Ne Demeli Ki?

Çevrimdışı Misterno_17

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.498
  • 19.655
  • 3.498
  • 19.655
# 13 Tem 2012 11:09:15
 

Eski Rusya gibi.. O ne demek? İnsanına önem vermeyen devlet demek..
Vatandaşına doğru dürüst bilgi vermeyen devlet demek.. İnsanına tepeden bakan devlet demek..
Vatandaşından her şeyi gizleyen devlet demek..
Şeffaf olmayan devlet demek..
*
Son olaylara bakınca söylenecek fazla söz kalmıyor.. Devlet bırakın doğru dürüst açıklama yapmayı, soru sorana kızıyor..
Azarlıyor..
Ne oldu diyeni milli menfaatlere aykırı davranmakla suçluyor..
Bir sonraki aşama..
Kuzey Kore!..
*
Şu Genelkurmay’ın yaptığına bakın.. Uçak meselesinde de Uludere’de de aynı tavır.. Ne olduğu anlaşılmayan acayip ifadeler, hesap mı vereceğiz tarzında sözler, size ne anlamına gelen açıklamalar..
Ne oluyoruz dedin mi?
Milli menfaatler!..
Eski Rusya gibi.. Ne olursa olsun devletimize zeval gelmesin hali..
6.5 ay geçti.. Asker Uludere konusunda doğru dürüst bi açıklama yaptı mı? Hadi bu ülkenin vatandaşlarını adam yerine koymadı diyelim Meclis’i bile tanımadı...
Meclis’in sorusuna da alay eder gibi cevap verdi..
Köylüleri bombalama emrini kim verdi diyorsun..
Cevap yok..
Uçak düştü mü düşürüldü mü diyorsun..
Cevap yok..
Karışık karışık laflar var..
*
Hani askeri vesayet kalkmıştı.. Daniskasını yaşıyoruz.. Hükümet destekli askeri vesayet yaşıyoruz..
Asker burnundan kıl aldırmıyor.. Doğruyu söylemiyor.. Hesap vermiyor..
12 Eylül dönemi gibi..   
*
İşin aslını astarını öğrenmek için ABD’ye mi soralım..
Soralım sormasına da bu sefer Dışişleri Bakanı kızıyor.. Bana mı inanacaksınız onlara mı diyor..
Bakana inanmak istiyoruz ama söyledikleri doğru çıkmıyor..
Devletin bir lafı ötekini tutmuyor..
İktidarın arkasında duran medya da sesini çıkarmayınca, tersine sesini çıkaranı karalama kampanyasına kurban edince SSCB havası yayılıyor..

 

‘Yetmez ama evet’çiler ne diyor?
2010’un Eylül ayıydı..
Türkiye anayasa değişikliği için referanduma gitti.. Referandumun havucu; 12 Eylül’den hesap soracağız sloganıydı..
Yetmez ama evet desteği biraz da böyle ortaya çıktı.. Hiç olmazsa 12 Eylülcülerden hesap sorulsun diye..
Aradan 22 ay geçti..
Gece yarısı operasyonuyla tam tersi yapıldı.. Kişiye özel yasa değişikliğiyle, Türkiye’yi 12 Eylül’e götüren katiller salıverildi..
Merak ediyorum..
22 ay önce yetmez ama evet diyenler hâlâ yetmez ama evet diyor mu?

 

Uçağını kaybeden en güçlü ikinci ordu!
Lafa gelince NATO’nun ikinci büyük ordusuyuz.. Operasyon kabiliyetimize diyecek yok.. Ordu 30 yıldır düşük yoğunluklu savaşın içinde olduğu için müthiş gelişti..
Ehh, bugüne kadar hükümetler de az para aktarmadı..
Az para yatırılmadı..
Silahsa silah denildi, uçaksa uçak, teknolojiyse teknoloji..
Gel gör ki; koskoca Hava Kuvvetleri bi uçağını takip edemiyor.. Uçağını havada kaybediyor..
İşin gerçeği bu..
Nasıl düştü diyorsun..
Kem küm ediyor..
Zaten ilk gün saatlerce uçağın akıbetini anlayamamışlardı.. Hâlâ düştü mü, düşürüldü mü bilmiyorlar..
Genelkurmay açıklamasında; Suriye tarafından düşürüldüğü iddia edilen uçak demiş..
Tercümesi şu..
Bana sormayın Suriye’ye sorun!..
Anlamı da şu..
İşin ucunu kaçırdım, uçağımı kaybettim..
*
Şöyle bir iddia ortaya atılmıştı.. Uçak düşürülmedi, düştü.. Bizimkiler, suçu Suriye’ye attı.. Esad da işine geldiği için, muhaliflerine gözdağı vermek için, Türkiye’ye haddini bildirdim demek için sahiplendi..
Bu iddiaya itibar etmemiştik..
Korkarım doğru çıkacak..
*
Ve korkarım..
Gerçek ortaya çıkmasın diye uçağın gövdesi çok uzun süre denizden çıkarılmayacak..
Düştü mü?
Düşürüldü mü?
Sorusu havada kalacak.. Havada bırakılacak!..

 Metmet TEZKAN

Çevrimdışı TAYLANSALİH

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
# 13 Tem 2012 15:59:20
-5 Dakikanızı ayırıp okumanızı tavsiye ediyoruz..-

Elektromanyetik Alan" konusunda doktora yapmış bir kişiyim.

Öncelikle dizüstü bilgisayarlarıni asla ve asla kucağınızda, dizinizin üstünde kullanmayın.
...
En çok manyetik alanı saç kurutma makinesi ve ütü yayar (bu aletleri kullanırken acele edin, işinizi çabuk bitirin.

"Yatak odalarında televizyon, bilgisayar ya da cep telefonu bulunması tahmin edemeyeceğiniz kadar zararlıdır. Havayı iyonize eden elektromanyetik alan yüzünden çoğu zaman bir koku ile algıladığımız ancak gözle göremediğimiz elektrik yüklü parçalar havada asılı kalırlar.
Saatlerce havalandırsanız bile tam olarak ortamdan süpürülmezler, her nefes aldığınızda ciğerlerinize bu parçaları çekiyorsunuz demektir.
Elinizin hemen altındaki klavye ve Mouse ise her hareketinizde elektrik sinyalleri gönderir. Mutlaka kablolu mouse kullanınız. . Aynı şekilde uzun süreli klavye ve mouse kullanımı maalesef bilekleri ve eli deforme etmektedir. "RSI (Repetitive Strain Injury)" denen sürekli aynı bedensel hareketlerin tekrarıyla oluşan eklem rahatsızlıkları ve "Carpal Tunnel Sendorumu (tekrar eden hareket sendromu )" ciddi sonuçları olan ve ameliyat gerektirebilen hasarlar verirler.

Lazer baskı yapan yazıcılar, çalışmaları sırasında ozon gazı üretirler.
Uzmanlar kanser ve bağışıklık sistemi hastalıklarının, manyetik alanın zayıflattığı bünyelerde oluştuğunu söylüyorlar.

Mesela çoğumuzun kullandığı Bluetooth kablosuz bağlantısı için HP firmasının resmi kitapçığı "lütfen sağlığınız için bir metreden kısa mesafede Bluetooth kullanmayın” diyor.

Eğer bütçeniz yetiyorsa LCD dediğimiz ince ekranlardan alın. Bunun radyasyon seviyesi daha düşüktür.

Bilgisayar kasanızı bedeninizden uzak tutun. Kabloları mümkün olduğunca uzun tutarak çevrenizdeki boş alanı uzatın, Bilgisayar masanızı metal aksamdan değil, ahşap ve elektrik yükü tutmayacak şekilde oluşturun.
Bilgisayarınızın bağlı olduğu prizi mutlaka topraklı yaptırın.

Günde bir kaç saatten fazla keyif, oyun ve web gibi zorunlu olmayan aktiviteler için bilgisayar karşısında zaman harcamayın.

Son olarak, bilinen tüm elektronik cihazlarda elektromanyetik alanı yakalama becerileri yüzünden özellikle ametist kristalleri kullanmanızı ve bilgisayarınızın yakınına koymanızı önereceğim.

Bu ametist kristalleri belli aralıklarla deniz suyuyla topraklandıklarında elektrik yükleri sıfırlanarak gereken koruma alanını sağlamaya devam ederler."

Sevgili okurlar, ben şahsen Balıkesir Dursunbey Güğü Köyü'nde çalışırken, köyde ametist madeni olması nedeniyle, bol miktarda ametist kristali edinmiştim.

VE EN ÖNEMLİ KONU: . . . Eğer acil servis doktoru falan değilseniz, cep telefonunuz uyuyacağınız odada asla açık olarak kalmamalı. Gece siz uyurken Yatak Odanızdan en az 10 metre uzakta olmalıdır!!!!

Yapılan araştırmalara göre 20 dakika boyunca cep telefonu ile kesintisiz konuşanların, bir sağlık kuruluşunda beyin kontrolünden geçmesi gerekiyor. Nitekim telefon ile konuşurken sınırı aştığınızda hep başınız ağrır.. Unutmayınki , konuşurken de telefonun patlama gibi bir tehlikesi vardır . . . Mutlaka KULAKLIK KULLANIN ! ! !

Telsiz telefonlarda da benzer tehlikeler mevcut, ev telefonunuz telsizse değiştirin, kablolu alın.

Çamaşır ve bulaşık makineleri çalışırken yanında durmayın ( mesela bulaşık makinesini çalıştırıp yanındaki masada keyif çayı içmeyin veya masa keyfi yapmayın ), çünkü çok manyetik alan yayarlar. Özellikle çamaşır makinesinin, çamaşırları döndürme aşamasında hemen uzaklaşın.

Son olarak; kullanmadığınız aletleri fişten çekin. Yapılan araştırmaya göre, "stand by" da yani bekleme modunda kalan aletler, gene elektrik tuketıyorlar. Ve ABD'de bekleme modunda tüketilen elektiriğe " vampir elektirik" deniliyor. Bu da gösteriyor ki elektronik aletler fişten çekilmediği, en azından güç düğmesinden kapanmadığı sürece bizim için tehlike yaymaya devam ediyor.

Tüm bu aletlerin neden olduğu masraf ve küresel ısınma yetmiyormuş gibi, bizi de tüketiyorlar yavaş yavaş.

(Dç Doktor Ayşegül yıldız)Devamını Gör— Duygu Işık, SaHra Çölü, İslama Vurgun ve 42 diğer kişiDuygu Işık, SaHra Çölü, İslama Vurgun, Behra Wanı, Ravza Merve Sefa, Kevser Demir, Fatma Sevimli Kavalci, Hilâl Demir, Kördüğüm 'üm, Gülay Özbey, El Haya Minel Iman, Aşk-ı Şehadet, Sırr-ı Ahva, Merve Durgun, Hacer Aydın, Fatma Erarslan, Beyaz Gelincik, Büşra Meryem, Zeynep Deniz, Tuğba Gümüş, 'Dürr-ül Garib', Zeynep Karakütük, Ümmü Sena, Hira Sofi, AllahAşkından Kanayan Gül, Hafız Sümeyye, Ayşe Tutkun Baysal, Sırr-u Ayân, Seyma Safiturk, Çöl Aslani, Sofiye Sofi Gavs'a Meftun, Vus Lat, Aliye Sürer, Yolumuz Ehli Sünnet, Ebru Elvan Koca, Lisan-ı Hal, Ayşe Özkan, Duru Beyda, Sümbül Sultan Sultan, Sümeyra Oğuzalp, Seyyide Sofiye, Belgin Gürses Çoban, Fatma Akyol Ordu, İstanbul'un Gülü Şeyhim ve Pisimcik Pisi ile birlikte.

Çevrimdışı TAYLANSALİH

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
# 13 Tem 2012 21:09:50
"Yılmaz GÜNEY, Ahmet KAYA, Deniz GEZMİŞ"

*Üç yürekli büyük İnsanı; Saygı ile Selamlıyoruz.
.

Çevrimdışı Misterno_17

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.498
  • 19.655
  • 3.498
  • 19.655
# 15 Tem 2012 23:29:29
 
"Napolyon Tayyip Erdoğan'a demiş ki..."


Turgut Erat'ın TV EM'de hazırlayıp sundugu 'Son Durak' programına katılan Ugur Dündar programda Başbakan Erdoğan'a atıfta bulunarak bir fıkra anlattı.

Minibüsteki yolcuların "sizi ne zaman ekranlarda görecegiz?" sorusuna Ugur Dündar bir fıkra ile cevap verdi.

ERDOĞAN FIKRASI ANLATTI

Napolyon tekrar dünyaya gelmiş, beyaz saraya gitmis baskan Obama ile yemek yerken demiş ki, "eğer benim elimde sizin sahip oldugunuz silahlar olsaydı, ben waterloo savaşını kesinlikle kaybetmezdim" demiş. Daha sonra Rusya ziyaretine gitmiş, Kremlin Sarayı'na çıkmış Putin ile yemek yerken Putin'e dönüp "Sayın Putin sizin elinizdeki KGB'ye benzer güçlü bir istihbarat teşkilatı, gizli servis bende olsaydı ben Waterloo savaşını asla kaybetmezdim" demiş ve sonrada Türkiye'ye gelmiş. Başbakan sayın Tayyip Erdoğan ile yemek yemişler ve yemekten sonra Tayyip Bey'e

dönüp, "Mösyö Tayyip sizin elinizdeki mükemmel basın gibi basın benim elimde olsaydı Waterloo savaşını kaybettiğimi hiç kimse duymazdı" dedi...

(Gazeteciler.com)

Çevrimdışı TAYLANSALİH

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
# 17 Tem 2012 01:30:08
Üzmez yeniden cezaevinde

Görüldüğü yerde yakalanmasına karar verilen Üzmez'in Ankara'da bir huzurevinde yaşadığı ortaya çıkmıştı
Yargıtay'ın 13 yıllık cezasını onadığı Hüseyin Üzmez, Ankara'da kaldığı huzurevinden alınarak Sincan Cezaevi'ne konuldu.
Yargıtay, geçen hafta yazar Hüseyin Üzmez'e 'cinsel istismar' ve 'küçük yaştaki çocuğun ruh sağlığını bozma' suçlarından verilen 13 yıl 1 ay 15 günlük hapis cezasını onamıştı.

Üzmez için de yurt dışına çıkış yasağı konulmuştu. Görüldüğü yerde yakalanmasına karar verilen Üzmez'in Ankara'da bir huzurevinde yaşadığı ortaya çıkmıştı.

80 yaşındaki Üzmez, bu sabah kaldığı özel Pursaklar Yaşlı Bakım Merkezi'ne gelen polisler tarafından alınarak Sincan Cezaevi'ne konuldu.

Çevrimdışı Misterno_17

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.498
  • 19.655
  • 3.498
  • 19.655
# 19 Tem 2012 11:47:58
İnanılmaz Kehanet (11.Prens Döneminde Türk Devleti Yıkılacak)
1425 de doğan ve 1490 yılında ölen kahin Laonicus Chalcondlyles in inanılmaz kehanetleri...



1-İstanbulu ele geçirecek olan padişahın adı ile teslim edecek olanın adı aynı olacak.=Her ikisinin adı da "Mehmet"ti.Kehanet doğru çıktı.
2-Çok hızlı davranan bir Müslüman prens hıristiyanlara fark ettirmeden,Türk Devletini yeniden kuracaktır.=Bu prens Atatürk'tür ve kehanet gerçekleşmiştir.
3-Fatih'ten sonraki 16. Padişah döneminde,Osmanlı içeriden çökmeye başlayacak ve Padişah kendi adamlarınca devrilecektir.=16.Padişah III.Ahmet'tir ve Eylül 1730'da Patrona Halil'in başlattığı isyandan sonra yok edilmiştir,kehanet gerçekleşmiştir.Bu dönemde Tatar Hanı Osmanlı"ya yardım etmeyecektir.Bu da gerçekleşmiştir.
4-"Üç kez üç yüz yıl ve bir de yirmilik"tarihinde Osmanlı Devleti yok olacaktır.=Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti 1920'de kurulmuştur.


Laonicus'a göre gerçekleşecek olan kehanetler.


1-İstanbul'un camileri ve Ayasofya üzerinde haçlar dikilecektir.Bu haçlar ,saplanacağı yere silahlı ellerle saplanacaktır.Bu muhteşem şehrin yıkımı gelecektir.Yıkımı,sadece orada yaşayanlar sevdiği dini değiştirirse duracak ve şehir lanetten kurtulacaktır.
2-Yıkım adaletsizliklerin en kötülerinin gerçekleştiği bir dönemin ardından olacaktır.Tüm doğu ülkeleri de hıristiyanlarca fethedilecektir.Böylece,ölü yaşayan soyulmuş ve felç olmuş bir yönetim sona erecektir.
3-Önce,Müslüman şeriati artacaktır.Eğer yedinci seneye kadar kaldırılmazsa,on ikinci seneye kadar buranın hakimi olacaktır.Sonra hıristiyan silahlarıyla bir tutsaklık dönemi başlayacaktır.
4-11'inci Prens(cumhurbaşkanı) döneminde Türk devleti,büyük bir sarsıntı yaşayıp yıkılma noktasına gelecektir.




----------------------------


Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal, “Türk İmparatorluğu'nun Yıkılışına Dair Kehanetler” adlı kitapta yeralan “Türkiye'nin 11'inci liderinin adı 11 harfli” cümlesinin Abdullah Gül'e işaret ettiğini belirtti ve ekledi: “Kehanetlere göre bu cumhurbaşkanı döneminde Türkiye devasa bir sarsıntı geçirecek”
BUGÜNE kadar 19 kitap yazan Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal'ın Destek Yayınları'ndan çıkan son kitabı “Türk İmparatorluğu'nun Yıkılışına Dair Kehanetler”de gündemi sallayacak açıklamalar var. Kitap metnini Bizanslı Tarihçi Laonicus Chalcondlyles'in yazdığını, yorumcusunun Fransız Blaise de Vigenere, yayıncısının ise Thomas Artus olduğunu belirten Altındal, kitapta Türkiye Cumhuriyeti'nin 11'inci Cumhurbaşkanının kim olacağı ve Türkiye'nin geleceğine yönelik öngörülerin bulunduğuna dikkat çekti. Gerçekleşmiş kehanetlerinden biri, Mustafa Kemal Atatürk'ün yeni Türk devletinin kurucusu olması sıfatını kazanması olan yüzyıllar öncesinin kahinlerine göre, yeni cumhurbaşkanının ad ve soyadındaki harflerin toplam sayısı 11. Bu da Abdullah Gül olarak yorumlanıyor. Ayrıca devlet, bu cumhurbaşkanı ile çok büyük sıkıntılar yaşayacak. Kehanetlere göre bu durum Batılı devletlerin işine yarayacak.

Çevrimdışı TAYLANSALİH

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
# 23 Tem 2012 01:06:02

Tunceli'de jandarma karakoluna erzak götüren bir aracın teröristlerce ateşe verildiği bildirildi.
 
Valilikten edinilen bilgiye göre, Mazgirt ilçesinde Ataçınar Jandarma Karakolu'na erzak götüren bir sivil aracı durduran teröristlerin aracı ateşe verdikleri belirtildi.
 
Aracın sürücüsünü serbest bırakarak bölgeden kaçan teröristlerin etkisiz hale getirilmesi için operasyon başlatıldığı kaydedildi.

Çevrimdışı boran_12

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.441
  • 4.108
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 1.441
  • 4.108
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 23 Tem 2012 02:04:17
...
Tarihten de mi ders çıkarmıyorsunuz hiç? Alman Rahip Martin Nemoer’i de mi duymadınız hiç?
“Almanya’da önce komünistleri yok etmek için geldiler. Ses çıkarmadım çünkü komünist değildim. Sonra Yahudileri yok etmeye geldiler. Ve yine ses çıkarmadım. Çünkü Yahudi değildim. Adından sendikacıları yok etmeye geldiler. Ve ses çıkarmadım, çünkü sendikacı değildim. Sonra Katolikleri yok etmeye geldiler. Ve yine ses çıkarmadım. Çünkü ben bir Protestan’dım. Sonra beni yok etmeye geldiler. Ve o an geldiğinde… geriye sesimi duyacak kimse kalmamıştı…” diyen Alman Rahip hiç mi bir şey ifade etmiyor sizin için?

(alıntıdır)

“Adalet, bir gün herkese lazım olur.”

Çevrimdışı Misterno_17

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.498
  • 19.655
  • 3.498
  • 19.655
# 27 Tem 2012 10:20:20
 
Cüneyt Ülsever: Bir Ahmet Davutoğlu analizi


Barack Obama ABD’de 20.01.2009’da Başkanlık koltuğuna oturdu. Hemen ardından Davutoğlu o zamanki “danışman” sıfatı ile ABD’ye gitti. Dönüşte verdiği demeçte “Obama ile Türkiye’nin dış politika tercihleri ve öncelikleri tamamen örtüşmektedir”, dedi. Davutoğlu da 01.05.2009’da Türkiye’de Dış işleri Bakanı oldu. Kısa sürede meslektaşı Bayan Clinton’un da gözdesi haline geldi. Bakanlığı sırasında daha önceleri şiddetle ret ettiği “tek kutuplu dış politika” (ABD merkezli dış politika) baş tacı edilmekte, “komşularla sıfır sorun” hedefi de “ABD ile sıfır sorun” hedefi olarak düzeltilmektedir.

***

Türkiye’deki İslamcı ve sözüm ona liberal gazeteciler Obama ve Davutoğlu’na övgüler düzerken ben ikisine de başından beri ihtiyatla yaklaştım. (Bkz: Hürriyet arşivleri)

Ahmet Davutoğlu ile başından beri temel sıkıntım kendisinin “ideal dış politika” ile “gerçekçi dış politika”yı karıştırmasıdır. Aldığım eğitim gereği “iyi matematik bilmeyen sosyal olguları çözemez” diye düşünüyorum.

Davutoğlu’nun hayal dünyasında “matris” kavramı yok. Sosyal olguların çok değişkenli yapısında; değişkenler arasında sizin denetiminiz dışında olanlarının birbirlerini sizden bağımsız etkilemesi bütün dengeleri anında bozar. Örneğin, siz (A) olarak (B) ve (C) üzerinde doğrudan politikalar üretebilirsiniz ama (B)’nin sizden bağımsız olarak güttüğü (C) politikası sizin kurduğunuz (A-B) ve (A-C) denklemlerini alt üst edebilir.

Bunun içindir ki, iyi bir siyasetçi kendi ürettiği doğrudan politikalar yanında denetimi dışındaki değişkenlerin de birbirini nasıl etkilediğini gözetmek zorundadır.

Ahmet Davutoğlu’nun dünyasında “matris” olgusu hiç yok. Bunun için Türk dış politikası devamlı çamura batıyor.

***

Bazı örnekler:

1) Ahmet Davutoğlu “komşularla sıfır sorun” hedefine dönük olarak başta Bayan Clinton olmak üzere 5 adet Dış İşleri Bakanı önünde Türkiye adına (A) Ermenistan (B) ile 11.10.2009 tarihinde “barış protokolü” imzaladı (A-B). Dünya “Türkiye muazzam bir atak yapıyor”, diyerek ayağa kalktı. Ancak, protokol imzalanırken Türkiye’nin en büyük enerji tedarikçilerinden Azerbaycan’ın (C) Ermenistan (B) ile yaşadığı tarihi “Dağlık Karabağ sorunu” unutulmuştu (C-B). Hali ile Azerbaycan hop oturdu-hop kalktı. Başbakan anında Azerbaycan’ın ayağına gitti. Ermenistan protokolü de yandı bitti-kül oldu. (C-B) dengesizliği (A-B) denklemini alt üst etti.

2) Ahmet Davutoğlu İran’a uygulanacak ambargoya, “çok kutuplu dış politika” ayağı ile karşı çıktı. “Ne var yani, İsrail’in de nükleer silahı var!” dendi. ABD, Davutoğlu’na merdiven altında ne gösterdi ise aynı Türkiye İran’ın nükleer saldırısına karşı İsrail’i korumak amacı ile Malatya-Kürecik’e füze kalkanı yerleştirdi. Bu sefer de ABD faktörünü hesap edememişti.

3) Bayan Clinton Suriye meselesi için “Rusya ve Çin bedel ödemeli” dedi. Ardından Davutoğlu da bu iki ülkeyi kasıt ederek mealen “Suriye’ye arka çıkan ülkeleri izole edelim” deyiverdi. Davutoğlu yine (C) ülkesinin denklemlerdeki “mana ve önemini” unutuvermişti. Apar topar Başbakan Rusya’ya gitti. Rusya ile “Suriye Meselesi”nde tam mutabık hale geldik!

***

4) Matris bilmemenin en vahim göstergesi ise Ahmet Davutoğlu’nun Suriye’ye çatarken Rusya’yı unutmak dışında i)Suriye-PKK, ii)Barzani-Suriye Kürtleri, iii)Barzani-PKK ilişkilerini de unutmuş olmasıdır. Daha doğrusu, “Beşşar Esad yıkılırsa Suriye’ye ne olur?” sorusuna hiç cevap aramamış olduğu şimdi ortaya çıkıyor.

Davutoğlu’nun matematikte çok değişkenliler dünyası hakkında bilgisinin zayıf olmasının maliyeti:

a) PKK’nın Türkiye’nin sorunu olmaktan çıkıp, daha da büyüyerek bölgenin sorunu haline gelmesidir.

b) Daha önce PKK’nın etki alanı Kuzey Irak ile sınırlı olup, kabaca 331 k.m. iken, artık denkleme 877 k.m.lik sınır ile bir de Kuzey Suriye girmiştir.

Ahmet Davutoğlu ise “hiç hesapta olmayan bu gelişme” karşısında Suriye muhaliflerinin birilerinden garanti almış!

İçmeye ayranı olmayanlar PKK’nın üstüne atla gidecekler!

***

PKK’nın Suriye’deki kolu olarak tanınan PYD’nin eş başkanı Salih Müslim bile Davutoğlu’nu yalanlıyor:

 “Muhalefet parça parçadır. Bizim ilişkide bulunduğumuz muhalefet (içinde Özgür Suriye Ordusu da var-CÜ) bizim isteklerimizi kabul ediyor ve çok makul görüyor. Diğer muhalefet (Davutoğlu’nun görüştüğü muhalefet-CÜ), dışa bağlı güçler kabul etmiyor. Ama demokratik muhalefet, Suriye içindeki muhalefet, hepsini kabul ediyor.” (Mahmut Hamsici-BBC Türkçe-25.07.2012)

***

Yanlış hesap önce Bağdat’tan döndü.

Şimdi de Şam’dan dönecek!

Dr. Cüneyt Ülsever/Yurt Gazetesi


Çevrimdışı Misterno_17

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.498
  • 19.655
  • 3.498
  • 19.655
# 02 Ağu 2012 11:53:48
Atatürk’ün kızı trafik kazasında yaşamını yitirdi


Ata'nın manevi kızı Ülkü Adatepe TEM otoyolunun Sakarya Akyazı mevkiinde geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitirdi.

Ülkü Adatepe kimdir ?

27 Kasım 1932'de doğdu. Atatürk’ün en küçük manevi kızı. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın evlatlık kızı Vasfiye Hanım ile Fransızca öğretmeni ve gar şefi Mehmet Tahsin Çukurluoğlu’nun kızıdır.

Zübeyde Hanım’ın küçük yaştan itibaren yetiştirdiği Selanikli Vasfiye Hanım, Zübeyde Hanım’ın ölümünden sonra bir süre Atatürk’ün kızkardeşi Makbule Hanım’la kalmış, Atatürk kendisini Gazi Orman Çiftliği’nde istasyon şefliği yapan Mehmet Tahsin Bey’le evlendirmişti. Vasfiye Hanım ile Mehmet Bey’in olacağını öğrendiğinde ister kız, ister erkek olsun Ülkü isminin verilmesini isteyen Atatürk, 9 aylıkken Ülkü’yü Çankaya Köşkü’ne aldırdı ve biraz büyüdüğünde onu yurt gezilerine götürmeye başladı.

Atatürk öldüğünde Ülkü altı yaşındaydı. Üsküdar Amerikan Lisesi’nde başladığı öğrenimini maddi sıkıntılar nedeniyle tamamlayamadı ve genç yaşta evlendi. İlk evliliğini Sabiha Gökçen'in amcasının oğlu Üsteğmen Fethi Doğançay ile yaptı. On üç yıl süren bu evliliğinden iki oğlu oldu. İkinci evliliğini ise işadamı Öke Adatepe ile yaptı.

Odatv.com

Çevrimdışı osman acar

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.156
  • 1.453
  • 1.156
  • 1.453
# 02 Ağu 2012 14:32:11
Ya sen dünyayı değiştirirsin, ya dünya seni
Tam otuz yıl önce, bir yaz günü otobüs durağında bekleşiyoruz. Yaşça bizden büyük olan kişi, "Bakın, bakın!" diyor ve otobüsteki birini gösteriyor.


Hınca hınç dolu bir otobüste gösterilenin Hekimoğlu İsmail olduğunu kalabalığın arasından bir çırpıda seçemiyorum. Hoş; seçsem de teşhis etmem mümkün değil. Yine de taaccüp ediyorum. Demek Anadolu'nun gönlüne taht kuran fikir ve dava adamlarından biri, onca kalabalığın arasında kaybolup gidebiliyor. Medyada görünme dönemi başlamamış ki, adamı o kalabalıkta seçebilesin.

Bir dönem öyleydi; herkesin imkânları kısıtlıydı. Bir bakıma varlık içinde yokluk yaşanıyordu. Bediüzzaman'ın kut-u lâyemut denebilecek az bir gıda ile yaklaşık 30 senelik hapis ve sürgün hayatına nasıl meydan okuduğunu biliyorduk. Necip Fazıl'ın, dergisini bir sayı daha neşredebilmek için nasıl çırpındığını; son tükenme noktasına gelindiğinde, "Madem tek kuruşumuz kalmadı; Büyük Doğu'yu biz kapatacağımıza öyle bir şey yazayım ki onlar kapatsın!" dediğini defalarca dinlemiştik dava arkadaşlarından.

Bir dönem dava böyle temsil edildi. Davaya gönül veren herkes, tepeden tırnağa, ağır şartlar altında mücadele etti. Bir yandan fiilî baskılara direniyordu insanlar, diğer yandan da imkânsızlıklar içinde kıvranıyordu. Tahta Kulübe'de onca meşakkate göğüs geren büyük dava adamları yeni bir neslin rüyası uğruna her türlü zorluğa katlanıyordu.

Zamanla şartlar değişti. Ama öteden beri kendini yüce bir ideale adamış kişilerin duruşları hiç değişmedi. Hekimoğlu İsmail ölüm döşeğinde denince kadim dostu Hamid Çiçek Bey'le hastaneye koştuk. "Yaşamaz..." dediler, "Yaşasa bile felç olur..." dediler. Sevenlerinin umurunda değildi söylenenler. Dua dua yalvarıyordu herkes. Biraz toparlanır gibi olunca ziyaretine gittik. "Allah bana kendisini anlatmam için bir fırsat daha verdi." diyor başka bir şey demiyordu. Hayatının gayesi oydu çünkü. O'nu anlatmak ve O'nun emanetini yaşatmak. Aradan geçen onlarca sene onu hiç ama hiç değiştirmemişti. Mecal buldukça yazı yazıyor, takati kaldıkça 'iman kurtarma davası'na tercüman oluyordu.

Birkaç sene önce oğlu Osman Okçu, Fethullah Gülen Hocaefendi'yi ziyaret etti. "Babanız sizinle mi kalıyor?" sorusuna muhatap oldu. Beklemediği bu sual karşısında meramını tam anlatamayınca Hekimoğlu'nun eşiyle birlikte, evlatlarından ayrı bir evde yaşadığı sonucu çıkmıştı. Hocaefendi, her zamanki nezaketi ve zarafeti nedeniyle, oğluna hiçbir şey demedi; ama belli ki iki yaşlı insanın bir evde bir çeşit uzlet yaşamasına üzülmüştü. Halveti ve uzleti en iyi anlayacak kişi Hocaefendi'ydi çünkü. Kendisi de küçücük bir odada kalıyor, yıllar geçmesine ve dostlarının istirham etmesine rağmen yakındaki göle kadar bile gitmiyordu. Namaz ve sohbet esnasında salon yetmeyince bitişikteki odasını açıyor, istirahat ettiği yere herkes girip çıkıyordu. Kaç kişi anlayabiliyordu o gurbeti, o hasreti, uzleti...

Uzun bir zaman sonra bir bahis münasebetiyle, "Hekimoğlu Ağabey'in yalnız kalması rikkatime çok dokundu." dedi. Aslında Hekimoğlu, eşiyle yaşadığı sade evi seviyordu; o yüzden oğlunun, "Gel bizde kal." ısrarına olumlu cevap vermiyordu. Yine de uzlet, uzletti. Osman Bey mesajı almıştı. Babasıyla konuyu paylaşınca iki vefakâr gözyaşlarına hâkim olamadı.

30 yıl önce bir belediye otobüsünde ilk kez gördüğüm adam, hastaneden çıktıktan sonra evinde durmayı kabullenemiyordu. Çünkü hâlâ soluk alıp verebiliyordu. Vücudunun bir yanı tutmuyordu; ama yüreği sürekli kabarıyor, insanlara hak ve hakikati anlatmak için çırpınıyordu. Bir gün ziyaretine gittim. Sanırım haftalık sohbet yeni bitmişti. Zor konuşabiliyordu. Oğlu, "Baba niye her sohbete başlarken, 'Ben Hocaefendi'nin neferiyim' diyorsun; her defasında böyle bir şey demene gerek var mı?" deyince. "Evladım, gelen kardeşlerim arasında maalesef bazen gıpta görüyorum, haset görüyorum, çekememezlik görüyorum; ta baştan söylüyorum ki insanlar hikmetini bilmedikleri konularda gıybet yapmasın, günaha girmesin."

Bir fırsat doğdu; Hekimoğlu'nun bu yaklaşımını Hocaefendi'ye nakletme imkânı oldu. Derin bir istiğfardan sonra hakkında söylediği sözler için, "O bizim büyüğümüzdür, nezaketinden öyle demiştir." şeklinde özetleyebileceğim bir cevap aldık. Her ikisi de aslında kendine yakışanı yapıyor, dava adamı olmanın vakar ve ciddiyetini ortaya koyuyor, kadirşinaslık örneği veriyordu. Çünkü ne onlarca yıl önce bir astsubay olarak Amerika'ya giden ve giderken dinî eserleri gizlice götürüp orada hizmet etmeyi düşünen Hekimoğlu İsmail zerre miktar değişmişti; ne de sadece bir öğrenci için kapı kapı dolaşıp insan kazanma seferberliği yapan Fethullah Gülen Hocaefendi. Zaten dünya onları değiştiremediği için, onlar dünyayı değiştiriyordu. Evet; dünyayı değiştirmenin tek bir yolu vardır: Dünya karşısında değişmemek.

Dünyanın bin bir hali var; hepsi birbirinden belalı. Her bir hali ayrı bir imtihan. Gün olur tuttuğunuz her şey altın olur bir anda; başarıdan başarıya koşarsınız belki de. Gün olur seslerinize sesler katılır; arkanızdan yüz binlerce, milyonlarca insan yürür. Gün olur "tiraj" deyip alkışlar sizi dünya, gün olur "imaj" deyip pohpohlar ve sizi bir uçurumun kenarına kadar getirir şeytan. Hele bir de hitabet ve kitabetin gölgesi altında yürüyorsanız! Yazarlık/çizerlik yapıyor, topluma kanaat taşıyorsanız. İşte o zaman sizi iki büyük tehlike beklemektedir: Amelsiz belagat, anlamsız sefahat. Başka söze ne hâcet. Allah (cc) şöyle buyuruyor: "Bir millet kendisinde bulunan güzel ahlak ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti, güzel durumu değiştirmez." (Enfal/53)

UFUKTA BİR TEHLİKE VARSA GÖZLERİ DÖRT AÇMALI

İbadetten kaçışla başlayan macera, insanı te'vil ve tefsir yapmaya zorlar. Bulunacak her temelsiz karine bizi dualiteye mecbur bırakır. Her neyse. Önemli olan, dünyayı değiştirmeye namzet fikir adamlarının (ve tabii ki en başta erbab-ı kalemin) yürüdüğü yola ilk adım attığı andaki saffetle devam etmesi, dünyanın cazibesi karşısında yalpalamaması. Kimseyi rencide etmek için söylenmiyor bunlar. Kimse de ima edilmiyor. Zaten herkes, her sözü kendi nefsine söylemek zorunda değil mi? Ufukta bir tehlike varsa gözlerimizi kapatmak mıdır tek çare. Dünyayı (karınca kararınca) değiştireceğim diye yola çıkıp sonra dünyanın değiştirici paletleri altında ezilmemek gerekiyor. Sözün özü bu. Niye şimdi? Çünkü içinde bulunduğumuz zaman diliminin en çetin sınavlarını aşmak için yaşadığını yazan, yazdığını yaşayan ve yaşatma ideali için çırpınıp duran hasbi insanlara ihtiyaç var.

Hiç kimse, eskiden olduğu gibi fakr-u zaruret içinde hizmet etmek zorunda değil. Zaten böyle bir şeye gerek de yok. Lakin eli kalem tutan, ağzı laf yapan, söyledikleri dinlenen insanların, günün sonunda dönüp kendilerine bakması gerekiyor.

Tabii değişimlerden, fıtri gelişimlerden bahsetmiyorum. O değişime de gerçek manasını dünyanın dayattığı başkalaşıma boyun eğmeyenler mana katacaktır. Demem o ki dünya değişir; değiştirir. Himmeti milleti olanlar tabii ve zaruri değişimin ruhunu anlar, hatta ona öncülük eder; hırsların, menfaatlerin, zaafların esiri olmaz. Aksini düşünmek feci bir akıbeti işaretliyor ki onu Allah Resulü tüyler ürperten şu tabloyla ifade ediyor ve bütün müminleri sarsıcı bir üslupla uyarıyor: "Muhakkak ümmetimden birtakım topluluklar gelecektir ki, zinayı, ipek elbiseler giymeyi ve çalgı aletleri çalıp (şehvetli) eğlenceleri helal ve mubah/normal sayacaklar. Allah, evlerini çökertip helak edecek, kalanları(n yaşayışlarını) da maymun ve domuza çevirecektir." e.dumanli@zaman.com.tr

 

Çevrimdışı Misterno_17

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.498
  • 19.655
  • 3.498
  • 19.655
# 03 Ağu 2012 08:46:09
                          İran uyardı: Biz de karışırız


Türkiye'nin Suriye sınırına askeri yığınak yaptığı haberleri endişe yaratıyor. Öncüpınar'dan sonra, Birecik, Suruç ve Ceylanpınar sınır kapılarına da sevkiyatların süreceği bildiriliyor.

Tam da ABD Savunma Bakanı Leon Panetta'nın ziyaretine denk gelen bu hareketlenme iyiye işaret değil. Çünkü Panetta'nın ziyareti tüm bu olanların arka planında İsrail'in bulunduğunu doğrular nitelikte ve buradan Türkiye'ye kesin bir emir verilmesi sözkonusu. Mitt Romney'nin tam destek mesajlı ziyaretinin ardından Barack Obama'nın da devreye girmesiyle İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu iyice gaza geldi ve Suriye, Lübnan, İran'a açıktan nizam vermeye başladı. Bu arada Kasım seçimlerinde Amerikan sermaye kesiminin ve Cheney başta, neo-con faşistlerin doğrudan desteğini alan Romney'nin şansı artıyor. Romney, ekonomik krizden çıkış için yeniden bir bölgesel savaş formülünü savunuyor. İsrail'e övgüler yağdırıp, "Kudüs İsrail'in başkentidir" derken asıl mesaj bu aslında.

İran lideri Ahmedinejad da Romney'nin bu son ziyaretini "Beyaz Saray'a gitmek için Yahudi Devleti'nin ayağını öpüyor" sözleriyle niteledi zaten.

Neyse biz asıl konumuza dönelim.

Bu konjonktürde, Türkiye'nin Suriye'ye saldırı ihtimali güçlenirken İran'dan bir ültimatom geldi. Suriye'de yayınlanan El Vatan gazetesi, İran'ın Türkiye'yi Suriye'ye askeri müdahalede bulunmaması konusunda uyardığını yazdı.

El Vatan'a göre İran, Ankara'ya şu mesajı yolladı:

"Suriye'nin topraklarına yönelik herhangi bir saldırının cevabı şiddetli olacaktır ve İran Suriye arasındaki karşılıklı savunma anlaşması etkin hale getirilecektir."

Baas yanlısı El Vatan gazetesi, Türkiye ve ABD'nin, Suriye'nin kuzeyinde "silahlı çeteler tarafından korunacak güvenli bir bölge yaratmayı planladıklarını" yazdı.

Gazeteye göre, İran, Türkiye'ye "oyunun kurallarını değiştirmekten sakın" mesajını verdi.

ABD - İsrail ikilisinin Türkiye'yi sadece Suriye'ye karşı değil, İran'a karşı da konumlandırdığı zaten bilinen bir gerçek. Malatya'ya kurulan Füze radar üssü ile İran'a yaptırım uygulayan AKP Yönetimi, nihai olarak Tahran ile karşı karşıya geleceğini biliyor olmalı. Tabii TSK da biliyor olmalı.

16 aydır Suriye'ye doğrudan bir müdahaleye direnen TSK'nin şimdi hareketlenmesi de iyiye işaret değil. Demek ki ordu Suriye'ye müdahale konusunda sonunda ikna edildi.

Öyleyse TSK da bu olası savaşın Suriye ile sınırlı kalmayacağını biliyor olmalı. Komutanlarının yarısı hapiste bulunan bir ordunun bu kadar gözü kara olabilmesi de enteresan gerçekten.

Çünkü eğer Türkiye, Suriye'ye saldırırsa önce İran, ardından Rusya ve Çin tarafından mutlaka hedefe alınacaktır. ABD ve İsrail'in ise bu durum hiç mi hiç umurunda olmayacaktır. Çünkü zaten Türkiye de BOP'un nihai hedefinde olan bir ülkedir.

Bu Atlantik Paktı zaten Türkiye'de dini dincilere, milliyetçiliği milliyetçilere, solu da solculara yok ettirme konusunda uzmanlaşmıştır. Türkiye'nin bölünmesi gerekiyorsa bunu da içeriden yapmakta ve yapacak gibi de görünüyor.

Çok kritik bir süreçten geçiyoruz. Sınırsal bir savaş anlaşılan giderek yayılma özelliğine sahip olarak tüm bölgeyi etkileyecek ve yayılacak gibi. İşler iyice sarpa sararsa buradan bir dünya savaşı bile çıkabilir. Yeniden ve daha da güçlü olarak yaklaşan devasa küresel ekonomik krizin gölgesinde sanki bunun istendiği gibi bir hisse kapılmamak elde değil.

Hüseyin Vodinalı


Odatv.com

Çevrimdışı senizkarasah

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.500
  • 26.520
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.500
  • 26.520
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 12 Ağu 2012 21:49:36
?

Çevrimdışı senizkarasah

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.500
  • 26.520
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.500
  • 26.520
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 26 Eki 2012 12:07:30
ELEKTRİK FATURASINDA NELER ÖDÜYORUZ, ÖDETTİRİLİYOR ???

kullandıgımız tutar 23.66 tamam.
 K.D.V 6.67 onada tamam.
 Elektirik Tüketim Vergisi 1.39 onada tamam.
 Enerji Fonu 0.28 oda TAMAM ...
 

AMAAAAAAAA !!!!
 Kayıp Kaçak Bedeli 4.09
 TRT mi ?? onada 0.56
 Dağıtım Bedeli 5.00
 İlet. Sis. Kul. Bd. 1.09
 Per. Cat. Hiz . Bd. 0.54
 PSH (Say. Oku.) Bd. 0.42
 PEKİ BUNLAR NE ?????
 
Toplamı = 11.7 TL
 Türkiyede en az 35 milyon ev var bunların hadi 10 milyonunu saymayalım 25 mlyon var desek
 
11.7 x 25.000.000 = 292Milyon 500 Bin TÜRK LİRASI !!!
 
Sen Türkiyesin BÜYÜK DÜŞÜN
 YADAAA
 Sen Türkiyesin Düşünme Bunları ...

Çevrimdışı öğretmen 54

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.993
  • 12.961
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 3.993
  • 12.961
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 27 Eki 2012 18:57:34
Elektrikte,benzinde ödenen bir sürü fazla para.Cep telefonunda her ay kontörden düşen 1,21 lira.Olan vatandaşa oluyor.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK