İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı uyuzz

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.562
  • 13.072
  • 2.562
  • 13.072
# 08 May 2015 08:43:57

Adamın biri, gözleri görmeyen bir dervişin evine misafir olmuştu. Evde, rahlenin üzerinde bir Kur’an olduğunu gördü ve hayret etti. Çünkü, derviş yalnız yaşıyordu, âmâ idi ve evde kendisinden başka kimse bulunmuyordu.

Üzerinde durmadı ve sebebini de sormadı. Fakat merak etmedi de değil. Gece yarısı olduğu zaman Kur’an sesiyle uyandı. Baktı ki, âmâ olduğu için gözleri görmeyen ev sahibi rahlenin başına geçmiş Kur’an okuyor. Öyle ki, okuduğu yerleri parmağıyla da takip ediyordu. Dayanamayarak sordu:
– Sen, gözleri görmeyen bir adamsın. Nasıl oluyor da Kur’an’a bakarak okuyabiliyorsun? Üstelik parmağınla da takip ediyorsun.

Derviş cevap verdi:

- Allah isterse her şey olur. Ben Kur’an okumayı çok seviyorum. Fakat gözlerim görmüyor. Allah’a dua ettim. “Ya Rabbi, Kur’an okurken benim gözlerimi aç ki Kur’anı elime alıp okuyabileyim” dedim. Allah benim bu duamı kabul buyurdu. Ne zaman okumak için Kur’an’ın başına oturursam gözlerim açılır ve ben Kur’an’a bakarak okurum.

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.786
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.786
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 08 May 2015 08:52:56
“AMA BEN ONUN KİM OLDUĞUNU BİLİYORUM”
Yaşlı bir adama sokakta yürürken bisikletli çarpmış ve hafif yaralanmış. Etraftakiler hastaneye götürmüşler. Hemşireler, röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler.

Yaşlı adam huzursuzlanmış; “acelesi olduğunu, röntgen istemediğini” söylemiş. …Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar. “Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum” demiş.

Hemşire “Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz” diyince; Yaşlı adam üzgün bir ifade ile:

“Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor, hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor” demiş.

Hemşireler hayretle:

“Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?” diye sormuşlar.

Adam cevaplamış:

“Ama ben onun kim olduğunu biliyorum” .

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 09 May 2015 08:50:07
Duvardaki Kir | Bir Kıssa Bin Hisse
Meşhur sûfilerden Malik b. Dinar k.s. bir zamanlar bir ev kiralamıştı. Komşusu bir yahudi idi. Malik b. Dinar’ın evinin kıbleye bakan cephesi o yahudi komşu tarafına denk düşüyordu. Bu yahudi evinin önüne bir tuvalet yapmış, pislikleri Hazret’in duvarının kenarına atarak orayı kirletiyordu. Bir gün Malik b. Dinar k.s. hazretlerinin yanına gelerek:
– Sen bu halden rahatsız olmuyor musun, diye sordu.
– Evet, oluyorum. Ama yıkıyor, temizliyorum.
– Bu sıkıntıya niçin katlanıyorsun ki? Bu düşmanlığa, kine kim için katlanıyorsun?
– Allah Tealâ’nın rızası için. Çünkü o şöyle buyuruyor:
“O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için infak ederler. Öfkelerini de yutarlar ve insanları affederler.” (Âl-i İmran, 134) Bu cevap üzerine yahudi;
– Ne iyi bir din ki, saygın bir kişi benim gibi birinin verdiği eziyete katlanıyor. Asla bağırıp çağırmıyor, sabredip kimseye söylemiyor, dedi ve derhal müslüman oldu.
Kaynak: Feridüddîn Attar, Tezkiretü’l- Evliya

Çevrimdışı adamın biri

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.080
  • 23.741
  • 5.080
  • 23.741
# 09 May 2015 10:42:48
TUZLU KAHVE..

Kıza bir partide rastlamıştı. Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı, ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı.’ Ben artık gideyim’ demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.

‘ Bana biraz tuz getirir misiniz’ dedi.’ Kahveme koymak için..’

Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı.

Kahveye tuz!..

Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız merakla ‘ Garip Bir ağız tadınız var’ dedi…

Delikanlı anlattı:

‘ Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve deniz kenarında oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem, çocukluğumu deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar. Onları ve evimi öyle özlüyorum ki..’

Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının. Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı.

İçini bu kadar samimi döken, ailesini bu kadar özleyen bir adam , evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri.. Ev duyusu olan biri..

Kız da konuşmaya başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi.. O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu.. Tatlı ve sıcak..

Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses prensle evlendi. Ve de sonuna kadar mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu.. Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü..

40 yıl sonra adam dünyaya veda etti. ‘ Ölümümden sonra aç’ diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına.. Şöyle diyordu satırlarında..

Sevgilim, bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim. Tuzlu kahvede.. İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken ‘Tuz’ çıktı ağzımdan.. Sen ve herkes bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve korkmam için bir sebep yok.. İşte gerçek.. Ben tuzlu kahve sevmem.O, garip ve rezil bir tat..Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahve borçluydum.

Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterdim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da..’

Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı.

Lafı açıldığında birgün biri, kadına ‘Tuzlu kahve nasıl bir şey’ diye soracak oldu..

Gözleri nemlendi kadının..

‘Çok tatlı!.. dedi

-Alıntı

Çevrimdışı seliali

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.869
  • 31.325
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 4.869
  • 31.325
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 09 May 2015 10:59:54
Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- anlatıyor:
“Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah’a yemin ederim ki, ben bazen açlıktan karnımı yere dayar, bazen de mideme taş bağlardım. Bir gün sahâbîlerin geçtikleri yol üzerine oturmuştum. Hazret-i Ebû Bekir uğradı. Belki beni doyurur düşüncesi ile kendisine Allah’ın kitabından bir ayet sordum. Cevap verdikten sonra geçip gitti, bir şey yapmadı. Sonra Hazret-i Ömer geldi. Belki beni doyurur düşüncesi ile ona da Allah’ın kitabından bir ayet sordum. O da cevap verdikten sonra geçip gitti, bir şey yapmadı. Daha sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- benim yanımdan geçti ve beni görünce tebessüm etti. Kalbimden geçeni yüzümden anlayarak:
«–Ebû Hüreyre!» dedi. Ben de:
«–Buyrunuz, yâ Rasûlallah!» dedim. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
«–Beni takip et.» buyurdu ve yoluna devam etti. Ben de peşinden yürüdüm. Hazret-i Peygamber evine girdi. Ben de girmek için izin istedim; izin verilince içeri girdim. Bir kap içinde süt buldu ve:
«–Bu süt nereden geldi?» diye sordu.
«–Falan şahıs onu Siz’e hediye etti.» dediler. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«–Ebû Hüreyre!» diye seslendi. Ben:
«–Buyrunuz, yâ Rasûlallah!» dedim.
«–Suffe ehline git, onları bana çağır.» buyurdu.
Suffe ehli İslâm misafirleri idi. Onların ne sığınacak aileleri, ne malları, ne de bir kimseleri vardı. Hazret-i Peygamber’e bir sadaka geldiğinde onlara gönderir, kendisi ondan hiçbir şey almazdı. Şayet gelen bir hediye ise, onlara da gönderir, kendisi de ondan bir parça alır ve böylece gelen hediyeyi onlarla paylaşırdı.
Allah Rasûlü’nün Suffe ehlini dâvet etmesi hoşuma gitmedi. Kendi kendime; «Bu süt, Suffe ehli arasında kime yetecek ki! O sütü içerek kuvvetlenmek, herkesten çok benim hakkım. Oysa onlar geldiğinde Rasûlullah bana emreder, ben de onlara veririm; belki de o sütten bana kalmaz. Fakat Allah ve Rasûlü’nün emrine itaat etmemek de olmaz.» dedim.
Neticede onlara gittim ve kendilerini dâvet ettim. Onlar bu dâvete icabet ederek içeri girmek için izin istediler. Kendilerine izin verildi, onlar da evde yerlerini aldılar. Hazret-i Peygamber:
«–Ebû Hüreyre!» diye seslendi. Ben:
«–Buyrunuz, yâ Rasûlallah!» dedim.
«–Al, onlara ikram et!» buyurdu. Ben de süt kabını aldım, sırayla herkese ikram etmeye başladım. Verdiğim kişi kanıncaya kadar içiyor, sonra kabı geri veriyor, ben bir başkasına veriyordum, o da kanıncaya kadar içiyor sonra geri veriyordu. En sonunda kabı Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e verdim. Topluluğun hepsi süte kanmışlardı. Rasûlullah kabı alıp elinde tuttu ve bana bakıp tebessüm etti. Sonra:
«–Ebû Hüreyre!» dedi.
«–Buyrunuz, yâ Rasûlallah!» dedim.
«–Bir ben kaldım, bir de sen.» buyurdu. Ben:
«–Doğru söylediniz, yâ Rasûlallah!» dedim.
«–Otur da iç!» buyurdular. Ben de oturdum ve içtim. Sonra yine:
«–Otur, iç!» buyurdu. Yine oturdum ve içtim. Rasûl-i Ekrem Efendimiz durmadan:
«–İç, iç!» buyuruyordu. Sonunda ben:
«–Hayır, Sen’i hak peygamber olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki, artık içecek yerim kalmadı.» dedim.
«–Bana ver!» buyurdu. Kabı Rasûl-i Ekrem’e verdim, Allah Teâlâ’ya hamdetti, besmele çekti ve kalan sütü kendisi içti.” (Buhârî, Rikâk, 17)

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 09 May 2015 17:02:22
Ölümüne Bir Kara Sevda

“Analık nedir Annem?” derdim de anacığıma; “Ben ol da bil” derdi Mevlânaca..

Ben ol da bil!

“Sen” oldum annem bak!..

“Sen” oldum ve bildim neymiş bu işin yürekcesi..

Hani “Köpekler bile “ana” olmasın” derdin ya hep, o ızdıraplı yüreğinle, o engin şefkatinle..Anlamazdık o zaman biz zamâneler..

“Zor kızım, çok zor analık” derdin ardından derin bir iç çekişle..

Zormuş anam..

Ana olmak “Hiç” ken “Hep” olmakmış meğer..Çoğalmakmış durmadan..

Dünyaya meydan okumak, mazi ve istikbâli sırtlamak, pervâsız bir gözü karalıkmış..

Zormuş Annem..Olduk, gördük, bildik bak..

Ana olmak meğer; Kor ateşlerde üşümesi, kara kışlarda buz kesmesiymiş yüreğin..

Hep; “Ben!” derken,

Artık; “O”, “İllâ O!” demesiymiş..

Hiç varmayacağı kapıları çalması, hiç ederek ömrünü, adanmasıymış..

Hiç kızmaması yüreğin, almayı hiç düşünmeden hep vermesiymiş..

Hep sarıp-sarmalaması, hiç hesap sormadan, hep dost hep yâr olmasıymış..

Zormuş Anam..

Meğer ölümüne bir kara sevdaymış analık..

Olduk, gördük, bildik bak..

*
Gözlemleyin kadınları; Değişirler hep “Anne” olunca..
Bir metamorfoz belki analık; Tırtılken kelebek olmak.

Artık gözleri, elleri-ayakları, akıl ve yüreği tüm âzâları ve dahî hayalleri, tüm vakitleri ve hayata dâir hesapları O’na ait değildir..Karşılıksız-hesapsız ve de gönüllü olarak bağışlar yavrusuna tüm varlığını Anne..

Ve dikkat edin, her kadın bir başka güzelleşir “Anne” olunca..

Ezelden biçilen bir kostüm gibi, “Analık” yakışır her kadına..

O, artık “Anne gibi” güler, “Anne gibi” bakar, “Anne gibi”kokar..
Ve hayatta hiç kimse ne “Anne gibi” kokar ne “Anne gibi” bakar ne de onun gibi yanar..

Ve böylelikle tüm anneler, Yaratan’dan kokular, esintiler taşırlar dünyamıza..

Her Anne Yaratıcı’ya âyinedir..
En çok Hâlıq ve Vedud ismi yansır onlarda..

Ve hayat boyu, binbir esmâyı seyrederiz o kocaman yüreklerde..

İşte bu yüzden, kaç yaşında olursak olalım, bizler için hep,
Hiç eskimeyen bir ihtiram, çoşkun bir muhabbet, hep meylettiren bir çekim alanıdırlar..

İşte bu tutkunluk, hesapsız adanışlarının karşılığıdır onlara, Yaradan’dan..

Ve bir gün bizden gittiklerinde..İçimizin bir yanı, ömür boyu hep titreşir onlar için..

Hiç sönmeyen bir yangın, zaman zaman yakar alevlenir, asla dolmaz boşlukları..

Alıp gitmişlerdir çünkü canlarımızın bir parçasını..

Öyledir, her Anne giderken, yüreğini emanet bırakır yavrusuna ve bir parça yavrusundan alır da öyle gider çünkü..

Ve bu yürek aktarımı, annenin sesi, nefesi, gözleri, sözleri ve o kocaman yüreği, ezelî bir miras gibi devredilir nesilden nesile..

İşte dünyayı îmar eden, ayakta tutan bu Ana Yürekleridir!

Nasıl emânetse yavrular annelerine bir vakit,
Öylece emânettir her anne de yavrusuna..
“Of!” bile demeden, sakın ha incitmeden,
Sahip çıksın herkes emânetlerine aman!

Yavrularına iki dünya bağışlayan ANAlara,

Ve cennetlerini kazanan canlara müjdeler olsun..

Muhabbetle efendim.

Ayşe Reşad

Ak saçlı, ak yürekli Anacığım'a dua olsun bu yazı..

Ruhuna Fatiha.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 10 May 2015 07:46:51
Doğacak bebek doğumdan bir gün önce Allah ile görüşür:
''Allah'ım gidecegim ve orada ne yapacağım bilmiyorum.''
*Ben senin için bir melek yarattım ve o seninle ilgilenecek
''Allah'ım onların dilini bilmiyorum.Onlarla nasıl anlasacagım, nasıl iletisim kuracagım?''
*Senin için yarattıgım melek, sana onların dilini ögretecektır.
''Allah'ım duydugum kadarıyla dünyada çok kötülükler varmış. Onlarla nasıl basa
çıkacagımı bılmıyorum.''
*Senin için yarattıgım melek, seni canı pahasına kötülüklerden koruyacaktır. Merak etme.
''Allah'ım sana tekrar nasıl donecegım?''
*Senin için yarattıgım melek, bana nasıl donecegını sana anlatacaktır.
Derken melekler gelir ve dunyaya gıtme zamanının geldıgını söylerler ve çocugu
Allah'ın huzurundan gotururlerken bebek tekrar sorar;
''Allah'ım benım için yarattıgın melegın adı ne?''
*Adının onemi yok;
ama, sen ona
ANNE DİYECEKSİN!!!

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 10 May 2015 11:52:37
Vaktiyle iki ülke varmış. Krallar güzel adamlar,birbirleriyle savaşmazlarmış. Savaşmazlarmış ama birbirlerine takılmaktan da haz duyarlarmış. Peki nasıl takılırlar ? Bulmacalar,bilmeceler, bir takım sorular, bir takım hediyeler… Kısaca karşı tarafı zor durumda bırakacak şeyler… Bu durum tabii halka kadar yayılmış… Öyle ki kazanan kral bir daha ki olaya kadar iyi kral… Sorusu bilinen kral ise zorda kalırmış.

Yine bir gün, ülkelerden birinin kralı komşu ülkenin kralına doğum gününe yakın demiş ki : “Ona öyle bir hediye gönderelim ki ; işin içinden çıkamasın.” Çağırmış ustasını demiş ki : Bana üç tane heykel yapacaksın. üç heykel de birbirinin aynısı olacak ama yaklaş demiş, yaklaş… Ustasının kulağına birşeyler fısıldamış kral ve usta ” Anladım efendim.” demiş. Şşş demiş kral,bu aramızda.Hiç kimse bilmeyecek, bi sen bileceksin, bi de ben.Unuttum bile efendim demiş usta…

Heykeller hazırlanmış güzel bir şekilde,tam doğum gününde komşu ülkenin kralına gelmiş ve yanında bir not : ” Bu üç heykel, birbirinden tamamen farksızdır, ama bakmayı bilen bir göz anlar ki bu heykellerden birisi diğer ikisinden daha kıymetlidir.”

Kral hemen araştırmaya başlamış. Bi tartın bakalım demiş şunları yahu ! Tartmışlar hepsi aynı gramajda. Boylarını ölçmüşler,eee boylar da aynı ! Bi köşesine sağına soluna bakın… Eee hiç bir fark yok ! Günler geçtikçe ülkelerin içinde konuşulmaya başlamış : ” Yahu bizim kral sizi alt etti bak 3 gün oldu,” halen haber yok… 5 gün olmuş haber yok. Hediyeyi yollayan kral, sefa içerisinde sorunun çözülmesini keyifle beklerken, öteki kralın içi içini yiyormuş. Herkes bunu konuşur olmuş iki ülkede de, kadınlar dere kenarında, erkekler muhabbetlerinde, köşe başlarında derken, kralın hâlâ içi içini yiyormuş Allah’ım bu üçü arasında nasıl bir fark var diye… Nihayet 15 gün olmuş. Diğer ülke keyif ediyormuş, yaşasın bulamadı kral diye…

Kralın yakınlarından birisi demiş ki : ” Efendim, filanca zât var ya!”, “Ne olmuş ona?”, “Hani bir defasında kızmıştınız da hapse attırmıştınız…”, “Evet hapse attırmıştım.” , “Zannederim bu işi o zât çözer.” , “Emin misin ?” , ” O çözer.”

Hemen çağırttırmış bilge zât’ı, kral. Getirmişler bilge kişiyi. Bilge şöyle bir heykelleri süzmüş ve sonra bana demiş ” 3 tane küçük ince birer tel getirir misiniz ?”  Getirilen tellerden birini almış ve heykellerden birinin kulağından içeriye sokmuş, tel dolaşa dolaşa içeride ağızdan çıkmış.

Diğer teli almış, diğer heykelin kulağından içeriye sokmuş. O da dolaşa dolaşa kendine bulduğu yolla heykelin öbür kulağından çıkmış.

Üçüncü teli de almış ve üçüncü heykelin kulağından içeri sokmuş o da dolaşa dolaşa kendine bulduğu yolla tam kalbin olduğu bölgeden çıkmaya çalışmış. Ama çıkmamış dışarı. Görmüşler kalbin üzerini zorladığını.

Zât kral’a dönerek : ” Yazın efendim cevabı.” demiş. Kral sevinçli bir şekilde yazmış komşu ülkenin kralına cevabı.

1- Her duyduğunu söyleyen adam makbul değildir. Her kulaktan giren ağızdan çıkıyorsa, bu iyi birşey değildir.
2-  Bir kulaktan giren öbür kulaktan çıkıp gidiyorsa bak, bu da iyi birşey değildir.
3- Ama kulaktan giren, kalbe iniyorsa işte bu mühimdir.

Dolayısıyla kulaktan girip de kalbe kadar inen telin olduğu heykel diğer ikisinden daha kıymetlidir.

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 10 May 2015 14:02:50
Zamanında bir bey, hamama gitmek istedi. Hizmetçisine hazırlanmasını emretti. Yola koyuldular. Sabah erken vakit idi. Yolda bir mescid vardı. Hizmetkârın kulağına sabah ezanının sesi geldi. Namaza pek düşkündü, beyinin namazla alâkası olmadığını da bildiğinden;

“–Efendim siz şurada birazcık oturun, ben de mescide gideyim, namazımı kılıvereyim.” dedi. Bey izin verdi.

Hizmetçi mescide girdi. Namaz bitti, duâ edildi. Cemaat de, imam da mescidden dışarı çıktılar. Fakat namaza, ibâdete çok düşkün olan hizmetkâr kuşluk vaktine kadar mescidde kaldı.

Bey sabırsızlandıkça içeriye sesleniyordu:

“–Herkes çıktı sen neden dışarı çıkmıyorsun!”

Hizmetçi de içeriden sesleniyordu:

“–Efendim biraz daha sabredin. Geleceğim fakat biri beni bırakmıyor.”

Bey sonunda sordu:

“–Mescidde kimse kalmadı ki, seni kim bırakmıyor? Seni orada kim tutuyor?”

Hizmetçinin cevabı ise hikmet dolu idi:

“–Seni dışarıda bağlayan, yok mu? Beni de içeriye o bağladı. Seni mescide sokmayan, dışarıda bırakan, alıkoyan var ya; işte o beni de mescidde tutuyor, dışarıya bırakmıyor.”

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 10 May 2015 22:22:28
Merhamet | Bir Kıssa Bin Hisse
Tabiînden alim, fazıl, muhaddis ve sûfî Abdullah bin Mübarek, haccı ifa ettikten sonra Mekke’de Harem’de yakaza halinde iken semadan iki melek gelir. Biri diğerine:
“Bu sene 600 bin kişi haccetti. Hepsinin haccı, Şam’da Ali bin Muvaffak ismindeki bir ayakkabı tamircisinin yaptığı amelin hürmetine makbul oldu. Bu kişi hacca gitmeye niyet etti, lakin gidemedi. Onun yaptığı bir amel hürmetine bu kadar hüccacın haccı kabul edildi.” der.
Abdullah bin Mübarek uyku ile yakaza arası olan bu halden uyanınca, merak ve hayret içinde kalıp Şam kervanı ile Şam’a gitti. O zatı bulup sordu:
“Sen hacca gitmediğin halde ne amel işledin?”
Ali bin Muvaffak, Abdullah bin Mübarek gibi meşhur bir zatı karşısında görünce şaşırdı. Heyecanından bayıldı. Kendisine geldiğinde şöyle anlattı:
“Otuz sene hacca gitmeyi arzu eder dururdum. Eskicilikten 300 dirhem para biriktirdim. Hac yolculuğuna niyet ettim. Hamile karım:
“Komşudan et kokusu geliyor; bana bir parça et ister misin?” dedi. Komşuma gittim. Durumu anlattım. Komşum ağladı:
“Yedi gün oldu ki, çocuklarım açtır. Yolda ölü bir hayvan buldum. Ondan bir parça kestim. Şimdi onu kaynatıp onları avutuyorum. Helal bir gıda bulamaz isem, mecburi onu yedireceğim. İsterseniz vereyim, fakat bu kaynayan et, bunlara ölümle burun buruna geldikleri için helal, size ise haramdır.” dedi.
Ali bin Muvaffak devamla:
“Bunu duyunca, sanki içimdem bir parça koptu. Birbir zorlukla biriktirdiğim bu 300 dirhemi ona verdim;
“Ya Rabbi, hac niyetimi kabul et!… diye Rabbime iltica ettim.” dedi.
Bunun üzerine Abdullah bin Mübarek:
“Rabbim bana rüyada doğruyu bildirmiş!” dedi.
Bu hadise, Rahman ve Rahim olan Rabbimizin bize gösterdiği bir merhamet bereketidir. Rüyadaki zuhûratla hacdan misal verilmesi, ibadet hayatın da merhametin ne derece mühim bir rol oynadığını ifade etmektedir.
KAYNAK: TOPBAŞ, Osman Nuri, Mesnevi Bahçesinden Bir Testi Su, Erkam Yayınları Altınoluk Dizisi 20, s. 77-78

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 11 May 2015 00:39:21
Adamın biri camiye gitmek üzere evinden çıkar,
fakat karanlıktır ve giderken yolda ayağı takılır düşer,
kalkıp üstünü silkeleyip evine geri döner,
elbisesini değiştirip temiz kıyafetlerle tekrar yola çıkar,
fakat yine düşer. Yeniden eve gidip üstünü değiştirir ve yola çıkar. Yolda elinde lamba ile birini görür.
Yolunu aydınlatan bu adamla beraber mescide doğru ilerlerler. Adam lambayı tutan kişiden namazı kendisinin kıldırmasını ister lambayı tutan adam ise kabul etmez.
Düşen adam ısrarla teklif eder tekrar red cevabını alınca
merak edip sorar neden kıldırmıyorsun?
Lamba tutan adam kendisinin şeytan olduğunu söyler..
Adam şok olur ve neden kendine ışık tutup
yolunu aydınlattığını sorar;
Şeytan der ki:
Seni düşüren bendim mescide gitmemen için ve sen ilk düştüğünde eve gidip elbiseni değisip tekrar mescide doğru çıkınca Allah senin tüm günahlarını affetti. Ben seni ikinci defa düşürdüm sen tekrar üşenmedin eve gidip elbiseni değiştin tekrar yola çıktın, bu defa Allah senin ehli beytinin günahlarını bağışladı. Ben korktum ki üçüncü düşmende Allah bu kez tüm ülkenin günahlarını bağışlayacak ve benim onca uğraşım boşa gidecek. O sebeple senin güvenli bir şekilde mescide ulaşman için lambayla senin yolunu aydınlattım.
Senin takvan aileni ve milletini felaketlerden korunmasına vesile olur.
Bütün hamd ve övgüler ancak Allah'adır..
Kuran-ı taşıdığında şeytanda baş ağrısı olur
onu açtığında şeytan yıkılır
onu okuduğunda şeytan solar ve bayılır
onunla amel ettiğinde şeytan yanından kaçar.

Çevrimdışı parames_syum

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.379
  • 15.865
  • 1.379
  • 15.865
# 11 May 2015 01:17:30
TEMEL’İN  TORUNU

   Geçen akşam bir arkadaş telefon etti, torunu ilkokuldaymış, öğretmen öyle bir ödev vermiş ki, bizimkinin aklı ermemiş, biz de içinden çıkamadık.
   Çocuğun anası, babası işteymiş, gelince de yardım edeceklerini umuyor, torun sevgisi bir başka, “Ne yapacağımı bilmiyorum!” diyor, çocuk ağayıp sızlanıyormuş, öğretmen, yarın bunu sorarsa, ne yaparım diyormuş...
   Dayanamadık,”Bir daha sor bakalım” dedik, “Belki çözeriz!”
   Ne mümkün.

   AKLIMIZA M. Reşat SÜMERKAN’ ın  “Temel Ağa’nın mektupları” geldi, rahmetli Gündağ Kayaoğlu yayımlamıştı.
   “Temel Ağa” ya da torunu böyle bir soru sormuş, o da Rize’den Eskişehir’e yerleşen arkadaşı Niyazi’ ye mektup yazıp, anlatmış...
   bakın ne tatlı tatlı  anlatıyor:

   “ YAHU, bu uşakcuklar bi kariş boydalar. Daha oyin oynamasuni bile beceremiyler. Hani utanmasalar emzuk emecekler. Onlara oyle sorilar sorayiler ki; efendi, ayip değil ya, ben çözemeyrum. Geçen akşam geturdi ödevini önüme koydi. Bi yandan da ağlayi. Zaten dertlerini hep bağa açar. Dedi ki: Ha bunlari anliyamadum. O yüzden de yapamadum. Yarin öğretmen beni dövecek. Dedum Ki: Ağlama uağum, bunun içun öğretmen adam dövmez. Şimdu oni çözeruk...
   
   Ne mümkün Niyazi kardaşum. Bi tirenlan, bi otobos ayni istasyondan kalkmişlar. Tiren otobostan üzte bi daha hızlı gidiy. Otobos iki yerde on beşer dakka  istirahat vermiş. Tiren da bir yerde durmiş 20 dakka su almiş. Otobos saatte 60 kilometre gidiymiş. Tiren beş saat sonra gideceği yere varmiş. Otobos ise ne vakit sonra oraya varacakmış.

   Oğraştum yapamadum. Uşak ağlar. Derken bubasi geldi. O da çözemedi. Diyorum oğa ki: Damat senun tanıduğun tahsilli bi otobos şoförü var ise oğa soralum, belki o bilebilur. Yahutta sabah olsun ben uşağu şoförler cemiyetine götüreyum. Onlar arasinda belki tirenle yaruş etmiş bi şoför vardur da bize nasihat verur.   

   Ha, biz bi yandan da uşağa tireni tarif edeyruk. Tiren görmemiş ki...Ne anasi görmüş, ne bubasi. Ben da bi tek askerlukte Erzurum’ dan Sivas’ a gittiydum. Neysa kardaşum, o gece çok kızdım. Diyeceksun ki niye? UŞAK DAHA İNCİR AĞACUNDAN DUTİ AYIRAMAY; MEZGİTİ GÖSTERİYRUM, HAMSİ DİY; EFENDUM, YUMURTANIN FABRİKADA YAPILDIĞINI SANAY. BİZ GELDUK ARABA YARIŞTIRİRUK. Yani efendi otobos zamanında varsa ne olur, geç varsa ne olur? Gurbetten yolcu mi pekliysun?  Eğer varacağı saat önemliysa, edersun yazıhaneye bi telefon, derler saa otobosun ineceği zamani, Bu kadarlik mesele içun sabiyi sübyani niye telef edersun? Uşacuklarda şarkı yok, türki yok, oyun yok; dayamiş oğa matematiği, Matematiği öğrenen, milleti soymanin hesabıni  daha iyi yapayi.”

   Temel Ağa’nın bu mektubu, bu günlerde analara, babalara, ninelere, dedelere, çok lazım olur.
   BELKİ,    ÖĞRETMENLER DE BİRAZ GÜLÜP, İNSAFA GELİRLER......       
   
        (Hasan PULUR – Milliyet Gazetesi, Olaylar ve İnsanlar)

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 11 May 2015 20:05:22
ANNENİN GÖZ YAŞLARI
------ KISA ÖYKÜ ------

Orta yaşlı kadın, evin içinde telaşlı bir haldeydi. Eşyaların yerini değiştiriyor, örtüleri düzeltiyor, arada bir mutfağa gidip pişmekte olan yemeğe bakıyor, tekrar salona dönüyordu. Sokaktan gelen her seste pencereye koşuyor, her duyduğu kapı zilinde de, başkasının zili olduğunu anlayıp üzülüyordu.

Başka şehirde iş bulan oğlu, hem uzak yerde olduğundan hem de izin alamadığından 2 aydır gelememişti. Orta yaşlı kadın, büyük bir özlemle oğlunun gelmesini ümit ediyor, kulağı zil sesinde, ayak sesinde telaşla bekliyordu. Her anneler gününde, çocuğunun ona “Anneciğim, anneler günün kutlu olsun” diyerek, boynuna sarılmasına öyle alışmıştı ki, sanki oğlu kapıdan giriverecek ve koşup boynuna sarılacaktı, sonra da onun için hazırladığı tatlılardan yiyecekti. Oysa oğlu geleceğini söylememişti ki. Kadın, boynu bükük düşündü, “-ya gelmezse, ya izin alamadıysa.” İçini özlem dolu bir alevin yalayıp geçtiğini hissetti.

Kadın sabahtan hazırlığa başlamıştı Telaşlı halini gören eşi, sorup durmuştu;” Bu telaşın niye?” diye ama cevabını bir türlü alamamıştı. Sonunda da kadın; “-Bu gün evde işim çok, sen git-gez biraz” diye ısrar ederek, eşini rica-minnet dışarı çıkarmıştı. “Ya, telaşımın nedenini anlarsa, ya saatlerce beklediğim halde oğlum gelmezse” diye düşünmüştü. “Gelmezse” düşüncesiyle bir daha yüreği titremişti.

Saatler geçip gidiyordu, öğlen olmak üzereydi; “-Gelemiyorsan, bir telefon et bari, ‘anneciğim’ de” İçinde sıkıntı armaya başlamıştı; “-Anneler gününü kutlamak için bir telefon bile etmeyecek mi acaba? Ben böyle bekliyorum ama o belki hatırlamadı bile. ‘Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur’ sözü anneler için de geçerli olur mu hiç. Olamaz canım, bir telefon eder en azından. Hoş telefon yetmez, özledim yavrumu, kara gözlerini, yaramaz gülüşünü. Hıh! Yaramaz, dediğimi duysa yine darılır, ‘Beni çocuk gibi sevme’ der. Sanki nasıl seveceksem…”

Çocuğunu düşündükçe, onunla konuştuğunu düşündükçe yüzü gülüyor, farkında olmadan bir anda neşeleniyordu. Sonra duvardaki saate gözü takılıyor, yeniden durgunlaşıyordu. “-Gelmeyecek, telefon bari etse” diye düşündü istemeye istemeye. “-Sesini bari duymuş olurum”. Tam böyle düşünürken, cep telefonunun sesiyle irkildi, omuzlarında bir yorgunluk, bakışlarında bir burukluk telefona uzandı., ekranına baktı, arayan oğluydu.

Sevinmeli miydi? sevinemedi. …acaba …acaba gelemeyeceğini söylemek için mi aramıştı. Telefonda kutlayıp geçecek miydi anneler gününü, sarılamayacak mıydı yavrusuna?

Açtı telefonu; -Alo

-Alo, nasılsın anneciğim?

-Sağol yavrum, sen nasılsın?

-İyiyim anneciğim.

-Ne yapıyorsun, işler nasıl?

-Biraz zor oldu ama alıştım, hem bu şehre, hem de işe alıştım.

-Öyle mi yavrucuğum.

Söylemiyordu işte ne telefonda kutluyordu, ne de gelmiyeceğini söylüyordu. Sonunda dayanamayıp sordu; -İzin aldın mı yavrum?

-Evet anneciğim, izin aldım. Sen nereden bildin.

-Nereden mi, anneler günü için izin almadın mı?

-Ha, anneler günü doğru ya. Anneler günün kutlu olsun anneciğim.

-Sen sen bunun için izin almadın mı?

-Ah anneciğim, çok sevdiğim, benim için çok önemli bir bayanı görmeye gideceğimi söyledim. Şefim de izin verdi. Şimdi onun yanına gidiyorum.

Orta yaşlı kadın durakladı, sesine hakim olmaya çalıştı.

-Öyle mi, nasıl biriymiş bu?

-Anneciğim, merak etme, emin ol beni çok seviyor ve senin daha önce yaptıklarını aratmayacak lezzette yemekler, tatlılar yapmıştır, beni bekliyor şimdi.

-Ben… şey… tamam yavrucuğum. Şey, umarım o da seni seviyordur.

-Sevdiğine eminim anne, zaten bu ilk iznimi sırf onu görmek için aldım. Babam nerede, yanında mı anne?

-Dışarıdaydı yavrum. Hah kapı çalıyor, sanırım baban geldi.

-Tamam anne selam söyle, ben de mis gibi kokuların geldiği, dünya da en çok değer verdiğim dünya güzel bir hanımefendinin kapısındayım.

-Tamam yavrum, söylerim. Sonra yine ara yavrum. Allah’a emanet ol.

Telefonu kapattı. Oysa ne kadar özlemişti oğlunu, ne kadar görmek istiyordu. Kapıya eli uzanırken, gözünden süzülen yaşlara engel olamıyordu.

Kapıyı açtığında, boynuna atılan oğlunun “-Canım anneciğim, anneler günün kutlu olsun!” diye bağırması sanki bir rüya sahnesiymiş gibi geldi. Oğlu; “-Anneciğim, seni sevindirecek bir sürpriz yapayım dedim, lütfen ağlama” dese de, annesi sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

A.Ü.ÇAM

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 11 May 2015 22:39:41
Bir dostum üniversitedeki görevine yeni başladığı sıralarda bir profesör hocasını evine akşam yemeğine davet eder. Yenge hanım misafirlerini ağırlamak için elinden geleni yapar. Yemek sofrasındaki koyu sohbetin bir yerine profesör durgunlaşır ve gözlerinden gözyaşları dökülür. Dostum telaşlanır.
–Hayır olsun hocam, bir sorun mu oldu? Profesörün cevabı şu olur:
-Ben otuz yıldır evimde böyle sıcak bir çorba içemedim. Benim hanım da hocadır; ikimiz de evde yemek yapamayız.” Demek oluyor ki kadir kıymet bilmek ve yuvamızı birbirimiz için karşılıklı sıcak tutmaya çalışmak lazım. Ey yuvasında sıcak çorba içebilenler, ondan da mahrum insanlar var yer yeryüzünde… Allah’a samimi şükür o çorbanın yüreğinizdeki lezzetine lezzet katacaktır. Muhammed Bozdağ

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 11 May 2015 23:29:01
İbrahim bin Edhem Hazretleri, bir gün, sızmış hâldeki bir ayyaşın pis kokulu ve bulaşık ağzını yıkamıştı. Bunu niçin yaptığını soranlara da:

“–Eğer yüce Allâh’ı zikretmek için yaratılan dili ve ağzı bulaşık olarak bıraksaydım, hürmetsizlik olurdu…” demişti.

Sarhoş ayıldığında ona:

“–Horasan zâhidi İbrahim bin Edhem senin ağzını yıkadı…” dediler. Bu durumdan mahcub olan ayyaşın gönlü de uyandı ve:

“−Öyleyse ben artık tevbe ettim…” dedi.

Bu tevbeye vesîle olan İbrahim bin Edhem Hazretleri’ne, rüyasında Hak katından şöyle nidâ edildi:

“–Sen Biz’im için onun ağzını yıkadın; Biz de senin için onun kalbini yıkadık!..”


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK