Yağmur Öğretmen, buğulu gözlerle öğrencilerini izliyordu. Bir yağmurlu günde başlamıştı onun masalımsı sevdası. Şimdi sevgi, yağmur yağmur yağıyordu salona. Derken, üzerlerinde Anadolunun yöresel kıyafetleri, ellerinde mumlar, rengarenk kızlarımız yürüdüler sahneye
Sıra sıra
Kimi siyah, kimi beyaz, kimi sarışın
Çayda çıra oynamaya başladılar. İki sevimli kızımızın kolları arasında, tüllerin arkasına gizlenmiş güzel yüzüyle gelin kızımız göründü
Gelin kızı gören koro bir türkü tutturdu:
Kınayı getir ane
Parmağın batır ane
Eller kınalanıyor, çiğ köfte yoğruluyor, sazlar çalıyor, tazecik hanendeler söylüyordu:
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Annesinin bir tanesini hor görmesinler.
Öğrencileri Anadolunun yüreğine dokunsa da arka sıralarda oturan Yağmur Öğretmene de bu türkü ziyadesiyle dokunmuştu. Hor görüldüğü günler düşüvermişti aklına.
Hiç de kolay yürünmemişti bu günlere
Fakir bir ailenin çocuğu idi. Talebeliğini çok zor şartlarda tamamlayabilmiş, hem evin bütçesine katkı da bulunmak, hem düğününü yapabilmek için şehir şehir dolaşmış, gündüzleri okula gitmiş, geceleri bir işte çalışmıştı. Evlendiklerinin ertesi günü eşiyle birlikte geride bir yığın düğün borcu bırakarak düşmüşlerdi gurbetin yollarına. İki bavula bütün dünyalıklarını sığdırmışlardı. Her bir ışık süvarisi atını bir başka yöne sürerken, onların nasibine Gagavuzlar diyarı düşmüştü.
Yeni doğan yavrusuna bir litre süt alabilmek için saatlerce soğukta kuyrukta beklediği, sıra kendisine geldiğinde süt bittiği için bebeğine süt götüremediği günler
Hanımının verdiği yağ, tuz, çay gibi birkaç ana siparişi bile bulamadığı yokluk yılları
Fedakar eşinin, Bir Türkçe sevdasıdır tutturdun, çok yoruluyorsun, bizleri gözün görmüyor dediği günler geldi aklına. Gurbet diyarlarında, canı gibi sevdiği eşi, iki çocuğu ile birlikte bırakıp gitmişti kendisini. Hastaydı
Bir gün bütün bütün ayrılmıştı aralarından. İki yavrusuyla, süvarisini kaybetmiş düşünceli bir küheylan gibi ıslanmıştı hasret yağmurlarında.
Velhasıl bir gül için binlerce dikene su vermişti bağban. Dikenli yollarda yürümüştü yarınları.
Sahnede güllerini görünce, gurbetteki o ilk günlerin acı tatlı hatıraları gelip oturuverdi yanı başına. Yetmişine dayanmış Gagavuz aksakalının kapısına dayandıklarında, Şimdiye kadar neredeydiniz, çok geç kaldınız sözleri nasılda harlandırmıştı yüreğindeki ateşi.
Biz kendimizde miydik sanki, dizlerimizde buralara gelecek derman mı vardı? Bir yağmur gözlü; Gidin! Acele edin, sizleri bekleyenler var demeseydi daha yıllarca gelemezdik. Belki de hiç gelmezdik.
Toprak kurudu, dal kurudu oğul, çok geç kaldınız Sonra elleriyle sakalını sıvazlamıştı da, nice sonra kendine gelerek; Kızım vitrindeki fincanları indir. Misafirlerimiz çok uzaktan, ta Türkiyeden gelmişler. demişti. Yemekler yenilmiş, çaylar içilmişti.
Yağmur Öğretmen; Modern bir okul açmak istiyoruz. Bu okulda çocuklar önce sevgiyi öğrenecekler, sonra dünya ile yarışacaklar. dediğinde, yetmişlik Tanas Ağa; Kalk! O zaman niye duruyoruz! demişti. Sıcak ve bunaltıcı bir günde birlikte şehir valisine gitmişlerdi.
Vali Bey pek de sıcak karşılamamıştı onları.
Bizim açacağımız okul, uluslararası geçerliliği olacak seviyede eğitim verecek. Sıradan bir okul değil yani. Mezunları dünyanın dört bir yanında okuyabilecek. Kendi dilleri yanında Türkçe ve İngilizce de öğrenecekler. Bu sözleri duyunca valinin yüz hatları gerilmiş, adeta kan beynine sıçramıştı. Elini Yağmur Öğretmene doğru uzatarak:
Sen iyi niyetli bir insana benziyorsun. Sanki burada okul mu yok. Hem eğitim konusunda sizlere ihtiyacımız olduğunu da hiç sanmıyorum. demişti. Nasıl da horlanmıştı o gün
Yetim bir çocuk gibi burulmuştu dudakları. Öyle yaralanmış
Öyle çaresiz kalmış
Öyle yıkılmıştı
Tanas Ağa iki de bir eliyle sakallarını sıvazlayıp durmuştu sıkıntısından.
Kapı kendilerine gösterilmişti. İlk yaz sıcaklarından ziyade maruz kaldıkları durum dokunmuştu yüreklerine. Yağmur yağmur dolmuştu gözleri
Yağmur Öğretmenin başının önüne eğildiği görülmüşse de, gönlünün incinmiş bir gül gibi Yaradana yükseldiği görülememişti. Sessizliğe esir düşmüştü dakikalar
Valinin; Aylardır bir damla yağmur yağmadı bu topraklara. Ekinler ziyan oldu. Toprak çatladı. Çeşmeler dindi. Bağlar bahçeler kurudu. Halk bütün bunları benden biliyor. Onlara laf anlatamazken bir de siz çıktınız başıma. sözleri bir bomba gibi düşmüştü sessizliğin ortasına.
Bir fırsat daha geçti elime diye düşünmüş ve son bir cesaretle; İyi ya sen bize okul açmaya izin verirsen, Allah da size yağmur gönderir. deyivermişti.
Yağmur! Ne olur yağ, yağ ki yüreklerde kin ve nefret yıkansın, yağ ki, yangın yeri yüreğim ıslansın. diye nasıl da dualar etmişti yaralı yüreği ile. Valinin: Ben Allaha inanmıyorum ki ondan yağmur isteyeyim sözü, yükseklere indirme yapan bir şimşek gibi düşmüştü orta yere
Vali, öfkesinden bir sigara yakmış ve cama doğru yürümüştü. Dışarısı berraktı
Gökyüzünde bulut bile yoktu
Yağmur Öğretmen: Allahım! Bir yağmur esintisi, bir yağmur sesi
deyip inliyordu. Ne oldu ise o anda olmuştu. Birden o berrak hava bozmuş ve ortalık kararıvermişti. Aman Allahım! O da ne? Dışarıda yağmur yağmaya başlamıştı. Günlerden beri bir damla yağmur yüzü görmeyen şehir ıslanıyordu. Yer gök uğulduyordu. Vali gördükleri karşısında şaşırıp, camı açınca içeriye yağmur kokusu, toprak kokusu doluvermişti.
Nasıl da yağmıştı yağmur? Hem de bardaktan boşanırcasına
Toprak ıslanmış, toprak yumuşamış, yürekler yumuşamıştı
O gün, tıpkı bu gece gibi duygulanmıştı.
Şimdi salonda güzellikler karşısında buğulanan gözler, o gün de bulutların siyah dudaklarından döktüklerinden duygulanmıştı. Nasıl da dağlara çıkıp kurda kuşa haykırmak istemişti sevincini. Yağmur değil de sanki gökten mutluluk yağmıştı. Tıpkı bu gece olduğu gibi
Allaha ısmarladık, ben gidiyorum deyip, kapıya doğru yürüdüğünde:
Vali; Dur hele birlikte gidiyoruz demişti de şaşkınlıkla;
Nereye? diye sormuştu.
Vali aralarında hiçbir şey geçmemiş gibi sükûnetle cevaplamıştı onu:
İyi de siz okul istemiyor muydunuz?
Harun Tokak