Görev Yaptığınız Yörenin Halk Ozanları Ve Şiirleri

Çevrimdışı pelin

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 93
  • 281
  • 93
  • 281
# 16 Mar 2007 00:52:36
Ali ERCAN

Ali Ercan, 1931 yılında Niğde'ye bağlı eski adı Ferbenk yeni adı İçmeli köyünde doğdu. Altı yaşında annesi Fatma'yı, yedi yaşında babası Ahmet'i kaybetti. Sekiz yaşından itibaren çalıp söylemeye başladı. Zamanla çevresindeki saz  ve halk şairlerinden  öğrendikleriyle  beste  yapmaya, bağlamasını daha iyi çalmaya başlıyor.

   Onsekiz yaşında İstanbul Radyosunun açtığı sınavı kazanır ve burada çalışmaya başlar. Bir süre sonra ücretinin azlığı nedeniyle bu görevinden ayrılır ve serbest olarak çalışmaya başlar. Asker ocağında yurdun farklı yerlerinden gelen, bağlama çalan ve türkü söyleyen insanlarla tanışma imkanı bulur. Dolayısıyla askerde iken ufkunu genişletir ve bilgisini oldukça artırır.

   1951 yılında evlenir ve daha sonra Mustafa, Ahmet adında iki erkek ve Feza adında bir kızı olur.

   1962 yılında "Karakaş Gözlerin Elmas" türküsü ile tüm yurtta tanındı. 1964 yılında ilk plağı olan "Adana'ya bir kız geldi gördün mü" yü çıkardı. 1965 yılında hazırlamış olduğu "Karakaş Gözlerin Elmas ve Niğde Türküleri" kitabı Niğde il basımevi tarafından basıldı. Aralarında "Karakaş Gözlerin Elmas" ve "Adaletin Bu Mu Dünya" nın da olduğu 300 kadar eseri mevcuttur.
 

Karakaş Gözlerin Elmas
  Bu Güzellik Sen De Kalmaz
  Pişman Olun Kimseler Almaz
  Annene Bak Gör Halini

       Ercan Söyler Hakiki Sözü
       Geçti Bahar Getirdik Yazı
       Bir Gün Ölür O Zalimin Kızı
       Annene Bak Gör Halini

Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 16 Mar 2007 00:52:59
müdami
 
 "KÜÇÜKTEN YILGINIM SÖZDEN

Küçükten yılgınım sözden
Dile minnet mi çekerim
Kanlı yaş dökerim gözden
Sele minnet mi çekerim

Sevmem rakibi nadandır
Altun bilmeğe madendir
Rızkı veren Yaradan’dır
Kula minnet mi çekerim

Bir aşkın honın doyarım
Gizli sırları duyarım
Karadan ağdan giyerim
Ala minnet mi çekerim

Yaradanım benim gani
Elbet mahzun etmez beni
Kokladım badi reyhani
Güle minnet mi çekerim

Müdam kendi özü bilir
Hak yazdığı yazı bilir
Bizim nasip bizi bulur
Pula minnet mi çekerim


Müdami
 
Âşık Müdami-Aşık Kul Mustafa(M.Ş. 18)

Âşık Müdami:

Senin ile bir nazire oynayak
Amma söz içinden söz çıkartırım
Zahiri sıfatta dönüp dolaşma
Girer öz içinden öz çıkartırım

Âşık Kul Mustafa:

Mevlam emretmese yağmur yağar mı?
Lök dengin bulursa gider ağar mı?
Kamil kuldan ham bir kelam doğar mı?
Kamil sözlerine naz çıkartırım.

Âşık Müdami:

Hangi daldan uçtun hangi dala konarsın
Akşam olur hangi dalda dönersin
Yaklaşma üstüme sonra yanarsın
Ateş püskürürüm köz çıkartırım

Âşık Kul Mustafa:

Hiç düştün mü sen bu aşkın bendine
Akıl almaz ilimine fendine
Seni alırsam kol kemendine
Vurur yerden yere toz çıkartırım

Âşık Müdami:

Baba Müdamiyim cahil zannetme
Haddine kadim ol ileri gitme
Emen tıfıl âşık acele etme
Bu işin sonunu düz çıkartırım

Âşık Kul Mustafa:

Söyler Kul Mustafa geçmiş amcandan
Ondan sonra bin ders aldım cerenden
Doksandokuz âşık kovdum meydandan
Bir de sen gelirsen yüz çıkartırım
 
 

Çevrimdışı habitat

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.007
  • 1.986
  • 2.007
  • 1.986
# 16 Mar 2007 00:53:09
BAYBURTLU ZİHNİ                          

Vardım ki yurdumdan ayak götürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı  



    

Zihni dert elinden her zaman ağlar
Sordum ki bağ ağlar bağban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı


   Bayburtlu Zihni'nin doğum yılı kesin olarak bilinmiyor ama şiirlerinde kendinden söz ederken verdiği bilgilerden çıkarılan sonuca göre 1798-1799 yıllarında doğmuştur. Babasının adı Osman'dır.

Öğrenimini Erzurum ve Trabzon medreselerinde yapan 1816-17 yıllarında İstanbul'a gelerek Mustafa Reşit Paşa ile yakınlık kurar ve Divan-ı Hümayun kalemine girer. Bir süre İstanbul'da kaldıktan sonra yurduna dönen ozan, Türk-Rus savaşı ile, bu savaş sonunda yurdunun Rus işgali altına girmesinin (1828) bütün acılarını yaşar. İşgalden sonra Bayburt'tan ayrılır, işgal kaldırılınca yurduna döner.

Bir süre sonra Hacc'a, oradan da Mısır'a giden ozan 1840 yılına doğru İstanbul'a gelirse de burada pek kalmaz, çeşitli görevler alarak dolaşır: Donanma ile Akka'ya gider; Hopa, Karaağaç, Ünye, Erzurum, Erzincan v.b.yerlerde dolaşır.

Zihni, her gittiği yerde taşlanacak birini buluyordu: Kaymakam, kadı, ağa v.b... Bu yüzden de yerden yere vuruluyordu.

Elli beş yaşını geçtikten sonra Trabzon'a geldi ve burada hastalandı. Bu sırada yurt hasretiyle yanan Zihni, Bayburt'a doğru yola çıkar,Trabzon yakınlarında Holasan köyünde ölür (1859).

Divanı ile, başından geçen olayları anlatan Sergüzeşt-Name adlı eseri bulunan Zihni, daha çok divan şairi olmak kaygısı güderdi. Ama adını yine sayılan az olan, hece ile söylemiş koşmaları ile destanları yaşatmaktadır. Divanında divan şiirinin bütün şekilleri ile yazılmış şiirler vardır. Usta bir taşlamacı (hicivci) olan ozan, bu tür eserlerinde yer yer açık saçık ve kaba küfürlere de baş vurur.


Koşma

Vardım ki yurdumdan ayak götürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı

Kangı dağda bulsam ben o merali
Kangı yerde görsem çeşm-i gazal
Avcılardan kaçmış ceylan misali
Göçmüş dağdan dağa yoktur durağı

Laleyi sümbülü gülü har almış
Zevk u şavk ehlini ah ü zar almış
Süleyman tahtını sanki mar almış
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı

Zihni dert elinden her zaman ağlar
Sordum ki bağ ağlar bağban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı

Çevrimdışı habitat

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.007
  • 1.986
  • 2.007
  • 1.986
# 16 Mar 2007 00:55:50
Davut Sulari
 
  Vardım Kırklar Kapısına
   Baktım Cennet Yapısına
   Tapmışam Hak Kapısına
   Allah Ey Vallah Ey Vallah...   

   Davut SULARİ 17 yaşında mana aleminde bade içen güçlü bir aşık. 45 yılı aşkın bir zaman aşıklık geleneğini sazıyla sözüyle başarıyla yürütmüş, adını yurt içinde ve yurt dışında duyurmuş bir aşık. Erzincan'ın Çayırlı ilçesinde 1926 yılında doğdu. Büyükannesinin çocuğu olmadığı için babası Veli çocuğunu nenesine vermiştir. Nüfus kaydı Rindi Hanım'ın üzerine yapılmıştır. Dedesi Kaltık Mehmet Ağa tasavvuf şairiydi. Dedesi genç Davut'a saz çalma şiir söyleme ve türkü yakma zevkini aşıladı.

   Aşıklık geleneğinin halk şiirinin her türünde başarılı örnekler vermiştir. Davut Sulari'nin yaktığı türküler bugün dahi usta halk türküsü sanatçıları tarafından TV de ve kasetlerde okunmaktadır. Ankara ve İstanbul radyolarında 4 yıl usta bölge sanatçısı olarak çalıştı. Davut Sulari 1955 yılından itibaren Konya'ya gelir özel şiirli türkülü programlar sunardı.

   Aşıklar bayramının Konya'da yapılmasında emeği geçmiştir. Usta aşık türkü atışma güzelleme dallarında büyük bir yetenek sahibiydi. Doğu Anadolu da asırlardan beri dilden dile anlatılan efsaneleri menkıbeleri şiirleştirir sazıyla etkili bir makam ve deyişle dost meclislerinde sunardı. Bütün ömrünü aşıklık geleneğine sadık kalarak sürdürdü. Sulari yi sazından sazını Sulari den hiçbir zaman ayrı düşünmek mümkün değildi. 17 Ocak 1985 tarihinde Davut Sulari bir aşıklar meclisinde Erzurum'da yanık yanık türkü yakarken bu dünyadan göçtü.
   

Eserlerinden bazıları:


Yeter

Şu havayı gönül payedarından
Yarana elveda edelim yeter
Yedi nar sunanlar yandı narından
Cehennemde çıkıp gidelim yeter

............................. .............

Ben dervişem hoşça kervan düzmüşem,
Gönlüm bahar yeli gibi sezmişem
Dalgıcım aşk deryasında yüzmüşem
Naz etme ey bülbül sedalım yeter

Davut Sulari'yim mana-yı natık,
Biz araf ehline uymuşuz artık
İlm-i cavidandan mücevher sattık
Gönül kervanını güdelim yeter




        
Siyah Perçemlerin

Siyah Perçemini Yar Yar Dökmüş Yüzüne,
Salınarak Gelen Hümaya Bakın.
Kimden Söz İşitmiş Yar Yar Düşmüş Hüzüne,
Kader Yakışmayan Simaya Bakin.
Yar Yar Yar Eylemem Men.
       Yaktın Yandırdın Beni,
       Zalım Aldattın Beni.
       Ne Dedim De Darıldın,
       Bir Pula Sattın Beni.

A Göksün Üstüne Yar Yar Bir Bağ Dikilmiş,
Bin bir Çeşit Çiçeklerden Ekilmiş.
Dün Uğradım Bir Ücraya Çekilmiş,
Bulut Mu Gaplamış şu Aya Bakın.
Yar Yar Yar Eylemem Men.

Elin Sitemini Yar Yar Ağlarken Gördüm,
Gül Dibinde Kâh gül Sararken Gördüm,
Bir Seher Akşamı Çağlarken Gördüm,
Davut Sulari'deki Sevdaya Bakin.


Vardım Kırklar Kapısına

Vardım Kırklar Kapısına
Baktım Cennet Yapısına
Tapmışam Hak Kapısına
Allah Ey Vallah Ey Vallah 

Evvel Allah Ahir Allah
Dönemem Estağfurullah
Bendeyim Allah Eyvallah
İmanım Amentü Billah

Eridi Dağların Taşı
Akıttım Gözümden Yaşı
Ali'dir İmamlar Başı
Allah Eyvallah Eyvallah

Pir Elinden İçtim Dolu
Öğrendim Erkânı Yolu
Emniyette Mümin Kulu
Allah Ey Vallah Ey Vallah

Davut Sulâr Canlar Canı
Mevlana Mahmud Hayranı
Pirimdir Veysel Karani
Allah Eyvallah Eyvallah


Çek Katarı

Çek Katarı Ben Gelirim Peşine
Ali Meydanına Varalım Hele
Merhametin Yok Mu Gözüm Yaşına
Pire Bağlı Olup Duralım Hele

Ey Müminler Gerçek Erler Merhaba
Ey Rehberler Gerçek Pirler Merhaba
Hazır Dostlar Hazır Yerler Merhaba
Sakiler Sazları Kuralım Hele

Davut Suları'yım Gördüm Didarı
Muhabbeti Baldır Kendisi Arı
Hazreti Ali'nin Sır Zülfikarı
İnkarın Boynuna Vuralım Hele


Gahmut Yaylasından Aşarken Yolum

Gahmut Yaylasından Asarken Yolum
Gördüm Ki Yaralı Ağlar Bir Ceyran
Avcı Vurmuş Kanları Yere Akar
İniler Sızılar Ağlar Bir Ceyran

Çifte Kuzusu Var Dağlar Maralı
Kuduretten Kaşı Gözü Karalı
Avcı Vurmuş Anaları Yaralı
İniler Sızılar Ağlar Bir Ceyran

Davut Sulari'yem Olmuşam Nöker
Ceyran Avuç Avuç Gözyaşı Döker
Bizim Yaylalarda Sürüler Yatar
İniler Sızılar Ağlar Bir Ceyran

Çevrimdışı habitat

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.007
  • 1.986
  • 2.007
  • 1.986
# 16 Mar 2007 00:59:18
Şekip Şahadoğru


Şikayet olmasında bak ne haldeyim
Yoksa unuttun mu da beni bilmem el gibi
Gece gündüzde durmaz ahuzardayım
Sazımda sızlayanda sırma tel gibi ...
 
   1932 yılında Çorum'un merkeze bağlı Evci Ortakışla köyünde doğdu. Babası Aşık Hasan'dır. Annesi Sultan'dır. Savurgan Oğulları namıyla yörede söylenirler.
 
   8 yaşında iken babası tarafından saz dersi almaya başlamıştır. Aşık Hasan ancak Şekip in saz çalıp aşık olacağı için ona sazı öğretmiştir. İlkokulu köyünde bitirdikten sonra öğrenimini sürdüremedi. 1970 yılına dek köyde çiftçilikle uğraştı. Bu arada saz çalmayı öğrendi. Saz eşliğinde deyişler söylemeye başladı. Aynı yıl Çorum'a yerleşti. Burada şiirini geliştirecek bir ortam buldu. Kimi aşık şölenlerine katıldı.

    Aşık Şekip Şahadoğru birçok ünlü aşıklar ile gezmiş dolaşmıştır. 396 şiir, deyiş, övgü ve nazire gibi eseri vardır. Aşığın 3 kız 2 oğlu vardır. Atatürkçü görüşe sahip Aşık Şekip daima birlik ve beraberlik için şiirler yazmıştır. Kasetlerinde sesi yurdun her köşesinde dinlenmektedir. Radyo ve tv de programlar yapmıştır. Şekip Şahadoğru Temmuz 1998 de aramızdan ayrılır.


Eserlerinden bazıları :

Şikayet Olmasın

Şikayet Olmasında Bak Ne Haldeyim
Yoksa Unuttun Mu Da Beni Bilmem El Gibi
Gece Gündüzde Durmaz Ahuzardayım
Sazımda Sızlayanda Sırma Tel Gibi

Kar Mı Yağdı Da Güvendiğim Dağlara
Sam Mı Değdi De Mor Sümbüllü Bağlara
Diyemiyomda Bağlanmışım Ağyare
Çiğnetirsin Beni Ele Yel Gibi

Niçin O Sarp Yere Yuvanı Kurdun
Kuru Petek Gibi Balsız Mı Kaldın
Bir Kez Koklamadım Da Sarardın Soldun
Poyraz Eli De Değmiş Gonca Gül Gibi

Elestim Özmümden De Sana İkrarım Verdim
O Günden Bugüne De Sözümde Durdum
Yetiş Şekip'ine De Gayri Müşkülde Kaldım
Fiskeden Bulanan Da Ufak Göl Gibi 



Arasın

Yaprağım Sararıp Gülüm Solarken
İhtiyarlık Yakamızdan Sararken
Senelerdir Ben O Yari Ararken
Bundan Sonra Yar Da Beni Arasın

............................. ....

İçim Ateş Doldu Yanar Dağ Gibi,
Yaprağı Sararmış Viran Bağ Gibi
Hak Yolunda Ölü Gezdim Sağ Gibi
Şekip Seni Bilmeyenler Karasın

Çevrimdışı pelin

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 93
  • 281
  • 93
  • 281
# 16 Mar 2007 01:18:28
Deli Boran

Yaşamıyla ilgili ayrıntılı bilgi olmayan halk ozanlarımızdan biri de Deli Boran'dır. Araştırmacıların bir kesimi, Deli Boran'ın bir şiirine dayanarak onun 1823 yılında dogduğunu ileri sürerler. Bu söylentiye göre Çorum'un Sarıbey köyünde doğmuş. Ağır basan söylenti ise, Deli Boran'ın Türkmen boylarından birinden olduğu Fırat ırmağı ile Gavurdağları arasında yaşadığıdır.

Göçerlerden olduğu anlaşılan Deli Boran'ın geniş bir yöreyi sürekli gezip, dolaştığı da söylenebilir.

Şiirlerinde Karacaoğlan'ın izlelerine rastlanan Deli Boran'dan da günümüze sayılı şiirler kalmıştır.

Arzulayıp Seni Görmeğe Geldim

Arzulayıp seni görmeğe geldim
Yüzünde evvelki nurun kalmamış
Evvel uğrun uğrun işmar ederdin
Şimdi söylemeğe dilin kalmamış

Böyle olduğunu bilsem gelmezdim
Öğüt versen ol öğütten almazdım
Bahçen mâmur deyi gelip girmezdim
Senin yol olmadık yerin kalmamış

Boran'ım der geldim ise giderim
Bağıban değilim bağı n'iderim
Varır bir fidana hizmet ederim
Dökülmüş yaprağın, gülün kalmamış


Çıktım Yücesine Baktım

Çıktım yücesine baktım
Baktım Mumbuç illerine
Eğbez eğbez evler konar
Yücesine bellerine

Halise'nin gülü kokar
Kızlar yanağına sokar
Sacur derler bir su akar
Gövel döner göllerine

Mumbuç derler bir şar imiş
Ağalık beylik yer imiş
Doru küheylânı varmış
Kurşun değmiş kollarına

Yağız atların sekişi
Benli dilberler bakışı
Fırat'ın coşkun akışı
Benzer beş ay sellerine

Kola vururlar burmayı
Göze çekerler sürmeyi
Şahin neylesin turnayı
Havas olmuş tellerine

Bunu diyen Deli Boran
Sevdiğine meyil veren
Top top olmuş ağca ceren
Gider garbî yellerine

Gökte Doğan Yıldız ile Ay İse

Gökte doğan yıldız ile ay ise
Sorarlar aslını eğer soy ise
Âşıka da bahşişçiğin bu ise
Vallahi billahi az kara gözlüm

Mail oldum yüzün ile ağzına
Kara hattat sürme çekmiş gözüne
Taramış zülfünü dökmüş yüzüne
Tara zülfünü de düz kara gözlüm

Selâm ver de selâmını alayım
El kavşurup divanına durayım
Ben kapında kulun kölen olayım
Hep sana ettiğim naz kara gözlüm

Hesap ettim on yedidir yaşını
Akıtayım gözlerimin yaşını
Koy dizimin üstüne de başını
Bir bir düğmelerin çöz kara gözlüm


Çevrimdışı habitat

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.007
  • 1.986
  • 2.007
  • 1.986
# 16 Mar 2007 01:22:40
 Salim Solmazgül
 
  Dünyaya oturup yatmaya değil
  Bir nehir misali akmaya geldim
  Efendi pozunda sömürücünün
  Pis çamaşırını dökmeye geldim

      Korkarsam namerdim kısa ömürden
      Asla hoşlanmadım beyden emirden
      Zalimin bileği olsa demirden
      Solmazgül ben onu bükmeye geldim.
 


   Salim Solmazgül, 1975 yılında Tokat ili Artova ilçesi Aktaş köyünde dünyaya geldi. Ortaokul yıllarında şiirle tanıştı.  1994 yılında halk şiirine yöneldi ve soyadını kendine mahlas olarak seçti. Küçük yaşta şiirlerini duyduğu Pir Sultan Abdal, Şah Hatayi, Kul Himmet, Nesimi, Yemini, Virani ve Fuzuli gibi büyük ozanların şiirleri onu etkiledi.

Halk şiiri ve ozanlarla ilgili araştırmalar yaparak bu konulardaki bilgisini artırdı ve kendisini  geliştirdi. 1998 yılında ilk şiir kitabı olan "Kimse Hancı Değil" i, 2000 yılında ikinci şiir kitabı olan "İnsanın Zencisi Beyazı Olmaz" ı yayınladı. Şiirleri aralarında Cem, Müdafaa-i Hukuk gibi dergilerinde bulunduğu bazı dergi ve gazetelerde yayınlandı.

Halk şairleri arasında başta Everekli Seyrani olmak üzere Aşık Mahzuni ve Aşık Hüdai'nin onun için ayrı bir yeri ve önemi vardır. Üçüncü şiir kitabının hazırlıklarını yapmakta olan Solmazgül, halk şiirini sevdirmeyi amaçlamaktadır.

E-mail Adresi: salimsolmazgul@yahoo.com
 



Eserlerinden bazıları:


DÖKMEYE GELDİM

Dünyaya oturup yatmaya değil
Bir nehir misali akmaya geldim
Efendi pozunda sömürücünün
Pis çamaşırını dökmeye geldim

Zalimin yanında ah der miyim ben
Asılsam kesilsem inler miyim ben
Hoca rahip haham dinler miyim ben
Zalimin zulmünü yıkmaya geldim

İnsan olan bana kabahat bulmaz
Yoksulluk biterse ikilik kalmaz
İnsanın zencisi beyazı olmaz
Asaleti kökten sökmeye geldim

Korkarsam namerdim kısa ömürden
Asla hoşlanmadım beyden emirden
Zalimin bileği olsa demirden
Solmazgül ben onu bükmeye geldim.


BİR KAMİLE VARAMADAN

Bülbül kesmez figanını
Gidip gülü saramadan
Cahil bilmez kendisini
Bir kamile varamadan

Kimse beni duymaz sağır
İstediğin kadar bağır
Yıllar geçer ağır ağır
Bir gün yüzü göremeden

Ben alıştım ağlamaya
Ciğerimi dağlamaya
Dert dökerim bağlamaya
Tellerine vuramadan

Söylesemde cahil bilmez
Beden ölür aşık ölmez
Her Kays olan mecnun olmaz
Canana can veremeden

Solmazgül ne söyler dilin
Bütün dertler bana gelin
Yiğit olan ölmez bilin
İkrarında duramadan


BİLMESİN DİYE

Suskun olanlara efendi derler
Hiç aklı başına gelmesin diye
Yüzüne bakıp da bir de överler
Aptal olduğunu bilmesin diye

Dünya nimetinden mahrum kalanlar
Hakkını aramaz suskun olanlar
Onları avutur türlü yalanlar
Şaşırıp yolunu bulmasın diye

Ah şu yoksulluğa kader diyenler
Sabah akşam yavan ekmek yiyenler
Bilin artık kimdir sizi soyanlar
Hakkımızı kimse çalmasın diye

Ey Solmazgül nedir bizdeki haller
İsterim susmasın konuşsun diller
Açın gözünüzü açın yoksullar
Davamız mahşere kalmasın diye

Çevrimdışı pelin

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 93
  • 281
  • 93
  • 281
# 16 Mar 2007 01:51:01
İzharî
Asıl adı Mehmet Ayık olup, 1330 (1914) yılında Zor (Esenyaka) köyünde doğdu. Babasının adı Hüseyin, annesinin adı Esma’dır. “1917 yılında Rusya’da yaşanan Bolşevik Devrimi sonrası işgalden korkup kaçan ailesi ile birlikte Çorum’un İskilip ilçesine muhacir olarak gitti. On yıldan fazla bir süre orada ikamet ettikten sonra babasını yitirmiş olarak köyüne geri döndü.” [1]

Gençliğinde inşaatçılığa başlayan İzharî, “36 yaşında evlendikten sonra ailesinin geçimini sağlamak için Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da inşaatçılık ve hızarcılık işleriyle uğraşmaya devam etti. 1961 yılından sonra gurbetçiliği bırakarak asker arkadaşı Mahmut Turan’ın yanında esnaflık yapmaya başladı. 1977 yılında Bağ-Kur’dan emekli olduktan sonra köyde bağ-bahçe işleriyle meşgul oldu. 1983 yılında geçirdiği bir hastalık sonucu aynı yılın Aralık ayında köyünde vefat etti. Aile fertleri 1985 yılında İzmit’e, oradan da 1988 yılında Bursa’ya yerleşmiş olup, halen orada yaşam sürmektedirler. En büyük kızı Miyaser İzmit’te, diğer çocukları Ali Yaşar Ayık, Fatma Öznur ve Osman Ayık ise halen Bursa’da ikamet etmekteler.” [2]

İzharî saz çalamazdı ama çok kuvvetli bir irticale sahipti. Huzurî, İzharî’nin şiir söylemedeki kabiliyetini keşfedip, çırak olarak yetiştirmiş, yanına alarak birçok yerleri gezdirmiştir. 1936 yılında Şenkaya’nın Bardız bucağına Huzurî ile birlikte giden İzharî, burada Bardızlı Nihanî gibi bâdeli bir âşık ve Huzurî gibi usta bir âşıkla iki gece süren uzun bir karşılaşmada bulundu. Ardanuçlu Efkârî, köylüsü Fahrî, ayrıca Sarrafî ve Azerbaycan’lı kadın âşık Feride ile karşılaşmalarda bulundu.[3]

İzharî’nin bu karşılaşmalarına, Mehmet Gökalp’in yayına hazırlamış olduğu henüz yayınlanmamış Âşık Karşılaşmaları adlı kitabında yer verilmiştir.

İzharî, kimi kaynaklarda Mehmet adının benzerliği nedeniyle yanlışlıkla Zuhurî’nin oğlu olarak gösterilmiştir.

İzharî aşağıdaki şiiriyle hayatını anlatmıştır

Bin üç yüz otuzda geldim cihana
Koptu seferberlik gözümle gördüm
Oldu muhaceret uydum zamana
Maderin sırtında Çorum’a vardım.

Tam kaldım altı yıl, etmedim keder
Etti vefat orda sevgili peder 
Bize böyle imiş takdir-i kader 
Hem fakir hem yetim, boynumu burdum. 

Oradan sılaya tuttuk yolumuz 
Evvel Erzurum, şimdi Artvin ilimiz 
Memleket hasreti büktü belimiz 
Yürüdüm iki ay kendimi yordum. 

Zenginde yok ekmek, fakirde az aş 
Geçim için vurduk çok çareye baş 
Bir iken bin oldu açlıktan telaş 
Bir yana kaçmayı aklıma kurdum. 

Yarabbi bir çare kıl, n’ideyim dedim 
Doyunca bir lokma yutayım dedim 
Diyar-ı gurbete gideyim dedim 
Düşündüğüm fikri anneme sordum. 

Annem izin verdi düştüm yollara 
Attı felek bizi çölden çöllere 
O ki varıp gittim gurbet ellere 
Bir garson olarak kahveye girdim. 

Eğlendim orada kaldım nice ay 
Gecesi uyku yok, gündüzü hay hay 
Geldi bir müşteri istedi bir çay 
Tabağı düşürdüm bardağı kırdım. 

Usta azarladı çık dedi burdan 
Seni öldürürüm geçersin serden 
Dedim Yarab bir yol, kaçarım nerden 
Sırtıma almağa yorganı serdim. 

Diyar-ı gurbette kaldım nice yaz 
Perişan halimden ne söylesem az 
Az çok para kazanmıştım ben biraz 
Şükrüm ol Hüda’ya, eyledi yardım. 

Felekten serime atıldı bir ok 
Tükenmez sinemde derd ü gamım çok 
Her ne iş yaptımsa baktım sonu yok 
Ahir şairlikte kararı verdim. 

İlçe Yusufeli, Çoruh ilimiz 
Kem yerde kocalık büktü belimiz 
Mihnet-i sevdadır elde malımız 
Aşkı ibraz edip sözümde durdum. 

Feleğin sillesi değdi güşumde 
Aksi felek çok dolaştı peşimde 
Teveccüh eyledim tam kırk yaşımda 
Kader böyle imiş murada erdim. 

Bin üç yüz otuzda cihana geldim 
On beşinde aşkın bahrına daldım 
Zor köyünde İzhar’ diye ad aldım 
Çıkmadım bir yana mitili serdim

Çevrimdışı sudee

  • Yönetim Ekibi
  • *****
  • 7.534
  • 14.530
  • 7.534
  • 14.530
# 16 Mar 2007 01:53:53
Arkadaşlar,sayfası kolay açılan arkadaşlarımızdan biri yazılan ozanlarımızın adını yazabilir mi?Kimler eksik, kimler yazılmış görürsek unuttuklarımızı da ekleriz.(benim sayfa açılma hızım yavaşladı yine :(

Teşekkür ediyorum :)

Çevrimdışı pelin

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 93
  • 281
  • 93
  • 281
# 22 Mar 2007 00:43:57
Mahmut Güzelgöz
Mehmet Ataç
Şükrü Çadırcı
Tahir Oturan
Yusuf Bilgin
Yusuf Kuşçuoğlu
Damburacı Derviş
Osman Özsoy
Aşık Seyrani
Pir Sultan Abdal
Neşet Ertaş

Çevrimdışı pelin

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 93
  • 281
  • 93
  • 281
# 22 Mar 2007 00:53:52
Aşık Nimri Dede
Aşık Beyrani
Aşık Şahturna
Şemsi Yastıman
Devran Baba
Aşık Daimi
Ozan Yusuf Polatoğlu
Aşık Zevraki Baba
Aşık Meydani
Agahi
Yunus Emre
Kul Nesimi
Aşık Sümmani
Ozan Nurşan
Sabit İnce
Saacıoğlu
Dertli(Lütfi)
Aşık Seyrani
Çobanoğlu
Aşık Mahsuni Şerif

Çevrimdışı pelin

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 93
  • 281
  • 93
  • 281
# 22 Mar 2007 01:02:56
Hilmi Şahballı
Karacaoğlan
Aşık Derdiçok
Abdurrahim Karakoç
Hayati Vasfi
Tokatlı Gedayi
Tokatlı Nuri
Özay Gönlüm
Kul Himmet
Kazancı Bedih
Ahmet Alaybeyi
Ahmet Uzungöl
Bakır Yurtsever
Cemil Cankat
Halil Uzungöl
Hamza Şenses
Muhlis Akarsu
Aşık Elesker
Aşık Veysel Şatıroğlu
Eşrefoğlu Abdullah Rumi
Mevlüt Şafak
Kaygusuz Abdal
Dadaloğlu
Ercişli Emrah
Murat Çobanoğlu
Sümmani
Seyit Meftuni
Samet Rindani
Şerafettin Taşlıova
Köroğlu
Hodlu Noksani
Yusuf Akgül
Aşık Kerem
Ali Ercan
Müdami
Bayburtlu Zihni
Davut Sulari
Şekip Şahadoğru
Deli Boran
Salim Solmazgül
İzhari

Çevrimdışı pelin

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 93
  • 281
  • 93
  • 281
# 22 Mar 2007 17:55:00
AŞIK FEYMANİ



Hayatı ve Şiirleri

1942 yılında Adana'nın Kadirli İlçesinin Azaplı köyünde dünyaya geldi. Babası Mehmet, Van'ın Gevaş İlçesi'nin Avşar köyünden Hallac aşiretinden, annesi Hüsne ise Kayseri'nin Pınarbaşı İlçesi'nin Avşar Potuklu köyünden ve Avşar aşiretindendir.

   Babası Van'dan 1914 yılında Kadirli'ye göç etti. Bu yöreye gelinceye kadar Osman Taşkaya'nın babası, Güneydoğu Anadolu'da çok güç koşullarda hayat memat savaşı verir. Hiçbir yerde mekan tutamaz. Sonunda Kadirli'nin Azapil köyüne yerleşir. İki kez evlenir. Fakat her iki eşi de vefat eder. Aşık Feymani'nin anası Hüsne'nin aşireti Avşardadaloğlular yazı Kayseri'de, kışı ise Çukurova'da geçirmektedirler. Yine bir kış, Çukurova'da geçirmektedirler. Yine bir kış, Çukurova'ya geldiklerinde Osman'ın babası Hüsne Hanım'la evlenir. Aşık Feymani dünyaya geldiğinde oğluna kendi babasının adını koyar.

    Özgeçmişi hakkında bu bilgileri bize veren Aşık Feymani, aşıklığı hakkında şunları söyledi: "Küçük yaşta mecazi dediğimiz aşka tutuldum. Bu aşk 15 yaşıma kadar devam etti. Çoban Osman mahlasıyla şiir yazar, türkü söylerdim. 1964'ün sonbaharında ve 1965'in ilkbahar ve yaz aylarında birkaç kez rüyamda Nurani yüzlü bir zatı görmüştüm. Bana hep ''Feymani'' diye seslenmişti. Bu yüzden bu adı mahlas olarak aldım. 1972 yılında evlendim. Üçü oğlan, biri kız olmak üzere dört çocuğum oldu. Halen Azaplı köyü'nde oturuyorum''. Aşık Feymani, 1966 yılında başlatılan Türkiye Aşıklar Bayramı'na 1968'den itibaren katılmaya başladı. Şiir ve atışma dalında büyük başarı gösterdi. Çeşitli ödüller kazandı. Daha sonra yurt genelinde yapılan Aşıklar şölenlerine de katıldı. Şiirlerinde tasavvufi deyişlere geniş yer verir. Çukurovalı aşıklar arasında büyük saygınlığı vardır.



GELSİN DE BAK

Dağlar al yeşil süslenir,
Hele bahar gelsin de bak.
Bülbül aşkınan seslenir,
Güle bahar gelsin de bak.

Bayramlığın giyer dağlar,
Her örnekten basın bağlar.
Türkü söyleyerek çağlar,
Sele bahar gelsin de bak.

Emanet versen götürür,
Menziline tez yetirir.
Dertliye derman getirir,
Yele bahar gelsin de bak.

Cennet sanarsın cihanı,
Kalkar dağların dumanı.
İner ovanın ceylanı,
Çöle bahar gelsin de bak.

Dere kenarında taşlar,
Hep yosun tutmağa başlar.
Yuva için tüner kuşlar,
Dala bahar gelsin de bak.

Turnam kanadını düzler,
Ördek avcısını gözler.
Çığrışarak konar kazlar,
Göle bahar gelsin de bak.

Feymani biter acılar,
Kağnılar yürür gıcılar.
Kervan düzer yaylacılar,
Yola bahar gelsin de bak

--------------------------------

SORAN ÖĞRENİR

Her mücevher değerini bulmazdı,
Sarrafından ayar danışmasaydı.
Kerpiç yığılmayan bina olmazdı,
Ustası mimara yanaşmasaydı.

Köprüsüz dereden yolcu geçmezdi,
Kuş kanatsız olsa gökte uçmazdı.
Kamili, cahili kimse seçmezdi,
Oturup üç beş laf konuşmasaydı.

Hak olmasa dağlar yüce olmazdı.
Yük olmasa canlı cüce olmazdı,
Gündüz gündüz olur gece olmazdı,
Dağların ardına gün aşmasaydı.

Feymani her güzel yar edilmezdi,
Aşka düşmeyince zar edilmezdi.
Hayırlı, hayırsız kar edilmezdi,
Herkes mesleğine sınaşmasaydı

--------------------------------

Ahu Gözlüm

Ahu Gözlüm Tut Elimden,
Vazgeçmeden Emelimden.
Aşkın Beni Temelinden,
Yıkmadan Gel, Yakmadan Gel.

Derde Salmadan Başımı,
Noksan Etmeden İşimi.
Damla Damla Göz Yaşımı,
Dökmeden Gel, Akmadan Gel.

Feymani’yim, Kaçma Benden,
Usanmadı Gönül Senden.
Ecel Tatlı Canı Tenden,
Çekmeden Gel Çıkmadan Gel

--------------------------------

BELLİ OLMAZ

Baki değil şu dünyanın ziyneti,
Ölüm kıyametin bir alameti
Yolcuya yıldızın, ayın alameti.
Karanlıkta bakmayınca bell'olmaz

Kimi yaşar birlik dirlik içinde,
Kimi nefse esir hürlük içinde.
İnsan hoş görünür varlık içinde,
Yiğit düşüp kalkmayınca bell'olmaz.

Zalimlerin bu dünyada nesi var?
Amma o dünyada endişesi var.
Kimin torbasında neyi nesi var,
Ağz'aşağı silkmeyince bell'olmaz.

Feymani kefinmiş servetin malın,
Hakka yakın eyler ahvalin, halin.
Sabrı var mı yok mu öğünen kulun,
Beliları ilkmeyince bell'olmaz

--------------------------------

EVVEL
Var mıyıdım yok muyudum,
Şu ilemde bundan evvel.
Az mıyıdım çok muyudum,
Şu alemde bundan evvel.

Gelen miydim, giden miydim ?
Yaprak mıydım, beden miydim?
Toprak mıydım, maden miydim?
Şu alemde bundan evvel.

Yürür müydüm adım adım,
Yine Adem miydi adım.
Ne yedim içtim yaşadım,
Şu alemde bundan evvel.

Ayna mıydım resim miydin?
Manamıydım cisim miydi?
Feymani'ye isim miydin?
Şu alemde bundan evvel
--------------------------------

Çevrimdışı pelin

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 93
  • 281
  • 93
  • 281
# 22 Mar 2007 17:56:52
AŞIK GEVHERİ



Hayatı ve Şiirleri

17’nci yüzyılın ikinci yarısıyla 18’inci yüzyılın ilk yarısı arasında yaşadı. Asıl adı Mehmet ya da Mustafa. Yaşamına ilişkin kesin bilgiler yok. Nereli olduğu da kesin olarak bilinmiyor. Kırımlı, İstanbullu ya da devşirme olduğu yolunda tahminler var. Ancak Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın ikinci Viyana kuşatması üzerine söylediği şiirler, onun bu savaşa katıldığını göstermese de dönemin olaylarıyla ilgili bilgisi olduğuna işaret eder. Osmanlı devletinin birçok yerini gezdi. Hem aruz, hem hece ölçüsüyle şiirler söyledi. Aruzda, hecedeki kadar başarılı olamadı. Pek çok eski eserde ondan sözedilmesi şiirlerinin çokça tanındığını ve sevildiğini gösterir. Müzikle de ilgilendi. Şiirlerinde pekçok makam kullandı. Bazı şiirleri başkaları tarafından bestelendi. Kendi adıyla bilinen bir de makam vardır. Yani "Gevheri Makamı."







BEYAZ GÖĞSÜN BANA KARŞI

Beyaz göğsün bana karşı
Açma, beni öldürürsün!
Elâ gözler süze süze
Bakma, beni öldürürsün!

Öldürüp kanıma girme
Herbir yada gönül verme
Elâ göze siyah sürme
Çekme, beni öldürürsün!

Gevheri der: Şah-ı bülbül,
Beyaz gerdan bina-yı pül
Yanağına kırmızı gül
Takma, beni öldürürsün!

--------------------------------

EY EFENDİM BANA MEYLİN VAR İSE

Ey Efendim, bana meylin var ise
Mahabbetin benim ile yâr olsun
Eğer senden gayri güzel seversem
Bülbül gibi işim ah ü zar olsun.

Tamahım yok bu dünyanın malına
Atlasına, dilbasına, şalına
Ben de Mecnun gibi dostun yoluna
Terkettiğim namus ile ar olsun.

T’an eyleyip niçin eli kınarım
Yad elinden giryan olup yanarım
Pervaneyim, dost şem’ine dönerim
Gam değildir, ko meskenim yâr olsun.

Gevheri der: Fırsat gitti elimden
Anın için korkum yoktur ölümden
Kim cüda kıldıysa beni gülümden
Bencileyin gonceleri hâr olsun!

--------------------------------

CEMALİN BAĞINDA SEYRAN EYLEDİM

Cemalin bağında seyran eyledim
Bülbül sesi, gonca sesi, gül sesi
Gûşume dokundu, ihsana geldim
Ayva sesi, turunç sesi, nar sesi.

Sende ne halet var, ey peri sanem!
Gönül verir sana her gören âdem
Kâkülünden gelir gûşume her dem
Zenci sesi, Mansur sesi, dâr sesi.

Dost ele alınca tir-ü kemanı
Gör nice eyledi divane beni
Gördüm âşıkların, tutulmuş cihanı
Efgan sesi, girye sesi, zil sesi.

Gevheri! Gözyaşım döndü ırmağa
Yine minnet düştü elden ayağa
Beni Mecnun edip düşürdü dağa
Ahu sesi, maral sesi, yâr sesi.

--------------------------------

TAZELENDİ ÂLEM NEVBAHAR OLDU

Tazelendi âlem nevbahar oldu
Gel sevdiğim senin ele gidelim
Açıldı her taraf sebzezar oldu
Gel efendin Şam’a doğru gidelim

Tîg-i gam ile hasmını hakla
Okunu düşmanın bağrında sakla
Küheylan at ile kargı mızrakla
Gel efendim yaylalara gidelim

Andelipsiz bağlar gülşen olmaz
Bunda gamlı gönüller şen olmaz
Bu diyarlar bana mesken olmaz
Gel efendim Şam’a doğru gidelim

İş edelim mest-i müdam olunca
Çamlıbel’de çay kenarı bulunca
Eğlenelim uz-i kasım gelince
Gel efendim Şam’a doğru gidelim

Bilemizce ola şeştar
Amma arada olmaya ağyar
Bu Gevheri bir sen bir de hizmetkar
Gel efendim çöllere doğru gidelim

--------------------------------

NE KAÇARSIN BENDEN EY YÜZÜ MÂHIM

Ne kaçarsın benden ey yüzü mâhım
Seni seven var mı benden ziyâde
Rûz u şeb durmayıp alırsın âhım
Âşıkım ağlatma bundan ziyâde

Gece gündüz bir visâle ermedim
Bülbül olup gonce gülün dermedim
Bu cefâlar nedir ben de bilmedim
Var mı ki bir zâlim senden ziyâde

Söyle murâdını ben de bileyim
İnsaf eyle çok ağlattın güleyim
Kabul eyle sözüm kurban olayım
Haddim yoktur sana bundan ziyâde

Hercâisin gonce gülüm kokulmaz
Geçer gider hatırcığım sorulmaz
Der Gevherî mâh yüzüne bakılmaz
Yakar hüsnün beni nârdan ziyâde

--------------------------------
KOŞMA

Elâ gözlerini sevdiğim dilber!
Salınıp geldiğin yolar öğünsün
Ne güzel yaratmış seni Yaradan
İnce belin saran kollar öğünsün.

Aman, hey eğlencem, gel yine aman!
Yok mudur zerrece göğsünde iman?
Soyunup koynuma girdiğin zaman
Göğsünü okşayan eller öğünsün.

Bir melek nesli mi vardır soyunda
Hak nazarım kaldı selvi boyunda.
Ol günlerde, bahar bayram ayında
Üstüne gölge olan dallar öğünsün.

Gevheri yârinin gülleri aktır
Var yürü yüzüne perdeler döktür.
Bilemem, sevdiğim, akranım yoktur.
Zülfüne dokunan yeller öğünsün...

--------------------------------
TÜRKÜ

Beni kimse eğleyemez
Benim gönlüm alan gelsin
Tabipler bilmez ilâcım
Beni derde salan gelsin.

Mailim selvi boyuna
Melek karışmış soyuna
Soyunup uryan koynuna
Sinesine saran gelsin.

Kaşların yay, kirpiğin ok
Sana mail olanlar çok
Şu cihanda akranın yok
O kaşları keman gelsin.

Gevheri’yi kimse bilemez
Aşıkın ağlatan gülmez
İsmini söylemek olmaz
Filân kızı filân gelsin...

Çevrimdışı pelin

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 93
  • 281
  • 93
  • 281
# 22 Mar 2007 17:58:55
KAZAK ABDAL




Hayatı ve Şiirleri

Romanya Türklerindendir. Onyedinci yüzyilda yasadigi sanilan bir ozandir. Siirlerinin bir kismi hiciv örnekleriyle doludur. Dili yalin ve sadedir. Rahat okunur. Siirleri güncelligini halen korumaktadir.
Kazak Abdal'in ucu tenteneli ve taslanmis bir mendilinin, Demir Baba dergahinda bulundugunu, Deliorman'dan gelen göçmenler söylemektedirler. Kazak Abdal, Denizli'deki dergahinda yatmaktadir.


ORMANDA BÜYÜYEN ADAM AZGINI


Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda pazarda insan beğenmez
Medrese kaçkını softa bozgunu
Selam vermeğe dervişan beğenmez

Alemi tan eder yanına varsan
Seni yanıltır bir mesele sorsan
Bir çim bile çıkmaz karnını yarsan
Camiye gelir de erkan beğenmez

Elin kapusunda kul kardaş olan
Burnu sümüklü gözü yaş olan
Bayramdan bayrama bir tıraş olan
Berber dükkanında oğlan beğenmez

Dağda bayırda gezen bir yörük
Kimi tımarlı sipahi kimi bir bölük
Bir elife dili dönmeyen hödük
Şehristana gelir ezan beğenmez

Bir çubuğu vardır gayet küçücek
Zu’mü fa’sidince keyf getirecek
Kırık çanağı yok ayran içecek
Kahveye gelir de fincan beğenmez

Yaz olunca yayla yayla göçenler
Topuz korkusundan şardan kaçanlar
Meşe yaprağını kıyıp içenler
Rumeli Yenice’si dühan beğenmez

Aslında neslinde giymemiş hare
İş gelmez elinden gitmez bir kare
Sandığı gömleksiz duran mekkare
Bedestene gelir de kaftan beğenmez

Kazak Abdal söyler bu türlü sözü
Yoğur ayran ile hallolmuş özü
Köyden şehre gelse bir Türk’ün kızı
İnci yakut ister mercan beğenmez


--------------------------------



EŞEĞİ SALDIM ÇAYIRA


Eşeği saldım çayıra
Otlaya karnın doyura
Gördüğü düşü hayıra
Yoranın da avradını

Münkir münafıkın soyu
Yıktı harap etti köyü
Mezarına bir tas suyu
Dökenin de avradını

Derince kazın kuyusun
İnim inim inilesin
Kefen dikmeye iğnesin
Verenin de avradını

Dağdan tahta indirenin
Iskatına oturanın
Hizmetini bitirenin
İmamın da avradını

Müfşidin bir de gammazın
Malı vardır da yemezin
İkisin meyyid namazın
Kılanın da avradını

Kazak Abdal söz söyledi
Cümle halkı dahleyledi
Sorarlarsa kim söyledi
Soranın da avradını


--------------------------------



BENIM PIRIM HACI BEKTAS VELI'DIR

Benim pirim Haci Bektas Veli'dir
Pirim piri Sâh-i Merdân Ali'dir
Seyit Ali Sultan Kizil Deli'dir
Mürsel Baba oglu Sultan Bali'dir

Erenlerin lokmasindan yer isen
Gerçek imâmlarin aslin der isen
Dinle pendi san derim er isen
Mürsel Baba oglu Sultan Bali'dir

Arslan gibi apul apul yürüyen
Kendi özün Hak sirrina bürüyen
Kepenegin yani sira  sürüyen
Mürsel Baba oglu Sultan Bali'dir

Mümin olan lokmasini yedirir
Her sözleri rumuz ile bildirir
Gümânsiz bil onu gerçek velidir
Mürsel Baba oglu Sultan Bali'dir

Kizil Deli ocagindan uyanan
Bastan basa yesillere boyanan
Varip pirin esigine dayanan
Mürsel Baba oglu Sultan Bali'dir

Mekân tutmus Hanbagi'nda bucagin
Bulutlara agip tutan sancagin
Uyandiran pirimizin ocagin
Mürsel Baba oglu Sultan Bali'dir

Kazak Abdal der rivâyet eyledim
Üç yüz altmis er ziyâret eyledim
Bu da söz basi hikâyet eyledim
Mürsel Baba oglu Sultan Bali'dir


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK