İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.771
  • 227.189
  • 28.771
  • 227.189
# 08 Mar 2015 07:47:02
Hazreti Yusuf’un Dostu | Bir Kıssa Bin Hisse
Çok uzaklardan, şefkatli bir dostu Hazreti Yusuf’a ziyaret için geldi. Misafiri oldu. Hazreti Yusuf, çocukluk arkadaşıyla oturup sohbete başladı. Hazreti Yusuf’un kardeşlerinin kıskançlığından, kuyuya atmalarından, zindanda geçen yıllardan, çekilen sıkıntıların sonunda ilâhî yardımın yetişmesinden, uzun uzadıya konuştular.
Sonunda Yusuf aleyhisselâm misafirine sordu: ”Dostun kapısına eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmek gibidir. Bize ne hediye getirdin?” Misafir utana sıkıla, ”Sana armağan getirmek için birkaç şeye baktım, fakat hiçbirini sana lâyık görmedim. Altın madenine, altın kırıntısı götürülemez. Denize bir damla su hediye verilmez. Sana gönlümü ve canımı getirdim desem, Kirman’a baharat satmaya gitmiş gibi olurum.
Senin güzelliğinden başka, Mısır ülkesinin ambarında olmayan bir şey yok.
Ey gözümün nuru Yusuf’um! Sana armağan olarak ayna getirdim. Güneş gibi parlayan güzelliğine baktıkça, sevinir beni hatırlarsın. Zaten güzeller, hep aynaya bakar” dedi.
Koltuğunun altından çıkardığı aynayı Yusuf’a sundu.
Cenâb-ı Hak mahşer gününde insanlara, ”Kıyamet günü için, ne armağan getirdiniz?” diye soracak. Eğer o güne inanıyorsan, inkâr etmiyorsan, neden hazırlık içerisinde değilsin? Azıcık olsun yemeyi içmeyi bırak da Hak’la buluşacağın gün için bir armağan hazırla. Geceleri az uyuyanlara katıl. Seher vakti günahlarının bağışlanmasını dileyenlerden ol…
Kaynak; Semerkend Yayınları, Mesnevi’de Geçen Hikayeler, s. 60-61

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.771
  • 227.189
  • 28.771
  • 227.189
# 08 Mar 2015 08:54:26
İKİ ASKER
Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Adıyamanlı, kimi Gürünlü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor...
Bunlardan biri Lapseki'nin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.
"Ölme ihtimalim çok fazla. Ben bir pusula yazdım arkadaşıma ulaştırın..."
Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: "Ben... Ben köylüm Lapseki'li İbrahim Onbaşıdan 1 Mecid borç aldıydım... Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin."
"Sen merak etme evladım" der komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de
"Söyleyin hakkını helal etsin" olur...
Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor.
İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yıkılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine ne de gözyaşlarına engel olamaz...
Pusuladaki not:
"Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil'e 1 Mecid borç
verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim."

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 08 Mar 2015 15:43:26
Ahde Vefa

Hz.Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler, derlerki 
-Ey halife bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin. 
Bu söz üzerine Hz.Ömer suçlanan gence dönerek:
-Söyledikleri doğrumu diye sorar.
Suçlanan genç derki evet doğru bu söz üzerine Hz Ömer:
-Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar.
Bunun üzerine genç anlatmaya başlar,derki :
-Ben bulunduğum kasaba hali vakti yerinde olan bir insanım ailemle beraber gezmeye çıktık kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Hayvanlarımın arasında bir güzel atım varki dönen bir defa daha bakıyor hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyva koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı atım oracıkta öldü, nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım babası öldü, kaçmak istedim, fakat arkadşlar beni yakaladı,durum bundan ibaret,dedi.
Bu söz üzerine Hz Ömer söyleyecek bir şey yok bu suçun cezası idam, madem suçunu da kabul ettin...
Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:
-Efendim bir özrüm var, ben memleketinde zengin bir insanım babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı, gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım şimdi siz bu cezayı ifnaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettğiniz için Allah indin'de sorumlu olursunuz, bana üç gün izin veriseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün için de yerime birini bulurum der.
Hz Ömer dayanamaz derki:
-Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalırki? der, 
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar derki, 
-Bu zat benim yerime kalır, o zat Hz peygamber (s.a.v) efendimizin en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelen Amr ibni Asr' dan başkası değildir. Hz Ömer Amr 'a dönerek 
-Ey amr delikanlıyı duydun, der.
O yüce sahabi:
-Evet, ben kefili, der ve genç adam serbest bırakılır. 

Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur, Medinenin ileri gelenleri Hz Ömere çıkarak gencin gelmeyeceğini, dolayısıyla Amr ibni Asr'a verilecek idamın yerine, maktülün diyetinin verilmesini teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz, derler.
Hz Ömer kendinden beklenen cevabı verir, derki, 
-Bu kefil babam olsa farketmez, cezayı infaz ederim. 
Hz Amr ibni Asr ise tam bir teslimiyet içerisinde derki,
-Biz de sözümüzün arkasındayız. 
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. 
Hz Ömer gence dönerek derki, 
-Evladım gelmeme gibi önemli bir fırsatın vardı neden geldin. 
Genç vakurla başını kaldırır ve:
-Ahde vefasızlık etti demeyesiniz diye geldim, der. 
Hz Ömer başını bu defa çevirir ve Amr ibni Asr'a derki, 
-Ey amr sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu da onun yerine kefil oldun?
Amr ibni Asr :
-Bu kadar insanın içerisinden beni seçti, insanlık öldü dedirtmemek için kabul ettim der. 
Sıra gençlere gelir derlerki, 
-Biz bu davadan vazgeçiyoruz, bu sözün üzerine Hz Ömer :
-Ne oldu biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz ne oldu da vazgeçiyorsunuz? 
Gençlerin cevabı dehşetlidir : 
- Merhametsiz insan kalmadı deneyesiniz diye.


Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.771
  • 227.189
  • 28.771
  • 227.189
# 08 Mar 2015 17:26:24
Biz küçükken çok büyüktük. Mesela kollarımızı bir açardık, dünyayı kucaklardık. Güzeldik biz küçükken.
Kaşlarımızı almayı bilmezdik, makyaj çok büyüklerin işiydi sevmezdik. Arkadaşlarımızla beraber bir gece uyuyabilirsek eğer velinimetti bizim için, lükstü, zenginlikti. Ailelerimiz en az beş kez arardı eve beş dakika geç kaldığımızda. Otobüsteyim bile diyemezdik, otobüsle bir yere gidemezdik. Otobüs lükstü, zenginlikti. Koşa koşa eve varana dek nefes almazdık ve nerdesin sen sorusunu duymadan cevabı verirdik.
Biz bir gülerdik küçükken, kalbimiz kahkahalar atardı. Biz küçükken öğretmenimiz en yakın arkadaşımızla sıralarımızı ayırmasın diye, teneffüse kadar konuşmazdık. Not yazardık birbirlerimize. Biz diyorum küçükken bizdik böyle bayağı bir kalabalıktık. Yani biz diyebileceğim kadar çok. Biz küçükken bir büyüktük ki böyle kollarımızı açsak sığmazdı eni boyu.
Sonra mı? Büyüdük. Kollarımızı açtığımızda bir kişiyi bile sığdıramayacak hale geldik. Küçülene kadar büyüdük, çok büyüdük yani. Biz olamadık bir daha. Sen, ben olduk. Büyüklük lüks değildi, zenginlik değildi. Koşa koşa büyüdük. Büyürken ne de çok küçüldük.

Çevrimdışı seliali

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.869
  • 31.325
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 4.869
  • 31.325
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 09 Mar 2015 21:55:07
Adamın biri Musa Aleyhisselâm'a:
— Ya Musa, ben bütün hayvanların dilinden anlamak istiyorum. Tur'u Sina'ya gittiğin zaman Allah'tan iste de benim duamı kabul etsin, diyordu.

Musa Peygamber:

— Her şeyi bilmek iyi olmaz. Senin hayvanların dilinden anlamaman daha iyidir. Bu sevdadan vazgeç, dediyse de, adam illâ öğrenmek istiyordu.

Bir gün Musa Aleyhisselâm Tur'a çıktığı zaman Cenab-ı Allah Musa Aleyhisselâm'a:

— «Ya Musa! O kulumun duasını kabul ettim, bundan sonra bütün hayvanların dilinden anlayacak. Yalnız her şeye ehemmiyet vermesin, sonra onun için iyi olmaz.» buyurmuştu.

Musa Aleyhisselâm, Tur'u Sina'dan geldikten sonra durumu bildirip her şeyle fazla ilgilenmemesini söyledi. Kendisine selâhiyet verilen adam, akşam ahıra hayvanlarını yemlemeye girmişti. Orada eşekle öküzün konuşmalarına şâhid oldu.

Onlar aralarında şöyle konuşuyorlardı:

Öküz:

— Yahu eşek kardeş, senin işin ne iyi, bana yazın rahat yok, kışın rahat yok. Sabah olacak çifte koşacaklar, ama sense akşama kadar rahat gezeceksin, diyordu.

Eşeğin öküze nasihati şöyle oldu:

— Bunlar hep senin ahmaklığından... Sen sabah olunca hasta numarası yaparsın, akşamdan sahibimizin döktüğü yemi bile yemezsin. O da sabahleyin seni bu haliyle görünce çifte koşmaktan vazgeçer ve birkaç gün olsun istirahat etmiş olursun, dedi.

Bu sözler öküzün hoşuna gitmişti. Hakikaten yem yemedi ve öyle aç karnına sabaha kadar yattı. Eşek ise öküzün yemlerini bile kendisi yemişti. Tabii bunların bu konuşmalarını sahibi duymuş ve gülerek ahırdan çıkmıştı.

Sabah oldu, adam ahıra girdi ki, öküz aç. Kalkması için birkaç tekme vurdu ise de öküz hastalanmıştı.

Adam:
— Bu sefer de onun yerine eşeği koşalım, diyerek aldı tarlaya götürdü

Akşama kadar eşekle çift sürdü. Eşeğin emdiği süt burnundan gelmişti. Akşam eve geldiği zaman öküz rahat rahat geviş getiriyor kendi kendine hakikaten bu iyi bir numara oldu diyordu. Eşek bu işin çekilemeyecek gibi olduğunu görünce öküze başka yoldan akıl verip kurtulmak istedi:

-Öküz kardeş, sen böyle yatarsan sahibimiz seni satacak. Bu gün tarlada beni gören köylüler sordular. O da, zaten tembel bir öküzdü, şimdi de hasta oldu. Yarın kasaba vereceğim, dedi. Eğer yarın' da böyle yaparsan kendini bıçağın altında bil, diyerek sabahleyen çifte gitmekten kurtuldu.

Adam bunların bu konuşmalarını dinledikçe kendi kendine gülüyor ve:

- Gördün mü ne kadar iyi bir şeymiş hayvanların dilinden anlamak, diyordu.

Ertesi sabah horozla köpeğin konuşmalarına şahit oldu.  Horoz:
-Yarın efendinin, öküzü ölecek. Sana müjdem var. İyi bir ziyafet olacak senin için, diyordu.

Adam bunu duyar duymaz hemen pazara götürüp öküzünü sattı ve zarardan kurtuldu.

İkinci gün oldu, köpek horoza:

- Niye yalan söyledin? Hani ziyafet? Adam öküzü sattı kurtuldu, dediğinde, bu sefer horoz:

-Hiç merak etme! Öküzü sattı ama, yarın kölesi ölecek ve onun hayrına mutlaka bir yemek yedirirler. Sen de artıklarından istifade etsen yeter, dedi.

Adam bunu da duymuştu. Hemen pazara çıkarıp kölesini de sattı.
Köpek gene ziyafete erişememişti. Horoza:  -Beni ne kandırıp duruyorsun? diye çıkıştı.  Horoz:

-Ben yalan söylemem... Ziyafet var dediysem vardır. Efendimiz öküz ve köleyi satarak zarardan kurtuldu ama, yarın kendisi ölecek, işte o zaman ziyafetin büyüğü olacak, dedi.

Adam horozdan bunları duyunca etekleri tutuştu. Ne yapacağını şaşırdı ve doğru Hazreti Musa'nın huzuruna çıkıp durumu anlattı:

-Hakikaten ben yarın ölecek miyim? Bunun bir çaresi yok mu? diye yalvarmaya başladı.

Musa Aleyhisselâm:

-Ben sana demedim mi? Her şeye ehemmiyet vermeyeceksin diye... Eğer sen öküzü satmasaydın, o ölecek ve belâ atlatılmış olacaktı. Ama sen onları satmakla başkalarının zarar etmesini istedin. Kendi menfaatini düşünüp başkalarını kendisi gibi hesap etmeyenin hali budur, dedi.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.771
  • 227.189
  • 28.771
  • 227.189
# 10 Mar 2015 17:59:32
Buhâra’da bir sucu, otuz sene boyunca bir kuyumcunun evine su taşımıştı. Kuyumcunun çok güzel ve sâliha bir hanımı vardı. Sucu, her zaman olduğu gibi yine bir gün geldi, fakat suyu verirken birdenbire ev sâhibesi olan kadının elini tutup bir müddet sıktı. Sonra da hemen bırakıp hızlıca evden uzaklaştı. Akşamleyin, her zaman yaptığı üzere kocasını pek tatlı ve iltifatkâr sözlerle eve buyur eden bu sâliha hanım, çarşıdan gelen kocasına bir müddet sonra, taaccüp ifâde eden bir üslûb ile şöyle sordu:

“–Söyler misin bey, bugün Allah Teâlâ’nın rızâsına muhalif ne yaptın?!”

Adam, hiç beklemediği bu suâl ile karşılaşınca, şaşkınlık içerisinde önce bir müddet kekeleyerek:

“–Bir şey yapmadım?!” dedi. Lâkin hanımı ısrar edince adam, gündüz yapmış olduğu hatâyı derhal hatırlayarak şöyle söyledi:

“–Evet, sevgili hanımım. Bugün bir cürüm işledim. Sabahleyin dükkânıma bir kadın gelmişti. Maksadı, bilezik almak imiş. Teninin beyazlığı hoşuma gittiğinden (bir anlık gafletle) bileziği o kadının koluna ben takmak istedim ve takarken de elini tutup sıktım.”

Kocasından bu cevabı alan sâliha hanım, beyine niçin böyle bir sual sorduğunu îzâh etmek ve onu bir daha böyle bir hâle düşmekten sakındırmak için şu kısa cümleyi sarf etti:

“–Allâhu ekber! Demek bugün sucunun âilene hıyânet etmesinin hikmeti buymuş!”

Bunu duyan kuyumcu ise, büyük bir pişmanlık içerisinde:

“–Hanım! Ben tevbe ettim. Sen de hakkını helâl et.” dedi. Ertesi gün de sucu gelip tevbe etti ve:

“–Ey evin sâhibesi, hakkını helâl et. Çünkü şeytan beni yoldan çıkardı. Bir anlık nefsime uydum!” dedi. Sâliha kadın ise, sucunun bu sözlerine şöyle mukâbelede bulundu:

“–Sen işine devam et. Çünkü hatâ sende değil, dükkândaki adamda!” (Rûhu’l-Beyân, XVI, sh: 38-39)

-alıntıdır-

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 11 Mar 2015 00:28:16
Beşinci Abbâsî Halîfesi Hârun Reşid, bir hâdiseden dolayı ülkesinde yaşayan gayr-i müslimlere çok kızar. Bu öfke ile, etraflıca düşünmeden; “müslüman olmadıkları takdirde, gayr-i müslimlerin Abbâsî mülkünü terk etmelerini emreden” bir ferman yazdırır.

Halîfenin bu emri üzerine çaresiz kalan gayr-i müslimler, büyük bir endişe ve hüzün içerisinde Behlül Dânâ Hazretleri’nin kapısına gelir ve hâdiseyi anlatarak kendisinden yardım isterler. Behlül Dânâ da gereğini yapacağını söyleyerek onları teskin eder ve nezâketle uğurlar.

Daha sonra da vakit kaybetmeden halîfenin huzûruna çıkar. Behlül Dânâ Hazretleri’ni karşısında gören Hârun Reşid pek sevinir. Zira o da gönlünde ağırlığını hissettiği hâlde, sebebini bir türlü anlayamadığı sıkıntısını giderip huzura kavuşmak istemektedir. Hemen bir sohbet meclisi kurulur. Sualler, cevaplar birbirini takip eder. Sohbetin iyice derinleştiği bir anda Behlül Dânâ, Halîfe Hârun Reşid’e şöyle sorar:

“–Halîfe Hazretleri söyler misiniz, namazda Fâtiha Sûresi’ni okurken «Rabbü’l-âlemîn» lâfzı «Rabbü’l-mü’minîn» şeklinde tilâvet olunsa ve bile bile bu hata üç kez tekrar edilse ne yapmak lâzım gelir?”

Hârun Reşid:

“–«Rabbü’l-âlemîn / Âlemlerin Rabbi» lâfzı «Rabbü’l-mü’minîn / Mü’minlerin Rabbi» diye okunursa mânâ değişir. Bunu da bilerek üç kez tekrar etmek tabiî ki namazı bozar. Bu sebeple de namazın yeniden îfâsı gerekir!” diyerek cevap verir.

Fakat daha bu cümleyi kurarken, Behlül Dânâ’nın bu mevzuları zaten bildiğini ve bunu bir hikmet gereği sorduğunu anlar. Sözlerini bitirir bitirmez bu defa Hârun Reşid, Behlül Dânâ’ya tebessümle sorar:

“–Şimdi sen söyle bakalım Behlül! Sen bu sormuş olduğun hususun câhili değilsin. Bilâkis bu hususta sen bizden de ârifsin. Bu suâli sormak nereden îcâb etti?”

Behlül Dânâ Hazretleri, söyleyeceği hakîkatin halîfenin gönlünde mâkes bulacağı vaktin geldiğini düşünerek şöyle der:

“–Peki Efendim, «Rabbü’l-âlemîn» yerine «Rabbü’l-mü’minîn» okununca, namazın bozulduğunu biliyorsunuz da, müslüman değildir diye gayr-i müslimleri yurtlarından sürüp atmanın dîninize zarar vereceğini bilmiyor musunuz?!”

Bu sözler üzerine yaptığı hatayı anlayan Halîfe Hârun Reşid yazdırdığı fermanı derhal iptal ettirir.

Çevrimdışı ismil003

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.709
  • 3.343
  • Müdür Yardımcısı
  • 2.709
  • 3.343
  • Müdür Yardımcısı
# 11 Mar 2015 01:25:15
Mü'min zannettiğimiz kişilerin yalan söyleyip durması ibretlik bir hikâyedir aslında.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.771
  • 227.189
  • 28.771
  • 227.189
# 11 Mar 2015 07:15:09
O Senin Ailenden Değil | Bir Kıssa Bin Hisse
Hz.Nuh’un kafirlerle beraber bulunan bir oğlu vardı. Hz. Nuh oğlunu dalgalardan kurtulmaya çalışırken görünce seslendi:
– Ey oğulcağızım! Bizimle gemiye bin. Sakın kafirlerle beraber olma!
– Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım!
– Allah dilemedikçe, bugün O’nun azabından koruyacak hiçbir şey yoktur.
Hz.Nuh ile oğlunun arasına dalgalar girdi. Hz.Nuh’un oğlu da boğulanlardan oldu. Hz.Nuh oğlu için çok üzülmüştü. Nasıl üzülmesinki? O kendi oğlu değil miydi? Hz.Nuh dünyada sudan kurtulamayan oğlunu hiç değilse kıyamet günü kurtarmayı arzu etti!
Muhakkak ki, ateş sudan daha şiddetlidir. Ahiret alemindeki azap daha korkunçtur. Acaba Allah, kulu Nuh’a aile efradını kurtaracağına dair bir söz vermemiş miydi? Elbette vermişti. Allah Teala sözünden caymayacağı için Hz.Nuh Allah katında oğlu için şefaatte bulunmayı istedi.
Hz.Nuh rabbine şöyle yalvardı:
– Şüphesiz oğlum benim aile efradımdandır. Muhakkak ki, senin aile efradımı kurtaracağına dair verdiğin sözün haktır. Sen hakimlerin hakimisin!
Fakat Allah, soylara, soplara değil sadece amellere bakar. Allah kendisine ortak koşanlar hakkında yapılan şefaati kabul etmez. Allah’a ortak koşan bir kimse peygamberin ailesinden biri olamaz. İsterse öz oğlu olsun! Allah, Nuh kulunun dikkatini bu hususa çekerek şöyle buyurdu:
– Ey Nuh! O senin ailenden değildir. Çünkü o iyi olmayan amellerin sahibidir. O halde bilmediğin bir şeyi benden isteme. Seni cahillerden olmaktan menederim.
Hz.Nuh (a.s.) hemen hatasını anladı ve derhal Allah’a yönelerek tevbe etti ve yalvardı:
– Ey rabbim! Bilmediğim bir şeyi senden istemekten sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, hüsrana düşenlerden olurum.
Kaynak: Kur’an’ın Işığında Peygamberlerin Kıssaları, Ebu Hasan Ali En-Nedvi, Çev.Ali Arslan, Hikmet Neşriyat

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.771
  • 227.189
  • 28.771
  • 227.189
# 12 Mar 2015 18:30:39
OSMANLI DÖNEMİNDE ( mutlaka ama mutlaka okuu..)
✅ Pencerenin önünde sarı çiçek varsa "Bu evde hasta var... Evin önünde hatta bu sokakta gürültü yapma..." anlamına gelirdi...
✅ Pencerenin önünde kırmızı çiçek varsa "Bu evde gelinlik çağına gelmiş, bekar kız var... Evin önünden geçerken konuşmalarına dikkat et ve küfür etme..." anlamına geliyordu...
✅ Kız istemeye gelindiğinde damat adayının namaz kılıp kılmadığını anlamak için pantolonunun "diz izine" bakılırdı...
✅ Kahvenin yanında su gelirdi... Şayet misafir toksa önce kahveyi alır, açsa suyu alırdı... Ona göre ya yemek sofrası hazırlanır ya da meyva ikram edilirdi...
✅ Kapıların üstünde iki tokmak olurdu. Biri kalın biri ince... Gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vururdu... Evin hanımı kapıyı ev haliyle bile açardı... Erkekse kalın tokmakla kapıyı vururdu... Evin hanımı kapıyı ya örtünüp açar ya da bi mahremi (kocası vs.) açardı...
✅ Peygamber efendimiz (sav) in 63 yaşında vefatından sebep, 63 yaşını geçmiş büyüklerimiz yaşları sorulduğunda "Haddi aştık" derlerdi...
✅ Yolda küçük büyüğünün önünden yürüyemezdi...
✅ Cuma namazına esnaf -ki kuyumcular da dahil- kapıya kilit vurmadan giderlerdi...
✅ Fitre, zekat Ramazan ayından önce Şaban ayında verilirdi... Fakir fukara Ramazan ayına erzaksız girmesin diye...
✅ Esnaf Ramazan ayında toplanıp gerçek bir ihtiyaç sahibinin "borç defterini" kapatırdı...
Nereden nereye?
Kendimize yabancılaştık.
Nezaketin, güzel ahlakın, öz sevginin, hakiki saygının dünyayı kurtardığını unutur olduk....
Bu şuurda müslümanlar olmak ve yetiştirmek dua ve temennisiyle....
Vaktiyle bir ateşperest, oğlunu evlendirmektedir.
Düğün günü çok koyun ve inek kesilir.
Et kokuları mahalleyi sarar.
Ancak evin bitişiğinde, Müslüman, dul bir kadın,
dört yetimiyle yaşamaktadır.
Hepsi de günlerdir açtırlar. Kadıncağız,
düğün vekapısını çalıp, ‘ateş’ ister.
Ancak maksadı başkadır.
“Belki yemek verirler” diye gitmiştir.
Adam, kadının niyetini anlasa da, bir şey vermez.
Kadıncağız, bir daha gidip ‘ateş’ ister. Yine eli boş
döner.
Üçüncüde yine öyle. Ama ne olur bilinmez, bu
defa acır kadına. Hallerini anlamak için dehlize
iner ve dayar kulağını bitişik evin duvarına ve
dinler.
Yetimcik, annesine yalvarıyor:
— , ne olur bir daha git.
Belki bu sefer bir şey verirler.
Kadın ağlamaklıdır:
- Üç defa gittim yavrum! Artık utanıyorum.
Adam bunu duyar. Kalbi sızlar. güzel bir ‘Sofra’
hazırlatıp, gönderir. evlerine. Ve dehlize inip,
dinler yine. Yetimlerin en küçüğü dua ediyor:
- Ya Rabbi! O nasıl bize ikram ettiyse, sen de ona
ikram et! Onu imanla şereflendir!
Ardından;
- Âmiiiin! sesleri yükselir.
O anda, kalbi döner ateşperestin. Ve Şehâdet
getirip imanla şereflenir.
Nitekim Sadaka, belâyı önler. Ama dua, kaderi
değiştirir! buyurmuştur büyüklerimiz .

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 12 Mar 2015 21:26:52
Hirsizin biri, bir evin Catisina cikmis ve anten kablosunu kesmis.Evin reisi de tam TV'ye dalmisken yayin kesilince
televizyonunu biraz kurcalamis, Bozuldu herhalde"diyerek yatmis.Ertesi gun adam ise gittikten sonra hirsiz kapiyi acip adamin karisina,Yenge, beni abi gonderdi,televizyon bozuk, alin da bir bakin dedi" demis.Saf kadincagiz da televizyonu vermis. Aksam adam eve gelip
de televizyonu gorememis ve karisindan olayi ogrenince dumura ugramis tabii. O hafta sonu balkonda keyif yaparlarken bizim hirsiz asagidan islik çala çala onlara bakarak sokaktan gecmis. Kadin hirsizi tanimis ve Bak bey! Televizyonu calan adam iste buydu!!" demis.Adam bunu duyunca pijamalarla adami kovalamaya baslamis. 5 dakika sonra diger hirsiz adamin evine gelip, karisina Yenge,ben
polisim, abi hirsizi yakaladi. Simdi karakoldalar.Pantolonuyla, cuzdanini istiyor." demis ve kadin da vermis normal olarak. Adam hirsizi uzun bir saat kovaladiktan sonra kan ter icinde eve dönmüs.. VEEE yine dumur!
Artik gerisi bize kalmış.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.771
  • 227.189
  • 28.771
  • 227.189
# 12 Mar 2015 21:55:33
Şu an sokaklar ibret satıyor.Çekilmiş kepenklere rağmen heva ve heveslerin esiri olmuş,boynunda teneke takılar,zincirden aksesuarlarla,doyumsuzca verilen-tüketilen harçlıkların kaçı helal ve nimet olarak çocukların kursağından geçiyor?
Kaç anne baba kızına son model telefon alamadığı kadar üzüldü çocuğunun terkettiği değerlere,görevlere...Kaç anne-baba banane-ye dönüştü...
SOKAKLAR ibret kokuyor mazlum anneler.Kıyamadığınız yavrunuz kendini ispatlama adına kendini zehirledi bile.Cebine doldurduğunuz harçlıklar,üzerine itina ile aldığınız kıyafetlerle artık bambaşka oldular.Artık ne bedenleri,ne ruhları bizim-para kadar,ne yürekleri..

Çevrimdışı sarnıç

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.385
  • 127.440
  • 8.385
  • 127.440
# 12 Mar 2015 22:07:49
Namaz İle İlgili İbretlik Hikaye

Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: ''Oğlum namaz hiç bu vakte bırakılır mı?'' Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmış, ama ezan
okunduğu vakit yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.

Kendisi ise,nefsini bir türlü yenemiyordu. Ne oluyorsa, hep... namaz son dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, "Yine geciktirdim namazı." dedi kendi kendine.

Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendisini odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda
etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi. "Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine bana." dedi. Çok seviyordu onu ...Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi. Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki... hicabından renkten renge girerdi.
O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde. Duasını yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. "Ne kadar da yorulmuşum." dedi. Daldı gitti öylece....

Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; Kimi sağa sola koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,soğuk soğuk terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti.

Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. "Benim ismimi mi okudunuz?" dedi dudakları titreyerek.....

Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde. İki kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden...." Şükürler olsun " dedi, kendi kendine ve devam etti; " Gözlerimi dünyaya açtım,Hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere koşuyor, malını islam yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise, hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah'ı anlattım. Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim. Haramlardan kaçındım." Kirpiklerinden aşağı gözyaşları
dökülürken, "Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum." Diyordu. Ama bir yandan da "O'nun için ne yapsam az, Cennet'i kazanmama yetmez." Diye düşünüyordu.Tek sığınağı Allah'ın rahmetiydi.

Hesap sürdükçe sürdü. Boncuk boncuk terliyordu. Sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi
bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli melekler ellerinde bir kağıt, mahşer meydanında ki kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti.

Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulakları yanlış mı duyuyordu? İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona kalmıştı. " Olamaaaazzzz " diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. "Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla beraber koşturdum. Hep rabbimi anlattım." Diyordu.

Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak
alevleri göklere yükselen Cehennem'e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı?

Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü.."Hizmetlerim... Oruçlarım.... Okuduğum Kur'anlar......Namazım....Hiçbiri beni kurtarmayacak mı?" diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem melekleri onu sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı.

Resülullah, "Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insanı günahlardan öyle temizler." Buyuruyordu. "Oysa ki benim namazlarım da mı beni kurtarmayacak?" diye düşünüyordu.

" Namazlarım.....Namazlarım.... Namazlarım." diye diye hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu.

Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden bire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu.

Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. kendisini yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı.

"Siz de kimsiniz ?" dedi.
İhtiyar gülümsedi: " Ben senin namazlarınım."

"Neden bu kadar geç kaldınız ?Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum."dedi....

İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; Başını salladı;

" Sen beni hep son anda yetiştirirdin, ...hatırladın mı?

Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kanter içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu.Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu.

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 12 Mar 2015 22:26:59
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Namaz İle İlgili İbretlik Hikaye

Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: ''Oğlum namaz hiç bu vakte bırakılır mı?'' Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmış, ama ezan
okunduğu vakit yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.

Kendisi ise,nefsini bir türlü yenemiyordu. Ne oluyorsa, hep... namaz son dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, "Yine geciktirdim namazı." dedi kendi kendine.

Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendisini odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda
etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi. "Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine bana." dedi. Çok seviyordu onu ...Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi. Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki... hicabından renkten renge girerdi.
O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde. Duasını yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. "Ne kadar da yorulmuşum." dedi. Daldı gitti öylece....

Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; Kimi sağa sola koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,soğuk soğuk terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti.

Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. "Benim ismimi mi okudunuz?" dedi dudakları titreyerek.....

Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde. İki kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden...." Şükürler olsun " dedi, kendi kendine ve devam etti; " Gözlerimi dünyaya açtım,Hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere koşuyor, malını islam yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise, hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah'ı anlattım. Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim. Haramlardan kaçındım." Kirpiklerinden aşağı gözyaşları
dökülürken, "Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum." Diyordu. Ama bir yandan da "O'nun için ne yapsam az, Cennet'i kazanmama yetmez." Diye düşünüyordu.Tek sığınağı Allah'ın rahmetiydi.

Hesap sürdükçe sürdü. Boncuk boncuk terliyordu. Sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi
bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli melekler ellerinde bir kağıt, mahşer meydanında ki kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti.

Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulakları yanlış mı duyuyordu? İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona kalmıştı. " Olamaaaazzzz " diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. "Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla beraber koşturdum. Hep rabbimi anlattım." Diyordu.

Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak
alevleri göklere yükselen Cehennem'e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı?

Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü.."Hizmetlerim... Oruçlarım.... Okuduğum Kur'anlar......Namazım....Hiçbiri beni kurtarmayacak mı?" diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem melekleri onu sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı.

Resülullah, "Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insanı günahlardan öyle temizler." Buyuruyordu. "Oysa ki benim namazlarım da mı beni kurtarmayacak?" diye düşünüyordu.

" Namazlarım.....Namazlarım.... Namazlarım." diye diye hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu.

Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden bire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu.

Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. kendisini yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı.

"Siz de kimsiniz ?" dedi.
İhtiyar gülümsedi: " Ben senin namazlarınım." "Neden bu kadar geç kaldınız ?Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum."dedi....

İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; Başını salladı; " Sen beni hep son anda yetiştirirdin, ...hatırladın mı?

Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kanter içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu.Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu.
"Hz. Peygamber, en faziletli amelin hangisi olduğunu soran sahabiye: "Vaktinde veya vaktinin başlangıcında kılınan namazdır" buyurmuştur. (Buhari, Mevâkît 162)

Çevrimdışı efoo

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.576
  • 87.587
  • Müdür Yetkili
  • 5.576
  • 87.587
  • Müdür Yetkili
# 12 Mar 2015 22:43:47
Allahü teâlâ, saf, temiz insanları sever. Hile yapanları sevmez...
Bir hac kervanı giderken, garip bir kişi de onlara katılmak ister. İçlerinden zengin biri ona, (Senin paran pulun yok, bineğin yok, nasıl gideceksin?) der. O garip kişi de, (Rabbim var!) der ve bir şekilde kafileye katılır. Hac vazifesi tamamlanıp dönülürken aynı zengin, o garibe, (Hac vazifeni yaptın mı?) diye sorar. O da, (Evet, elhamdülillah her vazifeyi yerine getirdim) der. Zengin kişi alay etmek için cebinden bir kâğıt çıkarıp, (Vazifesini yapanlara berat kâğıdı verdiler. Bak benimki bu. Hani seninki, sana vermediler mi?) der. Garip şaşırır, (Bana berat vermediler) der. Çok üzülür. Hemen geri koşup Kâbe’nin örtüsünün altına girip, ağlayarak, (Yâ Rabbî, ben de o kullarına verdiğin berattan isterim) diye yalvarır. Allahü teâlâ rahmetini gösterir gaipten mis kokulu bir berat gönderir. O da alıp kervana yetişir ve alay eden kişiye gösterip, (Bak, elhamdülillah bana da verdiler) der. Zengin kişi, (Biz alay ederken o gerçekten beratını aldı) der...
Sonra o garip vefat eder. Onunla alay eden zengin, onu rüyasında görür. (Hesabını nasıl verdin?) diye sorar. Garip de, (Bana bir şey sormadılar. Beratımı gösterdim, melekler beni geçirdiler) der.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK