İbretlik Hikayeler

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 12 Nis 2015 09:28:35
HER ZAMAN ELİNDE OLANLARI DÜŞÜN
İyi bilinen bir konuşmacı, seminerine 20 dolarlık bir banknotu göstererek başladı. 200 kişinin bulunduğu odaya, bu parayı kim ister diye sordu ve eller kalkmaya başladı ve konuşmacı bu parayı sizlerden birine vereceğim fakat öncelikle bazı şeyler yapacağım dedi.
Parayı önce buruşturdu, ve dinleyicilere hala bu parayı isteyen var mı diye sordu, eller yine havadaydı.
Bu sefer, konuşmacı peki bunu yaparsam dedi ve $ 20 i yere attı onun üstüne bastı, ezdi, pisletti ve para şimdi pis ve buruşuktu, fakat eller yine havadaydı ve o parayı herkes istiyordu. Ve konuşmacı söyle dedi .Arkadaşlarım burada çok önemli bir şey öğrendiniz, burada paraya ne yaptıysam hiç önemli değil onu yinede istiyorsunuz, çünkü benim ona yaptığım şeyler onun değerini düşürmedi, o hala 20 dolar.
Hayatımızda çoğu kez verdiğimiz kararlar veya hayat şartları nedeniyle hırpalanır, canımız acıtılır, yerden yere vuruluruz, kendimizi kötü hissederiz, fakat ne olduğu yada ne olacağı önemli değil, hiçbir zaman değerimizi kaybetmeyiz, temiz yada pis, hırpalanmış yada kırılmış, bunların hiçbiri önemli değildir.
Seni sevenler senin ne kadar değerli olduğunu her zaman bileceklerdir, hayatımızın değeri ne yaptığımız, veya kimi tanıdığımızla değil kim olduğumuzla alakalıdır.
Her zaman elinde olanları düşün olmayanları değil…

Çevrimdışı sarnıç

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.385
  • 127.440
  • 8.385
  • 127.440
# 12 Nis 2015 09:48:13
En Büyük Cömert
Önemli bir sefer hazırlığı yapılıyordu. Peygamberimiz herkesten yapabileceği yardımı en üst sınırda yapmasını istedi. Hz. Ömer bu isteğe uyarak büyük miktarda bir yardımla Hz. Peygamberin huzuruna çıktı. Hz. Peygamber sordu:

- Ya Ömer, malının ne kadarını yardım olarak getirdin?

Hz. ömer cevap verdi:

- Tam yarısını getirdim ya Resulallah, size getirdiğim kadar da geride var.

Biraz sonra Hz. Ebû Bekir geldi. O da büyük bir yardımda bulundu. Hz. Peygamber ona da sordu:

- Malının ne kadarını getirdin? Cevap verdi:

- Tamamını getirdim ya Resulallah, evimde Allah ve Resulünün sevgisinden başka bir şey bırakmadım.

Bunun üzerine Allah'ın Resulü şöyle buyurdu: - Allah yolunda fedakarlıkta Ebû Bekir'i kimse geçemeyecek.

Çevrimdışı sarnıç

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.385
  • 127.440
  • 8.385
  • 127.440
# 13 Nis 2015 05:53:47
Borcun Vadesi
İyi yürekli bir vezir, yoksul ve muhtaçlara devlet hazinesinden borç para veriyor, borç alanlar, "Bunu ne zaman geriye ödeyeceğiz?" diye sorduklarında, "Padişahımız ölünce ödersiniz" diye cevap veriyordu Bu duruma tanık olan bir adam bir gün Padişaha, "Efendimiz sizin veziriniz devletinizin hazinesinden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyor Demek ki niyeti kötü, sizin bir an önce ölmenizi istiyor, siz ölünce de paraları zimmetine geçirecek" diye gammazladı Bu gammazlık üzerine padişahın vezirine karşı kalbi bozuldu Kendisini huzuruna çağırıp söylenenlerin doğruluk derecesini ve maksadının ne olduğunu sordu Vezir sıradan bir vezir değildi Görevinin dışındaki bir takım incelikleri de biliyor ve yerinde bunlardan yararlanıyordu Padişahı yatıştıran ve yüreğini ferahlatan şu açıklamada bulundu:

"Padişahım, söylenen doğrudur Ben hazineden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyorum Ama bunu sizin ölmenizi değil, tersine daha çok yaşamanızı istediğim için yapıyorum Bilirsiniz ki her borçluya borcunun vadesi kısa gelir, vade dolmasın diye bakar, bunun için dua eder Bu demektir ki borçlarınısiz ölünce verecek olanlar, borçlarının vadesi dolmasın diye sizin ölmemeniz için dua edeceklerdir Allahı katında en makbul dualardan biri de borç altındaki kullarının duasıdır Benim de maksadım ömrünüzün uzunluğu, sağlık ve afiyetinizdir"

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 15 Nis 2015 06:45:33
Uzun yıllar önce Çinde Li-Li adlı bir kız evlenir ve aynı evde kocası ve kaynanası ile birlikte yaşamaya başlar.

Lakin kısa bir süre sonra kayınvalidesi ile birlikte geçinmenin çok zor olduğunu anlar. İkisinin de kişiliği tamamen farklıdır. Bu da onların sık sık kavga edip tartışmalarına yol açar.

Bu, Çin geleneklerine göre hoş bir davranış değildir ve çevrenin oldukça tepkisini alır. Bir kaç ay sonra bitmek tükenmez gelin kaynana kavgalarından ev, eşi ve annesi arasında kalan erkek için cehennem haline gelmiştir.

Artık birşeyler yapmak zorunda olduğunu anlayan genç kız doğruca babasının arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini anlatır.

Yaşlı adam ona bitkilerden hazırladığı bir ekstre verir. Bunu 3 ay boyunca hergün kaynananın yemeklerine azar azar kat der. Fakat az koy ki belli olmasın. 3 ay sonra ölsün.

Yaşlı adam genç kıza kimsenin şüphelenmemesi için bu süre zarfında kaynanasına çok iyi davranmasını da öğütler. Çok iyi yemekler yap ona der. Genç kız artık çok iyi davranmaya başlar kaynanasına. Bir süre sonra kız böyle davranınca kayınvalidesi de değişir ve ona kızı gibi davranmaya başlar. Evde artık barış rüzgarları esmeye başlamıştır. Bu kez genç kız kendini ağır bir yük altında hissetmeye başlar ve yaptıklarından pişman, baharatçıya yeniden gelir.

- Lütfen, der. Artık ölmesini istemiyorum. Şu ana kadar verdiklerimi onun kanından temizleyecek bir şey ver bana.

Yaşlı adam karşısında oturan Li-Li ye bakar ve gülümser.

- Sevgili kızım, der. Sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayınvalideni daha da güçlendirdin hepsi bu. Gerçek zehirse senin beynindeydi. Sen ona iyi davrandıkça o da dağıldı ve gitti beyninden. Dargınlık sevgiye dönüştü. Böylece gerçek bir ana-kız oldunuz.

Eski bir Çin atasözü şöyle der; Gül veren elde gül kokusu kalır. Sevilen insan sevgisini insanlara veren insandır.

Çevrimdışı bebeto__71

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 345
  • 349
  • 345
  • 349
# 15 Nis 2015 07:29:04
anlatacağım hikaye değildir gerçektir.dayımın kızının bir çocuğu olmuştu.2. çocuğu.her ziyaraete gittiğimizde yeni ufaklıktan şikayet ederdi.yemiyor içmiyor çok uyuşuk diye.çok kızdırıyor beni,bazan sinirimden ağlıyorum derdi.birgün yine çok sinirlenmiş bir tane tokat atmış çocuğa .çocukta belki 2 yaşında ya var ya yok.ağlıyor.yan odaya geçiyor karanlıkta ışığı yakmadan ufaklığın kıyafetlerini el yordamıyla bulmaya çalışıyor.o srada çok çok şiddetli bir tokat geliyor yüzüne sarsılıyor ardından arapça bir de azar işitiyor...sonrasında aylarca tedavi gördü çok korktu...

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 15 Nis 2015 13:06:20

Âhiret Yolcusunun Azığı

Büyük velîlerden İbrahim Edhem Hazretleri, hacca gitmeye karar verir ve yaya olarak yola çıkar. Yolda giderken, cins devesi üzerine kurulu, mağrur bir kabîle reisine rastlar.

Reis, İbrahim Edhem Hazretleri’nin yaşlı hâliyle tek başına yola çıkmış olmasına ve görünürde de bir azığının bulunmamasına çok şaşırır. Bu sebeple de tuhaf bakışlarla sorar:

“–Ey ihtiyar, nereye gidiyorsun böyle?”

İbrahim Edhem Hazretleri ise sükûnetle:

“–Haccetmek niyetiyle Kâbe’ye gidiyorum.” diyerek mukâbelede bulunur.

Aldığı bu cevap üzerine kabile reisinin tuhaf bakışları, yerini alaycı bir tebessüme bırakır. Bir müddet böyle devam eder. Sonra da küçümseyici bir tavırla:

“–Be hey ihtiyar! Deli misin, dîvâne misin sen ya hu… Bineğin yok… Azığın yok… Bunun yanında yol ise çok uzun. Hem de çook uzun. Sen bu zayıf ve ihtiyar hâlinle Kâbe’ye nasıl varacaksın? Bu uzun yolda nasıl dayanacaksın?..” der.

İbrahim Edhem Hazretleri, karşısındaki gâfil insanın gönlünü uyandırabilmek ümîdiyle:

“–Aslında benim birçok bineğim var; ama sen onları göremiyorsun…” diyerek cevap verir.

Duyduğu bu sözler üzerine Reis, alaycı tavrına devamla:

“–Ne olur bunları açıkla da ben de bileyim…” der.

İbrahim Edhem Hazretleri ise sükûnet hâlini hiç bozmadan:

“–Dinle öyleyse!” deyip ilâve eder:

“–Benim «sabır» adlı bir bineğim vardır ki, başıma bir belâ geldiğinde onunla yoluma devam ederim.

«Şükür» adlı bir bineğim vardır ki, nîmete kavuştuğum zaman onunla nice menziller geçerim.

Yine önleyemeyeceğim ve kusurum olmayan bir kazaya uğradığım zaman, «Ben gaybı bilmiyorum, olanda benim için hayır vardır» derim, «rızâ» adlı bineğimin usluluğuyla maksûduma ererim.”

Bunları dinleyen reisin alaycı tavrı, yerini birden şaşkınlığa bırakır. Hayretle tekrar sorar:

“–Daha başka neyin var?”

“–Bir de şu var ki, nefsim dünyevî bir arzuya yöneldiği vakit; kabirlerde benden çok daha küçük yaşta, hattâ gencecik insanların yattığını düşünerek, nefsime uymaktan sakınırım. Zira her insan ölecek yaştadır!”

Bu sözlerle derin bir tefekküre dalan kabile reisi, İbrahim Edhem Hazretleri’ne uzun uzun bakar ve sonra dudaklarından şu sözler dökülür:

“–Desene, asıl yaya benmişim de hakîkatte binekli olan senmişsin ey ihtiyar. Var yoluna devam et. Zira bu zarif ve hakîkate vâkıf olan gönülle sen, nasıl olsa murâdına ereceksin.”

***

Bu fânî dünyada herkes, birer âhiret yolcusudur. Hayatın med-cezirleri içerisinde insana yakışan fazîletler ise, sabır, şükür ve hâle rızâdır.


Osman Nuri Topbaş//ŞEBNEM DERGİSİ
Yıl: 2015 Ay: Nisan Sayı: 122

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 15 Nis 2015 21:07:32
ANNE HAKKI

Bir arkadaşı O'na (asm) annesini şikâyet eder.
"Huyu ve ahlakı kötü." der. O (asm) cevap verir.
"Ama seni dokuz ay karnında taşırken kötü huylu değildi." Arkadaşı tatmin olmamıştır.
"Ey Allah’ın Elçisi! Gerçekten kötü huylu."
"Ama seni iki sene emzirirken kötü huylu değildi." Adam yine de ısrar eder. O (asm) da devam eder:
"Senin yüzünden uykusuz kalırken kötü huylu değildi." Arkadaşı dayanamaz.
"Ama ben de karşılığını ödedim."
“Ne yaptın?”
“Sırtımda taşıyarak hac yaptırdım.” Hz. Muhammed (asv)'in dudaklarında acı bir tebessüm belirir.
“Bir tek doğum sancısının bile karşılığını ödemiş olmadın.”
(İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.32)

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 16 Nis 2015 06:59:04
Boyayı mı beğenemedin, yoksa boyacıyı mı?
Hep hikmetli konuşan Lokman Hekim’in derisi siyah, dudakları da kalınmış. Değerli sözlerini duyarak hayranı olan biri bir gün bakmış ki hayalinde büyüttüğü Lokman, siyah yüzlü, kalın dudaklı biri. Şaşkınlıkla yüzüne bakarken Lokman Hekim, adamın içinden geçenleri sezmiş olacak ki, şöyle çıkışmış:
– Birader, neden öyle şaşkın bakıyorsun? Boyayı mı beğenemedin, yoksa boyacıyı mı?
Sonra da ilave etmiş.
– Bak, demiş, benim ne yüzümün siyahlığında, ne de dudaklarımın kalınlığında bir tesirim vardır. Onları Yaratan öyle yaratmış, öylesine uygun görmüş. Benim tercihim değil…
Evet, insanların yüz güzelliği, yahut da çirkinliğiyle kendilerine bir pay çıkarmaları son derece yanlıştır. Ne güzellikte bir etkisi vardır, ne de çirkinlikte. Her ikisini de yaratan ve layık gören Allâh-ü azimüşşandır. İnsan kendi iradesiyle kazandığından sorumludur.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 16 Nis 2015 18:33:48
ÜÇ GÜNDÜR AÇIM
Üç gündür hiçbir şey yiyememiştir... Kızı Fatma (r.anha)'ya giderek evinde yiyecek bir şeyler olup olmadığını sorar:
"Kızım! Sende yiyecek bir şey yok mudur? Ben çok açım." Fatma (r.anha):
"Canım sana feda olsun babacığım! Yemin ederim ki bende de size yedirecek bir şey yoktur."diye cevaplar.
Bu sırada peygamberliğinin yanı sıra bir devletin de başkanıdır... Başka bir gün kızı Fatma (r.anah) yeni pişirdiği arpa ekmeğinden bir parça da peygamber babasına götürür. Hz. Muhammed (asv) kızına:
"Vallahi kızım, üç gündür baban bir şey yememiştir."der. Bu sırada da devlet başkanıdır.
(M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., I/383 ve IV/482.)

 :'( :'( :'(

Çevrimdışı efoo

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.576
  • 87.587
  • Müdür Yetkili
  • 5.576
  • 87.587
  • Müdür Yetkili
# 16 Nis 2015 20:59:21
Musa aleyhisselam hastalanınca, (İlaç istemem, Allahü teâlâ şifasını verir) dedi. Hastalık uzayıp ağırlaştı. Tekrar, (Bu hastalığın ilacı tecrübe edilmiştir, şifalı olduğu meşhurdur, ilacı kullanırsanız az zamanda iyileşirsiniz) dedilerse de, (Hayır, ilaç istemem) dedi ve hastalığı arttı. O zaman (İlaç kullanmazsan, şifa ihsan etmem) diye vahiy geldi. İlacı alıp iyileşti. Ama sebebini merak etti. (Ya Rabbî, hastalıklara şifa veren sensin, niye ben ilaçla şifa buldum?) diye arz edince, Allahü teâlâ, (Sen tevekkül etmek için, benim âdetimi, hikmetimi mi değiştirmek istiyorsun? İlaçlara, faydalı tesirleri kim verdi? Elbette ben yaratıyorum) buyurdu.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 17 Nis 2015 06:35:27
Hişâm bin Âs (r.a.)
Büyük sahabi ve Mısır Fatihi Amr bin Âs’ın kardeşiydi. İslam’ın ilk yıllarında Müs­lüman olmuştu. İşkenceler artınca da ikinci hicret kafilesiyle Habeşistan’a hicret etti. Bir müddet sonra Peygamberimizin Medine’ye hicret ettiğini haber aldı. Habeşistan’da daha fazla kalamadı, Mekke’ye döndü. Oradan Medine’ye hicret etmek istediyse de babası ve akrabası kendisini bırakmadılar. Hapsetti­ler ve dayanılmaz işkencelere maruz bıraktılar. Uzun bir müddet hapis kalan Hz. Hişâm, ancak Hendek Savaşı’ndan sonra Medine’ye hicret edebildi. Bundan son­ra Peygamberimizle birlikte bütün savaşlara iştirak etti. Büyük kahramanlık ör­nekleri sergiledi.
Peygamberimiz, kendisini çok severdi. Bir hadislerinde, “Âs’ın çocukları Hişâm ve Amr, mümindir.” buyurarak onların imanlarına şahitlik etti.
Hz. Hişâm, kardeşi Amr bin Âs (r.a.) gibi kahramanlık ve cesaretiyle tanını­yordu. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer devirlerinde yapılan savaşlara katıldı. Bü­yük kahramanlıklar gösterdi. Bilhassa şehitlik makamına kavuştuğu Ecnâdin Harbi’nde destanlaştı. Bu savaşta Bizanslılar çok kalabalıktı. Bir ara Müslüman­lar çözülme alameti gösterdiler. Bu, Hz. Hişâm’ı çok üzdü. “Ey Müslümanlar, bana geliniz. Ben, Hişâm bin Âs’ım. Bana geliniz. Cennetten mi kaçıyorsunuz?!” diye seslendi. Sonra da Bizanslıların saflarını yara yara içlerine kadar ilerledi. Birkaçını öldürdükten sonra, aldığı ağır yaralarla şehitlik mertebesini kazandı. Tarih, Hicret’in 13. yılıydı…
Hz. Ömer onun şehit olduğu haberini alınca, “Allah ona rahmet etsin! İslam’ın en iyi yardımcılarından birisiydi.” diyerek takdirlerini ifade etti.
Hişâm’ın şehadetinden sonra Müslümanlar, Hz. Amr’e kendisinin mi, yoksa kardeşinin mi daha faziletli olduğunu sordular. Hz. Amr, “Yaşca ben, ama fazi­letçe Hişâm!” cevabını verdi. Bunun sebebini de şöyle izah etti:
“İslamiyet her ikimize de arz edildi. O hemen kabul etti, ben ise başlangıçta reddettim. Her iki­miz de şehitlik için duada bulunmuştuk. Onun duası kabul oldu.”
Allah her ikisinden de razı olsun![1]

Çevrimdışı seliali

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.869
  • 31.325
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 4.869
  • 31.325
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 17 Nis 2015 15:48:25
meşhur meseldir;
zamanın birinde bir adam çölde atıyla yolculuk ederken yaralı, susuzluktan ölmek üzere olan birini görür ve hemen yardım eder. Yarası sarılmış ve susuzluğu giderilmiş olan adamsa diğerinin atını çalar ve kaçmaya başlar. Yardım eden kişi bunu görünce arkasından bağırır: “Sakın bunu kimseye anlatma.” Atı çalan bu cümleyi duyunca durup sorar “Atını çalıp seni çöl ortasında çaresiz bırakmışken tek isteğin bunu kimsenin duymaması mı?” Güzel adam “Evet” der, “Çünkü bunu anlatırsan korkarım insanlar artık çölde gördüğü yardıma muhtaç kimselere yardım etmeyi kesiverirler.”

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 18 Nis 2015 08:38:25
Bir Avuç Hurmanın İslâm Ordusunu Doyuruşu
Beşir b. Sa'd'ın kızı, Numan b. Beşir'in kızkardeşi der ki:
"Annem Amre binti Revâha beni çağırdı. Eteğime iki avuç hurma koyduktan sonra: 'Kızcağızım! Git de, baban ile dayın Abdullah b. Revâha'nın gıdalarını kendilerine ver!” dedi. Giderken, Allah Resulüne (asm) rastladım, babamla dayımın nerede olduklarını sordum. Resûlullah (asm):
“Kızcağızım! Beri gel! Yanındaki nedir?” buyurdu.
“Yâ Rasûlallah! Bu, hurmadır! Annem bunu yesinler diye babam Beşir ile dayım Abdullah’a gönderdi.” dedim. Resûlullah (asm):
“Getir onu!” buyurdu.
Ben de, onu Resûlullah’ın (asm) iki avucuna döktüm, avuçlarını doldurmadı. Sonra, bir örtü getirilmesini emretti. Örtü getirilip serildi. Hurmayı örtünün üzerine yayıp dağıttıktan sonra, yanındakilere:
“Yemeğe geliniz! diyerek hendek kazımında çalışan sahabelere sesleniniz!” buyurdu. Hendek halkı toplanıp ondan yemeye koyuldular. Hurmalar yendikçe artmış, örtünün etrafından dolup taşmıştı."
(İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 228, 229; Vâkıdî,)

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 18 Nis 2015 08:47:40
Hazreti Eyyüb’ün Evinde Yüz Seksen Kişinin Tanık Olduğu Mucize
Peygamberimizin (asm) Medine’ye hicret etmesinde, O’na evini açan Hazreti Eyyüb (ra) anlatıyor:
"Bir gün, Allah Resulü (asm) ve Ebu Bekir (ra)'e yetecek kadar yemek yapıp getirince, Resûlullah:
“Git, bana Ensar’ın önde gelenlerinden otuz kişi çağır!” buyurdu. Yanımda hazırladığım yemeğe ekleyecek bir şey bulunmadığından, bu bana çok ağır geldi. Biraz ağırdan aldım. Peygamber (asm), tekrar:
“Git, bana Ensar’ın önde gelenlerinden otuz kişi çağır!” buyurdu. Bunun üzerine, gidip onları çağırdım, geldiler. Gelince, onlara:
“Yemek yiyiniz!” buyurdu, yediler. Önlerinden, ancak bir kısmını yiyebildiler! Bu mucize karşısında, Hazreti Muhammed (asv)’in, Allah’ın Resulü olduğuna şehadet ettiler ve oradan ayrılmadan Peygamber’e (asm) ve İslam’a bağlılık sözü verdiler. Peygamber (asm), bundan sonra:
“Git, bana Ensar’ın önde gelenlerinden altmış kişi çağır!” buyurdu. Vallahi, altmış kişi beni otuz kişiden daha çok korkuttu! Gidip çağırdım. Onlar da önlerinden ancak bir kısmını yiyebildiler! Bu mucize karşısında, Hazreti Muhammed (asv)’in Allah’ın Resulü olduğuna şehadet ettiler ve oradan ayrılmadan Peygamber’e (asm) ve İslam’a bağlılık sözü verdiler. Bundan sonra, Resûlullah (asm):
“Git, bana Ensar’ın önde gelenlerinden doksan kişi çağır!” buyurdu. Beni, bu doksan kişi, altmış ve otuz kişiden daha çok korkuttu. Onları da gidip çağırdım. Yemekten yediler. Onlar da önlerinden ancak bir kısmını yiyebildiler ve bu mucize karşısında, Hazreti Muhammed (asv)’in Allah’ın Resulü olduğuna şehadet ettiler ve oradan ayrılmadan Peygamber’e (asm) ve İslam’a bağlılık sözü verdiler. İşte o zaman bu yemekten yüz seksen kişi yedi ki, hepsi de Ensardan idiler." Yüce Allah, onların hepsinden razı olsun!
(Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 428; Kadı İyaz, eş-Şifa, c. 1 , s. 243-244; )

Çevrimdışı seliali

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.869
  • 31.325
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 4.869
  • 31.325
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 18 Nis 2015 12:44:11
Hz. Ömer-ül Faruk’ın (r.a) hilafet senelerindeydi. Ashabın ileri gelenleri ile beraber oturan Hz. Ömer’in yanına iki delikanlı geldiler. Kollarından sımsıkı tuttukları birisi de beraberlerindeydi.
Dediler ki; -Biz iki kardeşiz. Ahlakının güzelliğinden dolayı kabilesi arasında pek sevilen babamız bahçede dolaşmakta iken, bu genç tarafından katledildi. Hakkın yerini bulması için size getirdik.
Hz. Ömer zanlıya sordu; -İşittin ne cevap vereceksin?
Delikanlı büyük bir vakar ve sükûnetle dedi ki; «Ey emirel müminin! Bu iki genç doğru söylüyor. Fakat izin verirseniz, hadiseyi bir de ben anlatayım. O zaman ne emir buyurursanız, adalet ondadır.
Ben bir çöl adamıyım. Ailemi alarak buralara gezmeye gelmiştim. Tuttuğumuz yol bizi bahçeler arasına sevk etti. Atlarım, kısraklarım beraberimde idi. İçlerinde asil bir at vardı ki, diğerlerinin arasında endamını, yürüyüşünü görüp de meftun olmamak mümkün değildi.
Bahçelerin duvarından sarkmış bir dal, hayvanın içini çekti. Boynunu uzattı, daldan kopardı. Derhal atı tutup çektim. Bu sırada duvar kenarında bir ihtiyarın öfkeyle gelmekte olduğunu gördüm. Yüzü sert bir kaplan kadar kızgındı. Elinde tuttuğu taşı ata doğru öyle bir fırlattı ki, o güzel hayvan bir anda cansız şekilde yere yığılıverdi. Bu durum karşısında ben de kendimden geçmişim. Taşı tuttuğum gibi adama doğru fırlattım. Eceli gelmiş ki, bir feryatla o da yıkılıverdi. Kaçmak istemedim değil, fakat bu delikanlılar benden daha atik davrandılar. Tutup huzurunuza getirdiler.»
Hz. Ömer(r.a); -Cinayetini itiraf ettin, kısas lazım geldi, buyurdu.
Delikanlı sükûnetini muhafaza ederek dedi ki; «Mademki şer’i hüküm budur, itaat gerekir. Fakat benim küçük bir kardeşim var. Babamız vefat etmeden önce ona ayırdığı yükü mikdarda parayı bana emanet ederek; «Oğlum, bunlar kardeşinindir, o büyüyünceye kadar bu paraların muhafazası sana aittir» demişti. Ben bu paraları bir yere gömdüm. Yerini benden başka kimse bilmez. Eğer kısas hükmünü şimdi yerine getirirseniz, o para orada kalır, yetim hakkı zayi olur. Yarın ceza gününde, yetim hakkını isteyince, ben belki özür dileyebilirim. Fakat üç gün müsaade ederseniz, gider, o emaneti emniyetli bir adama teslim ettikten sonra, döner gelirim. Bu hususta bana kefil de bulunur.»
Hz. Ömer bir müddet düşündükten sonra; -Kim bu gence kefil olur? diye sordu.
Delikanlı bir an meclistekileri süzdü. Sonra Ebu Zer-i Gıfari hazretlerini göstererek
-İşte bu zat, dedi.
Hazret-i Ömer(r.a); -Ey Ebu Zer kefil olur musun? diye sorunca,
Ebu Zer(r.a); -Evet, üç güne kadar döneceğine kefilim, cevabını verdi.
Kadrinin yüksekliği herkesçe müsellem olan bu büyük sahabinin kefilliği elbette davacılar için de kâfi idi.
Genç salıverildi.
Aradan üç gün geçti. Mühletin bitmesine saatler kalmıştı. Davacılar gelmişti. Hz. Ebu Zer de hazırdı. Ama davalı gençten ses seda yoktu.
Hasım gençler; -Ey Ebu Zer! Kefalet ettiğin şahıs nerede? Hiç giden gelir mi? Bizse, sen nezrini ifâ etmedikçe yerimizden kıpırdanmayız” dediler.
Ebu Zer Hazretlerinde hiç telaş eseri görülmüyordu; “Daha vakit var, hele müddet bitsin. Delikanlı dönmediği takdirde Allah hakkı için kefalet hükmünün icrasına razıyım” buyurdu.
Hz. Ömer (r.a) de ; “Delikanlı gelmezse Allah şahit olsun ki, şer’in hükmünü elbette infaz ederim” diyordu..
Ebu Zer hazretleri ahlakının güzelliği ve takvasıyla ümmetin gözbebeği idi. Bütün ashab elem içinde ağlamaya başlamışlardı. Gözyaşları adeta sel olmuştu. Davacı gençlere diyet teklif ettiler, ama onlar kısasta ısrar ediyorlardı.
Nihayet vakit dolmuş, heyecan ve helecanlar doruk noktasına ulaşmıştı ki, kan ter içinde o delikanlının geldiği görüldü. Özür dileyerek şöyle dedi; -Yetimi dayısına teslim ettim ve ona paraların yerini gösterdim. Fakat yurdumuzun uzaklığından ve havanın sıcaklığından dolayı ancak gelebildim.
Ashab, delikanlının ahde vefasına hayran kaldıklarını söyleyince, o yağız delikanlı şöyle cevap verdi; - Mert olan sözünde durur. Kim ölümden kurtulur? “Dünyada ahde vefa kalmadı” sözünü söyletir miyim?
Mertliğin bu kadar parlak misalini veren bu zatın aile ve kabilesi hakkında Hz. Ebu Zer’den malumat istenildi. O şanlı sahabe de şöyle buyurdu; -Ben bu delikanlıyı tanımam. Emir-el mümininin huzurunda ve birçok ashab-ı kiram arasında yaptığı teklifi reddetmeyi uygun bulmadım. “Âlemde fazilet kalmamış” mı denilsin?
Bu göz yaşartıcı tablo karşısında davacı gençler de o dakikada davalarından vazgeçtiler. Beytülmalden babalarının diyeti verilmek istenince de şu cevabı verdiler
-Biz «dünyada kerem sahipleri kalmadı” denilmemesi için, sırf Allah rızası için davamızdan vazgeçtik.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK