Öğretmenlere Hakaretler Haklı Mı? (yorumlarınız)

Çevrimdışı semoşş

  • Uzman Üye
  • *****
  • 398
  • 80
  • Lise Branş Öğrt.
  • 398
  • 80
  • Lise Branş Öğrt.
# 09 Ara 2007 16:23:32
Bana terbiyesiz diyenlere kötü bir haberim var: Gazetemizin internet servisinin yaptığı “Tuğçe Baran eleştirilerde haklı mı” anketinde en son baktığımda yüzde 74 oranında “haklı” durumdaydım. Bilmem anlatabiliyor mu Türk halkı sizlere bir şeyler???


evet haklısın hemde çoook :D Ama ben seni adam yerine koyup sana hak veren insanların da seviyesinden şüphe duyuyorum.o ankete katılan insanar gerçekten doğru kişiler mi

Çevrimdışı makedon79

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 117
  • 25
  • Müdür Yardımcısı
  • 117
  • 25
  • Müdür Yardımcısı
# 09 Ara 2007 16:26:57
Değerli öğretmen arkadaşım biz bu kendini bilmez yazar hanıma ne yazarsak yazalım anlaşılan o ki bu hanım kendi uydurduklarını yazmaya devam edecek. Ne diyelim "ANLAYANA SİVRİSİNEK SAZ, ANLAMAYANA DAVUL ZURNA AZ".Bir de utanmadan kendi gazetesindeki uydurma olan anket sonuçlarını vermiş.

Çevrimdışı mylife84

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.930
  • 1.263
  • 1.930
  • 1.263
# 09 Ara 2007 16:33:18
Formadan devam edelim. Dünya üzerinde olabilecek en rahatsız kıyafet bizim ilkokul çocuklarına giydirdiğimiz o saçma önlüktür. Bilhassa kızlar azap çeker içinde. İlköğretimi sekiz yıla çıkarma teşebbüslerinin ilk yapıldığı yıllarda ortaokuldaydım ve kazık kadar kızlara beyaz aka, siyah önlük giydirmişlerdi.

“Öğretmen öğrenciyi sevmek zorunda değil” diyemeyiz. Hayır! Öğretmenin birinci vazifesi öğrenciyi sevmektir. Buna mecbur. Asli vazifesi budur. Sevemiyorsa, tiksiniyorsa buyursun başka bir iş yapsın. Ben de çocuklardan çok hoşlanmıyorum ama tutup öğretmenlik yapmıyorum.

Ben bu görüşlere katılıyorum arkadaşlar...

Çevrimdışı ozkanderya22

  • Aktif Üye
  • **
  • 45
  • 22
  • 45
  • 22
# 09 Ara 2007 16:37:12
bekara karı boşamak kolay gelirmiş ya.. işte bu vatandaş da böle bişi... nasıl olsa mesleğin içinde değil.. nasıl olsa karşıdan bakınca herşey basit.. eğitim şart.. eğitimsiz kişilerin gazeteci olmaması için de şart... tartışma ortamını öğrenebilmek için de şart..

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 09 Ara 2007 16:39:19
 

 
BİR YUDUM SEVGİ

Samsun’un en elit okuluydu benim okulum. Tüm bürokrat çocukları, bütün isim yapmış esnaf çocukları, avukat, doktor, mühendis çocukları  bizim okuldaydı. Benim için çok önemli değildi bu. Ama öğretmenim için bir kıstastı . Hangi öğrencisini nereye oturtacağını, hangi öğrencisi ağladığında saçını okşayıp gözyaşını sileceğini, hangi öğrencisine ödevini yaptığında “Aferin yavrum.” deyip ödüllendireceğini , hangi öğrencisini sosyal faaliyetlere sokacağını, hangi öğrencisine anlamadığı konuyu kaç defa anlatması gerektiğini, hangi öğrencisini sınıf başkanı yapması gerektiğini  düşündüren önemli bir kıstas…

      Beni hiç tanımadı öğretmenim. Oysa beş yıl her gün gittim okula. Hasta olduğumda bile… Beni tanımak için, ailemi tanımak için hiçbir gayret göstermedi. Gerek bile duymadı buna. Babam maliyede sıradan bir memurdu. Bunu bilmek yeterliydi onun için. Fazlasını öğrenmeye, beni tanımaya, anlamaya hiç gerek duymadı…

      Oysa tanısaydı beni; ne kadar sevgi dolu kalabalık bir aile içinde büyüdüğümü öğrenecekti. Beni ve kardeşlerimi beş yıl boyunca usanmadan okula getirip götüren, sevgi dolu yüreğiyle, bizi öpücüklere boğup iyi dersler dileyen bir annem olduğunu öğrenecekti. Tanısaydı beni, istediğim her şeyin anında gerçekleştiğini, buna rağmen hiç şımarmadığımı öğrenecekti.  Tanısaydı  tembelliğimden değil saygımdan sesimin çıkmadığını öğrenecekti. Eğer tanısaydı biliyorum; öğretmenim beni de  çok sevecekti…

Ama tanımak istemedi. Benim hakkımda bildiği tek şey babamın maliyede memur olduğuydu ve bu ona yetiyordu…

         Benim yerim hep arka sıralar oldu. Parmak kaldırdığımda hep dalga geçerek söz hakkı verdi bana. Bıyık altı gülerek… “Hadi söyle bakalım, ne diyeceksen sen de…”  Parmak kaldırmaya korktum sonra. Hiç parmak kaldıramadım  yıllarca. Aşağılanma korkusu bildiğimi söylettirmedi bana. Müfettişler geldiğinde   parmak kaldırıyordum öğretmenimden çekine çekine.   “Kızar mı acaba?” kuşkusuyla…Verdiğim cevaplar doğru olduğunda “Kim söyledi bakayım sana.” diyordu müfettiş gidince. Hiç taktir edemedi,  beni hiç sevemedi…Ne yapmıştım ben ona?

         Arkadaşlarımı bile o seçti, kafasına göre, kendi sınırlarıma uygunca…

         Hep mutsuz gittim okula. Utandım “Öğretmenim beni sevmiyor.” diyemedim aileme. İçimde fırtınalar koptu yıllarca. Oysa ben öğretmenimi üzecek tek şey yaptım beş yıl boyunca…Tek bir şey…

        Beden eğitimi öğretmenimiz ayrıydı. Beni çok seviyordu. Bunu hissetmiştim ve sevgisini boşa çıkarmamak için insanüstü bir gayretle  çalışıyordum. Voleybol takımına seçilmiştim.   Bana sevgiyle yaklaşan, kendimi kötü hissettirmeyen, kendime olan  güvenimi tekrar kazanmamı sağlayan ve sınıf öğretmenimin verdiği hasarları onaran kişiyi hayal kırıklığına uğratmamalıydım. Uğratmadım da… Okulumuzun voleybol takımının kaptanı olmuştum sonunda…

         İşte bu olay sınıf öğretmenimi çok kızdırmıştı. Bana gelinceye kadar ne bürokrat , ne tüccar çocukları vardı  okulumuzda…Sıradan bir memur çocuğu ne anlardı voleyboldan? Üstüne üstlük bir de kaptan olmuştum…Öğretmenimi çok üzmüştüm işte. Beş yıl boyunca sadece bir kere…Haddimi bilemeden…

      Ben ne yapmıştım da öğretmenim benden bu kadar çok nefret eder olmuştu…Anlayamıyordum…

         Beni en çok yaralayan olay ise mavi önlüğümle ilgili olan davranışıydı…

           Önlüğümüz siyahtı o zaman. Üçüncü sınıftayken mavi önlüğe geçiş yapıldı. Senenin ortasıydı ve isteyen o sene mavi önlük giyinecekti. Bir sonraki sene zorunlu olacaktı. Mavi önlüklüler ise 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramına katılacaktı. Annem büyük bir hevesle kumaş alıp dikti önlüğümü. Modelini kendi çizmişti. Çok güzeldi. Ceplerinin köşelerini üçgen yapıp kıvırmış, metal düğmelerle süslemişti. Okulda mavi önlüğü ilk giyenler ben ve kardeşim olmuştuk. Ama öğretmenim diğer öğrenciler adına kıskandı bu durumu. Beni sınıfın ortasına çıkarıp dalga geçti. “Canım benim. Sevsinler önlüğünü.” Sonra bağırmaya başladı ceplerimin düğmelerini çekiştirerek. “Bunlar ne böyle. Mavi düğme bulamamış mı annen?...” diye bağırarak  kopardı  metal düğmelerimi. Göz pınarlarıma dolan yaşlar akmasın diye kendimi zorluyor dudaklarımı ısırıyordum. Utancımdan ölecektim nerdeyse. Bayrama da sokmadı beni. Nedenini bile söylemeden …

            Öğretmenim benim düşmanımdı sanki. Niye bilmiyordum ama hep bunu hissettirdi bana. Tam beş yıl boyunca… Sonra anladım elbet nedenini… Nasrettin Hoca’nın “Ye kürküm ye…” hikayesini öğrendim sonra. Öğretmenim sınıfında sıradan bir öğrenci istemiyordu. Benim de yenilecek kürküm olmadığını düşünmüştü. Ona göre ben sınıfında olmaması gereken bir öğrenciydim. Benim kim olduğum, nasıl bir terbiyeyle büyüdüğüm, nasıl insanların çocuğu olduğumun hiç önemi yoktu. Beni hiç tanımak istemedi. Tanımaya çalışsaydı eğer babamın memur maaşının sadece onun cep harçlığı olduğunu ve ailemizin babamın geliriyle geçinmediğini öğrenecekti.     Onca kürke rağmen  ailemin ne mütavazi insanlar olduklarını, babamın maaşa hiç ihtiyacı olmadığı halde “ Baba parası yiyor.” demesinler diye yirmibeş yıl çalıştığını öğrenecekti. Tanısaydı, annemin bir köy kızı olarak gelin geldiği zengin ailede anneannemden aldığı Osmanlı terbiyesini hiç unutmadığını, paraya rağmen mütevaziliğini devam ettirerek yaşlandığını öğrenecekti. Tanısaydı, paranın ailem için hiç kıymeti olmadığını ve parayı saygınlık elde etmek için kullanmayacak kadar asil insanlar olduğunu  anlayacaktı.Bilseydi  eğer ailemden  insanlık öğrenecekti belki de…Ama öğrenmek istemedi.Bildiği tek şey ona yetti. Babam maliyede memurdu…

           Beş yıl babamın memur oluşunun cezasını çektim bir suçluymuşçasına…   Paraya, mevkiye hizmet eden bir öğretmen tarafından…Yargılandım ve mahkum edildim; hiç gülümsemeyen gözlerine, hep “Eh işte”yle ifade edilebilecek karnelere…

         Unutamıyorum… Unutmam da mümkün değil. Ölene kadar da unutamayacağımı biliyorum.

          Hiç görmedim mezun olduktan sonra onu daha. Görmek de istemedim. Öldü mü, yaşıyor mu onu da bilmiyorum. Öğrenmek de istemiyorum. Tıpkı onun benim hakkımda bir şey öğrenmek istemediği gibi…

       Şimdi düşündükçe nefret bile edemiyorum ondan.  Kendi kazanamadığı paranın uşağı olmuş, kendini de küçümsemiş memur olduğu için belki de… Nefret etmek bir yana, acımaktan öte gidemiyor duygularım.Sadece  acıyabiliyorum ona ve bana yaşattığı duyguları yaşattığı diğer öğrencilerine…

        Şimdi ben de öğretmenim.On yedi yıldır çok hata yaptım belki… Belki çok da iyi bir öğretmen olamadım kimbilir?  Belki de çok  iyi hazırlayamadım öğrencilerimi  hayata. Belkileri çoğaltmam da çok mümkün belki…Ama bir konuda hiç hata yapmadım yıllarca.Öğrencilerime düşman olmadım hiç, öğretmenimin bana düşman olduğu gibi…Babalarının ceplerindeki parayı,diplomalarındaki sıfatı önemsemeden sevdim onları, ruhlarını tanımaya çalışarak . Hepsini tek tek sevdim ve hissettirdim sevgimi…Tek tek öptüm onların sümük bulaşmış yüzlerini ve  kiminin bitlerle dolu saçlarını okşadım,  yüzümü buruşturmadan.  Sevgiyle gülümsedim onlara…Öğretmenimin bana  hep kızgın  bakan gözlerine inat…

         Zaman zaman yordular beni çok kızdım evet, ama gönüllerini almak için  çok çabaladım sonra…Kendi kızıma gösteremediğim sevgiyi gösterdim, sevdim gerçekten onları. En itici olduğu düşünülen çocuklarımı bile…Kendi

çocuğummuşcasına…

         Şimdi düşünüyorum da   “İyi ki benim öğretmenim beni sevmemiş.” diyorum. Farkında olmadan hayatımın en önemli dersini almışım ondan. “Bir yudum sevgi” nin ne çok anlam taşıdığını öğrenmişim çocuklar için...    Yoksa bilebilir miydim     gülümseyen öğretmen gözlerinin çocuk ruhunu öpmek demek olduğunu?... Bilebilir miydim öğretmeninin okşadığı saçların  öğrenciler için ne çok şey ifade ettiğini?… Bilebilir miydim öpülen yanakların ,yüreklerine dokunan   eller  olduğunu?… Elbet bu kadar iyi bilemezdim   küçücük beyinlerin   sevgiyle bileylendiğini… Kısacası   BİR YUDUM SEVGİNİN DEĞERİNİ...    
                                           BeNuSa55

 




Çevrimdışı erdemc28

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.985
  • 443
  • 1.985
  • 443
# 09 Ara 2007 16:44:31
 ARKADAŞLAR MÜSAADENİZLE YAZARIN BİR ÖNCEKİ YAZISINI DA EKLEYEYİM BİZİM ÜZERİMİZDEN REKLAM YAPMAYA ÇALIŞAN BU YAZARI DAHA İYİ TANIYALIM


 (BU ARADA BİR İKİ FARKLI GÖRÜŞ YAZAN ARKADAŞLAR VAR TABİKİ OLACAK HERKESE SAYGIMIZ SONSUZ BURASI BİR DEMOKRASİ PLATFORMU HERKES GÖRÜŞÜNÜ YAZSIN AMA İNŞALLAH FARKLİ GÖRÜŞLER VAR DİYE SAYIN SİTE YÖNETİMİ BAZI KONULARDA OLDUĞU GİBİ BU KONUYU DA KİLİTLEMEZ )

Bütün öğretmenler dava açıyormuş bana! Vız gelir tırıs gider. Protestolar umurumda olmayacak dedim, hakikaten umurumda değil. Görüşümde fena halde ısrarlıyım.

 
Öğretmenleri eleştirmek bu ülkede tabudur. “Ay ama çok az para alıyorlar, hayat şartları çok zor, ama çocuklar da çok haşarı, ay ama bak ne büyük “sittres” altındalar, kafayı yemek üzereler, sen hiç bin tane çocukla başa çıkmak zorunda kaldın mı...” Bir kere bu çocuklar son beş yıl içinde bu kadar çoğalmadı. Öğretmenlere iyi para verilmediği de yeni bir haber değil. Son 50 yıldır bu böyle. Sistem ortada.

 
Yani eğitim fakültesine başlarken durum başka değildi. İşlerinin ÇOCUK ile ilgili olacağını biliyorlardı. Hiçbir şey sürpriz değil. Sen başka bir yeri tutturamayıp ancak oraya kapağı atmışsan ve de “işsiz kalma tehlikesi yok” diye memurluğa talim ediyorsan bu niye benim suçum oluyor? Niye ben senin sıkıntına ve “çocuk nefretine” anlayış göstermek ve çocuğuma eğitim, sevgi ve bilgi veremeyişini sineye çekmek durumunda oluyorum?

Artık yeter! Genelleme yapamazsın diyorlar pekala da yaparım. Ben bu ülkede okudum. Bu ülkenin devlet lisesine gittim. Bu ülkenin devlet öğretmenleri tarafından yetiştirile(me)dim. Bu ülkenin müdürleri tarafından idare edil(eme)dim. Bu ülkenin öğretmenlerinden dayak ve azar işittim.
 
Bu ülkenin öğretmenleri tarafından baş belası sümüklü muamelesi gördüm ve bu ülkenin öğretmenlerinden hiçbir şey öğrenemedim.. Fena halde tecrübeliyim. Bütün cahil ve ruh hastaları da benim lisemde toplaşmadı ya!

“Yazık ki sizi de yetiştiren bir öğretmen” diye sitemde bulunmuş çoğunluk. HAYIR efendim. Beni lise öğretmenlerim yetiştirmedi. Lise öğretmenlerimden bir tanesi de “senin halin nicedir” demedi. Ben ne öğrendiysem dünya, memleket ve kendim hakkında üniversitedeki hocalarımdan öğrendim. Hepsi dünya harikası insanlardı. Sezar’ın hakkını Sezar’a da vermesini biliriz.
Robert, Galatasaray, Amerikan veya Alman liseleri dışında okullarda okumuş kimseden de “aaa bizim hocalarımız süperdi. Bütün haylazlıklarımıza rağmen gülümserlerdi, her derste ilgimizi çekmeyi başarırlardı, hep anlayış gösterirlerdi, çok şey öğrendim, mesleğimi seçmemde büyük katkısı vardır” diyene rastlamadım.

Beni “pirotesto” eden (evet böyle yazmış) öğretmenler de zaten hakiki öğretmenliğin ne olduğunu bilmeyenler. Zorluk çekmenin öğretmenlik olduğunu sanıyorlar.

“Ben oturduğum yerden yeşil dolarlar kazanırken.. onlar neler çekiyormuş haberim yokmuş... Önce benim tedavi olmam gerekiyormuş..”

Mektuplarındaki binlerce imla hataları bile öğretmen olamadıklarının kanıtı. Okura boşuna kızıyormuşuz dahi anlamındaki de’leri da’ları, soru eki mısın’ları, musun’ları ayırmadıkları, noktalama işareti kullanmadıkları için.


Kılavuzlar ortada!

Sorumu tekrar ediyorum ey ahali: Bütün ilkokul ve lise hayatınız boyunca severek hatırladığınız kaç öğretmeniniz var? Kaçı için “çocuk ve genç sever” diyebilirsiniz? Dayağını ve azarını işitmediğiniz kaçı var? Kaçı için “dersi öyle bir coşkuyla ve sevgiyle anlatırdı ki sınıfta çıt çıkmazdı” diyebilirsiniz? Hadi bunu da geçtim kaçı için okuttuğu dersi BİLİRDİ diyebilirsiniz?
BİLMİYORLAR!!!! Okuttukları dersi bilmiyorlar. Milli Eğitim’in dağıttığı ders kitabını ezberlemiş “papağanlar” ezici çoğunluk. Beni vıdıvıdıvıdı “pirotesto” eden öğretmenler! En son hangi kitabı okudunuz! En son hangi konferansa katıldınız? Kursa gittiniz?

Hayatında başka memleket, başka şehir görmemiş coğrafya öğretmenleri, hayatında en son fakültedeyken roman okumuş edebiyat öğretmenleri, Matematik Dünyası dergisini hiç duymamış matematik öğretmenleri, tek bir yeni kelime öğrenmemiş İngilizce öğretmenleri..
Ya bırakın Allah aşkına. Bana Çalıkuşu taklidi yapmayın.

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 09 Ara 2007 16:48:01
        AMİİİN!!!

         Yıl 1994. Evlenmiştim ve tayinim Samsun’a çıkmıştı. Memleketime gelmiştim işte. Hayatımda her şey istediğim gibi gidiyordu. Sevdiğim insanla evliydim ve Samsun’a gelmiştim. Benden daha mutlu insan yoktu belki de…

          Tam bunları düşünüyordum ki her şey tersine döndü. Beni uzak bir köye verdiler. Üç vasıta ile ulaşabiliyordum görev yerime. Bir de üstüne sekiz km. yol yürüyordum. Özellikle yağmurlu havalarda. Köyün toplu taşıma yapan araçları yoktu. Bir buçuk km. yol yürüdükten sonra ana yola geliyor ve diğer köylerin arabalarını bekliyorduk. Yağmurlu havalarda ise bu bekleyiş boşunaydı. Çünkü hep dolu geçiyorlardı. Islana ıslana km.lerce yolu yürüyüp Samsun arabalarına biniyorduk. Günümün altı saati yollarda eziyet çekerek önce okuluma, sonra evime ulaşmaya çalışarak geçiyordu. Bütün enerjim yollarda tükeniyordu. Bu kadar yorgunken öğrencilerime nasıl faydalı olabilirdim. Defalarca eş durumu dilekçesi verdim olmadı, yalvardım-yakardım olmadı… Kimse anlamıyordu. ÇALIŞAMIYORSAN İSTİFA ET ÖĞRETMEN HANIM. Diyorlardı. Yapılan adaletsiz atamanın cezasını ben çekiyordum. Yapılacak hiçbir şey kalmamıştı. Tüm zorluklara rağmen bir gün bu eziyetin biteceğinden emindim. Bitecekti elbet…

            Evleneli ve Samsun’a geleli dört ay olmuştu ki hayatımın en büyük darbesini yedim. Bu acı hiçbir şeye benzemiyordu. Çok yıkıcıydı. Hem de çok…

             Eşim bir süredir rahatsızdı. Doktora gitmişti. Doktoru yapılan tahlillerden sonra ameliyat olması gerektiğini söyleyip hastaneye yatırmıştı. Ameliyat günü gelmiş çatmıştı. Basit bir ameliyat olduğunu söyledi doktoru. Endişelenmeye gerek yoktu. Ertesi gün de eve çıkabilecekti. Yine de her ameliyatın bir risk taşıdığını düşünüp endişelenmemek imkansızdı. Elbet ben de ameliyat bitene kadar bu endişeyi hissettim tüm yüreğimde. Ameliyat bittiğinde eşim henüz yoğun bakımdayken doktoru beni yanına çağırdı. Ameliyat önlüğü üstünde, eldivenleri elinde, galoşlar ayaklarındaydı daha. Ameliyathanenin kapısına gelmiş beni arıyordu. Teyzemin kızı patolojide çalışıyordu. “Hatice’ye söyle aldığımız parçayı bir an önce tahlil etsinler.” diyordu. Bu acele, bu kuşku niyeydi? Anlam veremiyordum ama kötü hiçbir hastalığı da eşime yakıştıramıyordum. Eşim ertesi gün hastaneden çıkamadı. Daha sonraki gün de. Hatta ondan sonraki günlerde. Bu arada benden sürekli patoloji sonuçlarının çıkıp çıkmadığını araştırmamı istiyorlardı. Teyzemin kızının yüzü yanına her gittiğimde biraz daha endişeli görünüyordu. Beni teselli etmeye çalışıyordu ama içime sıkıntı tüm ağırlığıyla düşmüştü bir kere.

               Bir gece nöbetçi doktor yine patoloji sonucunun çıkıp çıkmadığını sordu. Artık dayanamıyordum. Bunca ısrar nedendi ? Kötü bir şeyler mi oluyordu? Bana söylemesi için yalvardım. Sonunda söyledi. KANSER şüphesi vardı. Hastalığın adını söyleyince yıkılmıştım zaten. “Ama olmayabilir de.” diyordu. Dünya başıma yıkılmıştı sanki. Eşimin yanına gidemiyordum. “HIÇKIRIKLARIN BOĞAZA DÜĞÜMLENMESİ” ne demektir öğrenmiştim işte. Hem de çok acı bir tecrübeyle…

                Artık sadece bir şüphe değildi. Teyzemin kızı beni ayıltmaya çalışırken bu hastalıktan bir çok insanın kurtulduğunu anlatmaya çalışıyordu. Ama hiçbirşey teselli olamıyordu. KANSER= ÖLÜM demekti. Ölümün acısı tüm ağarlıyla yüreğimdeydi işte. Eşimi kaybedebilirdim. Dayanılması çok güç bir acıydı. Ama kendimi toparlamak zorundaydım. Eşim yattığı hasta yatağında beni bekliyordu tüm kuşkulardan habersiz. Ona belli etmemeliydim. Dimdik durmalıydım karşısında. Elimde eşimin raporu, gözlerimde akmamaya zorladığım yaşlar doktorun yanına gelebilmiştim işte. Hala ayakta durabiliyordum kendime hayret ederek. Doktoru rapora baktığında bana elimi yüzümü yıkamamı ve bunu eşime birlikte söylememizi önerdi. Doktorun dediğini yapmıştım. Eşimin yanına geldiğimde ise yüzündeki ifadeyi görünce çoktan doktorun eşime söylemiş olduğunu anlamıştım. Neler hissettiğini görmeye çalışıyordum. Ama içim öyle büyük ve anlatılamaz bir acıyla doluydu ki… Onun içini görebilmem mümkün değildi. Benimkinden farklı olması da mümkün değildi aslında.

              Bu kötü haberi aldığımızda günlerden cumaydı. Pazartesiye kadar tedavinin nasıl yapılacağı konusunda endişe içinde beklemeye başladık. Kemoterapi olabilir deniliyordu. Bu daha da artırdı ölüm korkusunu. Evliliğimizin dördüncü ayında, gencecik yüreklerimize ÖLÜM tüm ağarlığıyla çökmüştü işte…Çok acımasızca…

               Geceleri eşim biraz daldığında arka koridorlara gidip kimse görmeden ağlıyordum. Bir gece ağladığımı gören bir asistan eşimin doktoruna haber vermiş. Doktor beni odasına çağırdı. Beş yıl yaşama şansı olduğundan sözediyordu eşimin. Bizim o kadar ömrümüzün belki de olamayacağını ifade etmeye çalışarak. Beş yıl…..

                  BEŞ daha sonra beni her duyduğumda krizlere sokan bir rakam oldu hayatımda. Depresyona girmeme sebep oldu…Beşten nefret eder olmuştum. Hala beş geçse öğrettiğim konular içinde o günler gelir aklıma. Artık BEŞ=ÖLÜM demek olmuştu kafamda….BEŞ=ÖLÜM…

                  Korktuğumuz başımıza gelmemişti. Pazartesi eşimin tedavi şekli açıklanmıştı. Radyoterapi uygulayacaklardı. Bu haber bile onca gerilimin içinde biraz olsun rahatlatmıştı bizi. Demek henüz diğer organlarına yayılmamıştı kanser. Rahat bir nefes alabilmiştik sonunda.

                  Bu süreç içinde eşimin yanında olmalıydım ama nasıl? Birkaç günlük raporum da bitmişti. Eşimin ailesi Samsun’da değildi ve radyoterapiye gittiği günlerde ben refakat etmeliydim ona. Doktordan eşimin durumuyla ilgili ayrıntılı bir rapor alıp milli eğitime gittim. Şube müdürüne raporu uzatıp geçici görevle bir süre için beni Samsun merkeze almalarını istedim. Nihayetinde hiçbir mazereti olmadığı halde görevlendirmeyle merkezde çalışan yüzlerce öğretmen vardı ortalıkta. Kadroları köylerde, işyerleri merkezde…

                  Şube müdürü böyle bir şeyin asla olamayacağını söylüyordu. Elimdeki raporlara rağmen…Ağlamaya başladım. Son zamanlarda en sık yaptığım şeydi bu zaten…Ağlamak. “Numaradan ağlama bana.”dedi. Eşin kanserse bana ne. Çalışmak istemiyorsan istifa et.” Bu lafı ikinci defa duyuyordum. Her şey ne basitti. İşine gelmiyorsa istifa…Kendi kızları , eşleri, yakınları da aynı durumda olsa böyle diyebilirler miydi acaba? Bir çırpıda…İSTİFA… Çok duygusallaşmıştım. Aklıma dilekçe yazmak bile gelmiyordu. Sadece şube müdürünün acımasız lafları dolanıyordu beynimin içinde. “Bu raporlarda kanser yazmıyor hem. Tümör yazıyor. Sen beni mi kandırıyorsun?...” Cahilliğine gülemiyordum bile…Çünkü acımasızlığı yüreğimi yakıyordu. Böyle insanlık sıfatına layık olmayan kişileri, işi İNSAN olan makamlara kimler atıyordu?...

             Eşimin raporlarını yırtıp attım suratına. İçimden sadece nasıl bir hayvan olduğunu dile getirmek geldi ama yapmadım…Sadece raporları yırtıp attım suratına ve ağlayarak ayrıldım ordan…

             Eşimin tedavi sürecinde ben yanında olamadım. Çünkü yollarda okuluma ulaşabilmek için eziyet çekmekle meşguldüm. Eşim yalnız gitti geldi tedaviye. Tedavinin yan etkileri geliş gidişlerinde defalarca ölümle burun buruna getirdi onu. Baş dönmeleri, mide bulantıları, artı trafik…

             On yıl aynı şartlarda çalıştım. Gençliğim, enerjim yollarda tükendi. Ailemin yanında olamadım en ihtiyaçları olduğu zamanlarda. Yorgunluktan öğretmenlik bile yapamadığım öğrencilerime ulaşabilmek için yollardaydım her zaman. Günümün altı saati yollarda geçti hep. Sabah altıya çeyrek kala başladı maraton minübüslerde… Bu arada hiçbir mazereti olmadan görevlendirme çalışanlarla dolu ortalık…Hala…Kadroları köylerde, kendileri merkezlerde…

           Öğretmenliği, öğrencilerimi çok seviyorum ama emekliliğimin gelmesini de iple çekiyorum bir taraftan…Milli eğitimde hiçbir şey değişmedi geçen süre içinde. Öğretmenini aşağılayan, derdini dertten saymayan, en ufak açıklarında soruşturma açan, torpili en yoğun şekilde uygulayan herkes milli eğitimde idareci…. Bir gün değişeceğini umarak beklemek hayal diye düşünüyorum artık.

              Bol bol beddua ediyorum. Oturdukları koltukların, bulundukları makamların hakkını veremeyenlere…Bol bol beddua ediyorum bulundukları makamları kendi yakınları için seferber edenlere…Öğretmenini aşağılayan dillere…

             Elimden yalnızca bu geliyor çünkü.

             Eşim kanseri yendi. Uzun ve çok mücadele gerektiren bir süreçten sonra. Şimdi onbir yaşında bir kızımız var. Her şey çok güzel hayatımda. Allah daha öyle acılar yaşatmasın diye dua ediyorum. Bu arada beddua etmeye  devam ediyorum…İnsanlıktan uzak kişiliksiz amirlere…Etmeye de devam edeceğim ömrüm oldukça. Allah onlara büyük acılar yaşatsın istiyorum…Çare bulunmayan dertler için çareler aratsın istiyorum… Hem de yürekten...

         Umarım birgün hayat onlara bizlere yaşattıkları sıkıntılardan çok daha çekilmezlerini yaşatır. Belki o zaman insanoğlu oldukları gelir akıllarına. Belki o zaman layık olabilirler oturdukları makamlara....ancak insan olduktan sonra...

                                                                                                       BeNuSa55

               


 

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 09 Ara 2007 16:51:35
önce kızmıştım bu kadına. Hiç hatırlamadığım ilkokul öğretmenim geldi aklıma. Sevgisiz, donmuş yüreğiyle...
   Sonra idarecilerle ilgili olan bölümünü okuyunca...Yalan mı dedim...İşte bire-bir benim yaşadıklarım.
        yazarın kimliğine rağmen yazdıklarında gerçek payı olması çok acı...Bu topluma neler olduğunu düşünmek lazım aslında...

Çevrimdışı humeyra7

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.399
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 2.399
  • 4.170
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 09 Ara 2007 16:57:59
Benusa öğretmenim çok güzel izah etmişiniz duygularınızı ...Hemen kendi öğrencilerimi düşündüm acaba sevdiğimi hissetmeyen bir öğrencim var mı diye  SANIRIM YOKTUR...seviyorum öğrencilerimi...Evet eğitim şart!!!!

Çevrimdışı ozkanderya22

  • Aktif Üye
  • **
  • 45
  • 22
  • 45
  • 22
# 09 Ara 2007 17:01:37
bazı şeyler doğru olabilir ama tümüyle karalamak doğru mu? Türk eğitim sistemindeki bazı yanlışlardan dolayı tüm öğretmenleri kötü bir şekilde  karalamak bence hiç de güzel birşey değildir. hanımefendi kaç defa gidip bi köyde öğretmenin yaptıklarını gördü? Van Çaldıran'dayım. ben sosyal bilgiler öğretmeniyim. Şikayetim olsa da çok fazla değil.. ama bir de sınıf öğretmeni arkadaşları görsün. çekmediği çile kalmıyor. hanımefendi de güzel bi yerden güzel bi binadan güzel bir masa başında süper bir bilgisayar ile atıp tutuyor.. bırakın Allah aşkına..

Çevrimdışı benusa

  • Uzman Üye
  • *****
  • 674
  • 132
  • 674
  • 132
# 09 Ara 2007 17:02:42
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Benusa öğretmenim çok güzel izah etmişiniz duygularınızı ...Hemen kendi öğrencilerimi düşündüm acaba sevdiğimi hissetmeyen bir öğrencim var mı diye  SANIRIM YOKTUR...seviyorum öğrencilerimi...Evet eğitim şart!!!!
teşekkür ederim öğretmenim. Bu konuları kendi bloğum için yazmıştım aslında. Ama konuya uygun olacağını düşünerek buraya taşıdım. Umarım önyargısız değerlendirme yapılabilir. Çünkü bu yaşananların hepsi gerçek. Hala yaşanmaya da devam ediyor farklı koşullarda...

Çevrimdışı yigiterc

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.285
  • 2.643
  • 2.285
  • 2.643
# 09 Ara 2007 17:05:02
    90'lı  yıllarda İstanbul işletmede okuyan bir kız tanıyordum.Bu saf kızcağız , hani köşesinden dürüstlük adına tükürük saçan ,sert muhalif geçinen sakallı bir amca var ya.İşte ona hayrandı.Güzel bir çiçek yaptırmış, tanışmak için plazaya gitmiş.Oturmuşlar.Bizim ki çok heyecanlı tabi.Memleket meselelerinden bahsetmeye, ne kadar ilgili bir genç olduğunu göstermeye çalışıyor.Ama amca beyin omurunda değil.O ''Sevgilin var mı?'' ,''Onunla neler yapıyorsunuz?'' gibi sorular sormakla meşgul.Bizim kız zor kurtarmış yakasını.Yani gazeteci amca sapıkmış biraz.şimdi ben de bie genellme yapabilirim:''Gazeteciler sapıktır'' diye.Ama bu benim doğru söylediğim anlamına gelmez.

Çevrimdışı yigiterc

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.285
  • 2.643
  • 2.285
  • 2.643
# 09 Ara 2007 17:07:46
 Bu arkadaşların patronları memleketi soyarken onların en ufak sesi çıkmış mı?Bırak kendi patronlarını, Enver Ören (Sağ görüşte geçinen.Vatan millet edebiyatı yapan biri olduğu halde) 2 milyar doları çalarken en ufak bir yorum yapmış mı O?

Çevrimdışı makedon79

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 117
  • 25
  • Müdür Yardımcısı
  • 117
  • 25
  • Müdür Yardımcısı
# 09 Ara 2007 17:10:22
muhakkak ki olumsuz örnekler vardır ama Vandaki sosyal bilgiler öğretmeni arkadaşıma katılıyorum.Tekrar ediyorum gelsin ülkemizn güzelyerlerinde ( !!! ) bir gün öğretmenlik yapsın.

Çevrimdışı yigiterc

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.285
  • 2.643
  • 2.285
  • 2.643
# 09 Ara 2007 17:27:24
           Trakyada bir ilçede askerlik yaptım.Paşanın (Tuğgeneral) karısının emrindeki mehmetcikleri sayayım: Koruma, şöför, özel terzi, aşçı, uşak, özel kuaför.Ve bu kadın bir öğretmendi.Acayip bir egosu vardı.Mesela kuaförü kesinlikle başkasının saçını kesemezdi.Sıkıysa bir gazeteci askeriyeye laf söylesin.Onlar kutsal meslekte bizse e... başıyız

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK