İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.764
  • 227.139
  • 28.764
  • 227.139
# 18 Şub 2015 21:58:25
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara büyük bir servet teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. "Bu at, sadece bir at değil benim için; bir dost. insan dostunu satar mı?" demiş. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler.

İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş. "Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."

Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmiş ve at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ithiyara gidip özür dilemişler. "Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var."

"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz."

Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ancak içlerinden "Bu ihtiyar sahiden saf" diye geçirmişler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini sağlayan oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. "Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş.

"O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağını asla bilemezsiniz"

Birkaç hafta sonra düşmanlar hanedanlığa çok büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere gönderme emrini vermiş. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.

Köylüler, gene ihtiyara gelmişler. "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması,
talihsizlik değil, şansmış meğer..."

"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin
şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."

"Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.764
  • 227.139
  • 28.764
  • 227.139
# 19 Şub 2015 09:01:41
Bir Çin prensi tahta çıkacaktı ama yasalara göre, daha önce evlenmesi gerekiyordu.

Uygun bir aday bulmak için bölgedeki genç kızları huzuruna çağırdı.
Saraydaki hizmetçilerden birinin kızı prensi çok seviyordu. O da prensin huzuruna çıkmak istedi. Annesinin uyarılarını dinlemedi, çünkü sevdiği adamı bir kere bile görmek onu mutlu edecekti.

Beklenen gece geldi. Genç ve güzel kızlar en güzel giysilerini giymişler, süslenmişler, kendilerini beğendirmek için her çareye başvurmuşlardı. Prens kızlara birer tohum verdi. Bunu saksılarına dikmelerini, altı ay sonra gelmelerini söyledi.

En güzel çiçeği yetiştiren kızı kendine eş olarak seçecekti. Herkes tohumu alıp heyecanla evlerine geri döndü.

Genç kız da kendisine verilen tohumu alıp saksıya ekti. O kadar bakmasına, özenmesine karşılık toprakta tek bir filiz bile görünmedi. Her şeyi denedi, uzmanlara danıştı ama bir fayda göremedi.
Altı ay dolmuştu ama saksı hâlâ bomboştu.

Prens sunacağı bir çiçek olmadığı halde gene de belirtilen gün ve saatte boş saksıyla saraya gitti. Oysa diğer kızlar güzel çiçekli saksılarla gelmişlerdi…

Sonunda beklenen an geldi. Prens salona girdi, kızların arasında dolaştı, saksıları birer birer inceledi. Hizmetçinin kızını kendine eş olarak seçtiğini duyurdu.
Herkes şaşırmıştı. Diğer kızlar bu karara tepki gösterdiler, itiraz ettiler. Boş saksıyla gelen kız nasıl eş olarak seçilirdi? Prens durumu şöyle açıkladı:

“Bu genç hanım en değerli çiçeği yetiştirip bana sundu. O çiçeğin adı dürüstlük çiçeğidir. Çünkü sizlere dağıttığım tohumların hepsi sahteydi ve çiçek açmaları olanaksızdı.”

Çevrimdışı m3r52

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.770
  • 15.706
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 1.770
  • 15.706
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 19 Şub 2015 19:51:51
PADİŞAHIN İŞİ NE ?
  Sultan Murat Han o gün bir hoştur.Telaşlı görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer.Neşeli deseniz değil , üzüntülü deseniz hiç değil .Vezir-i  a’zam  Siyavuş paşa sorar:
-Hayrola sultanım canınızı sıkan bi şey mi var ?
-Akşam garip bi rüya gördüm .
-Hayırdır İnşallah.
-Hayır mı şer mi öğreneceğiz.Hazırlan dışarı çıkıyoruz.
   Ve iki molla kılığında yola çıkarlar.Görünen o ki padişah hala gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir.Hızlı ve kararlı adımlarla Beyazıd’a çıkar, döner  Vefa’ya ,Zeyrekten aşağı sallanır.Unkapanı civarında soluklanır.Etrafına daha bir dikkatle bakınır.İşte tam orada yatan bir ceset gözlerine batar.Ahali ile aralarında şöyle konuşma geçer :
-Kimdir bu?
-Aman hocam hiç bulaşma ,ayyaşın biri işte!
-Nereden biliyorsunuz ?
-Müsaade et de bilelim.Kırk yıllık komşumuz.
   Bir başkası tafsilata girer.Aslında iyi sanatkardır.Azaplar çarşısında çalışır .Nalının hasını yapar.Ancak kazandıklarını içkiye ,fuhuşa harcar.Hem şişe şişe şarap taşır evine hem de nerede namlı , mimli kadın varsa takar peşine.
    Hele yaşlının biri çok öfkelidir ; isterseniz komşulara sorun   der, sorun bakalım onu cemaatte bir gören olmuş mu ?
     Hasılı mahalleli döner ardına gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar ortada.Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah sorar :
-Nereye ?
-Bilmem bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
-Millet bu çeker gider .Kimseye bi şey diyemem.Ama biz gidemeyiz , şöyle veya böyle  tebaamızdır.Defnini tamamlamak gerek .
-İyi ya , saraydan birkaç hoca yollar kurtuluruz vebalden.
-Olmaz rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
-Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
-Mollalığa devam.Naaşı kaldırmalıyız en azından.
-Yapmayın sultanım , bunun yıkaması var .Tekfini , telkini …
-Merak etme ben beceririm.Ama önce gasil hane bulmalıyız.
-Şurada bir mahalle mescidi var ama …
-Olmaz vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
-Ne bileyim ,Ayasofya’dan , Süleymaniye’den , en azından Fatih Camii’nden .
-Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur.Tanınmak istemem . Ama Fatih Camii’ini iyi dedin.Haydi yüklenelim.
    Ve gelirler camiye . Vezir sağa sola koşturur, kefen , tabut bulur.Padişah bakır kazanları vurur ocağa.Usulü erkanınca bir güzel  yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki.Bir nurdur aydınlanır alnında.Yüzü şakilere benzemez.
    Meçhul nalıncıyı kefenler , tabutlar musalla taşına koyarlar.Ama namaz vaktine hayli vardır daha.Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı  yaklaşır.
-Sultanım der , yanlış yapıyoruz galiba! Heyecana kapıldık sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi.Kim bilir hanımı , yetimleri vardır.
-Doğru öyle ya neyse sen başını bekle , ben mahalleyi dolanıp geleyim.
  Padişah maceranın başladığı noktaya koşar.Sorar soruşturur , nalcının evini bulur.Kapıyı yaşlı bi kadın aralar .Hadiseyi metanetle dinler.Sanki bu vefatı bekler gibidir.Hakkını helal et evladım der.Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöküp ellerini şakaklarına dayar.Biliyor musun oğlum diye dertli dertli söylenir!Bizim efendi bir alemdi vesselam.Akşamlara kadar nalın yapar.Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin , elindeki avucundakini veriri satın alırdı.Sonra getirir dökerdi helaya.
      Sonra malum kadınların ücretini öder eve getirirdi.Ben sizin zamanınızı satın aldım mı  diye sorar , onlarda aldın derlerdi.Öyleyse şimdi dinlenmeniz gerek dedikten sonra çeker gider , ben menkıbeler anlatırdım onlara . Mızraklı ilmihal , Huccetül İslam okurdum ..
-Bak sen ! Millet ne sanıyor halbuki.
-Milletin ne sandığı umrunda değildi.Hoş , o hep uzak mescitlere giderdi. Öyle bir imamın ardında durmalı  ki derdi , tekbir  alırken Kabe’yi görmeli.
-Öyle kaç imam kaldı ki?
-İşte bu yüzden Nişancı’ya , Sofulara uzanırdı ya .Hatta bir gün bak efendi dedim , sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek .İnan cenazen kalacak ortada.
-Doğru öyle ya!
-Kimseye zahmet olmasın , diye mezarını kendi kazdı bahçeye .Ama ben üsteledim iş mezarla bitiyor mu dedim.Seni kim yıkasın , kim kaldırsın?
-Peki o ne dedi?
-Önce uzun uzun güldü , sonra Allah büyüktür hatun dedi.Hem padişahın işi ne ?

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.764
  • 227.139
  • 28.764
  • 227.139
# 20 Şub 2015 13:43:29
Günlerden bir gün zengin bir baba, oğlunu birköye götürdü. Bu yolculuğun bir tek amacı vardı:İnsanların ne denli yoksul olabileceklerini oğluna göstererek, yaşadıkları zenginliğin değerini daha iyi anlamasını sağlayacaktı. Hayli uzakta olan bir köyde yaşayan akrabalarının evinde bir gün ve bir gece geçirdiler.Yolculuk dönüşü baba oğluna sordu: -Orada gördüğün her şeyden sonra insanların ne kadar yoksul olabileceklerini anlamışsındır sanırım.Ne zor bir yaşam şartları var öyle değil mi? Şimdi bizim zenginliğimizle onların fakirliklerini bir kıyasla bakalım. Çocuk anlatmaya başladı: -Bizim evde bir köpeğimiz var, onların bahçesinde dört tane vardı. Bizim evde çok büyük bir havuz var, onların ise içinde binlerce balığın oynaştığı uçsuz bucaksız dereleri var. Bizim bahçemizi aydınlatan lambalarımız, onların bahçelerini aydınlatan yıldızları var. Bizim görüş mesafemiz ön bahçeye kadar, onlar ise tüm gökyüzünü görüyor. Ve babasının hayret dolu bakışları arasında devam etti. -Teşekkürler baba, bana ne kadar yoksul olduğumuzu gösterdiğin için teşekkürler.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.764
  • 227.139
  • 28.764
  • 227.139
# 21 Şub 2015 09:17:31
Meşhur İmam Abdürrezzak Hoca kürsüde.
. Girenlerin arasında Hızır (a.s) da var. Hz. Hızır genç ihtiyar arasında onlardan biri gibi gidiyor, bir köşede oturuyor. Kürsüde imam sohbete başlıyor, çok feyizli bir sohbet oluyor. Hızır (a.s)`ın yanına kırklarında bir adam gelip oturuyor. Cami yavaş yavaş dolmakta. Adam, bir müddet sonra uyuklar bir vaziyette sallanıyor, ha uyudu ha uyuyacak.. Hızır (a.s) adamı dürtükleyip: “Bu sohbet kaçmaz, uyuyacaksın.”der. Adam: “Uyumam, beni rahat bırak.”diye cevap verir. Hızır (a.s) ses etmez; ancak sohbet de çok feyizlidir. Adam ha uyudu, ha uyuyacak bir durumdayken, Hz. Hızır bir daha dürtükleyerek: “Uyuyacaksın, dedim!” Adam: “Ben de sana uyumam, beni rahat bırak, dedim!” der ve ekler: “Biz feyzimizi Abdürrezzak`tan değil, Rezzak olan Allah`tan alıyoruz. Rahat bırak beni. Yoksa, senin Hızır olduğunu söylersem, bu cemaatten yakanı zor kurtarırsın. “Hızır (a.s) susar ve gözlerini kapar, boynunu büker Allah`a yönelerek: “Ya Rabbi! Bu nasıl iştir, bendeki listede bu zatın ismi yok! “ Cenab-ı Hak lisan-ı münasiple cevap verir: “Ya Hızır! Sana verdiğim liste beni sevenlerin listesidir. Bir de bende bir liste var ki, o da benim sevdiklerimin listesidir.” SİZİ VE SEVDİKLERİNİZİ RABBİM SEVDİKLERİNDEN EYLESİN... Amin Amin

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.429
  • 177.416
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.429
  • 177.416
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 22 Şub 2015 16:57:13
Adam akşamleyin iş çıkışı eve geldiğinde evin bahçesinin karmakarışık olduğunu görmüş.
3 çocuk da bahçede çamurlar içinde oynuyormuş.Boş yemek kutuları ve içecekler etrafa saçılmış.Karısının arabası garaj kapısının önünde, bir kapısı açık ve yamuk halde parkeder durumdaymış.
Evin içine girdiğinde durum daha vahim şekle dönüşmüş.Girişteki halının bir kenarı kıvrılmış, havaya kalkmış ve abajur sehpanın üzerine devrilmiş.Salondaki televizyonun sesi sonuna kadar açık halde çizgi film kanalındaymış, televizyonun üzerine bırakılan yarısı içilmiş meyve suyu ha döküldü ha dökülecek vaziyetteymiş.
Oturma odasında yerler oyuncaklar ve çocuk elbiseleriyle kaplıymış.Mutfağa girdiğinde lavabonun sabah kahvaltısı bulaşıklarıyla dolu olduğunu görmüş.Ayrıca kırılmış bir bardağın parçaları masanın altında duruyormuş
Üst rafa yöneldiğinde merdivenlerdeki elbiseleri fark etmiş. Telaşla karısının başına kötü birşey gelmiş olabileceğini ya da hastalandığını düşünerek hızla koşmaya başlamış.
Misafir odasına girdiğinde karısını uzanmış halde kitap okurken bulmuş.Karısı kocasını görünce okuduğu kitaptan başını kaldırmış, hafifçe gülümsemiş ve gününün nasıl geçtiğini sormuş.
Adam cevaplamış:"Her zaman ki gibi! "
Ardından şaşkınlıkla sormuş:"Ne oldu bugün böyle?"
Karısı tekrar gülümseyerek;
-"Sen hergün eve geldiğinde bütün gün ne yaptın ki demez miydin.."
+"Evet"
-"Güzel... Bugün, her gün yaptıklarımı yapmadım sadece o kadar..."

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.764
  • 227.139
  • 28.764
  • 227.139
# 24 Şub 2015 07:02:50
ANNE VE KAYNANA FARKI

Yaşını başını almış iki eski arkadaş hanımefendi yolda karşılaşmışlar. Hal hatır sormuşlar.

Sıra çocuklarına gelmiş.
“Senin oğlan nasıl, evlendi mi?” diye sormuş biri,
“Evlendi” demiş öteki, “evlendi ama ah, sorma,
öyle bir gelin çıktı ki, felâket!..

“Sabahtan akşama çalışıyor,
evde doğru dürüst yemek pişmiyor,
yorgun olduğu zaman oğluma yemek pişirttiriyor.

Bazen sabah kahvaltısını bile oğlum hazırlıyor.
Ne dikiş var, ne ütü.
Bir kadın bulmuş, bütün işi ona yaptırtıyor.
Evde prensesler gibi oturuyor,
oğlum için özel hiçbir şey yapmıyor, çok üzgünüm, çok…”

“Vah vah” demiş arkadaşı, “peki kızın nasıl, o da evlendi mi?”…

“O da evlendi” demiş arkadaşı,
“ama o çok mutlu, öyle iyi bir damadım var ki,
kızımın elini sıcak sudan soğuk suya sokturmuyor.
Kızım çalıştığı için çok yoruluyor, çoğu akşam,
yemekleri beraber pişiriyorlar, hatta bazen damadım hazırlıyor.
İnanır mısın öyle iyi bir çocuk ki tatil günlerinde kahvaltısını kızımın yatağına götürüyor.

Bir kadın bulmuşlar, evin bütün işlerini o yapıyor,
kızım evde hiç yorulmuyor, prensesler gibi oturuyor,
kocası da ondan iş beklemiyor, çok memnunum, Çooookkkk“

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.764
  • 227.139
  • 28.764
  • 227.139
# 24 Şub 2015 18:57:29
Kara Koyunun Sütü
(Bir Kıssa, Bin Hisse)
...
Rivayete göre Lokman Hekim laboratuvarında çeşit çeşit renkte ilaçlar hazırlar, bunları şişelerle raflara dizermiş. Ne zaman ki bir hasta kapıdan girer, o hastanın derdine derman olan ilaç şişesi olduğu yerde titrermiş. Lokman Hekim de bu şişeyi hastaya verir ve derdine derman olurmuş.

Bir gün Lokman Hekim’in laboratuvarından içeriye bir adam girmiş. Adamın tüm vücudu yaralar içindeymiş. Bu yaraların ıstırabıyla bitkin düşen adam Lokman Hekim’den deva istemiş. Lakin bu kez raftaki şişelerden hiçbiri titrememiş. Bunun üzerine Lokman Hekim adama dönmüş ve derdine bir dermanın bulunmadığını söylemiş. Tavsiye olarak, at üzerinde seyahat etmesini; dağları, yaylaları gezmesini söylemiş. Lokman Hekim gibi bir alimden böylesi ümitsiz bir cevap alan hasta bitap halde laboratuvardan ayrılmış. Gün gün ölüme yaklaştığını bilen hasta kendini dağlara vurmuş. Güneşli bir gün dağlık bir alanda uzanıp uyuyakalmış. Bir süre sonra koyun sesleriyle uyanmış. Hemen yanında bir koyun sürüsü görmüş. Çobanı koyunlar içinde kara koyunun sütünü bir kaseye sağarken görmüş.
...
Sağmayı bitiren çoban belli ki daha sonra almak üzere kaseyi bir kayanın üzerine bırakmış ve yeniden sürünün arasına karışmış. Yorgun halde olan biteni seyreden hasta az sonra çalıların arasından beliren bir yılanı fark ederek irkilmiş. Yılan sakince gelip, kayanın üzerinde duran kasedeki sütten içmiş ve sonra zehrini bu kaseye kusmuş. Kasedeki süt renkten renge girmiş. Yılan yeniden çalıların arasında kaybolmuş. Yaralarının ağrısından iyice yorgun düşen adam bu zehri içip bir an önce ölmeye karar vermiş. Bu tastaki zehri bir çırpıda içen adam olduğu yere yığılmış. Bir süre sonra uyanan adam vücudunda bir kaşıntı hissetmiş. Kaşıdığı yerlerindeki yaraları pul pul dökülmüş. Ayağa kalkan adam gücünün de yerine geldiğini farketmiş. Zehir diye içtiği kendisine şifa olmuş. Yeniden Lokman Hekim’in yanına gelen adam, “iyileşmez” dediği hastalıktan kurtulduğunu anlatmış. Adam henüz başından geçenleri anlatmamışken Lokman Hekim;

“Dünyada her derdin bir devası vardır!” demiş. “Ben kara koyunun sütünü yılana içirip onu nasıl kusturacaktım? Allah isterse her şey mümkündür.”

Bugün ecza biliminin simgesi olan, kadehe sarılmış yılan motifinin bu rivayete dayandığı söylenir.

....
Sonuç:
ʺAllah kulları için otlar yarattı. Her birini bir derde deva ve bir maraza şifa için Lokman Hekim'e bildirdi. Bir ot, ben falan derde devayım, dedi.Bin türlü ot yarattı, herbirine bir haysiyet verdi ve bu otlar yedi yüz yetmiş derde insan eliyle şifadır."
(HÜKEMA)

“Allah, şifasını vermediği hiçbir hastalığı yaratmamıştır. Onu bilen bildi, bilmeyen de bilmedi.” Hadis-i Şerif
(Buhari, Müslim)

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 24 Şub 2015 21:37:37
Küçük Karınca her sabah erkenden işine gelir ve neşe içinde çalışmaya başlardı. Çok çalışır, çok üretir ve bunları keyif içinde yapardı.Patronu Aslan, Karınca’nın başında yöneticisi olmadan kendiliğinden bu kadar hevesle çalışmasına çok şaşırırdı. Bir gün karı ve verimliliği arttırmak için aklına parlak bir fikir geldi. Eğer Karınca, başında bir yönetici bile olmadan bu kadar üretken olabiliyorsa, bir de başarılı bir yöneticisi olsa neler yapardı.

Bunun üzerine, müthiş bir yöneticilik kariyeri olan ve yazdığı raporlarla ünlü Hamamböceği’ni işe aldı. Hamamböceği işe öncelikle bir saat alarak başladı. Böylece Karınca’nın çalıştığı saatleri tam olarak ölçebilecekti. İş saatlerinde gevşekliğe müsaade etmeyecekti. Elbette raporlarını düzenleyecek bir sekretere de ihtiyacı olacaktı. Bu nedenle hem telefon trafiğini yönetmek ve hem de arşiv işleri için Örümcek’i işe aldı.

Aslan, gelişmelerden çok memnundu. Hamamböceği’nin hazırladığı raporlar gerçekten harikaydı. Hatta ondan üretim hızını ölçen ve karlılığı analiz eden renkli grafikler de hazırlamasını istedi. Böylece bu raporları ortaklarına sunum yaparken kullanabilecekti.

Hamamböceği, bu raporları üretebilmek için yeni bir bilgisayara ve donanıma ihtiyaç duydu. Artık artan ekipmanlar için de artık bir bilgi işlem departmanı oluşturmanın zamanı gelmişti. Bu işleri idare etmek için Sinek’i işe aldı.

Bir zamanlar mutlu, üretken ve rahat olan Karınca bu yeni toplantı düzeninden ve evrak işlerinden yılmıştı. Zamanın büyük bir kısmını sorulan soruları cevaplamak ve evrak işleri yapmakla geçiyordu.

Aslan, Karınca’nın bölümünün giderek büyümesinden memnundu. Bölümü daha da büyütmek üzere bir üstyöneticiye ihtiyaç olduğunu düşündü. Ve bölüm başkanı olarak başarıları ile ünlü Ağustosböceği’ni işe aldı.

Kendi rahatına ve keyfine düşkün Ağustosböceği’nin ilk icraatı ofisi rahat edebileceği yeni mobilyalarla döşemek oldu. Tabi ki kendisinin yeni bir bilgisayara, bütçe kontrol ve stratejik verimlilik planı hazırlanması için kişisel bir yardımcıya ihtiyacı vardı. Bunun üzerine eski işyerindeki yardımcısını işe aldı.

Karınca’nın çalıştığı yer giderek kimsenin gülmediği, neşesiz ve mutsuz bir mekana dönüşmüştü. Ağustosböceği, patronu Aslan’ı ortamın ruh halini değiştirecek bir çalışma yapılması gerektiğine ikna etti. Bunu üzerine, Karınca’nın bölümünde olup bitenleri gözden geçiren Aslan, üretimin ve karlılığın dramatik bir şekilde düştüğünü farketti. Hemen, son derece itibarlı ve iyi tanınmış bir Danışman olan Baykuş’u sorunu çözmesi için işe aldı.

Baykuş, Karınca’nın departmanında 3 ay geçirdi. Bu hummalı çalışmanın ardından ciltlerce süren muhteşem bir rapor yazdı. Raporun sonucu şuydu: “Departmanda aşırı istihdam vardı”.

Aslan, raporu inceledikten sonra dramatik bir karar verdi. Ve, elbette, ilk olarak negatif tavırlarıyla dikkat çeken, mutsuz ve çalışma isteğini kaybetmiş olan Karınca’yı işten çıkardı.

Çevrimdışı seyfi ünaldı

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.186
  • 32.929
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 5.186
  • 32.929
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 24 Şub 2015 22:11:40
Değerli hocalarımın güzel hikayelerini bazen "Okuma anlama" etkinliği haline getirip dağıtıyorum sınıfıma. Miniklerim kadar velilerimden de olumlu tepkiler alıyorum. Hakkınızı helal edin.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.764
  • 227.139
  • 28.764
  • 227.139
# 24 Şub 2015 22:16:53
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Değerli hocalarımın güzel hikayelerini bazen "Okuma anlama" etkinliği haline getirip dağıtıyorum sınıfıma. Miniklerim kadar velilerimden de olumlu tepkiler alıyorum. Hakkınızı helal edin.

Allah razı olsun öğretmenim.
Rabbim her zaman ders alanlardan eylesin.

Çevrimdışı capar

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 266
  • 453
  • 266
  • 453
# 24 Şub 2015 22:24:53
arkadaşlar ibretlik hikayeler olarak paylaştığınız hikayelerin kitabları  varsa almak isterim?

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.429
  • 177.416
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.429
  • 177.416
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 24 Şub 2015 22:29:47
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
arkadaşlar ibretlik hikayeler olarak paylaştığınız hikayelerin kitabları  varsa almak isterim?
Cüneyd Suavi-Hayatın İçinden hikayeleri..Son derslerde zaman kaldıkça öğrencilerime okuyorum öğretmenim çok seviyorlar dinlemeyi ...

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 24 Şub 2015 23:09:22
Kitabu'l Ezkiya (Zekiler Kitabı) ibnul cezvi.... Kitabında da güzelhikayeler mevcut tavsiye ederim

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.764
  • 227.139
  • 28.764
  • 227.139
# 25 Şub 2015 07:06:43
MutLaka Okuyun
Her abdest aldığınızda, Peygamber Efendimizin (s.a.v) bu sözünü aklınıza getirip, siz de mutlu olun.
Öyle güzel bir dinimiz var ki, ne yazık ki onu dosdoğru yaşayamıyoruz, bilmiyoruz.
Birgün, Hz. Osman (r.a) abdest alıyor.
Abdest bitiyor, kurulanıyor, gülmeye başlıyor.
Yanındakiler, hayırdır İnşaAllah diyorlar.
Hz. Osman (r.a) onlara soruyor:
Ne için güldüğümü, niye sormuyorsunuz..?
Yanındakiler de soruyorlar:
Efendim affedersiniz, niye gülüyorsunuz..?
Hz. Osman (r.a) anlatıyor:
Birgün, benim şu abdest aldığım yerde, Resulullah (s.a.v) abdest alıyordu, biz de oradaydık.
Resulullah (s.a.v) abdestini aldı, gülmeye başladı.
Neden güldüğümü niye sormuyorsunuz, buyurduğu hatırıma geldi.
Ya Resulallah (s.a.v) niye güldünüz, diye sorduk.
Cevaben buyurdu ki:
Bir müminin abdestte yüzünü yıkarken, bütün (küçük) günahlarının, suyla beraber aktığını görüyorum.
Elini yıkarken, başına mesh ederken, ayaklarını yıkarken, bütün günahlarının döküldüğünü görüyorum.
Ümmetim kurtuluyor diye sevinip, ben gülmeyeyim de kim gülsün..?
Güzelce abdest alan, günahlarından sıyrılmış olur. [Buhari]
Hiçbir günahkar yoktur ki, güzelce abdest alıp 2 rekat namaz kılarak mağfiret dilesin de, affedilmiş olmasın.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK