........
Anadolu´nun ovalarını, bağ ve bahçelerini bodur meyve ağaçları doldurmaya başladı. Bir eliniz cebinizdeyken bile en üst daldan meyve yiyebiliyorsunuz. Bana kalırsa hiç adil değil.
Bu ağaçların daha verimli olduğu, ayrıca ürün kaybını asgari seviyede tuttuğu söyleniyor. Doğrudur. Fakat neye göre?
Zayiat olarak görülen miktar, esasında kurdun kuşun, börtü böceğin hakkıdır. Gerçi kimyasal tarım ilaçları nedeniyle börtü böcek tarla ve bahçelere yanaşamaz oldu. Sanki sebebini bilmiyormuş gibi, ?arılar neden yok oluyor´ diye tartışıyoruz bir de.
Ormanların en derin yerlerinde, insansız dağlık kesimlerde, birdenbire karşımıza bakımsız bir kiraz ağacı falan çıkar. İşte bu ağaç, bir kuşun filanca bahçeden alıp ormanda yediği meyvenin yere düşen çekirdeğinden büyümüştür. Hudayinabit.
Dağ köylerinde, yol kenarlarında ve bazı bahçelerde gördüğümüz büyük meyve ağaçları her daim iyidir. Alt dallar yaşlılar ve yolcular içindir. Orta kesimler çocuklar ve hane halkına gider. Elin veya merdivenin uzanamadığı dallar ise kuşlara kalır. Böylece herkes hakkını, nasibini almış olur.
Bodur meyve ağaçları bana, çevresine faydası olmayan ?üretken´ insanları hatırlatıyor. Meyve ağaçlarını bile çağın ruhuna uygun hale getirdik galiba.
AĞACIN GÖVDESİ, İNSANIN YÜZÜ
Çocukluğumun İstanbul şehrindeyiz. Kış gelince, babam beni yakın bahçelere götürürdü. Yaprakları dökülmüş, sadece kara gövdesi kalmış ağaçları sorardı bana. ? Bu ne ağacı? ? Dut. Bilirsem neşelenir, aferin der, dönüşte bir şeyler ısmarlardı. O vakitler bütün bunlara bir anlam veremezdim. Neden?
Artık anlamını biliyorum. Babam aslında ağaçları değil, insanları öğretiyordu bana. İşin hikmeti buydu. Ağaçlar üzerinden insanları tanıma sanatı?
Dalların meyve doluyken seni herkes tanır ve severdi. Yaprakların gölge verdiğinde yanına gelen, senden istifade eden çok olurdu. Kış ise zor günler, ağır şartlar demekti. İnsanlara verebileceğin yahut onların senden alacağı hiçbir şey yok. Dalın bile doğru düzgün yanmaz. Böyle zamanlarda da seni biliyor, seviyor ve yanına geliyorlar mı? Kim geliyorsa hakiki dostun işte oydu.
Bana otuz beş yıl sonra bu dizeyi yazdıran ve şimdi uzak bir hatıraya dönüşen eski bahçeler: ?Ağaçlar gövdesinden tanınır baba.´
MEYVE VEREN İLE VERMEYEN
On altı sene boyunca, penceremden hep aynı vaziyeti seyrettim. Baharla birlikte başlayıp yaz başında biten yorucu bir manzara.
Odamın karşısında iki ağaç var. Komşu gecekondunun bahçesinde. Biri erik, diğeri kavak ağacı.
Erik ağacını daha çiçekteyken rahatsız etmeye başlıyorlar. Meyveler ufaktan kendini gösterir göstermez, dallar çocukların istilasına uğruyor. Ağacın dalları kırılıyor, yeşil yaprakları yerleri dolduruyor. Son meyveye kadar sürüyor bu durum. Kimi aşağıdan taş atıyor, kimi sopayla vuruyor. Nihayet kırılmış dalları ve örselenmiş haliyle baş başa kalıyor. Bu sene de iyi hırpalandı. İnsanlar alacağını aldı ve gitti.
Erik ağacı asla yılmıyor. Küsmüyor. Geri kalan günlerde dinleniyor, yaralarını sarıyor ve bahar gelince hiçbir şey olmamış gibi tekrar çiçeğe duruyor. Başına ne tür sıkıntıların geleceğini bildiği halde...
Kavak ağacı mı? İnce uzun bir şey. Neredeyse gölgesi bile yok. Ona kimse dokunmuyor, zarar vermiyor. Dalına yuva yapmış bir çift kargayla birlikte yaşayıp gidiyorlar.
Bu maalesef böyledir: Esersiz ve emeksiz ilerleyenlere, sadece kendisine faydası olanlara kimse dokunmaz. Onların muarızları yoktur. Ortaya bir eser çıkarmış, kayda değer bir başarı göstermiş, bazı iyilik ve güzelliklere vesile olmuşsanız, birileri çıkar ve size zarar vermek, ciddiyetinizi kundaklamak için her yolu dener, hasımlık ederler. Dünya tam olarak böyle bir yerdir. Hoş geldiniz.
İbrahim Tenekeci