Atasözleri Ve Deyimlerin Menşei

Çevrimdışı iso_cann

  • Uzman Üye
  • *****
  • 468
  • 762
  • 468
  • 762
# 11 Nis 2010 21:27:51
 Balık kavağa çıkınca

Eski İstanbul şimdiye göre tam anlamıyla balık ve balıkçı şehiriymiş.
Tutulan balıkların satılması Yemiş iskelesi ve Balık pazarından başlayan ve bu merkezlerin etrafında mahalle mahalle büyüyen pazarlarda yapılırmış.
 Balığın çok fazla çıktığı günlerde ise,
Tophane’den Rumeli Kavağına ve Üsküdar’dan Anadolu Kavağına kadar her yere çeşitli vasıtalarla götürülüp satılırmış.
Fiyat kırmak isteyen yada çok düşük fiyata almak isteyen müşterilerinede balıkçılar,
-Oooo! O fiyatı ancak balığı kavağa çıkardığımızda satarız biz.derlermiş.
 

Çevrimdışı iso_cann

  • Uzman Üye
  • *****
  • 468
  • 762
  • 468
  • 762
# 11 Nis 2010 21:28:34
 Yolunacak Kaz

Osmanlı hükümdarları içinde tebdil-i kıyafet eyleyip halkın arasına çıkanlar II.Isman, IV. Murat, III.Osman, III.Selim ve II.Mahmut ile sınırlıdır.Bunlardan sonuncusu, bir yaz gününde yanına iki mabeyincisini alarak yollara dökülür. Sirkeci'ye gelip bir sandala binerek Beylerbeyi'ne geçeceklerdir. Şanslarına, ihtiyar bir kayıkçı düşer. Amma ne kayıkçı! Yılların tecrübesi ile artık neredeyse İstanbul Boğazı'nda görünen yolcuları hallerine, tavırlarına ve kılık kıyafetlerine bakarak köylerini söyleyecek kadar tanımaktadır. Bittabi bu seferki yolcularının da kimliklerini hemen anlar. Ancak asla ses çıkarmaz ve işini yapar.
Beşiktaş önlerine gelindiğinde padişah kayıkçıya,
-Baba,der.32 ile nasılsın?
İhtiyar hiç tereddüt etmeden cevaplar:
-32'i 30'a vuruyorum, 15 çıkıyor.
Biraz sükuttan sonra padişah, yeniden kayıkçıya laf atar:
-İşitiliyor ki son zamanlarda şehirde hırsızlar ziyadeleşmiş; senin evine de giren oldu mu?
-Bunan iki ay evvel biri girdi.Son günlerde birisi daha dadandı ya! Bakalım ne olacak?
Padişah sükut eder.Kayıkçı işine devamdadır. Ancak mabeyinciler konuşulanlardan bir mana çıkarmak için kıvranıp durmaktadır. Bu durum, padişahın gözünden kaçmaz ve kayık, Beylerbeyi iskelesine yanaşmak üzereyken kayıkçıya sorar:
-Babalık, sana iki besili kaz göndersem, yolabilir misin?
-Hay hay efendi, ruhları duymaz, cascavlak ederim.

Padişah sandala bir kese akçe atar ve karaya çıkarlar. Gel gelelim mabeyinciler meraktadır. Nihayet ertesi gün, hünkar ile kayıkçı arasında geçen konuşmayı anlamak üzere doğruca Sirkeci sahiline. Öyle ya bir vesile ile padişah hazretleri bu konuyu açar da sözlerin manasını kendilerine soruverirse!
İhtiyarı, kayıkçılar kahvesinde bulurlar. Bir kenara çağırıp hususi görüşmek istediklerini söylerler. Dışarı çıkıp kayıkla biraz uzaklaşırlar. Adamlar hemen sadede gelerek:
-Baba dün Beylerbeyi'ne üç yolcu götürdün.
-Beli.
-Onlardan ikisi biz idik; seninle konuşan da hünkarımız hazretleriydi.
-Bir hatamız mı oldu ağalar?
-Hayır da biz konuştuklarınızı merak etmekteyiz.
-Canım mahrem şeyleri mi söyleteceksiniz bana?
-Haşa! Ancak...
İhtiyar nazlanırken ağalardan biri bir kese altın çıkarıp avucuna sıkıştırır. O zaman ihtiyar, kayığı yönünü Sirkeci'ye doğru çevirip anlatmaya başlar:
-Sultanımız buyurdular ki 32 ile nicesin? Yani geçimin nasıldır,demek istedi. Ben de ağzımda 32 dişim var; onu bir aya göre ayarlıyorum. Ay otuz, ben ise 15 gün ancak iş bulabiliyorum, dedim.
-Eeee?
İhtiyar yine nazlanır. Bu sefer diğer mabeyinci keseye kıyar. İhtiyar devam eder:
-Sultanımız son aylarda hırsızlar çoğaldı, sana da gelen oldu mu dedi. Yani "kaşık hırsızlarını" kastederek 'Son günlerde evlenmeler arttı. Senin çocuklarından da evlenen oldu mu' demek istedi. Ben de "Evet evime bir hırsız girdi, yani oğlumun biri evlendi; diğeri için de hazırlıklar var, bakalım, Allah Kerim dedim. Hünkarın hırsızdan kastı, kaşık hırsızı, yani gelin idi.
Mabeyinciler "Meğer ne kadar basitmiş!"manasında birbirlerine bakarken kayıkçı sandalı iskeleye yanaştırır.
- Ya üçüncü sual ne idi?
İhtiyar yavaşça sandaldan çıkıp misafirlerini etekleyerek şu cevabı verir:
-Aman efendim kerem buyurunuz. Padişah efendimiz buyurdular ki iki besili kaz... Allah ömrünüzü arttırsın, işte sizleri gönderdi.

O günden sonra bu hadise, halk arasında şüyu bulur ve kolay para kaptıranlar için "yolunacak kaz" deyimi dilimize yerleşir
 

Çevrimdışı iso_cann

  • Uzman Üye
  • *****
  • 468
  • 762
  • 468
  • 762
# 11 Nis 2010 21:29:11

Bu işin altında bir Çapanoğlu var

Çapanoğlu Ahmet Paşa ,Yozgat şehrinin kurucularındandır. 1764 Sivas valisi iken görevden alınır, bir süre sonrada öldürülür.Yerine büyükoğlu Mustafa bey daha sonra Süleyman bey geçer.
Süleyman bey Yozgatı imar ettikten sonra,Ankara,Amasya,Elazığ,Maraş,Niğde ve Tarsus gibi illeri idare etmeye başlar.
Çapanoğullarının bu ünü her yana yayılır.Yalnız halk arasında değil ,devlet adamları arasındada ‘’Çapanoğlu’’ ismi ünlü olur.
Rivayete göre ,devlet adamlarından biri,halktan bazı insanların aleyhine verilecek
kararı sonuçlandırmak için soruşturma yaparken ,Çapanoğullarından birinin adıda bu olaya karışır.
Çapanoğullarının nüfuzundan çekinen diğer bir memur,
‘’bu işi fazla kurcalamayalım bence,altından bir Çapanoğlu çıkar’’ der.
Soruşturma aynen kapatılır
 

Çevrimdışı iso_cann

  • Uzman Üye
  • *****
  • 468
  • 762
  • 468
  • 762
# 11 Nis 2010 21:29:50
 İki dirhem bir çekirdek

Keçiboynuzunun ,Yunanca adı "keration" ,İngilizcede "carob", Arapçada "kırrıt"tır. Keçiboynuzunun tohumu yıllarca elmas ölçmek için kullanılmış. Elmaslar,keçiboynuzu tohumları ile tartılıp satılırmış.
Bu nedenle keçiboynuzu ,kırat veya karat dediğimiz ölçü birimine isim babalığı yapmış. Prof Dr.Aydın Akkaya açıklamasına göre; Keçiboynuzu çekirdeği doğada ağırlığı değişemeyen bir tohumdur.

 Tohumlu bitkilerden yalnız keçiboynuzu uzun süre suda bekletildikten sonra filiz verebilir.Bu ,hem çok kuruduğu ve meyvasından çıktıktan sonra son ve sabit ağırlığını aldığı için hemde içine su alması ihtimalinin  çok az ve çok uzun süreye bağlı olduğu içindir. Bu sebeple Araplar,Selçuklular,Osmanlılar dönemlerinde ağırlık ölçüsü olarak kullanılmıştır. Dört tanesi bir dirhem eder. Dirhem 3 gr. ağırlığa eş kabul edilir. Satıcı , iki dirhemlik bir şey satarken (sekiz çekirdek) deyip,buda benim ikramım olsun derse,müşterinin saygın ve itibarlı olduğunu gösterirmiş.

Çok şık ve gösterişli giyinen kişilere ‘’iki dirhem bir çekirdek ‘’ denmesinin kökü buymuş
 

Çevrimdışı iso_cann

  • Uzman Üye
  • *****
  • 468
  • 762
  • 468
  • 762
# 11 Nis 2010 21:30:34
 Pabucu Dama Atılmak

 Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı . Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu
 

Çevrimdışı iso_cann

  • Uzman Üye
  • *****
  • 468
  • 762
  • 468
  • 762
# 11 Nis 2010 21:31:26
Ağzına Tükürmek

 Bebek yahut küçük çocukların, manevi itibarına ve ermişliğine inanılan kişilere götürülerek ağzına tükürttürülmesi ve ardından da ileride o kişi gibi ulu bir zat olması için dua istenmesi yakın zamanlara kadar geçerli olan Anadolu adetlerinde biriydi. Eski tekkelerin eşikleri bu sebeple çok aşınmış olsa gerektir.

Bütün bunlardan anlaşılan o ki argodaki ağzına tükürmek deyiminde bir üstünlük mücadelesi vardır. Birisinin ağzına tükürdüğünü veya tükürmek istediğini “ağzına tükürdüğüm” veya “ağzına tüküreyim” gibi basma kalıp deyimlerle ifade eden kişi, söz konusu meselede ağzına tükürülenden daha usta olduğunu veya olabileceğini ima etmeye çalışmakta, “bu konu da ben onun ağzına tükürürüm!” diyerek de bir nevi tehdit savurmaktadır.

Ağza tükürmenin yalnızca hasta okumağa özgü bir gelenek olmadığını şu hikayeden anlamak mümkündür:

Vaktiyle, saçma sapan şiirler yazan bir şair, Molla Camii’nin meclisinde,

-Üstat, demiş, dün gece rüyamda şiirler yazıyordum ki Hızır aleyhisselamı gördüm. Mubarek ağzını tükürüğünden bir parça benim ağzıma tühledi.

 Molla cami adamın şiirlerinde keramet sezilmesi için böyle söylediğini ve güya Hızır’ın feyiz verici nefesine mazhar olduğuna dair yalancı şöhret peşinde koştuğunu anlayıp cevabı yapıştırmış:

- Be ahmak, öyle değil. Bence Hızır aleyhisselam bu şiirleri senin yazdığını görünce yüzüne tükürmek istemiş, ama o sırada ağzın açık olduğundan, tükürük suratına geleceği yerde ağzına girmiş!
 

Çevrimdışı iso_cann

  • Uzman Üye
  • *****
  • 468
  • 762
  • 468
  • 762
# 11 Nis 2010 21:32:12
edilen kasabalardan birinde, uzun yıllar bu meslekte çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkan açmayı arzu eder olmuş. Ne yazık ki her defasında ustası ona:

- Sen, demiş, daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor.

 Ustanın bu sonu gelmez nasihatlerinden sıkılan kalfa, artık dayanamaz ve gidip bir dükkan açar. Açar açmasına da yeni dükkanında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar, sürahiler onca titizliğe ve emeğe rağmen orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlar. Kalfa bir türlü bu çatlamaların önüne geçemez. Nihayet ustasına gider ve durumu anlatır. Usta,

- Sana demedim mi evladım; sen bu işin püf noktasını henüz öğrenmedin. Bu sanatın bir püf noktası vardır.

Usta bunun üzerine tezgaha bir miktar çamur koyar ve,

- Haydi, der, geç bakalım tezgahın başına da bir testi çıkar. Ben de sana püf noktasını göstereyim.

Eski çırak ayağıyla merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta önünde dönen çanağa arada sırada "püf!" diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatıp giderir. Böylece çırak da bu sanatın püf denilen noktasını öğrenmiş olur.

 Her sanatın incelik gereken nazik kısmına da o günden sonra püf noktası denilmeye başlanır.
 

Çevrimdışı iso_cann

  • Uzman Üye
  • *****
  • 468
  • 762
  • 468
  • 762
# 11 Nis 2010 21:33:05
Dokuz doğurmak

 Vakti zamanında ,Çengeloğlu Tahir Paşa ,o dönem için asayişi bozuk olan İzmir de geceleri belirli saatler arasında sokağa çıkma yasağı uygulamış.
Bir gece o saatlerde yasağa uymayan yada sokakta olan insanları Zaptiyeler toplayıp
Karakol avlusuna getirmişler,bu sorguyuda bizzat Tahir paşa yapmış,
Sırayla her birine teker teker çok ağır sorular sormuş.
Paşa baştan dokuzuncu sıradakine gelince tekrar sormuş.
‘’Yahu sen? Tellakları duymadınmı?Ne diye sokaktasın bu vakitte?
Adam bir telaşlı bir terli;
 ‘’Paşa hazretleri ,karım doğuruyordu.Valla ebe aramaya çıktım.Bir iki adım sonra zaptiyeler tuttu beni.Zavallı karım ne haldedir bilmiyorum ‘’ demiş.
Tahir Paşa bir hata edildiğini anladıysada sakallarını sıvazlayıp,
‘’Seni bu kez affediyorum.Amma, o karın olacak Hatuna söyle ,bir daha öyle olur olmaz saatlerde doğurmaya kalkmasın ‘’demiş.
Adam kan ter koşa koşa eve gelip,komşu kadınların arasından karısının yattğı yatağa gelmiş.
Adam;’’Nasılsın?Nemiz oldu ‘’ demiş.
Karısıda ‘’ Sen ne biçim adamsın Ebe bulamaya diye gititin? Kim bilir nerelerde eğlendin?
Sen benim nasıl doğurduğumu biliyormusun ? demiş.

Adam ise hararetle,
‘’Ah bre hatun sen neler diyosun??
Sen bir kere doğurdun.
Ben sıradaki sekiz kişiden sorgu nöbeti bana gelinceye kadar dokuz doğurdum.’’ demiş.
 

 

Çevrimdışı iso_cann

  • Uzman Üye
  • *****
  • 468
  • 762
  • 468
  • 762
# 11 Nis 2010 21:33:43
Denize düşen yılana sarılır

 Dönem II.Mahmut dönemi ve Kavalalı Mehmet Paşa Mısır Valisi dir. Kendine aşırı güvenen Kavalalı Mehmet Paşa nın amacı önce Suriye ,ardında Osmanlı yı ele geçirmektir. Oğlu İbrahim Paşa ,Suriyeyi ele geçirmiş Osmanlının yolladığı gücüde yenmişti. İstanbula doğru yola çıkmıştı. II. Mahmut ,ordunun o an için bunlarla başedebilecek vaziyette olmadığından Ruslarda yardım isteme taraftarıdır. Rus çarı Nikoladan yardım ister. Bir Osmanlı sultanın Ruslardan yardım istemesi yadırganır. Bir takım vezirler ‘’bu nasıl işdür?’’ diye mırıldanınca, Sultan Mahmut Ne yapalım? Düştük denize sarılırız yılana der.
 

Çevrimdışı iso_cann

  • Uzman Üye
  • *****
  • 468
  • 762
  • 468
  • 762
# 11 Nis 2010 21:34:32
 Derdini anlat Marko Paşa'ya

 Marko Paşa ,Sultan Abdülaziz döneminde yaşayan Run hekimidir. Üstad bir hekim olan Paşa çokça hastayı tedavi eder ve sağlığına kavuşturur. Halk arasında da çok ünlüdür,her gün belki yüzlerce insan kapısını çalar,hastalıklarına çare arar. Bunca insanın bırakın derdine çare olmayı ,dinlemek bile imkansız bir hal alır. Bu duruma kendince bir çözüm bulur. Kapısına gelen hastalarını dikkatle dinler,
Onlara şöyle der;

‘’Anladım ,anladım ama ne??’’

Biçare hastada bu anlamsız soru karşısında ,herhalde iyi anlatamadım diye düşünür ve tekrar anlatır.
Ama yine Marko Paşa ; ‘’Anladım ama ne??’’der.

Bu böyle olunca ,hastalar çareyi oradan uzaklaşmakta bulurlar.  Zamanla Marko Paşanın ünü unutulur gider.
 

Çevrimdışı iso_cann

  • Uzman Üye
  • *****
  • 468
  • 762
  • 468
  • 762
# 11 Nis 2010 21:35:18

Dolap çevirmek

 Eskiden Paşa,vezir,sadrazam,komutan gibi ileri gelen veya mal varlığı iyi olan kişilerin Konakları olurdu.Bu büyük evler kadınların kısmına haremlik ,erkeklerin kısmına selamlık adı altında iki kısım bulunur. Kadınlar kısmı ile erkek kısmı arasındaki duvarda tam bir ekseni etrafında dönen,silindir Biçiminde kapaksız bir dolap yerleştirilirdi. Yarısı açık ,yarısı kaplalı bu dolabın içinde sıra sıra geniş ,dar raflar bulunurdu. Kadınlar kısmında pişen yemekler,içecekler diğer ikramlar bu dolap ile erkekler kısmına servis edilirdi.
Kadınlar ikram edilecekleir dolabın kapalı kısmına yerleştirip ,erkekler kısmıan çevirir, Tabaklar ,fincanlar boşalınca erkekler tarafından kadınlar kısmına çevrilirdi. Böylece kadın erkek biribirini görmeden servis yapılmış olurdu.

 İşte bu servis dolaplarının zaman zaman gönül işlerinde kullanıldığı da olurmuş. Örneğin delikanlının biri sevdalısına kimsenin haberi olmadan çaktırmadan mektup,çiçek vesaire. verecek olursa bu dolaptan yararlanırmış. Delikanlıya mendilmi gelecek yine bu dolap hizmet verirmiş.
 

 

Çevrimdışı iso_cann

  • Uzman Üye
  • *****
  • 468
  • 762
  • 468
  • 762
# 11 Nis 2010 21:36:02

İpten Almak
 

Halk arasında 'ipten adam almak' diye bir söz vardır; avukatlar için kullanılır. 'Çok başarılı bir avukat ipten adam alır' gibisinden. Yargıtay başkanı Osman Arslan'ın ağzından bu sözün nereden geldiğinin hikayesi :

Bir tarihte varlıklı bir İngiliz, ağır bir suç işlemiş. O suçun cezası 'idam'. Adam hemen ülkenin en ünlü avukatını tutmuş.

Avukat demiş ki: - Merak etme... Ben seni kurtarırım., Mahkeme başlamış. Avukat savunmasını yapmış. Ve hakim kararını
açıklamış. -İdam!..

Avukat , hapishaneye gitmiş, müvekkiliyle konuşmuş:
-Merak etme, seni kurtarırım.
-Nasıl?
-Bu işin temyizi var... Temyiz, idamı bozacak.
Dava dosyası temyize gitmiş. Temyiz mahkemesinin kararı:
-Mahkeme kararının onanmasına... İdam!

Adam 'hani beni kurtaracaktın' diye avukatına çıkışmış. Avukat hala sakin:
-Merak etme. Seni kurtarırım. Daha her şey bitmedi. Konu, Avam Kamarasına gelecek.
Gerçekten, Avam Kamarası'na gelmiş. Konuşulmuş. Sonunda, parmaklar kalkmış:
-İdam!...

Adam sinirli mi sinirli. Avukat da sakin mi sakin:
-Merak etme. Seni kurtarırım. Lordlar Kamarası, idamı geri çevirir.
Endişen olmasın. Lordlar Kamarası toplanmış. Olayı incelemiş. Kararını vermiş:
-İdam!...
Adam elinden gelse avukatı bir kaşık suda boğacak. Ama avukat hiç oralı değil:
-Merak etme. Seni kurtarırım. Kraliçe onay vermeden, hiçbir idam cezası infaz edilmez. Kraliçe bu kararı bozar.
Dosya kraliçe'nin önüne gelmiş. Kraliçe imzayı basmış:
-İdam!...

Londra'da bir meydanda idam sehpası kurulmuş. Hakim, savcı, avukat, güvenlik görevlileri, halk orada. Adamı idam sehpasına çıkarmışlar. Adamın
avukata dönük bakışlarından alev fışkırıyormuş. Avukat ise adama 'sus' işareti yapmaktaymış; 'Merak etme, seni kurtarırım.' gibisinden.

Ve cellat, yağlı ilmeği, adamın boynuna geçirmiş. Alttaki iskemleye de tekmeyi vurmuş. Adam, ipte sallanmaya başlarken avukat yerinden fırlamış,
cebinden bıçağı çıkarmış ve adamın boğazındaki ipi kesivermiş. Adam zar zor nefes alır bir halde yere yuvarlanmış.

Hemen hakimler, savcılar koşup gelmişler:
-Avukat... Sen naptın?
Avukat, cebinden İngiliz Ceza Yasasını çıkarmış:
- Yasada , müvekkilimin işlediği suçun cezası idam... Siz de onu idam ettiniz... Ama yasada 'idam edilerek öldürülür' diye bir hüküm yok...
Bu durumda ceza infaz edilmiş sayılır.

Bunun üzerine İngiltere'de bir hukuk tartışması başlamış. Kraliçe, avukatın bu becerisinden dolayı adamı affetmiş.

Ve İngiliz Ceza Yasası'nın idamla ilgili maddesi yeniden düzenlenmiş.

- 'İdama mahkum edilen kişi, asılmak suretiyle öldürülür.'olarak değiştirilmiş.
 

Çevrimdışı iso_cann

  • Uzman Üye
  • *****
  • 468
  • 762
  • 468
  • 762
# 11 Nis 2010 21:36:43

Hariçten Gazel Okumak Memnudur
 
 Radyonun icadından evvel, musiki dinlemek ihtiyacı duyanlar, sazlı eğlence yerlerine giderlerdi.

 Şehrin muhtelif semtlerinde her kaliteden, avam ve kibara mahsus, içkili, içkisiz muhtelif salonlar, gazinolar, balozlar ve meyhaneler vardı.

Fakat en çok içkili yerlerde, fasıl aralarında yapılan taksimler sırasında, kafaları dumanlı müşterilerden sesi güzel olanlar ve kendine güvenenler, aşka gelip oturdukları masadan gazel okumaya başlarlardı.

Bunlar arasında bazen, sahnedeki sanatkarları bile gölgede bırakan istidatlar çıkar ve alkış toplardı. Lakin ne de olsa bu müdahale, çok defa ahengi bozar, oranın programını karıştırır ve neşe kaçırırdı. Bunu önlemek için saz heyetinin bulunduğu Şanonun arkasındaki duvara, eski harflerle, kocaman yazılmış bir ihtar levhası asılı dururdu:

"Hariçten Gazel Okumak Memnudur." (memnu:yasak)

Üstüne elzem olmayan işe burnunu sokan insanlara söylenen bu ihtar sözü o devirlerin yadigarıdır.
 

 

Çevrimdışı iso_cann

  • Uzman Üye
  • *****
  • 468
  • 762
  • 468
  • 762
# 11 Nis 2010 21:37:28

İŞ İNADA BİNDİ

 Adamın biri hayatında hiç namaz kılmamış .Bunu bilen bir arkadaşıda "Yahu şu mübarek Ramazan bari bir-iki rekat namaz kıl." demiş.O da "Tamam tamam kılarız iki rekat."deyip akşam teravih namazına gitmiş. Teravih başlamış.Bir-iki-dört derken namaz devam ediyor.Bir camdan kafasını uzatıp cami önünde bekleyen oğluna, "Evlat sen eve git ,bu iş inada bindi."demiş
 

Çevrimdışı iso_cann

  • Uzman Üye
  • *****
  • 468
  • 762
  • 468
  • 762
# 11 Nis 2010 21:37:58
 Sabır Çanağı Taştı
 

İyi kalpli bir zenginin genç yaşta vefatı üzerine üzüntüden kısa zamanda hanımı da ruhunu teslim etmiş. Tek varis durumundaki kız çocuklarına amcasını vasi tayin etmişler. Kızın amcası zalim çıkmış ve kızın mallarına el koyduktan gayrı bir de kendini hizmetçi gibi kullanmaya başlamış. Yenge bir yandan, yeğenler bir yandan zavallı kızı hem itip kakıyorlar, hem de kendilerine hizmet ettiriyorlarmış. Zamanla çocukcağızı dövmeye de başlamışlar. Bütün ev halkının ayrı ayrı eziyet ve takazalarına, hakaret ve tokatlarına maruz kalan yavrucak her gece yatağına göz yaşları içinde girer olmuş. Öyle sindirmişler ki derdini kimseciklere açamıyormuş.
Yavrucak bir gece yine yastığı göz yaşlarıyla ıslanarak uyuya kalmış. O gece rüyasında Eyyüb peygamberi görmüş ve derdini olduğu gibi anlatmış. Sonunda Hz. Eyyüb onun sırtını sıvazlayıp kendisine sabır tavsiye etmiş ve yeşil bir çanak vererek:
- Evladım, demiş. Bu çanağı gizli bir yerde sakla. Her gün bildiğin duaları oku ve içinden daima "Ya Sabir" ismini vird edin. Ağlayacağın zaman göz yaşlarını bu çanakta biriktir. Çanak dolup taştığı gün inşallah senin de çilen bitecek!
Kızcağız heyecan içinde uyanmış. Bir de ne görsün; yeşil çanak başucunda duruyor. Çanağı saklayıp rüyasından kimseciklere bahsetmemiş.
Zaman su gibi akar derler; kızcağız ne zaman odasına çekilip ağlasa göz yaşlarını bu çanağa döker olmuş. Hayatı gittikçe çekilmez oluyor; ama çanak da bir yandan doluyormuş. Sıcak yemek yüzüne hasret, gittikçe eriyerek ergenlik çağına yaklaşmış. Bir gece öyle çok ağlamış ki çanak ha taştı ha taşacak. O sırada Eyyüb aleyhisselamın sözlerini düşünüp ne olacağını merak ediyormuş. Sabaha karşı amcası kendisini çağırmış ve bütün ev halkıyla birlikte denizaşırı bir seyahate gideceklerini söyleyip tehditkar ve azarlar bir eda ile kulağını çekerek eve göz kulak olmasını, aksi halde canını alacağını söylemiş. Kız acı içerisinde kıvranırken içinden "İnşallah senin de bir canını alan bulunur!" diye geçirmiş.
Mazlumun ahı yerde kalmazmış; o yolculukta ev halkının bindiği gemi batmış ve hepsi boğularak ölmüşler. Sabırlı kızcağız anasından babasından kalan mirasa sahip olduktan başka amcasının da tek varisi olarak her şeyin sahibi olmuş.

Dilimizdeki "sabrımız taşıyor, sabrı taştı, sabrımı taşırma vb." deyimlerin menşei budur. Tahammül sınırlarının zorlandığı anlarda ağzımızdan dökülen bu sözün eskiden ciddi bir yaptırımı varmış ve uluorta değil, nadiren söylenir; ama söylenince de ardında durulurmuş vesselam!
 

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK