17 Haziran 1951de, öldürüleceğinden şüphelendiği için Rusyaya kaçtığında, geride 3 yıllık eşi Münevver (Andaç) ile 2.5 aylık oğlu Mehmet Hikmeti bıraktı. Bir ay sonra, 25 Temmuz 1951de Bakanlar Kurulu da ülkeye dönmesi hayal oldu.
Münevver Hanım gidişinin ardından Nâzıma bine yakın mektup yazdı. Mektuplarında Türkiyede olup bitenleri anlatıyor, aynı zamanda yaşadığı zorlukları aktarıyordu.
Melih Güneşe kulak verelim:
Onlarınki sıradan bir karı kocanın yazışması değildi. Münevver Hanım, iletişimin onca az ve çetin olduğu bir dönemde, Nâzıma Türkiyede yaşananları haber veriyordu. Belki Nâzımın da buna ihtiyacı vardı.
Mesela Zeki Müren adlı birinin ilk kez sahneye çıkışını anlatıyor, beğenmiş mi beğenmemiş mi... Sinemaya gidiyor, Nâzımla filmi tartışıyor. Ya da Yaşar Kemalin İnce Memed kitabı
çıkmış, onun hakkında fikirlerini söylüyor. Sırf bu nedenle son derece kıymetli mektuplar...
Öte yandan hayat Münevver Hanım için zor geçiyor tabii. Çok entelektüel, bilgili, eğitimli bir kadın. Ama kış gelmiş, sobanın kömürünü, evin akan çatısını, pişecek yemeği de düşünmek zorunda...
Nâzım, Münevver Hanımın tüm mektuplarını sakladı. Ölümünün ardından Vera da aynı titizlikle emanete sahip çıktı ve ölmeden çok kısa bir süre önce, 5 yıl dokunulmaması kaydıyla, Hikmetten kalan tüm arşivi kızı Anna Stepanova ile Melih Güneşe teslim etti.
Nâzımın emanetinin kıymetli bir sayfasını, vârislerinin izniyle, ilk kez yayımlıyoruz.
Cumhuriyet,
Sanat dünyayı değiştirir
[222. Mektup / 6 Mayıs 1957 Pazartesi]
Canım, bu da iki yüz yirmi ikinci mektubumdur....
Demin Fransız Radyosunda çok enteresan bir şey dinledim. 1939 harbinin nasıl başladığını. Yani o zamanki hariciye vekilinin Chamberlainla Ciano ile telefon görüşmelerini tele almışlar o zaman, o konuşmaları verdiler. Bu kadar büyük bir felakete birkaç insan nasıl kolaylıkla karar vermiş, bunu dinlemek, bu kadar sene sonra bile, korkunç. İbretle dinledim.
Canım, geçen gün David Ostrahın keman konserine gittim. Ne müthiş konserdi, bayıldım, bittim adamın çalışına. Pek de yakındım sahneye, gözümü ellerinden ayırmadım. Böyle çalış hiç duymamıştım, doğrusu. Daha elli yaşında yokmuş. Çok güzel saatler geçirdim. İnsan haftada bir kere mesela, bu kadar muazzam bir sanat havasına girebilse, bambaşka olur, dünyası değişir. Sana yazdım ya, böyle bir sanatkâr karşısında, insan bir dindarın Allahtan ne anladığını anlıyor, yani insan bir tuhaf saadete ve dehşete kapılıyor. Nerede ise bir hafta olacak,
konsere gideli. Ama hâlâ ve bütün meşguliyetime, yorgunluğuma rağmen, hâlâ o hava içindeyim. Ve ne tuhaf çok büyük bir sanatkâr dinlemiş olmama rağmen, radyoda ondan sonra dinlediğim çok zayıf, yahut ancak ortayı tutabilen kemancılara, piyanistlere, hasılı müzisyenlere karşı daha büyük bir saygı duyuyorum, aksi olacağına. Yani büyük sanat insanı
şımartmıyor, bilakis toleransa sevk ediyor. Toleransa ve saygıya ve sevgiye. Dün radyoda dinlediğim bir opera çok hoşuma gitti, genç bir müzisyenimiz, bir kompozitörümüz Van Gogh diye bir opera yazmıştı ya gazetelerde havadisini okumuşsundur. İşte İstanbul Radyosu
dün o operayı verdi. Ne kadar hoşuma gitti. Hem müzik hoşuma gitti, hem de bir Türk kompozitörün opera, hem de Van Gogh diye bir opera yazmasına bayıldım. Maalesef Van Gogh rolünü oynayan aktörün sesi pek zayıftı. Biraz keyfimi kaçıran o oldu. Yoksa opera güzel. Bir de Türkçeye hiç dikkat etmemişler, yahut becerememişler, yani Türkçe konuşmaları Batı müziğine hiç uyduramamışlar, insanın kulağını rahatsız ediyor. Ediyorum, gidiyorum gibi sonu ağız kapanarak söylenen fiiller hiç uymuyor, tabiî. Bu işi sen güzel yapardın!
Canım, kocaman bir mektub doldu yine. Sıhhatını hiç sormadım. Nasılsın canım? Kendini yorma ne olur! Bana yaz. Mektublarını almadığıma çok üzülüyorum, yakında gelir inşallah. Beni unutma, canım. Kendine iyi bak. Bana çabuk yaz. Gözlerinden hasretle öperim, bir tanem. Hasretle.
Münevver
Nâzım Hikmet de geride bıraktığı eşine ve oğlu Mehmed Hikmete yürekten bağlıydı. Mektuplarını tekrar tekrar okuyor, oğlunun fotoğrafları, evinin duvarlarını süslüyordu. Münevver Hanımın yazdığı mektuplar, kimi kez de şiirlere dönüşüyordu. David Oystraha Mektubumdur şiiri, Münevver Hanımın bu mektubundan sonra yazıldı.
DAVID OYSTRAHA MEKTUBUMDUR
İstanbula gitmişiniz.
Konserinizdeymiş.
Çok bahtsız bir kadını bahtiyar etmişiniz.
Yağmura uzanan iki yeşil yaprak gibi gözleri bakmış parmaklarınıza.
Mektubunda: Unuttum her şeyi, diyor.
Kahırlarından başka unutacak şeyiyok.
Ağladım, diyor, ferahladım.
Dünya, diyor, güzel, içim rahat.
Siz kıskandığım biricik insansınız, üstat.
1 Temmuz [1957], Balçi