Sevdiğiniz Şiirler

Çevrimdışı sedmoon

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 851
  • 611
  • 851
  • 611
# 11 Ağu 2008 00:23:24
Unuttum, nasıldı annemin yüzü
Unuttum, sesi nasıldı annemin.
Gece bir örtü olsun anılardan
Kara yüreğime örtüneyim
Unuttum, nasıldı annemin gülüşü
Unuttum nasıldı ağlarken annem.
Yaşam sallasın kollarında beni
Küçücük oğluyum onun ben.
Unuttum, elleri nasıldı annemin
Unuttum gözleri nasıldı bakarken.
Kuru ot kokusu getirsin rüzgar
Yağmur usulcacık yağarken.

Ataol Behramoğlu

Çevrimdışı BİRGÜL

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 470
  • 172
  • 470
  • 172
# 11 Ağu 2008 11:16:51
SUSSAM YALNIZLIK KONUŞSAM AYRILIK  
Yıkılmış ve geç kalınmış viraneleriz
şimdi ne senin gözlerinde harranın suya hasretler yangınları var
nede benim gözlerimde şiir
yaz dedin oysa kışlar yaşıyorum her mevsim
acmak uzereyken papatyalar yeni karlar yağıyor üstüne
üşüyorum evet hala üşüyor ellerim
hüzün kapımızı çalalı beri
bin günü aştı
bin ömür bin soluk
bin yıkılış yaşadım
ömrümün arka sayfalarında altı çizilmiş satırlarımı okumaya başladım
sığınışlarını susuşlarını ve haykırışlarını işittim mavi adadan
korunaklı bir liman olamadım sana
ve arkama bakmadan giderken haykırışlarını duymamak için kapattım yüreğimin kulaklarını
şimdi bin ömür geçmiş ömrümden
ben bir ruyadan uyanmak istercesine çırpınıyorum
hani zaman ilacı olurdu herşeyin
hani zamana bırakmalıydık
atalar yine yanıldı
bir günün sonunda binlerce tükenişle ölürken ben
zaman zehrini içerken yudum yudum
artık bitsin istiyorum
ataların ilaç dedikleri yoksuzlugun bitsin
bitmezlerin bilincinde diyorum yne
yıkılmış ve geç kalınmış viranelerız
şimdi ne senin gözlerinde harranın suya hasret yangınları var
nede benim gözlerimde şiir
şimdi kendini yok edişlerini dinliyorum
susuyorum
susuşlarımın öznesi sen oluyorsun hep
şehrine gidiyorum
yoklugun açıyor kapıları
yıkılan şehirler arası bir otobüs terminalinde ayak izlerimiz duruyor
halaa haklısın
kokun sinmiş soguk duvarlarına şehrin
herkezin gözünde seni arıyorum yoksun
yoklugunu salıp gitmişsin
gidişle bırakıldıığın bu kentte
susuşlarına bile yandıgın soguk dağlarımın eşkiyası
bağışlama dilemiyorum
gel demiyorum
sev demiyorum
haykırışların yankılanıp boşlukta kaybolmadı bilesin
sığındığın mavi adada yaktıgın ateşi göm
yanaştırabilirsem gemilerimi tutucam ellerinden
şimdi yanıyorum kanıyorum ve yıkılışların altında tekrar eziliyor bedenim
geç kalınmış bir solukmu bir günün sonunda
yoksa çağresizliklerimin son çırpınışlarımı bilmiyorum
kayıp adresten yazıyorum son kez
sussam yalnızlık konuşsam ayrılık
dönsem yıkılış dönmesem yok oluş
şimdi ben susuyorum yalnızlığa talip
sende sus bana
sus ki bir daha ölmeyeyim.
__________________
Kahraman Tazeoğlu

Çevrimdışı BİRGÜL

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 470
  • 172
  • 470
  • 172
# 11 Ağu 2008 11:39:25
Git

şimdi gidiyorsun
git
oysa senden tek bir damla istemiştim
sana kocaman bir deniz sunmak için
şimdi gidiyorsun
git

ne zaman başladı bu hikaye
anımsamak zor
gençtim
hazırda fırtınalarım vardı
dörtnala sevdalarım
komazdı öyle üç-beş nöbetleri
geceler içimi acıtmazdı böyle

bir insan bu kadar eksilebilir mi

hatırlarsan sesine uyku kaçmış bir adam vardı
bu şehrin bir yerlerinde
düşler ormanının gece bekçisi derdin sen ona
gözlerinde gizledi o seni
sen bilmedin
o adam bendim
unuttun mu

bak sevdiğin adam gülmeyi bile unuttu
seni unutamadı

işin kolayına kaçmadım
uğruna ölmedim yani
uğruna ölünecek sandığım biri için yaşadım hep
sen bunu da bilmedin
ben bir bakışına bin anlam yükledim
sen aşka kestirmeden gittin

bir hayatın özetini bırakıp avuçlarıma
şimdi gidiyorsun
git

bana karanlığın ne demek olduğunu öğretmeden
bütün ışıklarımı söndürüyorsun
bu cehennem cinayetlerini işliyorsun
sonra bunlara intihar süsü veriyorsun
yazıklar olsun
yazıklar olsun
susuyorsun
susuyorum
susacaklarım bitmiyor

uzun lafın kısası olmaz
anlatacağım çok şey var
hoyrat bir rüzgar gibi geldin
aklımı ve hayatımı dağıttın
şimdi gidiyorsun
git

daha ayrılığa bile çarpmadan
aşk bizden döndü
bir yılan gibi soktun koynuma kimsesiz geceleri
artık ölüm sana dokunamamaktan kötü değil
ama sana dokunmak da yasak bana
göz çukurlarımdaki karanlık bunu anlatır
sen var ya sen
allah kahretsin!

yani şimdi
gözleri sana benzeyen bir kızım olmayacak mı
yani şimdi başkaları mı sevecek seni
başkaları mı tutacak ellerini

ben saçlarını okşadığım zaman
ellerin öksüz kalırdı
şimdi gidiyorsun
git


Kahraman TAZEOĞLU
 
     

Çevrimdışı ALAMET-i FARİKA

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.093
  • 11.858
  • 1.093
  • 11.858
# 11 Ağu 2008 11:41:39
TOPRAK - MAZİ

Gel arkadaş, gel seninle az dertleşelim;
Okuyarak hayat denen koca kitabı
Gönüldeki yaraları biraz deşelim.

Gömdüm kara topraklara melekten iyi,
Perilerden nazlı, güzel bir sevgiliyi.
Derin derin sızıldıyor gönlümde yaram,
Bana artık her saadet olmuştur haram.

Beni sardı kefen gibi mazinin tülü,
Yere batsın bu toprakla bu korkunç mazi!
Orda çünkü sevgilimle sevgim gömülü...

Hey arkadaş! Sözünü bil, hem kendine gel,
Bahtiyarlıklara olmaz ölümler engel.
Bir sevgili kızı senden aldıysa toprak
Buna katlan, toprak için çünkü bu bir hak!
Hem yaratan, hem büyüten topraktır bizi,
Üzerinde işitiriz ilk ninnimizi;
Fışkırttığı serin sular bize can verir!
Ormanları gönlümüze heyecan verir.

Hey arkadaş! Sende insaf duygusu yok mu?
Sana her şey veren, seni büyüten toprak
Senden bir tek kız aldıysa acaba çok mu?

Doğup ölmek... Millet için bunlar bir hızdır.
Toprak bizim beşiğimiz, mezarımızdır.
Toprak bizim anamızdır... İnsan yasına
Kapılarak nasıl söver öz anasına?

Hakikat ne şu göklerin derinliğinde,
Ne suların şairane serinliğinde...
Aristo'nun mantığında zerresi yoktur,
Pisagor' da, Eflâtun' da nebzesi yoktur.
Mefkûreler âleminde olunca kıtlık
Kafaların içerisinde başlar çıfıtlık;
Bir budala “zulüm yeter” diye haykırır,
Bir it çıkar, “proleter” diye haykırır!
Bir hayvanda hâkim olur cinsî heyecan,
Froyd denen Yahudi'ye gider, verir can...
Kimi kördür... Kendisine büyük gelir pek
Lenin denen o maskara vatansız köpek...
O ne felsefenin, ne de dinin hiçinde,
O, toprağın asırlardan beri içinde...
Hakikati bulmak için onu eşmeli,
Yükselmekten bir şey çıkmaz, derinleşmeli.
Göğe doğru yükselenler bir gün yorulur,
Derinleşen, hakikati toprakta bulur.
Şu ne başı, ne de sonu olmayan toprak
Gömdüğümüz vücutlardan gıda alarak
Bize hayat, bize tarih, mazi yaratır.
Mazi köhne kitap değil şanlı bir satır...

Mazi ırkın yarattığı coşkun bir seldir,
Mazi bizim alnımızı göğe yükseltir,
Geçmişlerin gecesinden ışık alırız.

Bir düşünsen mazideki olan işleri
Hâdisâtın büyüklüğü seni şaşırtır.
İstersen gel yâd edelim o geçmişleri...

Kaynar elbet damarında hâlis Türk kanın,
Damarında çünkü kanı var “Atillâ” nın,
Avrupa'nın her ırkından toplanan ordu
Onu Galya ovasında zorla durdurdu.

İradesi yenilmeden sinirle ete
Vatan için karısını bırakan “Mete”,
Yasa için kardeşini öldüren “Çengiz”,
Yer yüzünde bırakmadan küçücük bir iz
Geçip giden milyonlarca adsız kahraman,
Ki her biri bugün bize vermededir şan,
Bu erlerin cisimleri toprakta kaldı,
Ve adları tarihte bir şanlı yer aldı...
Hangisini hangisinden üstün tutmalı?
Her birisi bu toprağın, bu ırkın malı...
“Tonyukuk” un gizlenmiştir dehâ kanında,
Bismark onun at uşağı olmaz yanında...
“Alp Arslan”la “Kılıç Aslan” şanlı bir fasıl,
Avrupa'yı rezil eden “Yıldırım”... Nasıl?
Düşünsene ne biçim bir kahraman erdir
Ankara'da Yıldırım'ı eriten “Demir”...
Bu kadar mı? Bu saydığım ancak birkaçı
Katerinle neler yaptı acap “Baltacı”?
Anafarta cephesinde kim durdu en son?
İlk dayağı kimden yedi kuduz Napolyon?

Sevdiğin kız şu toprağa eğer girdiyse,
Sen toprağı eskisinden fazla benimse.
Bil ki toprak ebediyen senin olmuştur...

Bu dünyada bizim bir genç kızı sevmemiz
Filhakika gayet doğru, hem de çok temiz
Bir gayedir... Fakat bunun hududu dardır...
Sevgiliden sevgili bir mefkûre vardır.
Bir kız solar, yahut senin tükenir aşkın;
İnsan kalmaz uzun zaman neşeli, taşkın...
Ya mefkûre? Ebediyet onunla birdir,
Kişi oğlu müebbeden ona esirdir.

En mukaddes var’a böyle söversen,
Toprak ejder, mazi kanlı bir gece dersen,
İleriye bakamazsın, gözün kamaşır.
İstikbali kucağında bu mazi taşır...
Arkasında olmasaydı şanlı bir mazi
Bu milletten çıkar mıydı bir büyük Gazi?
Kara toprak yine bizden gıda almasa
Kalır mıydı aramızda bir töre, yasa?
Mazi bizim atamızdır, toprak anamız.
Biri bizi yetiştirir, biri verir hız.
Bu toprağa nasıl dersin kara bir ölü
Ki bağrında bütün şanlı ecdat gömülü.
Yabancılar bir gün yine akın ederse,
Ve zaferi kendisine yakın ederse
Sevgilimi aldı diye bu kara toprak
Tarihin ün meydanından uzak kalarak
O toprağın uğruna sen can vermez misin?

Bu maziyle bu toprağa küfürden sakın,
Kendine gel, iradeni üstüne takın!
Savaşları, töreleri, yasalarıyla,
Zaferleri, bozgunları, tasalarıyla
Mazi ırkın yarattığı bir şaheserdir...

Hey arkadaş! Sapıtmışsın, doğru yola gir;
Hakkı neyse ver maziyle kara toprağın...
Onlar değil efsaneyle cansız bir yığın!

Bu ikisi ebediyen kutlanacaktır...
Ve bunları inkâr eden, bil ki, alçaktır...

Hüseyin Nihal Atsız

Çevrimdışı jujuva

  • Uzman Üye
  • *****
  • 418
  • 131
  • 418
  • 131
# 12 Ağu 2008 22:30:13
SAKARYA TÜRKÜSÜ

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya:
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir:
Oluklar çift, birinden nur akar, birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat:
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine:

Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabb'im isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.

Eyvah, eyvah, Sakarya'm, sana mı düştü bu yük?
Bu dâvâ hor, bu dâvâ öksüz, bu dâvâ büyük!..

Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,

Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan:
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan!

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu?
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna?
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su:
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.

Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek:
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!

Sakarya, saf çocuğu, mâsum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!

Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz:
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya:
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Çevrimdışı adamın biri

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.099
  • 23.866
  • 5.099
  • 23.866
# 12 Ağu 2008 22:38:49
Ellerine sağlık "jujuva" öğretmenim,
Bizi birazcık hüznün güzelliklerine götürdünüz.
Teşekkür ediyorum.
Saygılar sunuyorum.

Çevrimdışı jujuva

  • Uzman Üye
  • *****
  • 418
  • 131
  • 418
  • 131
# 12 Ağu 2008 22:49:53
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Ellerine sağlık "jujuva" öğretmenim,
Bizi birazcık hüznün güzelliklerine götürdünüz.
Teşekkür ediyorum.
Saygılar sunuyorum.
sayın hocam çok güzel ve anlamlı bir şiir, odamın duvarında asılı,hergün gözüme ilişiyor ve içim titriyor. şu çılgın türkleri bir kez daha okuyorum,duygularım ağır bastı paylaşmak istedim...
ben saygılar sunuyorum efendim...

Çevrimdışı mrtdnlr

  • Üye
  • *
  • 24
  • 13
  • 24
  • 13
# 13 Ağu 2008 15:14:08
                         AĞZIMIN TADI

 
Ağzımın tadı yoksa , hasta gibiysem ,
Boğazımda düğümleniyorsa lokma ,
Buluttan nem kapıyorsam , vara yoğa
Alınıyorsam , geçimsiz ve işkilli ,
Yüzüm öfkeden karaya çalıyorsa ,
Denize bile iştahsız bakıyorsam ,
Hep bu boyu devrilesi bozuk düzen ,
Bu darağacı suratlı toplum ...
 


 
Oktay Rıfat

Çevrimdışı mrtdnlr

  • Üye
  • *
  • 24
  • 13
  • 24
  • 13
# 13 Ağu 2008 15:29:53
SESLENİŞ


Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık.
Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mumun ışığında bitirirdik kitaplarımızı.
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.



Vurulduk ey halkım, unutma bizi...



Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez.
İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.



Öldürüldük ey halkım unutma bizi...



Fidan gibi genç kızlardık.
Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında,
işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik.
Direndik küçük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı,
bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.



Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...



Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde
öldürüldük acımaksızın.
Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına,
birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu. Hukuk sustu, insanlık sustu.



Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...



Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık. yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek,
yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.



Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...



Giresun'daki köylüler, sizin için öldük.
Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğudaki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler sizin için öldük.
Adana'da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.



Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...



Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin
bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler,
gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.



Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi...



Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk;komunist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı
daha dik tutabilmekti bütün çabamız.
Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler.



Vurulduk ey halkım unutma bizi...



Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadın eli değmemişti ellerimize.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha.
Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla
çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze,
mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.



Asıldık ey halkım, unutma bizi...



Bizi öldürenler , bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı,
ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere.
Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların
gözleri önünde öldürüldük.
Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına,
batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.



Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi...



Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi...
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.



Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi.,
hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi,
unutma bizi,
unutma bizi...


UĞUR MUMCU



Saygı ve rahmetle anıyoruz

Çevrimdışı öğretmen_m

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 124
  • 42
  • 124
  • 42
# 13 Ağu 2008 15:51:54
Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahi
Seni beklediğim kadar
     

Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni
Birak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar..
                    Necip Fazıl

Çevrimdışı samimsaka

  • Aktif Üye
  • **
  • 47
  • 11
  • 47
  • 11
# 13 Ağu 2008 16:15:27
  3. ŞAHSIN ŞİİRİ

Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu, ağlardım
Beni sevmiyordun, bilirdim
Bir sevdiğin vardı, duyardım
Çöp gibi bir oğlan, ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu, ağlardım
Ne vakit Maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Sessizce bir cigara yakardın
Parmaklarımın ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin, bakardın
Üşürdüm, içim ürperirdi
Felaketim olurdu, ağlardım
Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu, ağlardım

ATTİLA İLHAN

Çevrimdışı laz-mustafa

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 247
  • 45
  • 247
  • 45
# 15 Ağu 2008 13:34:47
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahi
Seni beklediğim kadar
    

Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni
Birak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar..
                    Necip Fazıl


biraz uzun amaokunmaya değer


Üniversiteli delikanlı, kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz, minik bir salon. Seyircilerle oyuncular arasında sahanın çizgisi vardı sadece... O kadar yakındılar. Delikanlı bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda. Ondan hoşlandığını hissetti. Az sonra birşeyi daha hissetti. uzun zamandan beri maçı değil o güzel kızı izlediğini. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Gözgöze geldiler, kız da delikanlıya gülümsedi. Delikanlı çok popülerdi o yıllarda. Kız onu tanımış olmalıydı. Kimbilir belki kızda ondan hoşlanmıştı. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için, ona öyle gelmişti. Set değişip takım karşıya gidince, delikanlı da yerini değiştirdi. Üçüncü sette tekrar yerine döndü. Kız da bu gidip gelişleri farketmişti. Bir defa daha gülümsedi. Manidar... "Anladım" der gibi bir gülümseyişti bu. Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar güzeli kızı düşündü. Pazar günü sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı... ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için...

Delikanlı artık genç kızın hiç bir maçını kaçırmıyordu. Dahası Ankara Kolejinin her dağılış saatinde okul civarında oluyordu, onu birkez daha görmek için. Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı. Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlaşmış, sonra arka sokaklara dalıp yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı. Kız bu defa, iyice gülmüştü. Karşısında sözümona ağır ağır yürüyen ama nefes nefese kalmış delıkanlıyı görünce anlamıştı herşeyi. Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı ve ona kıza olan hislerinden sözetti. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu. "Tabi" dedi kaptan. "Bu hafta sonu güzel bir konser var, biz kızlarla o konsere gitmeye karar vermiştik zaten, sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz hem de tanışırsınız."

Delikanlı konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı. Konsere gidecekleri gün geldiğinde, o ne heyecandı öyle!... Konser salonunun kapısında tanıştılar. El sıkıştılar, o güzel ele dokunduğu anı hiç unutamadı delikanlı. Takımın kaptanı, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler. İnanamıyordu delikanlı, onunla nihayet yanyana oturuyordu. O nun sıcaklığını hissetiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylece duruyordu. Delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki. Ama yapamadı. Herşey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki... Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu. Kızın omuzuna değil, kotuğun üzerine. Sonra kız bir ara arkaya yaslandı. Birkaç saç teli, delikanlının elinin üzerine değdi. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu genç adamın. Konserden çıkarken kız, "Sizi her maçımızda görmeye alaştık. Yarın Adana'da maçımız var, gözlerimiz sizi arayacak" Hayır aramayacaktı. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü. Cebinde onu otobüsle Adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana Kebap yiyecek kadar para vardı.

Gece yarısı kalkan otobüse bindi. Sabah erkenden Adana'daydı. Maç saatine kadar başıboş dolaştı. Salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci kendisiydi. İlk sette kız onu farketmedi. İkinci sette öbür tarafa gittiler. Döndüklerinde, üçüncü sette kız farketti delikanlıyı. Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki. Ankara'nın hele kolejin en popüler delikanlılarından biri onun için taa oralara kadar gelmişti. Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garaja gtti. Tek kelime konuşmadan. Konuşmaya gelmemiştiki zaten. Kız "Keşke orada olsan" demişti o da olmuştu işte. Hepsi bu. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında. Birgün Üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış dörtlüğe. Söylemek istediği herşey bu dört satırda vardı sanki. Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı. Öğleden sonrayı iple çekti. Kolejin önüne gitti. Kızın karşısına geçti. "Bu sana" diyerek kartı eline tutuşturdu ve kayboldu. Kız, elindeki karta yazılı olan Necip Fazıl'ın dörtlüğünü okumaya başladığında delikanlı çoktan uzaklaşmıştı.

"NE HASTA BEKLER SABAHI
NE TAZE ÖLÜYÜ MEZAR,
NE DE ŞEYTAN BİR GÜNAHI,
BENİM SENİ BEKLEDİ�İM KADAR..."

Delikanlı ertesi gün öğleden sonra, tarif edilmez bir heyecanla kolejin önündeydi . Kız karşıdan geliyordu. Bu defa yanında arkadaşları yoktu, yalnızdı. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya. Gözlerine inanamadı genç adam. Onu yanına mı çağrıyordu yoksa?! Evet, çağırıyordu işte. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken. "Sana birşeyler söylemek istiyorum" dedi genç kız. O da heyecanlıydı, titriyordu, delikanlı bunu farkettiğinde biraz rahatladı. "Bak iyi dinle. Dünkü satırlar için çok teşekkürler. Herhalde hissetin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım biri daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz, hanginizden daha çok hoşlandığıma karar veremedim. Ve şu an onu terketmem için bir sebep yok." Delikanlı "O zaman karar verdiğinde ve de eğer tercih ettiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni" dedi ve kızın yanından hızla uzaklaştı.

Bir daha voleybol maçlarına gitmedi, bir daha okul yolunda önüne çıkmadı, bir daha onu hiç görmedi. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi. Tıpkı kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi. Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, mutusuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi. Ama hep bekledi. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi... Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu. İki dörtlüktü şiir. İlki kıza verdiği, ikincisi ise yeni bulduğu idi. O dörtlüğü de bir kağıda özenle yazdı, cebine koydu. Bekleyiş sürüyor, sürüyordu. Okullar kapandı, açıldı, aylar, aylar geçti... Birgün delikanlı, kızı aniden karşısında buldu. "Günlerdir seni arıyorum" dedi kız."İşte sana cevabım, işte sana haber... Artık hayatımda hiç kimse yok!..." "Yaa!" dedi delikanlı. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağazından sadece bu ses çıkabilmişti. Elini cebine attı, şiirin ikinci dörtlüğünü yazdığı, eskimiş kağıdı kıza uzattı. "Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya birgün, bu da sonu, son dörtlüğü" dedi ve yürüdü gitti delikanlı. Arkasına bile bakmadan yürüdü. Kız ikinci dörtlüğü tuhaf bir hüzünle okumaya başladı.

"GEÇTİ ARTIK İSTEMEM GELMENİ
YOKLU�UNDA BULDUM SENİ
BIRAK VEHMİMDE GÖLGENİ
GELMEN ARTIK NEYE YARAR!..."

Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünüyor. O uzun, o çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını? Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazmıydı?. O sevgilinin kendisi bile yetmezmi olmuştu kendisine... Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti hayatından?! Delikanlı bu soruların yanıtını bugün hala bilmiyor? Bilmediğini de en iyi ben biliyorum. Yani, YAŞAYAN BİLİYOR!.

Çevrimdışı ayl52

  • Uzman Üye
  • *****
  • 347
  • 249
  • 347
  • 249
# 17 Ağu 2008 01:55:03
Ummanında Kaybolduğum Nursun

Umma nında Kaybolduğum NURSUN.
Mecnun un Leyla da aradığı, yandığı,
Çöllerde kana kana yudumladığı Senin sevgindi.
Annesiz bir çocuğun Anne diye uzandığı,
Babasız gecelerde Baba diye andığı Sensin.
Soğuk ve insaf bilmez yanlızlıklarda hangi hasta vardır;
Gözyaşı döksün de o yaşlar senin avucuna damlamasın?
Hangi masum,hangi mazlum vardır ki ?
O merhamet deryası yüreğini sığınak yapmasın....
Ey Sultan-ı Levlâk! Kardanadamıyla güneşe çalım satan
Bir çocuğa bakar gibi baktın bize.
Sağnak yağmur altında ateş yakan bir yolcuyu
İzler gibi izledin.Bilmiyorlar Allah ım dedin;
Bilselerdi yapmazlardı...
Herşeyin önü O ndan sonu O na;
Varlıklar adedince Selam Sana, Sâlât Sana....
Ummanında Kaybolduğum Nursun.
Her akşam gurûbla ayrılan heyecanın kucağında görünensin.
Bırak 42 ndi yağmurları saçlarında gezinsin.
Sensizlikten yorgun düşmüş bakışları avuçlayıp
Semaya ser ve öylece kal.
Sığındığın Rahman ın Sırdaşı Olarak.
Ben geçici hazların sardığı bedenimde
O beden tabutunun en derininde
Nefsimin esiriyim.Ama SEN :
Ummanında Kaybolduğum Nursun
Azaba ramak kalmış şu dakikalarda
Beni Hayalinle korursun.
Aranan yine SENSİN Saikalarda,
Kutsî perdelerin kalktığı anlarda,Özlemimsin SEN.
Ummanında Kaybolduğum Nursun.
Gölgen vurur düşlerimin yazgısına.
Ben O Nurla Kutsîliği tadarım.
Yüzümde meltemlerden arda kalan serinlik,
Muhabbet; sabahlayan hislerimin en ücra köşesinde
Düşmanım benlik; yalnızca bir benlik.
Yoluma set çeken ve SENİNLE kaybolan basitlik.
Düşündüğünü zincire vuran benim.
Şafakla kaybolan benim.
Ve ellerim SANA uzanır
Ey Sultan-ı levlâk!
Düşmanını elleriyle besleyen bir insana bakar gibi baktın bize,
İlâcını ateşe atan bir hastayı izler gibi izledin.
Bilmiyorlar Allah ım dedin,bilselerdi yapmazlardı.
Herşeyin önü O ndan sonu O na...
Varlıklar adedince selam SANA, sâlât SANA:

SEN İÇİMDE YANAN TATLI BİR KORSUN,
VE SEN UMMANINDA KAYBOLDUĞUM NURSUN...
   Dursun Ali ERZİNCANLI

Çevrimdışı ayl52

  • Uzman Üye
  • *****
  • 347
  • 249
  • 347
  • 249
# 17 Ağu 2008 23:24:58
Acı

Yaşamak uğruna
Ölmek bu olsa gerek
Sevmek uğruna
Acı çekmek bu olsa gerek
Hayat uğruna
Savaşmak bu olsa gerek
Peki ya senin uğruna
Üzülmek niye?
Yılmaz Erdoğan
..........................

Çevrimdışı BİRGÜL

  • Çalışkan Üye
  • ***
  • 470
  • 172
  • 470
  • 172
# 17 Ağu 2008 23:35:42
Seni Özlemenin Kitabını Yazıyorum..

Özlenen Sen... Özleyen Ben...

En mutlu özlem… sonu olan.. sonu özlediğinle biten.. varışı sevdan olan özlemler..

Özlenen SEn...

Ya gelmeyeceğini, gelemeyeceğini bildiğine özlenen… ya orada olduğunu bildiğin ses vermeyene Özlenen…. Ya özlemekten korkana özlem… ya yaşamaktan korkana özlem.. ya düşlere özlem.. ya yarını olmayacak aşklara özlem.. gideceğini bilerek sevilene özlem.. Yaşanamayacaklara özlem… İşte sonu olmayan özlem.. İşte vazgeçilemeyen özlem.. işte çaresiz bekleyişe özlem.. İnsanın içini acıtan… boşlukta yaşanan özlemler… Peki var mı bu özlemin sonu…? biter mi….? bu özlem.. Söz verirsin kendine özlemeyeceğim diye… tutulur mu bu söz…..? Kalbindeki özlenene söz geçer mi……?

Özlem sevgidir…
Özlem güçtür..
Özlem varoluştur.
Özlem sevdandır..
Özlem bekleyiştir…
Özlem içindeki acıdır..
Özlem özlememeyi hasrettir..
Özlem özlemeyeni özlemektir..
Özlem özleyeni özlemektir…
Özlem gelemem diyeni bekleme güçüdür..
Özlem gidene ağıttır..
Özlem sevdana söz vermektir..
Özlem kalbine söz geçirememektir.
Özlem kaçış değil var oluştur…
Özlem çaresizlik değil çaredir..
Özlem vazgeçmemektir.
Özlem kelimelerin yetersiz kaldığı andır.
Özlem sessizliğin çığlığıdır..
Özlem yaşamındır..
Özlem gelmeyeceğini bilerek bekleyebilmektir.
Özlem siyah gecelerde siyahın izi kalabilmektir..



Özleyenden Özlenene Ölesiye ÖZLEM DOLU SATIRLAR...
HEMDE
ÖZLEDİĞİN
YANINDAYKEN...  
alıntı

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK