İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 01 Nis 2015 15:47:34
Bir gün bir köylü ihtiyar gelip, kaza müftüsü olan hoca efendiye oğlunu şikayet eder:

Muhterem hocam, der, dün oğlum beni tarlada dövdü, elindeki öküzleri kovaladığımız övendere ile vurdu.

Çok canım yandı, çok ağladım, ben bunun içi mi evlat büyüttüm, ben şimdi ne yapacağım bu ihtiyar halimle, bana bir yol göster, bana bir akıl ver.
Ne yapacağımı şaşırdım, yalvarıyorum sana, bana bir yardımda bulun.

Müftü efendi:
Fesubhanallah, der.
Bir evlat, babaya nasıl el kaldırıp döver..

Peki sen oğluna dinini öğrettin mi?
Ana-babanın hakkının büyüklüğünü oğluna anlatmadın mı?
Küçükken ahlak, terbiye dersleri vermedin mi?

Köylü: Kıymetli hocam!
Köy halini biliyorsunuz, bu sizin malumunuz öğretemedim.
Köy yerinde iş va güç var, hayvanlar güdülmek ister, çift var, odun var.
Bunlar hep yapılması gereken işler.

Müftü efendi gözü yaşlı ihtiyara :
O halde ihtiyar köylü baba!
Oğlunun kusuruna bakma, o seni çift sürdüğü öküzleri zannetmiştir.
Çünkü oğlunun yanında seninle, öküzleri arasında bir fark yoktur.

Oğluna baba kıymeti öğretmemişsin.
O öküzlere vuruyorum diye sana vurmuş.
Yoksa bir evlat babaya el kaldıramaz, diyerek köylünün oğluna karşı babalık vazifesini eksik yaptığını anlatmıştır.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.890
  • 227.996
  • 28.890
  • 227.996
# 01 Nis 2015 22:35:15
Sarhoş Komşu | Bir Kıssa Bin Hisse
İmam-ı Azam Hazretlerinin genç bir komşusu vardı.
Her gece evine içkili gelir, çıkardığı gürültü ile imamı çok rahatsız ederdi. İmam, gençten hiç şikayetçi olmaz, komşusunun haline tahammül ederdi. Bir gün başkalarının şikayetinden olsa gerek genci hapse attılar. Ertesi gece gencin sesini duymayan Ebu Hanife (r.a.) şaşırdı ve:

– Genç komşumuzun sesleri niçin kulağımıza gelmiyor? diye sordu.

– Efendim, o sarhoşu vali hapse attırdı, dediler.

Ertesi sabah doğruca valinin konağına gitti. Talebeleri, Hocamız her halde valiye teşekkür edecek, diye düşünüyordu. Vali, onu görür görmez ayağa fırladı. Hürmet etti ve:

– Ya imam! Teşriflerinizin sebebini lütfen söyler misiniz? dedi.

O da, komşusu olan gencin serbest bırakılmasını rica etti. Vali:

– Efendim, böyle ehemmiyetsiz bir mesele için iye zahmet ettiniz? Haber gönderseydiniz emriniz derhal yerine getirilirdi, cevabını verdi.Delikanlı serbest bırakıldı. İmam’la karşılaştıklarında oldukça mahcuptu. Kendisini bizzat çok rahatsız etmişti. Ebu Hanife:

– Bak biz seni unutmuyoruz, sözleriyle iltifat buyurdu.

Genç kısa zaman sonra tövbe etti ve İmam’ın talebeleri arasında katıldı.
Onlar, kimseyi itmiyor, kınamıyor, suçlamıyor, belki sadece kendine zulmeden zavallılara acıyor ve yardım etmeye çalışıyorlardı. Başkası ne yaparsa yapsın, onlar kendilerine düşeni yapıyordu.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.890
  • 227.996
  • 28.890
  • 227.996
# 02 Nis 2015 17:33:02
Hz. Davut (a.s.) bir gün dedi ki;

Ya Rabbi! Üzerimdeki nimetlerin en düşüğünü bana bildir.

Allah-u Teâlâ vahyetti.
Ey Davut nefes al! Davut (a.s.) nefes aldı. Cenab-ı Hakk;
İşte! buyurdu, sana verdiğim nimetlerin en küçüğü

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.804
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.804
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 02 Nis 2015 18:30:10
ERMİŞ’E SORMUŞLAR”

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: …’Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?’diye.
‘Bakın göstereyim’ demiş ermiş.

Önce sevgiyi dilden gönlüne indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.

Ermiş ‘Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz’ diye bir de şart koymuş. ‘Peki’ demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine ‘ Şimdi…’ demiş ermiş.

‘Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. ‘ Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. ‘Buyurun’ deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını.

Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. ‘İşte’ demiş ermiş.

‘Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz.

Şunu da unutmayın:

Hayat pazarında Alan değil, Veren kazançlıdır her zaman …

Çevrimdışı caki1910

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.872
  • 6.816
  • 1.872
  • 6.816
# 02 Nis 2015 18:45:26
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Hz. Davut (a.s.) bir gün dedi ki; Ya Rabbi! Üzerimdeki nimetlerin en düşüğünü bana bildir.

Allah-u Teâlâ vahyetti.
Ey Davut nefes al! Davut (a.s.) nefes aldı. Cenab-ı Hakk; İşte! buyurdu, sana verdiğim nimetlerin en küçüğü

Demircilerin piri Hz. Davut bir gün demiri eliyle dövmüş de eli yanmamış. Akşam eve gittiğinde karısına bu olayı anlatmış;

- Ben de bir öyle bir keramet var ki, kızgın demiri elimle dövüyorum, elim yanmıyor. Karısı;
- O keramet sende mi, bende mi? yarın görelim bakalım, demiş.
- Nasıl olur, sen benden daha mı kerem sahibisin? diye çıkışmış peygamber. Bunun üstüne karısı;
- Yarın görelim, demiş.
Her zaman çarşıya gittiğinde evin ihtiyaçlarını alan peygamber dükkândaki çırak ile bunları eve gönderir, çırak erzak torbasını kapının ardındaki çiviye takar dönermiş. Ertesi gün çırak her zamanki gibi erzak torbasını getirdiğinde kadın parmağını uzatıp çırağa ;
- Oğlum, buraya takıver, demiş. Çırak peygamberin karısının elini gördüğü sırada peygamberimizin eli yanmış. “Keramet kadınlarımızdadır” derler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.890
  • 227.996
  • 28.890
  • 227.996
# 02 Nis 2015 22:31:52
Bir Saliha kadın vardı. Bir gün ekmek pişirmek için tandır yaktı. Tandır, tamam yandı ve kızgın hale geldi ki, öğle namazı vakti oldu. O kadınçağızın, henüz emzikte bir çocuğu vardı. Yavrusunu bir kenara koydu, gitti abdest aldı ve namaza durdu. Kadın, namaz kılarken, oğlan sürtüne sürtüne tandırın kenarına vardı. Kadın, gözünün ucuyla çocuğunun tandırın kenarına kadar geldiğini fark etti amma, namazda olduğu için ilgilenmedi, namazını bozarak yavrusunun yardımına koşmadı. Namaz ı kılıp bitirdiği zaman gördü ki, yavrusu tandıra düşmüş ve o kızgın tandırda ateşin tam orta yerinde kendi kendine oynayıp duruyor, bir kılına bile zeva gelmemiş. Aldı, bağrına bastı, ağladı ve Allah’a şükrederek evinin işleriyle uğraşmağa devam etti.
Gördünüzmü ? O kadıncağızın sabrı ve tevekkül ü teslimiyetiyle Hak Teala yavrusunu nasıl esirgedi ve ateşte yakmadı. Şu halde, Allah’ın kazasına sabredeçeğiz ki rızasına ve nimetine erişebilelim. Zira, sabır kişiyi ferahlığa kavuşturur, ahiret için de bir sermayedir

Çevrimdışı efoo

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.578
  • 87.618
  • Müdür Yetkili
  • 5.578
  • 87.618
  • Müdür Yetkili
# 03 Nis 2015 09:27:33
İmam-ı Şâfiî hazretleri "rahmetullahi aleyh" henüz dört yaşındadır. Zamanın kadısı, ona ders vermektedir. Tam o sırada iki öfkeli adam bir garibi sürükler, kadı efendinin önüne yıkarlar. Davacılardan biri anlatmaya başlar: "Efendim biz üç arkadaştık. Bir yerden iyi bir para bulduk. Fakat birbirimize itimadımız yoktu. Paramızı, hepimizin güveneceği birine 'yani buna' emanet ettik ve "üçümüz birlikte gelmedikçe vermeyeceksin" diye tembihledik. Ama o bize hıyanet etti"
Kadı, adama bakar: "Doğru mu söylüyor bunlar?" der. Adam: "Evet bunlar dün akşam bana bir kese para bıraktılar ve "Üçümüz birlikte gelmedikçe hiçbirimize verme" dediler. Ancak henüz 50 adım bile gitmeden içlerinden biri geri geldi ve altınları istedi. Uzaktan "Bakın veriyorum" diye bağırdım, bu ikisi de kafa sallayıp "Tamam" dediler" Kadı bu defa diğerlerine döner: "Peki buna ne diyeceksiniz?" "Keseyi emanet edip giderken, parayı alıp kaçan arkadaşımız aniden durdu. "Bütün paramızı emanetçiye bıraktık ama bu akşam ne yiyeceğiz?" dedi. Biz de "yiyecek alacak kadar bir şeyler almasına" izin verdik. O da bütün keseyi alıp kaçtı. Madem ki "üçümüz birlikte gelmedikçe verme" dedik, o da bunu kabul etti, o halde parayı ödesin" dediler.
İşte tam o sırada küçük Şâfiî söz alır ve adama: "Kendini niye üzüyorsun ki? Madem üç kişiydiler ve içlerinden biri parayı alıp kaçtı. Onlara de ki: "Kese bende. Fakat üçünüz birlikte gelin, vereyim" Böylece kadı efendinin içinden çıkamadığı meseleyi İmam-ı Şâfiî hazretleri "rahmetullahi aleyh" henüz dört yaşında iken halletti.

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.804
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.804
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 03 Nis 2015 09:50:06
Bir Ressam’dan Hayat Dersi

Renklerin ustası olarak anılan büyük bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta öğrencisini uğurlarken, yaptığı resmi şehrin en kalabalık meydanına koymasını ve yanına da kırmızı bir kalem bırakmasını, haktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmesini istemiş. Öğrenci bir kaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde resmin çarpı işaretleri ile dopdolu olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasına gitmiş. Usta ressam öğrencisine, üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Öğrenci resmi yeniden yapmış. Usta, yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş. Fakat bu kez resmin yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını ve yanına da insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmelerini rica eden bir yazı bırakmasını önermiş. Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra bakmış ki resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş. Usta ressam, öğrencisine şöyle demiş; “İlkinde insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağnağı ile karşılaşabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanla dahi gelip senin resmini karaladı. İkincisinde onlardan yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi. Emeğinin karşılığını, senin ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın. Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma.”
Eleştirmek kolay ama üretebilmek zordur. Yıkmak, yaralamak için eleştirmek aciz ve beceriksiz insanların işidir.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.890
  • 227.996
  • 28.890
  • 227.996
# 04 Nis 2015 10:11:47
Toprakla Oynayan Çocuk | Bir Kıssa Bin Hisse
Mâlik b. Dînar’ın şöyle dediği rivâyet edilir:
“Bir gün toprakla oynayan bir çocuğa rastladım. Bazen gülüyor, bazen ağlıyordu. Ona selam vermek istediğimde nefsim beni engelledi. Nefsime:
“Ey nefis, Peygamber (sav) büyük küçük ayırmaksızın herkese selam verirdi.” dedim ve çocuğa selam verdim. O da bana:
“Allah’ın selâmı ve rahmeti senin de üzerine olsun, ey Malik!” diye karşılık verdi.
“Beni nereden tanıyorsun?” dedim. O da:
“Rûhum, rûhuna melekût âleminde ülfet etti de ölümsüz olan diri Allah seni bana tanıttı.” dedi.
“Nefisle akıl arasındaki fark nedir?” dedim. O da:
“Nefis, seni bana ilk önce selam vermekten alıkoyandır. Akıl ise, seni buna teşvik edendir.” diye cevap verdi.
“Niçin toprakla oynuyorsun?” diye sordum.
“Çünkü biz ondan yaratıldık ve yine onun bağrına döneceğiz.” dedi.
“Bazen gülüp bazen ağlamanın sebebi nedir?” diye sordum.
“Rabb’imin azâbını hatırlayınca ağlar, rahmetini hatırlayınca gülerim” dedi.
“Ey çocuk, senin ne günahın var da ağlıyorsun? Çünkü sen henüz mükellef bile değilsin.” dedim. O da:
“Böyle söyleme; Çünkü anneme bakıyorum, büyük odunları küçüklerle tutuşturuyor.” dedi.” Bundan ibret almak lazım.

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.804
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.804
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 04 Nis 2015 10:19:33
Hz.Süleyman ile Karınca

Bir gün Süleyman Peygamber bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar.
Karınca da,
-”Bir buğday tanesi yerim” diye cevap verir.
Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır. Ondan sonra da bir yıl bekler. Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını da bırakmıştır. Kendi kendine meraklanır. Acaba neden yemedi?
Bunun üzerine Hz. Süleyman karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar.
Karınca da:
-”Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah verirdi. Ben de O’na güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir insandır diye sana pek güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını yiyerek, diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım” diye cevap verdi.

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 04 Nis 2015 15:20:58
Anneleri bakıma muhtaç iki kardeş, sırayla annelerine hizmet ediyorlardı. Biri annelerine hizmet ederken, boşta kalan diğeri de Allah’a ibadetle meşgul oluyordu. Yine böyle günlerden birinde kardeşlerden birisi, Allah’a ibadetten aldığı hazdan dolayı; kardeşinden, kendi nöbetinde de annelerine hizmet etmesini rica etti. Diğer kardeş ise bu teklifi seve seve kabul etti.

O gece ibadetle meşgul olan kardeş, sabaha karşı uyuyakaldı. Rüyasında bir ses kendisine:

“Kardeşini affettik. Seni de onun hürmetine bağışladık.” dedi.

Hayret içinde kalan genç:

“Ben Rabbime ibadeti tercih ettim. O ise annemize hizmet ediyor. Bu nasıl olur?” diye sorduğunda ise aynı ses, bu soruya şu ibretlik cevabı verdi:

“Senin yapmış olduğun ibadete bizim ihtiyacımız yok. Oysa annenizin, kardeşinin hizmetine ihtiyacı vardı…”


Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 05 Nis 2015 00:36:56
Gramerci ile gemicinin hikayesi

Bir dil bilgini gemiye binmişti. Kendini öven bir yüzle gemiciye dönüp:

“Sen hiç gramer okudun mu?” dedi. Gemici, “Hayır” deyince, “Ömrünün yarısı boşa gitmiş” dedi.

Bu sözden gemicinin gönlüne bir hiddet geldiyse de sustu, bir cevap vermedi.

Sert bir rüzgar, gemiyi girdaba düşürdü. Denizci o bilgine bağırarak,

“Yüzmesini bilir misin?” dedi, Dil bilgini de, “Ey genç, bilmem!” deyince gemici:

“İşte şimdi bütün ömrünü mahvettin. Birazdan gemi girdaba dalacak” dedi.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.890
  • 227.996
  • 28.890
  • 227.996
# 05 Nis 2015 11:09:15
Sadaka
Fatih Sultan Mehmed avlanmak maksadıyla bir gün saraydan ayrılmıştı. Birdenbire peyda olan hırpanî kılıklı bir adam, kafilenin yolunu kesti ve sadaka talebinde bulundu. Kendisine bir altın verildiği zaman da yüzünü buruşturarak:
– Sultanım, dedi, kardeş olduğumuz halde bana tek bir altını mı lâyık görürsün?
Kısa bir şaşkınlık geçiren Fatih, kardeşliğin nereden geldiğini sorunca, dilenci şu mukabelede bulundu:
– İkimiz de Âdem peygamberin soyundan gelmedik mi?
Fatih gülümseyerek:
– “Verdiğimi az görme, dedi. Zira öbür kardeşlerin duyarsa, hissene bu kadar da düşmez.”

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 05 Nis 2015 14:23:04
RASULULLAH(S.A.V): -“İSMİN NE?”  -“MÜRRE(ACI)” -“ÖYLE İSE OTUR!”

Rasulullah (sav)’ın isim konusundaki hassasiyetini anlamak için şu hadis-i şerifi görmek lazım. Yahya bin Said (r.a.) anlatıyor:

Hz. Peygamber (sav) bol sütlü bir deve hakkında:

“Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir adam ayağa kalkmıştı ki, Rasulullah (sav) adama:

“İsmin ne?” diye sordu. Adam:

“Mürre (acı)” diyince ona “Otur!..” dedi. Hz. Peygamber (sav) tekrar:

“Bunu kim sağacak?” diye sordu. Bir başkası ayağa kalktı, ben sağacağım diyecekti. Hz. Peygamber (sav) ona da:

“İsmin ne?” diye sordu. Adam:

“Harb” diyince, ona da: “Otur!..” dedi. Rasulullah (sav):

“Bu deveyi bize kim sağacak?” diye sormaya devam etti. Bir adam daha kalktı. Ona da ismini sordu. O da

“Ya’iş” (yaşıyor) cevabını alınca ona,

“Sen sağ” dedi. (Muvatta, İsti’zan 24)

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.804
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.804
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 05 Nis 2015 15:28:47
Babanın kemikleri

Diyojen’in yaşamı ve yaptıkları Büyük İskender’e her zaman ilginç gelmiştir. Diyojen’e saygı duyan Büyük İskender onun bilgeliklerinden istifade etmek ister.

Bir gün Diyojen kemik yığınını karıştırıyormuş. Büyük İskender’in kafilesi Diyojen’i görünce durmuş. Büyük İskender bütün heybetiyle ve haşmetiyle atından inip Diyojen’e yaklaşmış. Diyojen’in neden kemikleri karıştırdığını merak ediyormuş.” Ne arıyorsun?” diye sormuş Diyojen’e. Diyojen cevap vermiş:

-Babanızın kemiklerini arıyorum ama bulamıyorum. Hangi kemiklerin babanıza, hangilerinin kölelere ait olduğu belli değil.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK