İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı başöğretmen05

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 598
  • 1.353
  • 598
  • 1.353
# 12 Mar 2015 23:02:43
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Allahü teâlâ, saf, temiz insanları sever. Hile yapanları sevmez...
Bir hac kervanı giderken, garip bir kişi de onlara katılmak ister. İçlerinden zengin biri ona, (Senin paran pulun yok, bineğin yok, nasıl gideceksin?) der. O garip kişi de, (Rabbim var!) der ve bir şekilde kafileye katılır. Hac vazifesi tamamlanıp dönülürken aynı zengin, o garibe, (Hac vazifeni yaptın mı?) diye sorar. O da, (Evet, elhamdülillah her vazifeyi yerine getirdim) der. Zengin kişi alay etmek için cebinden bir kâğıt çıkarıp, (Vazifesini yapanlara berat kâğıdı verdiler. Bak benimki bu. Hani seninki, sana vermediler mi?) der. Garip şaşırır, (Bana berat vermediler) der. Çok üzülür. Hemen geri koşup Kâbe’nin örtüsünün altına girip, ağlayarak, (Yâ Rabbî, ben de o kullarına verdiğin berattan isterim) diye yalvarır. Allahü teâlâ rahmetini gösterir gaipten mis kokulu bir berat gönderir. O da alıp kervana yetişir ve alay eden kişiye gösterip, (Bak, elhamdülillah bana da verdiler) der. Zengin kişi, (Biz alay ederken o gerçekten beratını aldı) der...
Sonra o garip vefat eder. Onunla alay eden zengin, onu rüyasında görür. (Hesabını nasıl verdin?) diye sorar. Garip de, (Bana bir şey sormadılar. Beratımı gösterdim, melekler beni geçirdiler) der.
Yüce mevlamın lütfetmesi
buna benzer bir hadise bizzat kendim yaşadım.
2004 2005 hac sezonunda RABBİM nasip etti eşimle hacca gittik . Orada kabenin içinde namaz saatini beklerken biraz sohbet edelim dedik . Hanımlardan biri " kızım ALLAHisterse cebinden bir kuruş harcamadan insana hacı olmayıda nasip eder "DEDİ .NASIL YANİ TEYZE DEDİM ."kızım ,ben evlere temizliğe giden bir kadınım ,hacca gitmeyi de çok istiyordum .Temizliğe gittiğim evlerden birinin HAC organizasyon şirketi vardı ,teyze bana 10 tane HACca gidecek müşteri bul seni bedava hacca götiriyim dedi. Bende gittiğim evlerdekilere söyledim. 10 kişidende fazla müşteri buldum .şimdi burdayım .Bana hiç parada harcatmıyorlar,her vazifemide yapıyorum ALLAHAşükür de"di.Bana çok manidar gelmişti..

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 12 Mar 2015 23:11:28
Abdullah bin Câfer -radıyallâhu anh- bir seyahat esnasında, bir hurma bahçesine uğradı. Bahçenin hizmetçisi, siyâhî bir köle idi. Köleye üç adet ekmek getirmişlerdi. Bu sırada bir köpek geldi. Köle, ekmeklerden birini ona attı. Köpek, ekmeği yedi. Öbürünü attı. Onu da yedi. Üçüncüyü de attı. Onu da yedi.

Bunun üzerine Abdullah bin Câfer -radıyallâhu anh- ile köle arasında şöyle bir konuşma geçti:

“–Senin ücretin nedir?”

“–İşte gördüğünüz üç ekmek.”

“–Niçin hepsini köpeğe verdin?”

“–Buralarda hiç köpek yoktu. Bu köpek uzaklardan gelmiş olmalı. Aç kalmasına gönlüm râzı olmadı.”

“–Peki bugün sen ne yiyeceksin?”

“–Sabredeceğim, günlük hakkımı Rabbimin bu aç mahlûkuna devrettim.”

Bu güzel ahlâk karşısında hayran kalan Abdullah -radıyallâhu anh-;

“–Sübhânallah! Bir de benim çok cömert olduğumu söylerler! Hâlbuki bu köle benden daha cömertmiş!” buyurdu.

Ardından da o köleyi ve hurma bahçesini satın aldı ve köleyi âzâd edip bahçeyi ona hediye etti. 

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.786
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.786
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 12 Mar 2015 23:59:49
Sınıfların birinde zeki ve kıskanç bir öğrenci varmış. Bu öğrenci diğerlerinin başarılarını sabote etmeye çalışırmış. Konuşurken sözünü keser, başkalarının defterlerini karalarmış.

Öğretmen durumu fark edince öğrenici tahtaya kaldırmış ve neden böyle davrandığını sormuş. Öğrenci itiraf etmiş:

-Öğretmenim kimsenin benim kadar başarılı olmasını istemiyorum. Bu nedenle başkalarına zarar  veriyorum.

 Öğretmen tahtaya eşit büyüklükte iki çizgi çizmiş. Öğrenciye:

-Bak burada aynı uzunlukta iki çizgi var. Birisi benim öbürü de senin olsun. Seninkinin daha uzun olması için ne yaparsın ?

-Sizin çizgiyi silgiyle kısaltırdım öğretmenim.

Öğretmen:

-Bunun bir yolu daha var üstelik senin metodundan daha akıllıca, demiş ve tebeşirle öğrencisinin çizgisinin boyunu uzatmış.

-Bak bu şekilde benim çizgim seninkinden daha kısa oldu, hem de senin çizgin eskisinden daha uzun oldu. Başkalarından daha başarılı olmak istiyorsan onları sabote etmek yerine daha çok çalışmalı ve kendi yeteneklerini geliştirmelisin.

Çevrimdışı sarnıç

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.385
  • 127.440
  • 8.385
  • 127.440
# 13 Mar 2015 06:13:55
Bu hikaye Peygamberimiz (sas)’in “Cennet ehlinin kandilidir.” dediği Hazreti Ömer (ra)’nın başından geçmiş bir hadisedir.

Bir gün Hazreti Ömer (ra)’nın huzuruna bir bedevi (deve çobanı) gelir:

-Ey müminlerin emiri, acizleri medet umduğu kişi! Biliyorsun ki ben çöl adamıyım. Benim devem hastalandı. Çoluk çocuğun iaşesi hep devede kaldı.Bana yeni bir deve lazım. Bana bir deve ver de köyüme gideyim!

Bu hikaye Hazreti Ömer’e pek inandırıcı gelmedi:

-Sen galiba bedava deve edinmek için böyle konuşuyorsun. Her isteyene deve verecek olsaydık, devletin hazinesi boşalırdı. Senin durumu önce bir inceleyelim, araştıralım. Çünkü ben herkesten sorumluyum.

Bu söz bedevinin hoşuna gitmedi, arkasını dönüp gitti. Hazreti Ömer’in (ra) içine bir kuşku düştü. Ya adam doğru söylemişse? Adamı gizli gizli takip etmeye başladı.

Hazreti Ömer’den (ra) umduğunu bulamayan bedevi yolda Allah’a yalvardı:

-Ey ulu Rabbim! Ömer’e gittim, vaziyetimi anlattım. Bana inanmadı. Böyle yapmakla günah işledi halbuki o deveye hakikaten ihtiyacım vardı. Sen gene de onu affet!

Bedeviyi takip eden Hz. Ömer (ra) bu sözleri işitince ağlamaya başladı.Nedametle dua etti:

 – Allahım, bedevinin duasını kabul et!..

Daha sonra bedeviye yetişen Hz. Ömer (ra) Onun eteklerinden öptü, sarmaşıkların söğüt dallarını tel tel sıkması gibi onu kucakladı, alnından öptü de dedi ki:

-Merhaba ey iyi huylu, merhametli kul, önce sana inanmamıştım, şimdi sana inandım. İhtiyacın kadar deveyi alabilirsin…

İşte Müslümanın Müslümana merhameti… Merhamet etmeyene merhamet edilir mi?

Ey topraktan yaratılan insan!… Kanadı kırık serçenin yarasını sar ki, senin iman kanadına da merhem koyan olsun… Acizlerin duasına mazhar ol ki, onların inleyişi Arş’ı titretir. Suyu kuruyan ırmağın kuğulara bir faydası yoktur. Sen ırmak gibi akamıyorsan da çeşme gibi gözünün yaşını akıt ki, acizler testilerini doldursunlar… Allah için bir boncuk ver, ona mukabil bir avuç inci al…

Ey iki gözünü dünyaya dikmiş, ona gönül bağlamış adam, Allah tarafına meylet ki, dünyalar ardınca sürüklensin…

Zira:

“Dünya aç gözlülerin paylaşılmaz malıdır, İnsan ondan çok değil, bir miktar almalıdır!..”

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 13 Mar 2015 20:03:58
Dalı Bırakabilmek
Oldum olası kendisine güvenen ve bununla gurur duyan birisiydi o. Çoğu kişiye göre başarılıydı da Etrafındakilere başarısının sırrını hep şöyle açıklardı. "Kontrol! Anahtar kelime bu. Kontrolü hiçbir vakit elden bırakmayacaksın. Aklını kullanacaksın. Adımlarını yere sağlam basacaksın. O zaman başaramayacağın şey kalmaz " Kontrole verdiği bu önem yüzünden arkadaşları arasında adı "Bay Kontrol"e çıkmıştı.
  Gerçekten de, Bay Kontrol, hayatının denetimini hep elinde tutmak ister, her şeyin planladığı gibi yürümesini ister, kolay kolay kimselere güvenmezdi. Birisine bir iş havale ettiğinde dahi, gizliden gizliye o işi takip eder ve sonuç elde edilinceye dek içi rahat etmezdi.

Ama her şeyi kontrol etmek mümkün değildi elbette. Geceleri uykunun kollarına bırakamıyordu kendisini. Uykuya dalabilmek, yorgun birisinin uyanık kalması kadar zordu onun için. Bu sorunu uyku haplarıyla halledebiliyordu bir şekilde, ama ya midesi? Ekşime, gastrit derken ülsere varan rahatsızlığı, doktoruna göre tek nedenden kaynaklanıyordu: Yoğun stres. Her reçetenin yanında doktordan bir de tavsiye alıyordu bu yüzden:

"Kendinizi biraz rahat bıraksanız! Sakinlesin. İşleri biraz oluruna bırakın." Ama onun cevabı hazırdı:

"Doktor bey, yapacak bunca iş varken insan nasıl rahat olabilir? Oluruna bırakırsam, işler nasıl yürüyecek, söyler misiniz lütfen?" Gençlik enerjisi bitmeden kariyerinin zirvesine ulaşmak, toplumda parmakla gösterilen bir kişi olmak, daha ilerde ülkesinin kaderinde söz sahibi olmak... Kendince belirlediği hedeflerdi bunlar. Her adımını bunları hesaplayarak atar, her sözünü bunları düşünerek söylerdi. Kariyerine zarar vermesin, planları bozulmasın diye, evliliği bile erteleyip dururdu.

Peki ya arkadaşları? Bay Kontrol'le bir arada bulunanlar, kendilerini hep diken üstünde hissederlerdi.

 Ağzını açıp birşey söylemese bile, etrafına yaydığı gerilim herkesi rahatsız ederdi. Planladığının dışında bir aksaklık mı meydana geldi? İşte o zaman, gözü hiçbir şeyi görmez, sorumluları fena halde haslardı. Hele hele çalışanları hasta olduğunda, işler aksayacak diye küplere binerdi. Soğuk algınlığına yakalananlara "Arkadaşım, kendinize iyi bakacaksınız. Hasta olmayacaksınız" diye nutuk çekerdi.

Hayattaki en büyük korkusunu herhalde söylemeye gerek yok: Kontrolü kaybetmek. Bunu hayatında iki kez derinden yaşamıştı. İlki üniversite yıllarında, hiç hesapta yokken bir kıza aşık olduğunda. Ve bir de babasının beklenmedik ölümünde. İlkinde, sınıf birincisi ideal öğrenci gitmiş; yerine, etrafına boş boş bakan ve leylasından başka hiçbir şeyi düşünmeyen bir mecnun gelmişti. Ama çok geçmeden kurtarmıştı kendisini bu durumdan. Gelecekle ilgili planlarını düşünerek kontrolü tekrar eline almıştı. Babasının bir trafik kazası sonucunda ani ölümü ise tam bir darbe olmuştu. Kendi hayatıyla ilgili bütün tutkuları, planlan, hedefleri ölümün soğuk yüzüne çarpmış ve paramparça olmuştu. Ama o zoru başarmış ve bu parçaları tekrar birleştirip yoluna devam etmişti!

İşte efendim, bu Bay Kontrol'ün başına, nadir de olsa çıktığı tatillerden birisinde öyle birşey geldi ki, masallara lâyık!

Temiz havasıyla ünlü, dağların tepesinde kurulu bir tatil köyünde kalıyordu. Bir gece vakti, aklına nereden geldiyse, yalnız başına yürüyüşe çıkmaya karar verdi.

Kafasında işiyle ilgili konuları evirip çevirirken, tatil köyünden hayli uzaklaştığını farketmedi. Tam önemli bir yatırımı yapıp yapmamayı düşünüyordu ki, birden hayatı boyunca nefret ettiği o duygu bütün benliğini sardı: Boşluk! Ayağı kaydı ve sarp yamaçtan aşağı yuvarlandı. Çok güvendiği ayaklarının üzerinde değildi artık... Derken, can havliyle kayalıklardan uzanan bir ağaç dalına tutunabildi. Bütün gücüyle sarıldı dala.

Aşağıya baktığında dehşete düştü, çünkü yüzlerce metrelik bir uçurum uzanıyordu ayaklarının altında. Yukarıya kendi başına çıkması imkansızdı. O dalı sonsuza kadar tutamayacağı da açıktı.
Bay Kontrol, o patikadan geçen birisi sesini duyup yardımına koşar ümidiyle bağırmaya başladı:
"İmdaaat! Imdaaaaaaaat! Yukarıda kimse var mı?
Imdaat!" Dakikalarca bağırdıysa da sesini kimse duymadı. İnsanların gezmek için pek kullanmadığı bir yoldu çünkü orası. Her geçen dakika saatler gibi geliyordu ona. Kollarındaki derman azalıyor, ne yapacağını bilemiyordu.

Tam ümidini yitirecekken, tutunduğu dalın üstüne yabani bir güvercin konuverdi ve adamın hayret dolu bakışları altında konuşmaya başladı:

"Ey insan, zor durumda görünüyorsun!" Bay Kontrol önce ne diyeceğini bilemedi. Rüyada olup olmadığını sordu kendi kendisine. Ama güvercin konuşmaya devam etti:

"Buradan kurtulmak ister miydin?" Bunun ilâhî bir mucize olduğunu, bu kuşu kendisine Allah'ın gönderdiğine kanaat getiren Bay Kontrol yüreğinden kopan bir feryatla haykırdı:

"Allahım! Bu kuşu Senin konuşturduğunu biliyorum. Lütfen Allahım, lütfen beni kurtar. Beni buradan kurtarırsan, bir daha asla günah işlemeyeceğim. İyi bir insan olacağım. Bundan sonraki hayatımda hep senin emirlerine uyacağım!"  "Vaatlerde bulunmayı bırak şimdi" diye sözünü kesti güvercin. "Buradan gerçekten kurtulmak istiyor musun, sen onu söyle." "Evet, evet!" oldu Bay Kontrol'ün cevabı.

"Peki" dedi kuş, "bunun için Rabbinin senden istediği herşeyi yapar mısın?" Teslimiyetin son kertesine gelen Bay Kontrol'ün cevabı yine aynı oldu:

"Evet! Ne isterse! Emretsin yeter!" "O zaman senden istenen şeyi söylüyorum" dedi ilâhî mesajı taşıyan haberci güvercin ve devam etti:

"Dalı bırak!" Duyduklarına inanamadı bizimki:

"Nasıl?" "Duydun ya, Rabbin dalı bırakmanı istiyor. Korkma, Ona güven. O seni kurtaracak." Bir süre, ne diyeceğini bilemedi Bay Kontrol. Sonra...

Evet, ne cevap verdi ve ne yaptı dersiniz?

Peki, onun yerinde siz olsaydınız, ne yapardınız?

Ben çıkamadım işin içinden  ::)

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.771
  • 227.189
  • 28.771
  • 227.189
# 13 Mar 2015 20:55:17
Namaz Kılan Adam İle Köpek | Bir Kıssa Bin Hisse
Vaktiyle mescidin birinde bir adam konuklamıştı. Din yolunda gayreti kendisine azık edinmişti. O aşık adam, bir gece sabaha kadar namazdan başka bir şeyle meşgul olmamak niyetiyle mescide gitmişti.
Fakat gece olup etraf kararınca bir ses duyuldu. Namaz kılan adam,kemal sahibi birinin mescide geldiğini sandı. Gönlünden,
”Böyle bir insan mescide ancak ibadet etmek için gelir. İyi oldu. Böylece kamil bir adam namazımı görüp, ibadetimi duyacak!” diye geçirdi.
Bütün gece sabaha kadar ibadette bulundu, bir an bile ibadeti bırakmadı. Bir hayli dua etti,ağlayıp inledi. Kah tövbe etti, kah istiğfar….
Müstehap ve sünnetleri yerine getirdi. Kendisini adam akıllı iyi gösterdi.
Tan yeri ışıyıp etraf ağarınca mescid aydınlandı. Adam bir de baktı ki, mescidin köşesinde bir köpek yatmış uyuyor. Bu dertle canı yandı, kanı kurudu… Gözyaşları yağmur gibi kirpiklerinden damlamaya başladı… Gönlü utanç ateşiyle öyle bir yandı ki; içinden çıkan ahlarla dili de yandı, damağı da….
Ve kendi kendine dedi ki:
”A edepsiz! ALLAH seni bu gece şu köpekle terbiye etti. Bütün gece şu köpek için ibadette bulundun.
Ne olurdu, bir gecelik de ALLAH için uyanık kalsaydın. Senin, bir gece bile ALLAH için riyasızca ibadet ettiğini görmedim…
Ey riyakar insan! Nice köpekler var ki senden daha iyi. Bir bak kendine! köpek nerede sen neredesin?
Utanmazlığın yüzünden riyalara gark oldun. ALLAH ‘tan utanmaz mısın sen? Kendi kadrini, mevki ve dereceni gördün ya! Bu şekilde muvaffak olmaktan artık ümidini kes! Bu alemde, bu halinle bir senin elinden bir iş gelmez.Gelse bile ancak köpeklere layık bir iş olur bu. Bilmem ki, neden şeytana eş olursun? Niçin nakşa kapılıp sersemleşirsin?”
Şeytanın şu zulüm yuvasından kaç artık. Şu şaşkınlıklarla dolu zindandan geç. Şu deccal sesli adamlardan ne istersin. Şu kendilerini mehdi gösterenlerden ne umarsın?
Kaynak; İlahiname, Feridüddin Attar, Semerkand Yayınları

Çevrimdışı sarnıç

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.385
  • 127.440
  • 8.385
  • 127.440
# 13 Mar 2015 21:33:40
Londra'da bir camiye yeni bir imam gönderilmiş. Adam şehre gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman aynı şoföre rastlıyormuş. Bir gün, bilet alırken şoför yanlışlıkla 20 kuruş fazla vermiş. İmam yanlışlığı oturup parasını sayınca fark etmiş. Kendi kendine düşünüyormuş "20 kuruşu geri versem mi şoföre?.."diye ama içinden bir ses diyormuş ki "Çok gülünç bir sayı ve şoförün umrunda değil. Otobüs şirketi çok para kazanıyor zaten... Sadece 20 kuruş onlara bir şey yapmaz." Ve bu parayı saklayabilir diye düşünmüş Allah'tan gelen bir hediye gibi... İneceği durağa gelince, imam kalkmış ve fikrini değiştirmiş, inmeden önce şoförün yanına gitmiş, 20 kuruşu geri vermiş ve: "Paranın üstünü fazla verdiniz."demiş. Şoför gülümsemiş ve demiş ki: "Siz caminin yeni imamısınız değil mi? Aslında uzun zamandır sizi ziyaret etmek istiyordum caminizde, İslamı öğrenmek için. Ve bilerek size fazla para verdim nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim." İmam inerken artık bacaklarını hissetmiyormuş, yere yığılacakmış ki, bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış, gözlerinden yaşlar dökülerek gökyüzüne bakmış ve demiş ki: "Allahım! Az daha İslam'ı 20 kuruşa satıyordum!.."

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.771
  • 227.189
  • 28.771
  • 227.189
# 15 Mar 2015 18:28:00
ANNELER OKUMALISINIZ

Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vessellem buyurmuştur ki:

'' Kadın, hamileliğin de, doğum yapıncaya , bebeği sütten kesilinceye kadar, Allah yolunda hudutlar da nöbet bekleyen mücahit gibidir ( daima öylece sevap alır durur). Eğer bunlar arasında ölüverirse ona şehit mükâfatı ve ecri vardır. ''

'' Kadın hamile iken, bu onun için gündüz oruçlu, gece namazlı , rabbine gönülden teslim olmuş , mücahit bir kimsenin ecir ve mükâfatı gibi mânen kazanç sağlayan bir durum hâsıl eder.''

'' Doğum ağrısı tuttuğunda, hiç bir mahluk onun ne kadar çok ecir ve mükâfat kazandığını hakkıyla idrak edemez. ''

'' Çocuk doğunca bebeğin sütü her soruşun da veya her süt vermede anasına, bir can ihya etmişcesine sevap gelir.''

''Kadının loğusallıktan çıkma zamanı gelince, vazifeli melek her iki omuzuna vurarak der ki :

'' Hiç günahın kalmadı, pak oldun. Haydi hayata günahsız olarak yeniden başla..

Çevrimdışı seliali

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.869
  • 31.325
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 4.869
  • 31.325
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 15 Mar 2015 18:36:17
Eşekli Kütüphaneci Mustafa Amca

Ürgüp'te bir eşek heykeli olduğunu biliyor muydunuz? Eşeğin heykeli mi olurmuş dediğinizi duyuyorum. Eğer o eşek yıllarca köylere kitap taşımışsa neden olmasın? Tabi ki asıl konu kütüphaneci Mustafa Güzelgöz'ün hikayesidir.
Yıl 1943. Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar.
 Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok. Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır: “Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?
 – Alıyorum.
 – Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten.
23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.
O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir. Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin, çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen vardır.

O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İade Sandığı” yazar.
 Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.
Kütüphaneye de bir yazı asar: “Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.” Köydeki çocuklar şaşırır. Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var. Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.
“Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der. Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir. Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir. Kitaplar daha sonra 5 eşek ve 2 katırla taşınmaya başlamıştır.
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. Zenith ve Singer’e mektup yazar: “Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır.
Mustafa Güzelgöz köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir.
 Güzelgöz, köylere kitap taşımak kadar yöresinde başka girişimlere de öncülük etmiştir. Yaptığı bu çalışmalarla, yöredeki sosyal ve kültürel hayatı zenginleştirmiştir.
Güzelgöz, kütüphaneleri tam anlamıyla bir eğitim merkezi haline dönüştürmek için bunların yanına bir de spor teşkilatı kurmuştur. Bir çok kütüphanenin yanda voleybol sahaları kurulmuş gençlerin futbola olduğu kadar diğer spor etkinliklerine de dikkatleri çekilmeye çalışılarak bedensel olarak güçlenmeleri amaçlanmıştır.
Karain, Mustafapaşa ve Çökek köylerinde, köy duvar gazetesi için panolar konmuştur. Bu panolara köyle ilgili haberler yazılmakta, Türk büyüklerinin resimleri asılmaktadır. Özelikle bu resimleri gören köylüler altındaki yazıları da merak ederek okumaktadır.
Güzelgöz, Ürgüp ilçesinde ilk folklor oyunlarını başlatır. İlk bando çalışmalarını hayata geçirir.
Modern iletişim araçları ile Ürgüp halkını tanıştırmak amacıyla köy köy gezerek 16 mm'lik sinema makinesiyle gösterimler yapar. Konusu, kültür-sanat, tarım, hayvancılık ve gündelik yaşamı kolaylaştırıcı bilgileri içeren belgesel filmleri köylerin uygun alanlarında göstererek köylüyü bilgilendirmeye çalışır.
Ayrıca fotoğraf makineleri ve baskıda kullanılan sarf malzemelerini sağlar. Saydam gösterimi için bir makine bir de jeneratör edinir. Böylece elektrik imkânı olmayan köylere bu hizmeti götürme imkânını da sağlamış olur.
Güzelgöz, sosyal ve kültürel etkinliklere öncülük etmenin yansıra yörenin ekonomik olarak kalkınması için de çalışmalarda bulunur. Çökek köylüsünün ürettiği üzümü yok pahasına satmaktadır. Güzelgöz köylünün elindeki ürünü değerlendirebilmesi için köylüyü kooperatifçilik çalışmalarına yöneltir.
 Bu arada valilik Mustafa Güzelgöz hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder.         Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.
 Girişimcilik ne biliyor musun?
 Bulunduğun yere yenilik katmalısın.
 Mutlaka adım atmalısın. Bu sadece evinin önünü temizlemek demek değildir.
 Yaptığın iş olduğu yerde sayıyorsa, sende bir eksiklik vardır arkadaş.
 İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.
 Bakın Nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var...
1963 yılında ise ABD Barış Gönüllülerince ödüle layık görülür. Kütüphaneye de 1960 model bir jeep hediye edilir.
Hakkında Fakir Baykurt ve Tayfun Talipoğlu'nun kitap yazdığı Mustafa Amca'nın tüm gençlere tanıtılması dileğimle... ?
 
Kaynaklar :
- Fakir Baykurt,  Eşekli Kütüphaneci, Literatür Yayıncılık
- Ahmet Şerif İzgören, Süpermen Türk Olsaydı Pelerinini Annesi Bağlardı, Elma Yayıncılık
- Aydın İleri ve Tayfun Talipoğlu, Eşekle Gelen Aydınlık, Anfora Yayıncılık

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.771
  • 227.189
  • 28.771
  • 227.189
# 17 Mar 2015 06:54:06
İki arkadaş ormanda gidiyorlarmış. Birden önlerine ayı çıkmış. Biri hemen ağaca tırmanmış. Diğeri kaçamayıp olduğu yere yatmış ve korkusundan soluğu tutulmuş. Ayı yerde yatan gencin yanına gelip koklamış, çevresinde bir kaç defa dolandıktan sonra çekip gitmiş.
Ağaçtaki arkadaş ayının gittiğini görünce inip arkadaşının yanına gelmiş: “Ayı senin yanına gelip kulağına ne söyledi?” demiş.
Yerde yatan genç cevaplamış: “Tehlikeyi görünce seni bırakıp kaçanlarla yola çıkma!" dedi..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.771
  • 227.189
  • 28.771
  • 227.189
# 17 Mar 2015 15:50:06
FIRINCININ DUASI
ibrahim Ethem taci tahti terk ediyor.
Seneler sonra seyr-i sülûkünü tamamladiktan sonra Belh sehrine tekrar geliyor.
Kendi yaptirdigi camide yatsi namazi kiliyor. Disarida sulu kar, yagmur, soguk…
surada kivrilayim da sabah olunca giderim” diye düsünüyor.
Caminin bekçisi geliyor, camide saklandigi yerden buluyor, çikariyor.
Ne yapiyorsun” diyor.
Müsaade et, surada yatayim. Sabah namazindan sonra Belh’e girecegim” diyor.
Görevli bacagindan tutuyor onu
ibrahim Ethem, senin gibi çulsuzlar için yaptirmadi bu camiyi” diyor ve
bacagindan sürükleye sürükleye, kafasini merdivenlere vura vura atiyor onu disariya.
ibrahim Ethem “Ben bu camiyi yaptirdim” diyemiyor kibir olur diye.
Çaresiz, sehre gidiyor. Her taraf kapali, sadece bir yer açik.
Bir firin. Kapiyi çaliyor ve sabaha kadar oturma müsaadesi istiyor. Orada çalisan isçi, “Geç otur” diyor.
Aradan bir-iki saat geçiyor. Sabah ezani okunmaya basliyor. Okunduktan sonra isçi dönüyor
Hosgeldiniz, nereden gelip nereye gidiyorsunuz, isminiz ne?” diyor.
ibrahim Ethem de
Ben iki saattir burada oturuyorum, simdi mi geldi aklina sormak” diyor.
Firinci diyor ki
Ben bu firinda isçiyim. iki çocugum var, iki de yetime bakiyorum.
Ben onlara simdiye kadar haram lokma yedirmedim. Senin geldigin vakit benim mesai saatim dahilindeydi.
Ezan okundu, mesaim bitti. Seninle istedigin kadar konusabiliriz, simdi kazancima haram karismaz. ibrahim Ethem
Sen ne güzel adammissin. Sen Allah’tan bir şey isteyip de olmadigi vaki oldu mu?” diye soruyor.
Ben Allah’tan ne istediysem verdi. Fakat Allah’tan bir sey istedim. Onu bana vermedi.
Allah’a yalvardim, bana ibrahim Ethem’i göster diye, bana onu göstermedi” diyor.
O Allah, öyle bir Allah ki,” diyor ibrahim Ethem, “ibrahim Ethem’i bacagindan sürükleye sürükleye, kafasina vura vura getirir sana gösterir ve
senin gözünün önünde ruhunu teslim ettirir. diyor ve Allah diyerek ruhunu teslim ediyor.
Sevenin sevdiginden istedigi tek şeydir dua,
Ayri bedenleri bir muhabbette birlestirendir dua,
Çaresizken sigindigimiz tek limandir dua,
Kulun RABBiYLE teke tek bulustugu andir dua,
Yoksulun ekmek kapisi dertlinin derman kapisidir dua.
Duanızda bizleri de hatırlayınız inşa'ALLAH. . . .

Çevrimdışı efoo

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.576
  • 87.587
  • Müdür Yetkili
  • 5.576
  • 87.587
  • Müdür Yetkili
# 17 Mar 2015 22:06:59
Harun Reşid, Şiblî hazretlerinden nasihat ister. O da, (Diyelim ki çöldesin. Susuzluktan öleceksin. Servetinin yarısını bir bardak su için verir misin?) diye sorar. Harun Reşid, (Evet, veririm) der. Şiblî hazretleri, (Peki, suyu içtin fakat çıkaramasan, “Servetinin kalanını verirsen seni kurtarırız” diye bir şart ileri sürseler. Kalan servetini verir misin?) diye tekrar sorar. O da, (Evet, mecburen veririm) der. Şiblî hazretleri, (Öyle ise, bir bardak su bile etmeyen servetinle gururlanıp, kibirlenme!)

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.771
  • 227.189
  • 28.771
  • 227.189
# 17 Mar 2015 23:15:52
Başkasından dua almak neden çok önemli?
İş aradığım yıllarda bir sınava girdim; kesin kazanırım dedim, kaybettim. Ardından başka bir sınava girdim, öncekine göre kötü geçmişti. Birincisi kaybettiysem ikincisini kesin kaybederim dedim. Sonuçları beklerken bir kampta öğrencimiz olan temiz yüzlü bir ortaokul öğrencisi bana telefon etti. Sınava girdiğimi duymuştu. “Senin için çok dua ettim.” dedi. Beklemiyordum, çok duygulandım. Çok geçmeden de listenin ön sıralarında kazandığımı öğrendim. Bu dua bana sadece moral vermemiş, inanıyorum ki hayatımı da etkilemiştir.
Yüce Allah Musa aleyhisselama “Bana hiç günah işlemediğin bir gönülle sığın.” Buyurmuş. Musa aleyhisselam “Ya Rabbi bende öyle bir gönül yok.” Cevabını vermiş. Bunun üzerine yüce Allah “Öyleyse bana başkasının gönlüyle sığın.” karşılığını vermiş.
Başkasının bizim için samimi dua etmesi nasıl olur? Anne, babamızın, dedemizin, ninemizin, arkadaşlarımızın, yetimlerin, kimsesizlerin duasını nasıl alırız? Onlara iyilik yaparak! Gönüllerini hoş ederek! Güleryüz bile bir iyiliktir.
Kendimizle ilgili duamızı bencillikle, kibirle, dünyacılıkla, kıskançlıkla, çıkarcılıkla kirletebiliriz. Hâlbuki başkasına dua eden kalp çıkarsızdır, kıskanmaz, samimidir. Biz insanlar için dua etmeyi ihmal etmeyelim ki Allah da insanlardan bize dua eden kullar nasip eylesin. Muhammed Bozdağ

Çevrimdışı oksijen41

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 328
  • 1.808
  • 328
  • 1.808
# 18 Mar 2015 13:56:34
yaşanmış ve ibretlik hikayeler
AŞKIN BÖYLESİ

Bir otobus duragında karşılaşmışlardı ilk kez.... Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler. Gençtiler, çok genç... Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra... Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca, ?bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur? diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler... ''Senin için ölürüm? derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adam ?Hayır, ben senin için ölürüm? diye yanıt verirdi hep... Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın, ?Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak....? Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu, ?Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma? Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten.... Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde ?satılık? levhası asılı olan. ?Ne dersin, bu evi alalım mı?? dedi adama. ?Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı...? ?Sen istersin de ben hiç hayır diyebilirmiyim?? diye yanıt verdi adam. ?Amerika?daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık....? Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika?ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı: ?Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut...? Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama, ?Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat? diye dil döktü boş yere... Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği... Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken, ?Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım? diye sözünü kesti arkadaşı. ?O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya....? ?Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları? diye bağırdı kadın. Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı.... Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı... Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın... Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken, ?son bir kez kucaklamak isterim seni? diyecek oldu ama kadın, ?defol? dedi nefretle... İlk celsede boşandılar... Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika?ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu. Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı. Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü. ?Sen, buraya ne yüzle geliyorsun? diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı. ?Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor.? dedi genç kadın. Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı: Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü. Geçen yıl Amerika?daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldiğını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika?ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi...? Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta, ?Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem? diyordu... Sırayla okudu; ?Seni çok sevdim?, ?Seni sevmekten hiç vazgeçmedim?, ?Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim.? ?Fakat benim için ölmeni istemedim? ?Şimdi bana söz vermeni istiyorum.? ?Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?? son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı: Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.771
  • 227.189
  • 28.771
  • 227.189
# 18 Mar 2015 19:14:00
Bedeli Çanakkale'de ödendi

Çanakkale Savaşı sırasında Yahudi bir tüccardan kamyon lastiği almak için zabit adayı Mehmet Muzaffer tarafından verilen sahte "yüzlük kaime", Kriminal Polis Laboratuvarı Daire Başkanlığındaki özel kasada özenle muhafaza ediliyor.

- O dönem, en büyük banknot elli kaimenin üzerinde "Bedeli Dersaadet'te altın olarak tesviye olunacaktır" ibaresi yer alırken, zabit adayı Mehmet Muzaffer, yaptığı sahte yüzlük kaimenin üzerine "Bedeli Çanakkale'de altın olarak tesviye olunacaktır" yazıyor

- Konunun duyulması üzerine Şehzade Abdülhalim Efendi, karşılığını vererek Yahudi tüccardan sahte parayı alıyor ve Emniyet Müzesine hediye ediyor

Asteğmen Mehmet Muzaffer, diğer cephelere asker ve malzeme sevkinde kullanılan araçların lastik ihtiyacı temin için karargah tarafından İstanbul'a gönderilir.

Komutanlarının emri üzerine lastik almak üzere İstanbul'a gelen Mehmet Muzaffer, aradığı lastikleri Karaköy'de Yahudi bir tüccarda bulur. O yıllarda İstanbul'da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardır ve lastikleri ise yok denecek kadar azdır. Yahudi tüccarla anlaşan Muzaffer, lastikler için ödenecek parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye'ye gider.

-Bedeli Çanakkale'de...

Yazıyı okuyan Yarbay, "Ne alınacak ?" diye sorar. "Oto ve kamyon lastiği" deyince kızar: "Bak oğlum! Ben askerin ayağına postal, sırtına kaput alacak para bulamıyorum, sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Hadi yürü git insanı günaha sokma. Para mara yok!" Mehmet Muzaffer, Erkanı Harbiye'den çıkar. Beyazıt Meydanı'nda yürürken aklına bir çözüm gelir. Doğru Yahudi tüccarın yanına gider. Paranın sabaha hazır olacağını, gemiye yetiştirmek için lastikleri erkenden alacağını söyler.

1. Dünya Savaşı'nın başlarından itibaren çıkarılan ve karşılıklarının harpten sonra altın olarak ödeneceği yazılan "evrakı nakdiye"nin basımında kullanılan kağıdın aynısını Karaköy'de tedarik eden Mehmet Muzaffer, bütün gece çini mürekkebi ve boya ile 100 kaime taklit eder.

Kahraman asker, "Bedeli Dersaadet'te altın olarak tesviye olunacaktır" ibaresi yerine ise "Bedeli Çanakkale'de altın olarak tesviye olunacaktır" yazar. Mehmet Muzaffer, "yüzlük kaime"yi tüccara verir ve lastikler, Sirkeci'den Çanakkale'ye gidecek gemiye yüklenir. Birkaç gün sonra Yahudi tüccar elindeki parayı bozdurmak üzere Osmanlı Bankasına gider, paranın sahte olduğunu burada öğrenir.

Üstelik o dönemdeki en büyük kağıt para ellilik kaimedir. Mehmet Muzaffer, bir gecede iki sahte para yapamayacağı için 50 kaimeye benzeterek yüzlük kaime yapar.

-Polis okuluna verildi

Yahudi tüccar olayı büyütmek istemez ama hikaye tüm İstanbul'a yayılır. Şehzade Abdülhalim Efendi, karşılığını vererek tüccardan parayı alır, zarif sedef kakmalı, içi kadife bir mücevher çekmecesine yerleştir ve İstanbul Polis Okulu'ndaki Emniyet Müzesine hediye eder.

1970'e kadar burada sergilenen "evrakı nakdiye" halen Ankara Gölbaşı'ndaki Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü bünyesindeki Belge İnceleme Laboratuvarında koruma altında tutuluyor.

Kriminal polisi, özel bir odada çelik kasada tutulan bu paraya gözü gibi bakıyor. Mehmet Muzaffer teğmen rütbesiyle Gazze'de şehit düşer. Kahraman mehmetçik, geriye, savaşın yokluk içinde hangi şartlarda kazanıldığını gösteren ibretlik bir hatıra bırakır..

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK