SATILIK OKUL VAR !
İnsanın insan olmasını ifade eden en önemli özellik eğitimdir. Hayvanlar doğuştan getirdikleri becerilerini değişmez ve şaşmaz bir biçimde yerine getirirler. Bazen de insanlar tarafından üzerlerinde yapılan çeşitli etkilerle göreceli değişik davranışlarda bulunabilirler.( Sirk ve evcil hayvanları gibi.) Oysa söz konusu olan insan eğitimi ise çok yönlü, uzun, hareketli ve dinamik bir süreçte gerçekleşir.
“İnsan , ancak eğitimle insan olabilir.Uysallaştırma ve alıştırma hayvanlarda başarılıdır. İnsan eğitimi sürecinde yapılan yanlış, telafisi mümkün olmayan bir sonuç doğurur. İnsan için eğitim aydınlanma ve düşünmeyi öğrenme demektir.”(KANT)
İnsanlık tarihiyle özdeş olarak görülmekle birlikte eğitim, farklı felsefi anlayışlara ve düşünce yapılarına göre çeşitlilik gösteren bir olgu olagelmiştir.
Eğitim, bir toplumun sahip olduğu insanı yeniden şekillendirerek geleceğini kontrol etme girişimidir.
Eğitim, felsefi bütünsellikle yaşamsal ve radikal bir sorgulama aracıdır. Eğitim , bireyleri bir modele göre yetiştirmek değil, her insanın kendisi olabilmesi için fırsat ve olanak eşitliği yaratılması içindir. İlke olarak her tür zorlama, baskı, reklam aracı ve propagandadan uzak bir biçimde gerçekleşmelidir.
Eğitim, bireyin yeti ve yeteneklerinin gelişmesi için yapılan tüm etkinlikleri kapsayan bir sosyalleşme aracıdır. İnsanın özgürleşme ve birey olma sürecidir. Eğitim, uygulamalı bir süreç olmakla birlikte öncelikle kuramsal bir temele oturtulmalıdır. Eğitim sadece ve sadece bilgi depolaması olmamalıdır. Kuramsal temeller üzerinde sistematik kavrayış ve çalışmalara dayandırılmalıdır.
Bu çalışmalardaki temel perspektif öncelikle insana bakışla ilgilidir. Medeniyet dediğimiz‘tek dişi kalmış canavar’ın uzun geçmişine, teknolojik olanaklardaki sayısız ve sınırsız gelişmelere rağmen, toplumsal ve bireysel şiddetin, cinnetin bir türlü son bulmaması eğitime daha ciddi bakılması ve üzerinde sürekli kafa yorulması gereken bir olgu olduğunu göstermektedir.
Eğitim üzerine yapılan çalışmalarda, eğitim ile suç oranları arasında tersine bir orantı olduğu, kalkınmış-gelişmiş ülkelerde doğum oranlarında olduğu gibi suç oranlarında da düşüş olduğu saptanmıştır.
Ülke olarak siyasi ve ekonomik bağımsızlığın, küresel sorunların, doğanın korunmasının, insan hak ve özgürlükleri bilincinin gelişmesinin ve bireyin kimlik kazanmasının yolunun da eğitimden geçtiği bilinen bir gerçektir.
Okullar; en genel anlamıyla eğitim-öğretim faaliyetlerinin yerine getirilmesi amacıyla düzenlenen, bir plan ve program kapsamında ders ve etkinliklerin yapıldığı mekanlardır.
Okullar, eğitim olgusuyla iç içe olmakla birlikte sistem olarak farklılıklara sahiptir.
“Kamu çıkarının bulunduğu her şeyde kamu eğitimi gerekir. Eğitimin tümüyle devlete ait olduğu kabul edilmelidir.” ( ARİSTO )
Dönemsel olarak incelediğimizde okulların;
Antik çağda ‘retorik ve vatandaşlık’,
Ortaçağda ‘inanç, ibadet ve itaat’,
Yeniçağda ‘insan sevgisi ve hümanizm felsefesi’,
Yakınçağda ‘aydınlanma ve uluslaşma’.
19. Yüzyılda ‘sanayileşme ihtiyacından dolayı genelleşen’,
20. Yüzyılda ‘vatan sevgisi ve üç kutuplu bir dünyada ifadesini bulan, teknolojiyle tanışan’,
Ve günümüzde ‘küreselleşme’ gibi dönemsel karakteristik özellikler taşıdığı görülür.
Günümüz anlamında ele alacak olursak okullar; aydınlanma ve uluslaşma süreciyle kamuya ait yapılar olarak parasız ve genele yayılan birimlere dönüşmüştür. Temel hak ve özgürlükler anlayışı gereğince yaygınlaşan okullar, aynı zamanda sanayi ve teknolojik devrimin gerektirdiği iş kollarına iş gücü ve eleman yetiştirmeyi hedeflemektedir.
Eğitimin çeşitliliği ve de olanakların geliştirilmesi için devlet okullarının yanı sıra özel okullar, vakıf okulları kurulmuş, klasik eğitimden farklı olarak din, sanat, teknik, fen, sosyal bilimler ve spor alanlarında da eğitim veren okullar açılmıştır.
Gelecekte de sanırım; velinin tercihine bırakılan okullar, ev okulları, siber okullar, sanal okullar… satılık kelepir okullar vb. gibi alternatif okul düşünceleri ya da ‘okulsuz toplum’ önerileri karşımıza zorunlu seçenek olarak çıkacaktır.
Okullara ticari, politik veya eğlence kurumu-alanı gözüyle bakıldığında, kazanç amacı güdüldüğünde veya siyasi iktidarların arka bahçesi olarak yaklaşıldığında, okulların temel eğitimsel görev ve hedeflerinden hızla saptı(rıldı)ğı görülür.
Bu anlamda okullar; çalışanların ve öğretmenlerin kendi duygu ve yargılarına güvenebilecekleri, vicdan ile cüzdan arasında sıkışıp kalmayacakları, her türlü kaygı, korku ve olumsuzluklardan ( kariyer,iş güven cesi, düşük ücrete karşı toplu sözleşme, özlük hakları, çalışma koşulları vb.) arınabilmelerini sağlayan kurumlar olmalıdır. Öğretmenlerin kendi yöntemlerini geliştirebildikleri , diğer eğitim ve bilim insanları ve entellektüelleriyle iletişim içinde olabildikleri bir okul; eğitim sisteminin yaz- boz tahtasına dönüşmesi, sermayenin rant kapısı, siyasilerin de kadrolaşma zemini olma gibi bir çok sakıncayı da bertaraf edecektir.
625 Sayılı Özel Öğretim Kurumlar Yasasında, bu kurumların tümüyle kar amacı güdemeyeceğinin belirtilmiş olmasına rağmen , bu kurumların ‘hayır kurumu’ olarak hizmet ettiklerini de kimse söyleyemez.
Hiç kimse de ‘babasının hayrına’ eğitim işine bulaşmaz. Özel okulların teşvik edilmesi ( şimdilik var olan
devlet okullarının bir pasta gibi sermayeye sunulması). Devletin özelleşmiş okullardan almaktan vazgeçeceği elektrik,su,yakıt vs. giderleri, 49 yıllığına kiralanan kamu arazileri, verilen teşvik kredileri, düşülen vergi indirimleri ( asgari ücretten bile alınan) ve bu okulların bağlı bulunduğu holding veya vakıflara ait şirketlerin devletten aldıkları ihaleler de göz ardı edilmemelidir.
Küresel sermaye kazanca doymuyor. Topyekun bir yeniden yapılanma öngörüyor. Öncelikle sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik alanlarında kamusal hizmet anlayışının tasfiye edilmeye, sosyal refah devletinin yok edilmeye çalışıldığı günümüzde “her şeyin bir fiyatı olmalıdır”, “babalar gibi de satılmalıdır” zihniyeti topluma yerleştirilmeye çalışılmaktadır.
Yurdumuzda 15 milyonu aşkın bir kitle, anasınıfından üniversiteye dek çeşitli kademelerde eğitim görmektedir. Böylesine geniş bir kitle, sermaye tarafından mutlaka piyasa içine çekilmeye çalışılmaktadır.
Önemli bir kar, kazanç ve getiri kaynağı olarak görülen öğrenci kitlesi ve okullar, iştahı kabaran küresel sermayenin eğitim boyutunda ilgisine ve de bilgisine sunulmaktadır. Bunu yaparken de satış şirin ve zorunluymuş gibi gösterilmekte paravanın arkası gizlenmektedir. Eğitim bir meta aracı, bir mal gibi üretilip pazarlanan, piyasa dalgalanmalarına açık diğer ekonomik parametreler gibi değerlendirilmektedir. Küresel sermaye ve içerimizdeki taşeronları özelleştirme, okul arazilerine bedavaya sahip olma, kaynak aktarma, vergi muafiyeti, teşvik,özendirme, esnek çalış(tır)ma, sözleşmeli çalış(tır)ma, kısmi yada geçici isdihdam gibi seçeneklerle dikensiz gül bahçesi istemektedir.
Üst ve orta sınıf varlıklı ailelerin çocuklarına hitabeden, geleceğin yöneticilerini ve profesyonel kadrolarını içerde ve dışarıda yetiştiren kişi, kurum ve kuruluşlara kamu kaynakları transfer edilirken, devlet okullarına üvey evlat, satılık batık tükan muamelesi yapılmaktadır. Son değişikliklerle ( teşvik,yardım, muafiyet) kalitesiz eğitim verdikleri için kapanma noktasına gelen özel okullara suni teneffüs yapılmış ve yeniden ‘hayata ‘ döndürülmüştür.
Şimdi de başlığı açan, gördüğüm kadarıyla bu işe pek de hevesli olan üstadımın dediği gibi: OKULLAR SA-TI-LA-CAK ! Lamı cimi yok satılacak. Biz büyüklerimizden iyi mi bileceğiz, doğruyu yanlışı…
Örnek olarak şöyle bir ilan edilse, münhale çıksa ! Satılık kelepir devlet okulları var… Seç, beğen al …
Hangisini alsam acaba ? ( Çalıştığım Samsun için) Yavuz Selim mi ? Çok kenarda ,para etmez. Adnan Kahveci İ.Ö.O. mu ? Hayır hayır. Subaşı yada Sakarya olsun. Neden mi ? Çünkü geleceği var, rant var. Üç beş yıl sonra nasılsa okullar kompleksi yapılır, kampüse taşınır. Oooh ! Canıma değsin. Yağlı börek.Yap işhanı.Yap-sat, yap-sat.(Ankara’da SEK Süt Endüstri Kurumu yerine kurulan ve para basan ANKAMAL örneği…)
Milli Eğitim sistemimiz dershanelerin yedeğine çekilmiş durumda bırakıldı. Kamusal eğitim 80’li yıllardan itibaren bilinçli olarak içeriksizleştirildi, kalitesizleştirilip kaderine terk edildi. Aldıkları düşük ücretlerle öğretmenlerinde eğitici performansları düşürüldü. Benim memurum işini bilir zihniyetiyle dershaneler ya da farklı alanlar (pazarda çorap satmak gibi) ikinci iş adresi olarak gösterildi.
Öğrencilerin kafasına da “dershaneye gitmeden üniversite kazanılamaz” anlayışı çivi gibi çakıldı. Dershaneler ; bu konuda üzerlerine düşen görevi fazlasıyla yerine getirerek öğrencileri ; sınav kafalı, tek tip, düşünemeyen,soru ve sorunları verilen şıklarla çözmeye çalışan, genellikle bir dilekçe bile yazamayan, toplumsal hiçbir şeye ( bs. İnternet, cep telefonu, iddia ve ganyan hariç) kafa yormayan, aciz,bencil,yalnız kendini düşünen, hayata hırs + rekabet + kazanma + hemen köşe dönme güdüleriyle bakan tip olarak dizaynladı. Ya kuzu gibi sonradan koyun olurlar diye ya da sanaldan yetişip sonradan robot olarak neoliberal yeni küresel düzende yerlerini ve görevlerini almak üzere programladılar…
Okul aile birlikleri; asli görevleri olan eğitim-öğretime yardımcı olma işlevinden uzaklaşarak ticarileşti,
kermes, kantin işletmeciliği, otopark kahyalığı gibi işletmecilik anlayışı geliştirdi.Çocukların küçük-büyük bütün başarıları okula kaynak yaratmada (reklam, sponsor…gibi) eğitimin piyasalaşmasına hizmet eder hale getirildi.
Tüm yeniliklerine rağmen yeni müfredat programı, öğretmeni eski sistemi uygulamaya zorladı.Yeni program-eski sınav sistemi düşünen veliyi öğretmenle karşı karşıya getirdi.
Sözleşmeli, kısmi zamanlı ve geçici öğretmenlik uygulamasıyla eğitimde esnek, piyasacı ve kuralsız
çalış(tırıl)ma yani ücretli kölelik dönemi başlatıldı. İş güvencesi hakkı gaspa uğrayarak ağır bir yara aldı.
‘Öğretmenlik kariyer basamak’( karşı çıktığım için katılmadığım) sınavı ise ilk bakışta olumlu gibi görünen ( bilgiliyi ayırması, motive etmesi ve ödüllendirmesi gereken) yanlarına rağmen, okulda ve öğretmenler arasında (eşit işe farklı ücret…gibi) çatışma ve çelişki yaratılarak, öğretmenler bir kez daha bölün(dürül)dü.
Sonuç olarak; her alanda olduğu gibi devletin eğitim alanında küçülmesi, elini eteğini çekmesi adına gerçekleştirilen tüm bu uygulamalar sosyal devletin tasfiyesinden başka bir şey değildir. Kamu hizmetleri özelleş-tir-melerle ( uzun vade,düşük faiz,ucuz kredi ile devletin- kamunun parasıyla kamu malı edinme)
ticarileştirildi. Devlet; eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi asli görevlerinden hızla uzaklaş(tırıl)dı. Eğitim alanında katkı payı, kayıt parası, bağış , % 100 destek adı altında onlarca harcama ve gelir elde etme yöntemi meşrulaştırıldı.(Okul yönetimleri birtakım kayıt dışı olan vergi kaçıran “hayırsever” işadamlarının insafına bırakıldı.) Ekonomik anlamda devletten bağımsız, ticari bir ağ oluşturuldu. Bu ağın da küresel sermayeye göbekten bağlanması gibi bir amacı ve görevi olan yerli işbirlikçi bir MİSYON geliştirildi.Yani eğitim-öğretim,veli,öğrenci,öğretmen küresel dalgalanmalara hatta tsunamilere karşı korunmasız bırak(tır)ıldı. Bu dalgalanma içinde iş güvencesi, sosyal eğitim, akademik özerklik gibi alanlara ardı ardına darbe vuruldu.
Bu nedenle eğitim alanındaki ‘yeniden yapılandırma süreci’ akademik anlamda bilimsel, teknik anlamda verimli, siyasal anlamda ise demokratik gelişme ve reform olarak adlandırılamaz.
Söz konusu edilen; Cumhuriyetimizin temel kazanımlarından olan (tevhid-i tedrisat) eğitim-öğretim birliği ile sosyal devletin sunmaya çalıştığı (eleştiri hakkı saklı olmak üzere) parasız ve kitlesel eğitim hakkının gaspından başka bir şey değildir.
Ve yine bu nedenle de OKULLARIN SATILMASI gibi bir süreç kamu emekçisi olan biz, eğitim ve bilim emekçilerince KABUL EDİLEMEZ…