Türkiye’nin Maarif Dâvası

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 15 Tem 2016 07:49:59
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Nurettin Topçu'nun Türkiye’nin maarif dâvası kitabından alıntılar :

Mektep Bölümü :

Biliyoruz ki mektep, öğrenme yeridir. Hayatta her gün yeni şeyler öğrenmedeyiz.
Lâkin hayat, hâdiselerinin sahip olduğu çokluk gözü ile ele alındığı zaman, mektep değildir.
İsterseniz hayata da mektep deyiniz.
Ancak hayat çok gayeli öğretim yapar, mektep ise tek gayeli öğretim yapar; hayat hâdiselerinin mânâsız, ne sebebi ve ne de hikmeti anlaşılmaz çokluğundan kurtararak zihinleri mânalı ve tatmin verici birliğe ulaştırır.
Böylelikle, insan iradesine takip edeceği istikameti gösterir ve birliğe götüren her hareket gibi ruhî sonsuzluğun sevgisine kavuşturur.
Bu sebepten denebilir ki mektep, mâbeddir.
...
Hayatın çokluğuna nazaran mektepte birlik vardır; hayatın kendi kendisinin dışında oluşuna karşılık mektebin vasfı kendi kendine kavuşmaktır, kendini tanımaktır.
Hayatta esas olan hâdise yaşamak, mektepte ise tanımaktır: Birincisi dışsallık, İkincisi içsellik ifade eder.
Mektep, öğrenme yeridir, dedik. Öğrenme ne demektir? Nasıl öğrenilir? Öğrenme, herşeyden evvel bir çıraklıktır.
Mektep çıraklık yeridir, diyebiliriz ki bir tezgâhtır. O tezgâhta usta yapar, çıraklar tekrarlar.
Usta verir, çırak alır. Alınmamış, benimsenmemiş, benliğe mal edilmemiş bir ders, iyi bir ders sayılmaz.
...
Öğretimi en kolay şekle koyan Amerikan metotlarıyla katledilen muallim mesleği yerine sinemadan radyoya sıçramak kabilse bile, dersin, mektebin, öğretimin ne olduğunu asla bilmeyen bu genç kalmış, iptidaî zihniyet karşısında ancak ıztırap çekenlerin anlayacağı dille diyebiliriz ki; “gerçek mektepte muallimle talebe, ıztırap çekerek öğretmeğe ve ıztırapla öğrenmeğe muhtaçtırlar.” Ders, bu tadına doyulmaz ıztırabın sahnesidir.
...
Neyi öğrenip, neyi öğrenmemeliyiz? İnsan, herşeyi öğrenmek zorunda mıdır?
Herşeyi bilenler, herşeyi bilmek için iştiyak duyanlar bu halleriyle öğünenler, kendilerinden kaçıp âleme koşanlardır.
Kendini bilmek için âlemle kendi benliklerinin temas noktalarına uzanan, bilgilerini burada toplayanlar ise gerçeği bilenlerdir.
...
Çocuğa herşeyi öğreten mektep, onu ne kadar düşüncesiz yapabiliyor!
Daha ilkokulda bütün eşyanın bilgisini sunan, orta öğretimde cihan tarihini, cihanın coğrafyasiyle birlikte genç dimağlara aktarmak isteyen bugünkü mektep pek bedbahttır.
Ruhlara istikamet verebilmekten uzaktır. Mektebin perişan ettiği şuurları, hayat insafsız pençesine geçirerek nice lüzumsuz ve kaatil bilgilerde doldurmakta, onlara bir çile devri yaşatmaktadır.
...
Zamanımızın gitgide zenginleşen hayat hâdiseleriyle genişleyen ilimleri hep birden kafasına sığdıracak insan tasavvur olunamaz.
Böyle bir çaba hem israf hem de şahsiyet törpüleme ve şahsiyetinden kaçma neticesini doğurur.
Zamanımız cemiyetlerinde bu sebepten ihtisas, hem kemiyet, hem de keyfiyet görüşüyle kaçınılmaz bir zaruret olmuştur.
Bu bahsi bitirirken, ahlâk kanunlarının da herşeyi bilmemize karşı geldiğini, fenalıkların bilgisinin bizi fena yapabileceğini söylemek icap ediyor.
Zira, insan bir dereceye kadar öğnendiklerinin de esiridir. İyiyi bilen iyi olmak ister, fenayı bilen fena olmaya, farkında olsun olmasın, heveslenir.
Zira, her bilgide bir câzibe vardır. Bilmek, harekete hazırlanmaktır.
Fenalığın bilgisinden sonra fenalıktan korunmak için ayrıca bir mukavemet kuvvetine ihtiyaç vardır. Bu ise insanı yıpratıcıdır.
...
Alış veriş, ticaret ve zanaat da mektep olmalıdır.
Nitekim olgunluk çağlarımızda böyle idi. Küçük sanatlar devrinde bizde, zanaat sahipleri ve satıcılar, birer dinî tarikat teşkil eden loncalara bağlanıyorlardı.
Bir loncada bulunan esnafın yapacağı mal, onu yapma tarzı, mala vereceği şekil ve hususiyetleri, satış fiyatı ve kullanacağı âletler bile, lonca tarafından tayin ve tesbit edilmişti.
Kimse kendiliğinden bir motif ilâve edemez, hiçbir esnaf rekabete kalkışamazdı. Bütün esnaf, bir mektebin şakirdleri idiler.
Herbiri, kendi icadını loncaya arzeder, değeri kabul edilen yenilik bütün esnafa yayınlanarak herbirinin bundan aynı derecede faydalanması sağlanırdı.
Mektebin dışına çıkmak imkânsızdı.
...
Mektepleşme, daha yüksek bir hayata ve şu fâni hayat içinde huzura kavuşmamızın şartı olduğu halde, bugünkü durum tamamen aksi istikamette durmadan ilerliyor:
Her sahada, mektep yerini nizamsızlığa, kaidesizliğe, temelsizliğe terkediyor.
Hayatın her hareket sahasında olduğu gibi, ilkokuldan üniversiteye kadar gençliğimizi içinde barındıran mektep dediğimiz müessese en zayıf şeklini almıştır.
...
Bize, BÜTÜN HAREKETLERİMİZ İÇİN DEĞER VE KAİDE SUNACAK, satıcıdan siyasiye, doktordan gazeteciye, çocuktan ihtiyara kadar hepimizin yaşayışına ruh ve mâna katacak, anlaşılmış, sistemleştirilmiş, hikmetleri, bütün birliği içinde saklayarak her âleme pencerelerini açacak büyük mektebin temel hakikatlarını ihtiva eden bir kitaba muhtacız.
Bu kitabı, asrın anlayışiyle bütün hürriyet, bütün hikmet ve bütün hakikatiyle mektebimize temel yapmalıyız:
Bu Kitap Kur’ân’dır.

Alış verişin mektep olduğu bir sistemde bayanların sınıf geçmesi mümkün olmaz :)
Harekete geçmek için gerekli DEĞER VE KAİDELERİ içeren kitap mevcut.
Diğer eksikliklere odaklanabiliriz.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 16 Tem 2016 08:48:12
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Nurettin Topçu'nun Türkiye’nin maarif dâvası kitabından alıntılar :

Muallim Bölümü :

Çünkü köylerimizin bilgili bir ziraat memur ile namuslu bir doktora olduğu gibi tam mânasile bilen, Anadolu’yu ve onun dünya içindeki yerini tanıyan TAM KÜLTÜRLÜ muallime ihtiyacı var.
Bu ihtiyacı ancak okuyup yazmayı belletmeye memur köy öğretmeni karşılayamaz.
Bu yetişmesini dilediğimiz muallim, memleketin beklediği hakiki ve büyük inkılâbı yapacak insandır.
Emir ve kumanda ile, ruhların ve iradelerin dışında, ŞEKİLLERDE yapılan değişikliklere inkılâb adı vermenin gülünçlüğünü gitgide idrâk ediyoruz.
Lâkin yine her gün biraz daha idrâk etmemiz lâzım gelen hakikatlerden biri “bize fikir ve felsefe meydana getiren değil, maddî randıman veren teknisyen lâzım...
Garpla rekabet edebilmek için büyük fabrikalar, kuvvetli silâhlar yapmalıyız... Biz tenkit ve münakaşa istemiyoruz, sadece kendine verilen vazifeyi iyi yapan insan, iş adamı istiyoruz” gibi sözlerin mânasızlığı,
gülünçlüğüdür.
Belki de bu sözler acıklıdır; çünkü kültür ve medeniyetin ne olduklarını bilmeyen insanlar tarafından söyleniyor.
Bunlar eseri havas (hislerle) ile tanıyabiliyorlar, lâkin onu meydana getiren şuur ve iradenin farkında değiller, eserin asıl sebebi olarak adalî ve maddî kuvvetleri alıyorlar.
...
Muallim, gençlere bilmediklerini öğreten bir nâkil (nakledici) değildir.
Bu iş, kitabın  (günümüzde bilgisayar başta olmak üzere teknolojik aletlerin) işidir,
bilmediklerimiz hep kütüphanelerde bulunmaktadırlar.
...
Muallim tüccar değildir. Maaş ve ücretinin azlığı, çokluğu davası içinde mesleğe kıymet veren insan bu mukaddes vazifeyi yapıyor sayılamaz.
Bu iş, mektepciliği ticaret edinen, muallimliği esnaflık haline koyan kültürsüz fukaranın işi değildir.
Bu, para değil, ruh işidir.
Muallimleri maaş derecelerine göre tasnif etmek ne kadar budalaca bir hareket olursa bulunduğu mektebin derecesine göre muallime kıymet vermek itiyadı da o kadar safiyane ve o kadar muzır bir itiyatdır.
En büyük profesörün köy mektebinde okutmasını ideal olarak aşılamak isterken karşımızda “mektep demek esas itibarile bir bina demektir” kanaatiyle yaşayan meslek adamlarının varlığını engel telakki ediyoruz.
...
Muallim sadece bir memur değildir; belki genç ruhları kendilerine mahsus mânadan bir örs üzerinde döverek işleyen bir demircidir, kendisine verilen vazifeyi gözlerini kapayarak yapan, program müfredatım sene sonuna kadar bitirmeye muvaffak olan, hatta yalnız dersini hakkiyle kavrayan talebe yetiştirebilen muallim vazifesinin en mühim kısmını başarabilmiş sayılmaz.
...
Gençlikten körü körüne itaat bekleyen, ona yalnız kendi emir ve arzularını takip etmek gibi şuursuz bir tabiat telkin eden insan, idare ettiği yerde muallim hüviyetini bütün mânasiyle taşıyanın kadrini elbette bilmiyecek, elbette onu kendi gayesine, bu mukaddes meslek içinde yaşattığı kendi sefil ve hasis emellerine düşman bilecektir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 17 Tem 2016 07:56:43
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Nurettin Topçu'nun Türkiye’nin maarif dâvası kitabından alıntılar :

Muallimin mesuliyetleri Bölümü :

Âdemoğlunu, beşikten alarak mezara kadar götürüp teslim eden, dünyanın en büyük mesuliyetine sahip insan muallimdir.
..
Hakikatte muallimin sahip olması lâzım gelen vazife ve mesuliyet, bu derecede basit ve ruh yapısı bakımından böyle değersiz ve iptidaî bir fonksiyondan ibaret değildir.
Muallimin mesuliyetleri çoktur ve cemiyet hayatının her sahasına uzanmaktadır.
Bir memlekette ticaret ve alışveriş tarzı bozuksa bundan muallim mesuldür.
Siyaset, millî tarihin çizdiği yoldan ayrılmış, milletinin tarihî karakterini kaybetmişse, bundan mesul olan yine muallimdir.
Gençlik âvâre ve dâvasız, aileler otoritesizse bundan da muallim mesul olacaktır.
Memurlar rüşvetçi, mesul makamlar iltimasçı iseler muallimin utanması icap eder.
Din hayatı bir riya veya taklit merasimi haline gelerek vicdanlar sahipsiz ve sultansız kalmışsa bunun da mesulü muallimlerdir.
Yüreklerin merhametsizliğinden, hislerin bayağılığından ve iradelerin gevşekliğinden bir mesul aranırsa; o da muallimdir.
Yalnız kaldığımız yerde yalnızlığımızın mesulü o, imanların zayıfladığı devirlerde bu gevşemenin mesulü yine onlardır.
Bu kadar yükü muallime yüklemek, ilk bakışta fazla gibi görünüyor. Lâkin hepimizin ruh yapısı muallimin elinden çıktığı düşünülürse, hiç de yanlış değildir.
Ruhî varlık halinde bizi yapıp yoğuran ve bunca mesuliyetlere sahip olan muallim, nasıl bir insandır, nasıl bir varlık olmalıdır?
...
Herşeyden evvel muallim, hayatımızın sahibi olmaktan ziyade sanatkârdır.
Kullanıcısı değil, yapıcısıdır. Seyircisi değil, aktörüdür.
O, en doğru, en güzel hayat örneğini yapar, hazırlar, bize sunar; biz yaşarız.
Bizim vazifemiz, bu hayata anlayış katmaktır, anlayışla ona iştirak etmektir.
Balını yemeyip yaptıktan sonra bize bırakan arının bu hareketini şuurlandırıp bir ideal haline getirirseniz, onda muallimi bulursunuz.
...
Tahammülsüzlüğün, şikâyetin başladığı yerde muallimlik dâvası biter.
Muallim, daima muvaffakiyetsizliğinin, zaaflarının sebebini arayarak kendini düzeltmeye çalışmalıdır.
...
Hayat, var olanı olduğu gibi tanıtmaya kabiliyetlidir.
Muallim var olması lâzım geleni öğretir.
Realitenin üstadı bizzat kendisidir, idealin üstadı ise muallimdir.
...
Ruhumuza aşılar yapan doktor olarak muallim, ruh dünyamızın hem duygu, hem bilgi, hem de irade bölgelerinde tedavisini ve aşılarını yapmaya mecburdur.
Şayet bunlardan bir kısmı ihmal edilirse ruhî yapı buhran içinde kalır, sayıklar ve kendine gelemez.
Duygular sahasında eğitim en küçük yaşta başlıyacaktır.
Kalbe yapılan ilk aşı, merhamet aşısıdır.
Sonra, hemcinsini sevmek ve sevdiği için aldatmamak, ihmâl etmemek aşıları yapılır, cemaat sevgisi verilir.
Böylece aşkın terbiyesinden sonra ferdin şahsiyeti işlenir.
Her hareketinde kendinin olma, kendi kendine bağlı kalma aşıları verilir.
Arkasından mesuliyet duygusu gelir ve fert bu köprü vasıtasiyle hareketlerin alemine aktarılır.
...
Yoksa duygusal hazırlıkları yapılmıyan zavallı mâsum ruhlara, alemin bilgilerini doldurmak, onu harap etmekten başka bir şeye yaramaz.
Bu hal, ruhu tabiata esir etmek gibi bir zulümdür.
Kendinden aşağı bir nizâma esir olmanın fecaati ise hiçbir esarette bulunmaz.
Bir insanın bir hayvana, bir âlimin bir cahile, bir velînin bir şerire esir olduğunu düşününüz.
İşte bugünkü ilk öğretim sistemi ve bütün tahsil, tamamen bu fecaatin tablosunu ortaya koymaktadır.

Duyguları hiç yoğrulmaya muhtaç değilmiş gibi çocuğa tabiat eşyası tanıtılıyor.
Kültür dersleri, faraza tarih ve coğrafya bile, eşya dersleri gibi okutuluyor.
Ve çocuk, bütün his ve ruh gıdasından mahrum kalınca sapıklıklara düşüyor.
Zâlim oluyor, menfaat makinesi haline geliyor, feragat nedir bilmiyor, kendine yaklaşamıyor.
...
Maarif demek muallim demektir.
Milli Eğitim Bakanlığı sadece onu düzenleyici bir cihazdan başka bir şey değildir.
Kitap, program, imtihan ve bütün öğretim meselelerini çözümleyecek olan bir milletin muallim ordusudur.
Bu işlerin Bakanlık teşkilatı tarafından tepeden idaresi muallimin İlmî ve fikrî hürriyetinin inkârı, bu hürriyetin adeta köleleştirilmesidir.

Yıllardır söylediklerimi bir kez daha tekrarlamak ihtiyacı hissediyorum.
- Devletin asli görevi denetim yapmaktır.
Devlet, ticaretle uğraşmamalıdır, okul yapmamalıdır, hastane yapmamalıdır, baraj yapmamalıdır, yol yapmamalıdır,  bankası olmamalıdır vs.
Devlet bu işleri yapacak sivil kurumların oluşmasını teşvik etmeli ve bu kurumları en iyi şekilde DENETLEMELİDİR.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 18 Tem 2016 07:49:04
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Nurettin Topçu'nun Türkiye’nin maarif dâvası kitabından alıntılar :

Maarif dâvamız bölümü :

Neslimiz; asırlardan beri gelip geçen nesillerimiz, okumaktan hoşlanmıyan, dinlemekten kaçan, en ufak zekâ enerjisini kullanmaktan çabucak usanan, ruh yapısı hasta, beden yapısı bitik nesiller mi?
Hâdiseler bunun aksini ortaya koyuyor. Bu nesle “okumayı sevmiyor” diyemeyiz. Herkes, yedisinden yetmişine kadar gazete tiryakisidir.
Gazete okuma ihtiyacı, dağ başlarındaki köylere kadar yurdun her tarafını sarmıştır.
“Bu nesiller, dinlemesini bilmiyor” diyemiyoruz.
Vaazeden hocaların etrafında halkalanarak,
bir takım hikâyeleri, hayali okşayan vaatleri veya ürpertici tehditleri, âhiretten emir alır gibi dikkatle dinleyişleri, hayret çekici bir manzaradır.
Şu halde mektep onları okutmasını ve dinletmesini bilmiyor.
Gazeteci ile vaazedicinin kullandığı vasıtalar, yine onun ruh yapısında yakaladığı zayıf taraflardır.
...
Maarif, yalnız mekteplerde okutmak ve okuyanlara bir takım bilgiler vermek değildir.
O, bir milletin bütün halinde, düşünme ve yaratıcılık sahasında seferber edilmesidir.
Başka bir deyimle maarif, bir cemiyetin düşünüş tarzının, kültürünün ve ideallerinin cihazlanmasıdır.
Düşünüş tarzı, metod demektir.
Maarif bir milletin gençliğine ilimlerde olduğu gibi din hayatı içinde, memleket ve dünya hâdiseleri karşısında METODLU DÜŞÜNMEYİ öğretir.
...
Maariften beklediklerimizin gerçekleştiğini iddia edenler, bu iddialarını ispatta çok güçlük çekeceklerdir.
En aşağı üç asırdan beri sarp kayalara çarpa çarpa harap olan maarif gemimiz, bugün kırık dökük bir tekne gibidir.
Ancak büroya memur, eski tâbiriyle kalem efendisi yetiştiriyor. Bugün talebelik artık ilim yolculuğu değil, diploma avcılığıdır.
Muallimlik ise ne bir iman ve irşat yolu, ne de fikir ve kültürün otorite merkezidir.
Hattâ bir meslek bile değildir. Sadece küçük bir memuriyettir. Muallim, örnek adam da değil, boynu bükük bir memur, salâhiyetsiz bir öğretici, müdürünün emrinde çalışan bir baremidir.
...
Bin yıllık “dedi’deri sıralayan ve bin yıl önce kabul edilen fikirleri olduğu gibi hakikat sahnesine çıkarmak isteyen umumî düşüncelerin ilimle alâkası olamaz.
..
Bu nesiller, hakikatta en büyük sevap olan mücerret düşünceyi günah sayan kâfir bir zihniyetin mazlum kurbanlarıdır.
Medreseden mektebe geçerken, ruhun bilgisinden maddenin bilgisine dönen bu GERİLEYİŞ, iç gözlemin yollarını tıkadı ve bütün zihinleri maddenin bilgisine meftun hale getirdi.
Önce, din dersleriyle beraber orta öğretimden mûsikî dersi kaldırılmıştı.
Ahlâk bilgileri de “medenî bilgiler” haline konuldu.
Lise son sınıflarında ahlâkla estetik pek kısaltıldı; metafizik kaldırıldı.
Tarih dersleri, esasen bir insan ve şahsiyet laboratuvarı ve insanlığın tekâmülü tarihi olmaktan ziyade eşya dersleri gibi okutuluyordu.
Bütün ruh ilimleri üzerinde budama ameliyesi yapılırken, mekteplerde müsbet ilim derslerine ait laboratuvar çalışmaları, müsbet ilim ve matematiğin sade müfredatı, yani cansız yükü halindeydi.
Sonra musikî ve din dersi programlarda yer aldı. Lâkin din dersi gayesinden çok uzak; musikî kültürü de pek kifayetsizdir. Mekteplerde bunların sade ismi var gibidir.
Ruh ve ahlâk kültürünün kurban edildiği ilk basamak, ilk mektebin eşiğidir.
İlkokulda, çocuğun kendi içine dikkatini çevirme gayesiyle, daima eşyadan ve olaylardan başlayarak kendine doğru dönüş metodu diye bir şey yoktur.
Sürekli dikkat alışkanlıkları ve olaylar karşısında aklını kullanma sevgisi aşılanacak yerde, zekâ testleri gibi alıştırma metodlariyle elde edilen dış dünya ezberciliğine başvuruldu.
İnsan unutuldu ve içte barınan kavrama hamlesi, daha ilk öğretim çağında kısırlaştırıldı.
Öğretim, ilim ideali için vasıta iken, hayatın realitesinde muvaffakiyete basamak haline geldi.
...
Ana prensipleri ilgilendiren bu hatalı yürüyüşlerden sonra, di! meselesi karşımıza çıkıyor.
Filhakika dilimizde yapılan birkaç ameliyat mektepte onu adem-i iktidara uğrattı.
Hatanın tarihi yine eskidir. Arap ve Acem dillerinin, terkipleri, ahengi ve grameriyle hâkimiyetini temin için güzel Türkçemiz kıyasıya doğranmıştır.
Kırk yıldan bu yana tabiî bir ayıklanma ile dilimiz kendine geliyordu. Fakat yavaş yavaş...
Acele ettik. Aşırı bir cesaretle dilimizi ameliyat masasına oturttuk.
Olgun operatör bulunsa, bu ameliyat da belki faydalı olacaktı.
İlim metodunun icabı şu idi ki, bu ameliyatı yapan, dile ait zaruretlerden başka hiçbir endişe gütmesin...
Öyle olmadı. Başka düşüncelerle dilimizin yer yer maddesi, ahengi ve grameri sakatlandı.
Onu fakirleştiren, küçülterek haysiyetini azaltan kötü bir ameliyat yapıldı.
Arap ve Acem dillerinden alınarak asırlardan beri işlenip Türk dilinin hayatiyetini kazanmış kelimeler atıldı.
Bir yandan öz Türkçe diye, Türk dilinin âhengine ve estetiğine aykırı kelimeler, öbür taraftan Fransızca, İngilizce, Almanca terimler ve bu dillerden azman kelimeler Türkçemize sokuldu.
Arap ve Acem azınlıkları gitti; Batının azınlıkları dilimize saldırdı. Iş bu raddeye gelince, yeni ameliyatlara elbette ihtiyaç hasıl olacaktır.


Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 19 Tem 2016 08:34:31
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Nurettin Topçu'nun Türkiye’nin maarif dâvası kitabından alıntılar :

Maarif dâvamız bölümü :

Kadınlık terbiyesi ihmal edildi.
Kadına hayat tarafından ayrılan ev sanatlariyle küçük çocuğunu yetiştirme mesleği, kızların öğretiminde değerli yerini almalıydı.
Enstitülerin sanat dersleri, kız mekteplerinde kimya ve jeoloji derslerinin yerini kısmen tutabilir, en başta musikî gelmek üzere güzel sanatların hepsine buralarda daha fazla yer verilebilirdi.
...
Disiplin çok sarsıldı. Mektebin içinde ve dışında, onu baltalayan bunca âmiller varken, elbette sarsılacaktı.
Mektebin şahsiyeti, yukarıdan beri saydığımız âmillerle yıpratılırken, ceza sisteminin hakikaten yok denecek hale getirilmesi, en büyük gafletti.
Suçluyu değilse bile suç hâdisesini ceza ile karşılamayan bir İçtimaî organ felce uğramış sayılır.

Vicdan tepki kabiliyetini kaybetmiş demektir.
Yalnız, ceza anlayışına dikkat edelim: Herşeyden önce bilinmelidir ki, ceza, her zaman şiddet veya kırbaç değildir; tehlikeyi karşılayan bir müdafaa âletidir.
Cemiyet için bir paratoner, fert için sıhhat verici bir ilâçtır.

Bazan bir vicdansıza, vicdanla ve âlicenaplıkla karşı gelmek, en büyük cezadır.
Sözleriyle saldıran bir şaşkın adama karşı, sadece susmak ceza olur.
Ceza anlayışını kaldıran sistem, hakkın tahammül etmeyeceği bir duygusuzluk doğuruyor.
Vicdan bundan şikâyetçidir.
Herhalde suçun ele alınması, mahkeme huzuruna çekilmesi ve suçlu affedilse bile, SUÇUN MAHKUM EDİLMESİ lâzımdır.
Cezanın mâhiyeti, ruhî bünyeye göre takdir edilir.
Burada hürriyetine kavuşması lâzım gelen, suçlu değil, adalettir.
...
Mektepte talebeye ders dışı işler gördürülmesi, disiplin şuurunu sarsmak suretiyle talebe şahsiyetini zedelemiştir.
Önce mektep çocuklarına bayram günlerinde rozet dağıttırmak ve böylelikle şeref duygularım örselemek, kötü bir taktiktir.
Pedagoklarımız düşünmediler ki, dilencilik para almak değil, el açmak sanatıdır, öbürü hırsızlıktır
Ve karşılıklı mukaveleye dayanmayan her istek, hangi gaye için olursa olsun, izzetinefsi ve onunla birlikte ruh'i iktidar ve hür hareketlere girişme gücünü törpüleyicidir.
...
Ruhî ideallerin yanında pratik tatbikata, yer verilmesi, idealin değerini gözden düşürdü ve fikir adamının hareket adamına üstünlüğü tezini mektepte çürüttü.
Bahusus spor ve izci teşkilâtlarının, jimnastik dersleri bahanesiyle mektebe sokulmuş olması, bu en tehlikeli sonucu doğurmuştur.

Çevrimdışı asumanöz

  • Bilge Üye
  • *****
  • 9.159
  • 20.157
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 9.159
  • 20.157
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 19 Tem 2016 08:42:33
Rahmetli Yasar Nuri Özturk ' ten duymuştum Nurettin Topcu hocayı. (96/97 yıllarında)  Eserlerini cok iyi analiz etmek fırsatı olmadı henüz

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 20 Tem 2016 07:40:30
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Nurettin Topçu'nun Türkiye’nin maarif dâvası kitabından alıntılar :

Maarif dâvamız bölümü :

Bir insan herşey olamaz, talebe de hayat adamı değildir.
O ne memurdur, ne esnaftır, ne diplomattır, ne de idare adamı...
O sade talebelik mesleğinin adamıdır.
Ancak zihin yetilerinin inkişafına çalışan bir atlettir.
Çok cepheli ve çeşitli çalışma onu çok yorar, gayesinden uzaklaştırır.
Bu bahsi bitirirken, meslek adamının, milletimizi yükselten büyükler tarafından nasıl anlaşıldığını bir misâlle belirtmek istiyorum:
Kanunî, bir muharebeye giderken atının üzengisi kırılır.
Kırılan özengîyi bu sanattan anlayan bir askere tamir ettirirler.
Padişah kime yaptırdıklarını sorar.
Askerin yaptığını öğrenince hiddetlenir ve “Demek ki orduya esnaf karışmış!” diyerek üzengiyi yapan askeri ordudan dışarı atar, yeniçeri ocağından çıkartır.
...
Çok çeşitli mesleklerin karışığı olan muallimlik henüz meslek olamamıştır.
Bu durum, feci neticeler doğurdu: Evvelâ muallimle ilim adamı arasında bir uçurum açılmak istendi.
İdeal muallim, sadece sınıfa zamanında girip çıkan ve müdürüne itaat eden bir insan olarak alındı.
...
Muallimin, ilim ve ideal adamı olabilmesi için herşeyden evvel gönlü, fikri, istiklâli olmalıdır.
Bu bakımdan en iyi mektep, ekseriya müdürsüz mekteptir.
Teftiş bir merasimdir ve bazan da bir darbedir.

Maddî bakımdan muallimin ne kitap alacak parası vardır, ne de okuyacak vakti...
Muallim odalarının en canlı faaliyeti ya kooperatif işleri üzerindedir, yahut kahve ocağına aittir, yahut da alınan çelenklerin veya arkadaşlarının düğün hediyelerinin hesaplarına aittir.
Bütün bu işlerin yanı sıra müdür odasından gelen emirler, ihtarlar görüşülür.
Bilmiyorum, acaba ne zaman, hangi devirde ve hangi tarihte, hangi mektepli muallim odasında İlmî bir konuşmanın, metodlu bir münakaşa halinde devamlılığı görülmüştür.
...
İlk öğretimin gayesi kalbin terbiyesi, orta öğretimde gaye aklın terbiyesi, yüksek öğretimde ise ihtisaslardır.
İlkokul, kalbi temiz bir maya ile yoğurmak içindir.
Bu maya, dinin sevgi telkinleriyle bütün mazi ve millî mefahir (Övünülecek şeyler, övünceler) olmalıdır.
İlkokulda çocuklara verilmesi lüzumlu olan eşya bilgisi pek az bir şeydir.
İlk mektepçilik denen büyük sanat, dindeki aşk idealini damla damla çocuğun kalbine aşılamak ve o kalbin çarpıntılarını millî mefahirin temposuna uydurmak sanatıdır.
Bu aşk idealiyle birlikte sunulan değerler, hakikatlerin sevgisi, hayatın ve başkalarının sevgisi, kendi ruh hayatını samimiyetle ve dikkatle yaşamak sevgisidir.
Orta mektep ve lisede aklın, Doğu’dan, Batı’dan her taraftan sızan bütün ışıklariyle yüklü metodlu hakikat araştırmaları, Fârabî ve Gazali ile Pascal ve Pasteur’ü yanyana yaşatmalıdır.
Zira akıl, milletlerin sınırlarını geçer, bütün insanlığı kucaklar.
Ancak ilim zihniyetinde ve sanatların üslûbunda milletin ruhu hâkim olacaktır.
Liseler, ilk sınıflardan başlayarak ileride yüksek öğretimin ihtisasına hazırlık yapacak bölümlere ayrılmalıdır.
İlkokulda olduğu gibi, orta ve lise sınıflarında da çocuğun ruhunu hakikat idealine kavuşturucu aşktan ibaret olan enerjiyi harekete geçirecek en güzel vasıta, musikîdir.
Bunun için bütün ilk ve orta öğretim yapan mekteplerde, sabahları derse başlamazdan önce, kısa bîr zaman için bütün talebeye, insan ruhunun ulviyete tırmanışını terennüm eden musikî dinletilmeli; sınıflara, ruhlar böyle İlâhî iksir ile yıkanıp temizlendikten sonra girilmelidir.
Başka merasim ve nutuklara lüzum yoktur.
Bugün ahlâkî kültür diyebileceğimiz çalışmaların başında musikî terbiyesi yer almalıdır.
Yalnız çocuklar değil, bütün cemiyetimiz bu terbiyeye şiddetle muhtaç durumda bulunuyor.
...
Talebenin davranışları öyle olmalıdır ki, mabette olduğu gibi esnafla temasında da büyük ruhî varlığını hissettirmiş ve her yerde kendisine ve mesleğine karşı hürmet uyandırsın.
Talebe, halkın girdiği her yere girmez, halk gibi konuşmaz, avare insanlar gibi yürümez.
Bir şehrin maddi zabıtası polis teşkilâtı olduğu gibi, manevî zabıtası da, din adamlarının hemen yanında yer alan talebe zümresi olmalıdır.
...
Her sene sonunda mualliminin idare etmediği heyetlerin huzurunda imtihan edilecek talebe, mektebi ve muallimi de kendi serbestçe seçebilmelidir.
İstifade edebileceği hocaları, mektebi arar, bulur.
Ona bu hürriyeti vermezsen, imtihanlarda muayyen ilimlerin müfredatından onları muayyen ölçülerde mesul etmeğe hakkımız olmaz.
Hem de böylece eseri kontrolsüz kalan muallim, bazan dağarcığındaki bir avuç bilgiyi otuz, kırk sene tekrarlar, öğretimde ilerleme görülmez.
Bugünkü yerinde sayma hali asırlarca devam edebilir.
Yükseltebilen muallimleri, talebe serbestçe arar ve seçerse, bu iktidara sahip olmayan muallimler ya mesleğe veda eder veya çalışırlar.
...
Avrupa medeniyetinin yaptığı hataları yapmamak, Avrupalı gibi MAKİNA AŞIĞI değil, ruh ve vicdan âşığı yetiştirmek istiyorsak, Avrupa’dan aldığımız öğretim metodlarım değiştirmemiz lâzımdır.
Vaktiyle, Fransız maarifini adım adım takip ederek mekteplerimize mal ettiğimiz öğretim şekilleri bizi, dar kafalıkta çığırından çıkmış olan medreselerden kurtarmak için büyük rol oynamıştır; mânasını ve değerini kavrayamadığı bir çok şeyleri ezberlemeyi hüner sayan geçen devrin softalarından uzaklaştırmıştır.
Fakat, medreseyi maziye mal eden yeni mektep eksiksiz çıkmadı.
Kendisini örnek almakla işe başladığımız Fransız orta öğretimi, tekrar 1902 programlarına doğru bir dönüş fikrine sahip olmaya başladı.
...
Maarifte devrim demek, cemiyetin kafasını değiştirmek demek olacağına göre bu işe, yapacağımız işler arasında ön sırayı vermek lâzımdır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 21 Tem 2016 08:35:19
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Nurettin Topçu'nun Türkiye’nin maarif dâvası kitabından alıntılar :

İlk öğretim bölümü :

Eğer millet eğitiminin kökleri olan ilk mektebi bugünkü karanlığından kurtarmak istiyorsak Mehmet Akif’in yedi cildlik Safahat’ını sayfa sayfa nesirleştirip, bazılarını nazmiyle aynen, ilkokulun beş yıllık okuma kitaplarına aktarmak icabedecektir ve zannediyorum ki bugün iki kıtanın taklidi yüzünden hayatımızda açılan boşluk, bir Âkif’in ruhu ile tamamen dolacaktır.
...
İlk hız, temel hayat çocuğa ilkokulda verilir. Çocuğa insanlık duyguları da millet hayatının hâdiseleri arasında öğretilir.
...

İlkokullarda ahlâk eğitimi bölümü :

Biliyoruz ki şahsiyetin üç unsuru vardır: Maddî unsur, Ruhî unsur, İçtimaî unsur.
Şahsiyetin maddî unsuru, biyolojik varlık olan vücudumuzdur.
Ruhî unsur, duygular, tasavvurlar, istek ve ideallerle örülen iç varlığımızdır.
İçtimaî unsur, aile ve cemiyetteki yerimiz, şöhretimiz, başkalarının bize bağışladığı vasıflarımızdır.
Önceden sırf bedenden ibaret maddî şahsiyete sahip olan insan, kendi iç dünyasının yaptığı hamlelerle kendi kendini yoğurarak ruhî şahsiyetini elde ediyor.
Duygular, tasavvurlar, ideallerle istekler, insana insan olan şahsiyetini kazandırıyorlar.
Ruhî şahsiyet gelişerek kuvvetlendikçe Maddî şahsiyet zayıflıyor, eriyor, bazen adeta yok oluyor.

Vücut var olduğu halde şahsıyyet unsuru olmaktan çıkıyor. Bu olgunlaşma, insanın insanlaşmasıdır.
Bu hal insanın yükselişidir.
Maddî şahsiyetini, mikroplardan kurtulan bir salgı bezi gibi küçülten genç, ideallerinin dünyasında yaşamaktan zevk alıyor.
Bütün yüksek duygular onda, başkalarına çevrilen ahlâk iradesi oluyorlar.
Eğer ruhî şahsiyet işlenmez de maddî şahsiyet değerlendirilirse bundan hoyratlık doğuyor.
O zaman midelerin selâmeti için yaşanıyor, bedenler kutsallaşıyor, şiir ve san’at zevkinin yerine otomobil sevdası ve maddî saadet sevgisi geçiyor, muvaffakiyetin mânası maddileşiyor, ruha ait olan aşkın yerini bedenden fışkıran kin ve haset tutmaya başlıyor, stadyumda kardeş kardeşi boğazlıyor.

Şahsiyetin üçüncü unsuru, İçtimaî unsurdur.
Her birimiz baba- evlât, amir-memur, patron-işçi veya usta-çırak durumundayız.
Bulunduğumuz durumda dışardan bize çevrilen görüşlerin hakemliğini kabul ediyoruz.
Ya hürmet veya istihfaf görüyoruz. Şerefsiz veya şerefli bir insanız.
İşte varlığımızın bu tarafı, şahsiyetimizin İçtimaî unsurunu meydana getirmektedir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 22 Tem 2016 07:39:20
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Nurettin Topçu'nun Türkiye’nin maarif dâvası kitabından alıntılar :
İlkokullarda ahlâk eğitimi bölümü :

Ahlâk eğitiminin başında hürmet duygusu gelmektedir.
Çocuğa ilk sunulacak olan hürmet duygusudur.
Hürmet, alelâde alçalma ve kendini inkâr veya eksiltme değildir.
O, insanlık cevheri karşısında yaşanan sevgi ile karışık bir hayranlıktır.
Bir nevi ibadet halidir.
Aşkın, adeta bütün varlıklara çevrilen şeklidir.
Hürmet halinde insan, hürmet konusu olan varlığın huzurunda küçülmek istedikçe kendini yükselmiş, yükselmiş ve bizzat kendisinin üstüne yükselmiş hisseder.
Küçülmek istedikçe yükseltilir.
Terbiyede ilk işimiz çocuğa, hürmet denemesi yaptırmak olmalıdır.
Önce tarihin ve ecdadın ruhlarından olaylara akseden büyüklükler anlatılmalı, ibadet böylece onlara öğretilmelidir.
...
Sokak, yarınki hayat bahçemizin fidanlığıdır.
Hürmeti, insanlara, fikirlere, hislere, hayata hatta eşyaya ve bütün kâinata hürmeti öğrenen çocuğun kalbi ister istemez ve kendiliğinden hemcinsi hakkında MERHAMET duygusuna açılacaktır.
Hürmet ettiği varlığın sefâletine razı olamayan gönlü kurtarıcı bir irâde ile dolduğu anda, merhametin İlâhî eseri meydana çıkacaktır.
Başkalarına yardım etmek isteği, ancak kendinde biriken ve merhamet denen yaratıcı ızdırap sayesinde hareket haline gelir.
Bundan hizmet irâdesi doğar.
Hizmet sevgisi, insanın kendinden taşarak âleme yayılması gibi bir şeydir.
Hizmet ve fedakârlık duyguları taşımayan insan, önceki hürmet ve merhamet basamaklarından geçmemiş demektir.
O, kısır ve hoyrat varlıktır. Bir uzviyetin üstüne giydirilmiş elbiseden fazla bir şey değildir.
Çocuğa merhamet, telkin yoluyla aşılanarak ruhî varlığındaki hayvanı ve hoyrat unsurlar ayıklandıktan sonra, ona hizmet ve fedakârlık denemeleri yaptırılmalıdır.
Çocuğa, her yaşa uygun ölçüde, arkadaşlarına ve başkalarına yardım vazifesi yüklemelidir.
Bu ödev, onda sevgi oluncaya kadar, usanmadan yapılacak telkinlerin önemi pek büyüktür.
Psikoloji ilmi, zamanımızda telkinin her sahada pek büyük tesirlerini ortaya koymuş bulunuyor.
Çocuğa sadece daha iyi metodlarla, daha kolay öğrenmeyi öğretmek, ilkokulun ilk ve asıl hedefi değildir.
İlkokul, çocuğu bilgin adayı olarak değil, olgun insan, ahlâklı insan adayı olarak ele alınmalıdır.

Devrimiz, insanı hoyratlaştırmaya, zalim ve insafsız, gaddar ve sevgisiz yapmaya kabiliyetli bir devirdir.
Zira daima ilerleme yolunda yürüyen insanlığın KLAVUZU, kalbsiz, vicdansız bir varlık olan makinedir.
...
Kültür hayatımız, bugün fen yani teknik bilgi ihtirası içinde kıvranmaktadır.
Maarif dâvası, makineye daha büyük saltanat sağlamak ve farkında olmadan ona daha kuvvetle esir olmak davası haline geliyor.
...
Biz şahsiyet sahibi insanlar yetiştirme yolundayız.
İlkokulun ilk ve asıl işi bu olmalıdır.
Çocuğu hem aşağılık duygusundan hem de hoyratlık ve saldırganlıktan koruyucu ruhî telkine, onun bütün ruh yapısı açık bulundurulmalıdır.
Çocuğa aşağılık duygusu aşılayıcı hareketlerden kaçınırken meselâ ona rozet dağıtıcılık yaptırmamalıyız.
Saldırganlık örnekleri devrimizde ondan daha yaygındır.
...
Hürmetsizlik hayat mücadelesi sayılırken çocuk hürmeti nasıl anlasın?
Küçüğün büyüğe olduğu kadar büyüğün de küçüğe karşı sevgi ile yüklü hürmet vazifesi olduğunu çocuk, hangi hayat denemesinden çıkarsın?
...
Çok kere etrafında iyi örnek bulamayan çocuk öğretmenini örnek insan olarak alacaktır.
Öğretmen en büyük gücü ile çocuğun ahlâkî yapısına yönelecek, telkinin bütün vasıtalarını bu yapıyı yoğurmak için kullanacaktır.
...
... büyük din ve ahlâk dâhimiz Mehmed Akif’in şu acıklı hitabı, ister istemez dudaklarımızdan fışkıracaktır.
Bırak tahsili evlâdım, sen ilkin bir haya öğren!

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 23 Tem 2016 07:47:53
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Nurettin Topçu'nun Türkiye’nin maarif dâvası kitabından alıntılar :
Orta öğretim bölümü :

Maarif teşkilâtımızda ortaokul diye üç sınıflı bir bölüm var. Lise kısmından ayrılmış olduğuna göre, bunun gayesi kendi başına ne yetiştirmektir, bilinmez.
...
Bizce tamamiyle fonksiyonsuz olan ortaokul kaldırılmalı; (liseler) ilk üç senesi tek kol halinde, son üç senesi kollara ayrılarak okutulmalıdır.
Lise tahsili yapmayacaklar için, köylerde, kasabalarda, iki veya üç senelik hayat veya iş mektepleri açılmalıdır.
Bu mekteplerde, ziraat ve teknik öğretilmeli, aritmetik, tarih ve din dersleri okutulmalıdır.
...
Öğrenmek zekânın, yapmak ahlâkın işidir.
Liseleri fen derslerine ait nâmütenâhi maddelerle yükleyenlerin, bunu bilmesi lâzımdır.
...
Meselâ matematik dersinin gayesi, zihnin hayalsiz olarak işleyişini temin etmek ve bu yolda kabiliyet kazandırmak olduğu halde bu derste formüller ezberletilerek zekâlar ezildi, harap edildi.
...
Edebî kültür ve sanat zevki bizce şu yoldan giderek verilebilinir:
Lise sınıflarının herbirinde devrine hâkim olan bir veya birkaç büyük sanatçının BÜTÜN ESERLERİ başından sonuna kadar okutulur ve açıklanır.
Mümkün olduğu kadar bu eserlere varlık kazandıran iç hayatları yaşatmaya çalışılır.
O devir içinde yaşayan diğer sanatçıların eserleri bu büyük şahsiyetlerin etrafında toplanmak suretiyle kısaca incelenir.
Meselâ edebiyatımızda Fuzulî, Bakî, Hâmid, Namık Kemal, Âkif böyle birer büyük merkez şahsiyettirler.
Servet-i Fünûn okutulurken Tevfik Fikret de böyledir.
Devrin diğer kalemleri bu merkezlerin etrafında küçük büyük daireler halinde sıralanırlar.
Çocuklar coğrafya derslerinde, şehir ve dağ isimleriyle, milletlerin mahsul ve insan sayılarını ezberlemekten usandılar.
...
Orta öğretimden şu gayeleri bekliyoruz:
1. Genel kültür vermek. Medenî adam, düşünen adam olmak için, hayatın her alanında, insan ruh ve zekâsının nüfuz edebildiği bilgilerin hepsinden bir ORTALAMA edinmek lâzımdır.
...
2. Her ilimden bir çeşni tattırmak. Liseyi bitiren gençlerin çoğu yüksek tahsile devam edeceklerdir. Orta öğretimin gayesi ihtisas öğretimine hazırlamaktır.
...
3. Ruhun bütün meleklerini birbirleriyle düzenli olarak inkişaf ettirmek. Orta öğretimin ulaştıracağı gayelerin en önemli ve değerlisi budur.
...
Zekâ, boşuna tekrarlar içinde körleşir, onun yerini ekseriya ahmakların zihnî sermayeleri olan hâfıza tutar.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 24 Tem 2016 08:31:21
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Nurettin Topçu'nun Türkiye’nin maarif dâvası kitabından alıntılar :
Lise dersleri bölümü :

Edebiyat dersinde esas eskiden metin şerhi idi, şimdi de edebiyat tarihidir.
Her ikisi de bu derse esas oldukları müddetçe faydasızdır ve bu dersten beklenen gayeye, yani genç ruhlarda sanat kültürü, güzellik heyecanı, ruh sevgisi uyandırmaya kabiliyetli değildiler.
...
Sinema ve spor zevkinden ötesine ve biraz yükseğine asla ulaşamamış olan bu nesle edebî zevk, sanat ruhu ve ruh aşkını vermek istiyorsak edebiyat derslerine temel olarak estetik ve ruhbilim kültürünü almamız lâzımdır.
...
Tarih öğretiminde temel ise olaylar arasında nedensellik (sebepler araştırma) bağıntısı kurmak olmalıdır.
Şu halde tarihin olaylarını, hep birbirlerini açıklayan (izah eden) bugünün olayları halinde anlamaya çalışmalıyız.
Tarihte temel olarak olayların zaman sırasına bağlanması, gayesiz bir masalcılıktan ileri götürmez.
Edebiyat hocası estetik ve ruhbilim bildiği gibi, bugünün tarih hocası sosyoloji bilmelidir.
O bir kere olayların zaman sırasının üstünde yer alan nedensellik sicimini kaybetti mi söz tatlı hikâyelere dökülür; talebe, olup biten şeylerin bütün sebeplerini bilmeden kendisine yalnız bir vakanın iskeleti anlatılan aldatılmış hâkimlere, daha doğrusu böyle bir muhakemenin dinleyicilerine döner.
Tarihte sebep fikri başa geçmeli, zaman fikrinin ona tâbi olduğu bilinmelidir.
Tarih hocası, tâ başlangıçlara ve en derinlere götüren nedensellik zincirini bir an bile koparıp kendiliğinden hükümler vermemeli; tarihin olayları, bugünün olayları halinde ve vaktile onları zorunlu olarak yaratmış olan nedensellik zinciri içinde âdeta bizim tarafımızdan tekrar yaşanıyorlarmış gibi ele alınmalı; tarih kitaplarını dolduran bir sürü lüzumsuz teferruat ve pek çok isimler silinip atılmalıdır.
...
Filhakika iyi bir hâkim, tarih bilen değil, tarih kültürüne sahip olan insandır.
...
Yabancı dil dersleri bugünkü programlarla öğretilemiyor. Bunun için orta kısımla lise arasına eklenecek bir senelik yabancı dil sınıfı acaba bu gayeye götüremez mi?
Liselerde okutulmakta olan derslerde yapılması lazım olan bu değişikliklerden sonra yeni bir takım derslerin okutulmasını da lüzumlu bulmaktayız.
Bunlar sanat tarihi ve müzik, ahlâk, ekonomi, sağlık dersleridir.
...
Şehveti, daha damarlarda hükmünü yapamadan aşk haline koyacak olan müzik kültürünü orta ve lise sınıflarında bol bol gençlere vermeyi ihmal etmiyelim.
Her talebe hiç olmazsa bir müzik âleti çalmayı öğrenmelidir. Ve bu dersin, derslerin üstünde değere sahip olduğu fikir ve inancı gençlere aşılanmalı, anlatılmalıdır.
Ahlâk, son sınıf felsefe dersleri arasında okutuluyor. Fakat yalnız son sınıfta birkaç derslik ahlâk öğretimi, işi ciddiye almak değildir.
Her zamanki gibi zamanımızda da bir ahlâk buhranı vardır ve ahlâk insanın her an yaşadığı bir gerçekliktir.
...
Ekonomi dersi de liselerde okutulmalıdır.
Yarının dünyası mutlaka AHLAKA BAĞLI BİR EKONOMİ SİSTEMİ üzerine kurulacaktır.
Ve dünyamızda insanlık yolundaki her harekete düşman olan yahudi hâkimiyetini yok edebilmek için bu düşmana kendi silâhlariyle karşı koymak, yani ekonomi yönünden yürümek lâzımdır.
Yarın için ekmeğini alın teriyle kazanan, helâl lokma ağzına koyan bir insanlığın temellerini kurmalıyız.
...
Lise talebesi, yarım doktor denilecek kadar sağlık bilgisine sahip olmalıdır.
Ufak tefek hastalıklarında kendine iyi bakamıyan, her türlü hastalık halinde doktor gelinceye kadar hastalığı karşılayamıyan, çocuk sağlığı hakkında bilgisi olmıyan adam, her halde tam adam değildir.
Doktorların yüzünü görmekten biraz mahrum kalmak bazı kere büyük saadettir. Bütün sporlardan evvel sağlık dersi lâzımdır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 25 Tem 2016 11:18:38
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Nurettin Topçu'nun Türkiye’nin maarif dâvası kitabından alıntılar :
Liselerde din dersleri bölümü :

Ortaokullara din dersi konulması iki sene evvel epeyce dedikodu mevzuu olmuştu.
O zaman lehte ve aleyhte bir çok fikirler ileri sürüldü.
Hattâ Ilâhiyat Fakültesi Dekanı “Bunun sonu irticaa varabilir” demiş, böylelikle inkılâba sadakatini göstermek istemişti.
İşin tuhafı şu ki, lehte ve aleyhte söz söyleyenlerin hiçbirisi de, yapılacak DİN ÖĞRETİMİNİN MAHİYETİ üzerinde bir an bile zihin yormadı.
Okutulması bir tarafça zararlı ve tehlikeli olacak olan AKAİD bilgisi midir?
Mucizeler ve mitoloji mi?
Din tarihi mi?
İslâmiyet’e dair İçtimaî bilgiler mi?
Basitleştirilmiş felsefi görüşler mi?
İslâm ahlâkı mı?
Bu, hususu hiç tasrih etmeksizin alelıtlak “din dersi iyi midir, fena mıdır?” gibi acaip bir anket taslağı ile ortaya çıkmak hiç şüphesiz ki “hayat iyi midir, fena mıdır?” gibi bir soru kadar mânasızdı.
Hayat, elbette şuursuz için fena, şuurlu insan için iyidir.
Onu yumrukla karşılayan için kötü, kalple karşılayana iyidir.
Istırabı çekenler için acı, saadet sahipleri için tatlıdır.
Din dersi okutma da böyledir, ŞEKİLLERE GÖRE HÜKÜMLER ALIR.
...
Bu sebepten din öğretimini, insan ruhunun ulaşmak istediği bütün ideal sahalarında, hakikat, sanat ve ahlâk sahalarında yapmak zarureti vardır.
Dinî kültür muayyen mevzulara ve yalnız bir dersin sınırları içerisine hapsedilemez.
O takdirde köksüz ve hayattan mahrum, hakikat değerleriyle alâkasız bir kültür haline gelir.
Bu kültür kendisine saha ararken vehimlerle safsatalara bağlanır, hurafelerden medet umar, ruhsuz tegannilerle avunur, ahlâk diye beş on hareket kaidesini benimser.
Dinin bir nevi içinden çökmesi demek olan bu tehlikeden korunmak ve gerçek dinî hayat tesis etmek istersek, dinî kültüre felsefede temel aramak, onu sanatlarla işlemek, tarih içinde din hayatından örnekler çıkarmak lâzımdır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 26 Tem 2016 07:24:46
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Nurettin Topçu'nun Türkiye’nin maarif dâvası kitabından alıntılar :
Okullarımızda din ve ahlâk eğitimi bölümü :

Bugün okulu sadece bir atölye, bir laboratuvar haline getirmek isteyen gizli kuvvet, onun esaslı olan insan varlığını yok etmeye çalışmaktadır.
Şüphe yok ki, tekniğin zamanımızda büyük önemi vardır ve onu ilerletmeye çalışmak da vazifeleremiz arasındadır.
Ancak okuldan insanı kovarak sadece tekniği geliştirmek ve insanı tanıtacak olan ilimlerden de insanı çıkarmak, tekniği insanın üstüne yükselttikten sonra tekniğin ayakları altında ezmek insanın ve insanlığın yükselişi değildir.
Bu, insanın yıkılışıdır ve insanlığın yıkılışı bu felâketli adımdan doğacaktır.
...
İnsanlığın yüzyıllarca süren emek ve fedagatlerinin mahsulü olan bir büyük medeniyeti, temellerinden çatırdatan Amerikan kültür ve zihniyeti, Islâm ruh ve ahlâkının büyük ve ebedî eserlerine de musallat olmuştur.
Yarım ilim ve yarım ahlâk her felâketi getirebilir. Riyayı alkışlamak değil, hakkı aydınlatmak kutsal vazifemizdir.
...
Biz Amerikan pragmatizminin mutlak hakikati reddeden, “Hakikat, fayda fikrinden ayrılmayan doğru olan, faydalı olandır.” diyen iddiasını kabul etmiyoruz.
...
“Öğüt vermekle ahlâk sunulmaz” diyenler bilmiyorlar ki insanda hareketler meydana getiren, İNANILMIŞ SÖZLER ve telkinlerdir.
Zamanımızda telkinin insan ruhundaki feyizli rolü, ilim âleminde anlaşılmıştır.
...
Din dersi ilk okulda, dinî menkıbeler ve ahlâk aşısı halinde her sınıfta okutulmalıdır.
Orta okulda geniş ve tam, İslâm medeniyeti tarihi okutulmalı, temel akaid bilgisi verilmelidir.
Lise bölümünde Kur’an’dan parçalar izah edilmeli ve İslâm felsefesi okutulmalıdır.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 27 Tem 2016 08:03:58
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Nurettin Topçu'nun Türkiye’nin maarif dâvası kitabından alıntılar :
Üniversite bölümü :

Otuzyedi sene evvel eski Darülfünun’u lağvederek büyük vaitlerle açılan üniversite, gömüldüğü Darülfünun’a nazaran her bakımdan gerilemiş durumdadır.
...
Bu gerilik ilim, ahlâk ve hukuk alanlarında göze çarpmaktadır.
İlim alanında üniversite asrın ilim hayatına hiçbir eser, bir fikir, yeni bir görüş katamadığı gibi, yaptığı neşriyat çok kere en basit ve iptidaî bilgilerin dışına taşmamakta ve bunların yazarları bazan Türk dilini dosdoğru kullanma nasibinden de mahrum bulunmaktadır.
...
Ahlâkî bakımından üniversite bir millete meşale tutacak, gençliğe örnek olacak durumdan çok uzaklarda bulunuyor.
...
Hukukî alanda üniversitenin yaptığı haksız tasarruflar yüzleri geçmiş bulunuyor.
Hiçbir üstün otorite tarafından dışardan kontrol edilemiyen, muhtariyeti böylece derebeylik mânasında kullanan üniversite bugüne kadar ne bir heyet, ne devlet, ne de millet huzurunda mesuliyetlerinin hesabını vermiş değildir.
Devlet içinde devlet yaşatan bu korkunç teşekkül, tam mânası ile despotik bir iktidar ile istediği şahıslara kapılarını açmış, istemediklerini, müşterek menfaatlerin daima birlikte kımıldattığı ellerin işareti ile dışında bırakmıştır ve bunları tam bir fütursuzlukla yaparken en ufak bir korku, bir tereddüt, bir devlet ve millet huzurunda olmanın en ufak endişesini kendinde yaşatmamıştır.

Bu yazının tarihi Ocak 1968'dir.

Çevrimdışı turgutkuzan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
  • 4.439
  • 3.070
  • Öğrenci Velisi
# 28 Tem 2016 08:25:27
Allah (c.c.) rahmeti, selamı ve bereketi üzerinize olsun.

Nurettin Topçu'nun Türkiye’nin maarif dâvası kitabından alıntılar :
Üniversite olayları bölümü :

Memleket üniversiteleri birbirini takip ederek boykota girdi.
Boykot hükümete karşı değil, hükümet içinde hükümet olan üniversiteye karşıdır.
Bugüne kadar üniversite, muhtar olduğunu zaman zaman söyler dururdu.
Ders müfredatını, yönetmeliklerini, erkân ve vüzerasının nakil ve taltifini, ihsanlara boğulmasını kendi muhtariyeti ile yapardı.
Ona kimse karışamazdı.
Hoca beyler istedikleri zaman imtihan açarlar, isterlerse imtihanı ertelerler, canlarını sıkan öğrenciyi imtihandan çıkarırlar, müfredat dışında soru verirler, bir kelimeyle istediklerini yaparlardı.
Hele şiddetlerinin hududu yoktu, istikbal bekleyen gençler ise başarıya ulaşmak, köprüyü geçebilmek için onların bütün bu kirli heveslerine boyun eğerlerdi.
Hoca beyin arabasının kapısını açmaya hep birden koşar, bazı asistanlar hocalarının özel işlerine el uzatmakta birbirleriyle yarışırlardı.

Bu yazının tarihi Haziran 1968'dir.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK