber
seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.

Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
Türk halkı bağışlasın bizi,
onlar ki toprakta karınca,
                                    suda balık,
                                                    havada kuş kadar
                                                                  çokturlar; korkak,
            cesur,
                     câhil,
                             hakîm
                                      ve çocukturlar
ve kahreden
                 yaratan ki onlardır,
kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır...
     Nâzım HİKMET

 30 AĞUSTOS ZAFER'ine dair en sevdiğim satıları Kuva-yi Milliye  şiirinin.


İstiklal Marşı için nasıl denirse bir daha yazmak nasip olmasın diye..Kurtuluş Savaşı'nız için yazılan bu şiir gibi hiç bir şiir anlatamayacak şehitlerimizi...

Selâm olsun o zaferi yazdıranlara!

Çevrimdışı canegt

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.904
  • 12.097
  • 2.904
  • 12.097
# 06 Eyl 2014 01:14:49
GÜZ
Günler gitgide kısalıyor,
yağmurlar başlamak üzre.
Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
Niye böyle geç kaldın?

Soframda yeşil biber, tuz, ekmek.
Testimde sana sakladığım şarabı
içtim yarıya kadar bir başıma
seni bekleyerek.
Niye böyle geç kaldın?

Fakat işte ballı meyveler
dallarında olgun, diri duruyor.
Koparılmadan düşeceklerdi toprağa
biraz daha gecikseydin eğer...

Çevrimdışı canegt

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.904
  • 12.097
  • 2.904
  • 12.097
# 07 Eyl 2014 12:14:40
Yapıcılar türkü söylüyor
Yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama.
Bu iş biraz zor.
Yapıcıların yüreği
bayram yeri gibi cıvıl cıvıl
ama yapı yeri bayram yeri değil.
yapı yeri toz toprak.
Çamur, kar.
Yapı yerinde ayağın burkulur
ellerin kanar.
Yapı yerinde ne çay her zaman şekerli
her zaman sıcak,
ne ekmek her zaman pamuk gibi yumuşak
ne herkes kahraman
ne dostlar vefalı her zaman.
Türkü söyler gibi yapılmıyor yapı
bu iş biraz zor,
zor ama
yapı yükseliyor, yükseliyor.
Saksılar konuldu pencerelere
alt katlarında.
İlk balkonlara güneş taşıyor kuşlar
kanatlarında.
Bir yürek çarpıntısı var her putrelinde
her tuğlasında
her kerpicinde.
Yükseliyor, yükseliyor yapı
kanter içinde.


Nazım Hikmet

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.811
  • 227.449
  • 28.811
  • 227.449
# 07 Eyl 2014 22:48:47
En güzel deniz :
henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk :
henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
henüz söylememiş olduğum sözdür...
Nazım Hikmet

Çevrimdışı canegt

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.904
  • 12.097
  • 2.904
  • 12.097
# 09 Eyl 2014 22:35:42
HOŞ GELDİN
Hoş geldin!
Kesilmiş bir kol gibi
omuz başımızdaydı boşluğun...
Hoş geldin!
Ayrılık uzun sürdü.
Özledik.
Gözledik...
Hoş geldin!
Biz
bıraktığın gibiyiz.
Ustalaştık biraz daha
taşı kırmakta,
dostu düşmandan ayırmakta...
Hoş geldin.
Yerin hazır.
Hoş geldin.
Dinleyip diyecek çok.
Fakat uzun söze vaktimiz yok.
YÜRÜYELİM.....



N.Hikmet - 1932 Birinciteşrin 5, Çarşamba gecesi

Çevrimdışı canegt

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.904
  • 12.097
  • 2.904
  • 12.097
# 09 Eyl 2014 23:05:08
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

9 Eylül'de Zaferle taçlandırılan  Kurtuluş Savaşımızın Destanını Nazım'dan gayrı kim yazabilir ve yaşatabilirdi bugüne satırlarıyla ...

Selâm Olsun bu destanı yazanlara!

Çevrimdışı paptyaeylüler

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 14 Eyl 2014 14:49:41
"Itır saksısında artan koku,
denizlerde uğultular
ve işte dolgun bulutları ve akıllı toprağıyla sonbahar... "
Nazım Hikmet RAN

Çevrimdışı Misterno_17

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.498
  • 19.655
  • 3.498
  • 19.655
# 15 Eyl 2014 12:43:58
Sen

sen esirliğim ve hürriyetimsin,
çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
sen memleketimsin.

Sen ela gözlerinde yeşil hareler,
sen büyük, güzel ve muzaffer
ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK