İbretlik Hikayeler

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.888
  • 227.982
  • 28.888
  • 227.982
# 10 Şub 2015 20:42:23
Adamın biri, gözleri görmeyen bir dervişin evine misafir olmuştu. Evde, rahlenin üzerinde bir Kur’an olduğunu gördü ve hayret etti. Çünkü, derviş yalnız yaşıyordu, âmâ idi ve evde kendisinden başka kimse bulunmuyordu.
Üzerinde durmadı ve sebebini de sormadı. Fakat merak etmedi de değil. Gece yarısı olduğu zaman Kur’an sesiyle uyandı. Baktı ki, âmâ olduğu için gözleri görmeyen ev sahibi rahlenin başına geçmiş Kur’an okuyor. Öyle ki, okuduğu yerleri parmağıyla da takip ediyordu. Dayanamayarak sordu:
– Sen, gözleri görmeyen bir adamsın. Nasıl oluyor da Kur’an’a bakarak okuyabiliyorsun? Üstelik parmağınla da takip ediyorsun.
Derviş cevap verdi:
- Allah isterse her şey olur. Ben Kur’an okumayı çok seviyorum. Fakat gözlerim görmüyor. Allah’a dua ettim. “Ya Rabbi, Kur’an okurken benim gözlerimi aç ki Kur’anı elime alıp okuyabileyim” dedim. Allah benim bu duamı kabul buyurdu. Ne zaman okumak için Kur’an’ın başına oturursam gözlerim açılır ve ben Kur’an’a bakarak okurum...

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.888
  • 227.982
  • 28.888
  • 227.982
# 10 Şub 2015 20:56:30
FAKİR KİMDİR?
(Kıssadan Hisse)
....
Kadının biri, ‪#‎cömert‬ olduğu söylenen yaşlı bir bilgeye gidip:
- Bu şehirde benden ‪#‎fakir‬ insan yok!. demiş. Bana biraz yardım eder misiniz?
‪#‎Bilge‬ adam, kadının kucağındaki bebeğin bir ipeği andıran yanaklarını okşayıp öptükten sonra:
- Demek fakirsin!. demiş. Hem de çok fakir. Ama karşılıksız yardım yapmak, âdetim değil!. Eğer yardım istiyorsan, çocuğunun parmağını satman gerekir..
Kadın, önce deli olduğunu sanmış bilgenin. Daha sonra da, ‪#‎kötü‬ bir şaka yaptığını... Ama adam ciddî görünüyormuş.
Kadına bir kese altın uzatıp:
- Ayak parmağına da razıyım!. demiş. Zaten ‪#‎cerrah‬ olduğumdan, ona acı çektirmem
‪#‎Kadın‬, bütün kanını donduran bu teklif üzerine kaçmayı düşünürken, ‪#‎adam‬:
- Sadece tırnağını söksem de olur! diye devam etmiş. Biliyorsun zamanla yenisi çıkar.
Kadın, bu ‪#‎ruh‬ hastasına daha fazla dayanamamış. Ve kapıyı çarpıp uzaklaşırken, adam onun arkasından:
- Nasıl bir fakir olduğunu anlayamadım!. diye bağırmış. Kucağındaki hazinenin tırnak kadar bir parçasını, bir kese altına değişmiyorsun!
Bazen o kadar başka şeylere yoğunlaşır, kafamızdan sürekli olarak o düşünceleri geçiririz ki, elimizde var olan zenginliklerin farkında bile olmayız.

Sağlık gibi. Evlat gibi. Ana baba,kardeş gibi.

Çevrimdışı sarnıç

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.385
  • 127.445
  • 8.385
  • 127.445
# 10 Şub 2015 22:30:14
PADİŞAH'IN KAFTANI
 1517 yılında kazanılan Ridaniye zaferinden sonra kutsal topraklarda huzuru sağlayan Yavuz Sultan Selim ordusuyla birlikte İstanbul'a dönüyordu. Yolculuk sırasında, İbn-i Kemal adıyla tanınan Anadolu Kazaskeri ve ünlü bilgin Kemal Paşazade'nin atının ayağından sıçrayan çamurlar Padişah'ın kaftanını kirletti. Kemal Paşazade mahçup oldu, korktu ve ne diyeceğini şaşırdı. O'nun bu halini gören Padişah tebessümlü bakışlarla süzdükten sonra şöyle teselli etti: "Senin gibi bir bilginin atının ayağından sıçrayan çamur benim için şereftir. Vasiyetimdir ki, öldüğüm zaman bu kaftan bu haliyle sandukamın üzerine konsun!" Padişahın sırtından çıkardığı kaftanın çamurları temizlenmedi, öylece saklandı ve vasiyetine uygun olarak ölümünden sonra sandukasının üzerine örtüldü.

Çevrimdışı 34dilara34

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 125
  • 831
  • 125
  • 831
# 11 Şub 2015 22:12:28
Bizim köylerde "kara lastik" tir onun adı.
Hani madende ölen Ermenek'in Kazancı Kasabası'ndan Tezcan GÖKÇE'nin babası Recep Amca'nın ayağında gördüğünüz ve paramparça olduğuna bir kez daha hayret ettiğiniz ayakkabı var ya, işte o.
Diğer adları da "Lastik, Ermenek, Ermenek Lastiği, Lastik ayakkabı"dır. Çocukluğumda hep ondan giyerdik, herkes ondan giyerdi.
Türkiye'nin ilk lastik ayakkabı fabrikası Ermenek'te olduğu için bütün Türkiye bu ayakkabıyı altındaki "ERMENEK" yazısından hatırlar ve adı tüm ülkede "Ermenek Lastiği" dir.
Hatta yıllar sonra öğretmen olup başka diyarlara gittiğimde "Ermenekliyim" dediğimde ayakkabı markasını tanıyan ama Ermenek'in bir şehir ismi olduğunu doğal olarak duymamış insanlarla da karşılaştım.
O coğrafyada en geç eskiyen ayakkabı budur.
Bildiğiniz lastiktendir.
Her şekle girer.
Tarlada yorulunca başının altına yastık yap uyu
susayınca tas yerine kullan içine su doldur, iç.
Çocuksan içine kum doldur, kamyon yap, oyna
Hatta muzip ,yaramaz bir çocuksan köye gelen eskiciye satmak için kapıların önünden rastgele topla sat.
İki türü vardır "Kara Lastik"in.
Biri fakirlerin giydiği, astarsız olan; biri de içinde ince kumaştan bir astar olan "astarlı" olanı. Bu biraz pahalıdır ve önünde ayakkabı bağcığı şeklinde desenleri vardır.
Bu lastik o coğrafyanın kara bahtı gibi karadır.
Renkli olanlarını ancak kadınların ayağında görürsünüz...
Hilmi Kızılca

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 11 Şub 2015 23:56:59
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, koyunu kulağından çekerek boğazlamaya götüren bir kimseye rastlamıştı. Hemen müdahale ederek;

“–Hayvanın kulağını bırak da boynunun kenarından tut!” buyurdu. (İbn-i Mâce, Zebâih, 3)

Sevâde bin Rebî -radıyallâhu anh- anlatır:

“Peygamber Efendimiz’in huzûr-i âlîlerine çıkıp bir şeyler istedim. Bana 3 ile 10 arasında deve verilmesini söyledi.

Sonra da şu tavsiyede bulundu:

«–Evine döndüğün zaman hâne halkına söyle; hayvanlara iyi baksınlar, yemlerini güzelce versinler! Yine onlara tırnaklarını kesmelerini emret ki hayvanları sağarken memelerini incitip yaralamasınlar!»” (Ahmed, III, 484; Heysemî, V, 168, 259, VIII, 196)

Mahlûkāta böylesine merhameti emreden bir dînin, insanlık için vaz ettiği şefkat ve merhametini düşünmek îcâb eder.

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 12 Şub 2015 00:10:39
Rivayet edildiğine göre, yaşadığı devirde oldukça iyi bir gelire sahip olmasına rağmen, yine de geçim sıkıntısı çekmekte olan bir kimse varmış. Her zaman yedi altın kazanan bu adamcağız, ne yapıp edip bir yolunu bularak gelirini önce sekiz, sonra dokuz, derken on altına çıkarmış. Ama nâfile… Almış olduğu altınlar arttığı hâlde geçim sıkıntısı hiç de azalmamış. Gönlü bu durumdan çok muzdarip olmuş.

Zavallı adam, derin bir ümitsizlik içinde perişan bir hâlde kıvranırken aklına, içinden çıkamadığı bu hâdiseyi, o beldede oturan yaşlı bir Allah dostuna danışmak gelmiş. Büyük bir mahcûbiyet içerisinde huzura çıkıp, derdini bir bir anlatmış. Efendi Hazretleri onu dinledikten sonra:

“–Evlâdım, mademki şimdi on altın alıyorsun, bir dahaki ay dokuza in! Yine de olmuyorsa, her ay daha da azalt gelirini.” diyerek nasihat etmiş ve kendisini hayır duâlarla uğurlamış.

Efendi Hazretleri’nin bu kısa ziyaret sırasında söylemiş olduğu bu sözler adamın aklına hiç mi hiç yatmamış. Hattâ kendi kendine:

“Bu iş nasıl olacak ki, aklım hiç almıyor. Zira ben kazancımı yedi altından on altına çıkardığım hâlde geçim sıkıntısı çekmeye devam ediyorken, daha az kazanarak nasıl bu sıkıntıdan kurtulacağım?!” diyormuş. Bir müddet düşündükten sonra:

“–Bugüne kadar gelirimi çoğaltmak için birçok zahmete katlandım. Lâkin yine de sıkıntıdan bir türlü kurtulamadım. Bir de o Allah dostunun sözlerini dinleyeyim. Hem ne kaybederim ki? Belli olmaz, belki onun sözlerinde benim anlayamadığım bir hikmet yatmaktadır!” deyip önce dokuz, sonra sekiz, derken istemeye istemeye altı altına kadar gelirini azaltmış. Fakat ne hikmetse, o paranın ihtiyacını fazlasıyla karşıladığını görmüş. O ay hiç sıkıntı çekmemiş.

Bunun üzerine adamcağız hayretler içinde tekrar o Allah dostunun huzuruna varıp:

“–Efendi Hazretleri! Emrinizi harfiyyen uygulayarak gelirimi kademe kademe azalttım. Fakat bu işteki sırrı idrâk edemedim. Zira ben daha evvel on altınla geçinemezken, şimdi altı altınla çok huzurlu ve bereketli bir hayat yaşıyorum? Bu nasıl oluyor?” diye şaşkınlıkla sormuş.

O yaşlı Hak dostu ise işin hakikatini şöyle açıklamış:

“–Evlâdım, yaptığın işin karşılığı altı altınlıktı. Sen ise yedi altın almak sûretiyle kazancına haram karıştırıyordun. Bu sebeple de malının bereketi kayboluyordu. Şimdi ise helal kazandığın için helal kazancın bereketini görüyorsun.”

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 12 Şub 2015 14:37:00
Behlûl Dânâ Hazretleri, yol üzerindeki bir vîrânenin yıkılmak üzere eğilmiş duvarına bakıp âkıbetini tefekküre dalardı. Yine bir gün endişe ile bakarken duvar birden çöküverdi. Behlûl Dânâ Hazretleri’ni bir sürur kapladı. Onun bu sevincine mânâ veremeyen insanlar merakla sebebini sorduklarında:

“−Duvar meyilli olduğu tarafa yıkıldı!” dedi.

“−Peki bunda şaşılacak ne var?!” dediklerinde şu hikmetli cevabı verdi:

“−Mâdemki dünyadaki her şey nihâyetinde meylettiği tarafa yıkılıyor, benim de meylim Hakk’a doğrudur, o hâlde ben de ölünce Hakk’a varırım. Ey ahâlî, rükû ve secdelerimizle Hakk’a meylimizi artıralım ki başka yönlere yıkılmayalım!”

Çevrimdışı 34dilara34

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 125
  • 831
  • 125
  • 831
# 12 Şub 2015 17:10:39
Tolstoy’un "İnsan Ne ile Yaşar" adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır. Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”

Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…

Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.888
  • 227.982
  • 28.888
  • 227.982
# 12 Şub 2015 17:33:05
''Mendil alır mısın abi?'' dedi, kirli ama güzel yüzüyle.

''Yok'' dedim, ''Sağ ol, sağ ol, benim var''

''Olsun sonra kullanırsın'' dedi titrek sesiyle.

''Peki'' dedim, ''Ver bir tane''

Uzattım parayı, sevindi. ''Mendil kalsın'' dedim, gücendi.

''Olmaz öyle şey, ben dilenci değilim''

''Peki'' dedim, ''Peki, kızma''

Aldım mendili elinden sordum: ''Adın ne senin?''

''Murat'' dedi, ''Murat ama arkadaşlar 'İnce', der zayıfım ya hani.''

''Annen, baban yok mu senin?''

''Bilmem, vardır herhalde. Hiç görmedim ki.''

''Peki nerede yaşıyorsun sen? '' dedim.

''Her yerde'' dedi, hem de gülerek...

''Nasıl yani her yerde?''

''Öyle sınırlamıyorum kendimi sizler gibi'' dedi ve patlattı kahkahayı.Haksız da sayılmazdı hani...

''Kimden alıyorsun sen bu mendilleri?''

''Sakallı Mehmet Amca'dan''

''Kaçtan veriyor sana tanesini?''

''İkiyüzelli'den''

''Peki sen ne kazanıyorsun mendil başına?''

''Ee!.. İkiyüzelliii''

''Ne yani hiç para almıyor mu Mehmet Amca'n senden?'' diye sordum şaşkınlıkla.

Biraz kızgın baktı yüzüme: ''Siz hep böylesiniz zaten, karşılıksız iyilikten anlamazsınız.''

''Niye ki?'' dedim, anlattı:

''Bir keresinde bir abla ağlıyordu, 'Abla mendil alır mısın?' diye sordum, 'Defol!...' diye bağırdı bana. Oysa, oysa vallahi satmayacaktım ben ona, gözyaşlarını silsin diye vermiştim mendili. Anlamadı... Ama ben yine de gizlice koydum çantasına.''

''Peki'' dedim, ''Ben bir yıllık mendil ihtiyacımı alsam senden, bir seferde, topluca yani olur mu?''

''Olmaz'' dedi kafasını iki yana sallayarak.''Olmaz!... O zaman benim bütün günlerimi satın alırsın. Satılık olanlar sadece mendiller abi. Günlerimi bırak, bana kalsın...''

Atalay Demirci / Çocukça Mendil

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.888
  • 227.982
  • 28.888
  • 227.982
# 12 Şub 2015 20:19:10
SEVGININ SADECE SOZUNU EDENLERLE, ONU YASAYANLARI AYIRAN BIR TEST: Bir gün sormuşlar ermişlerden birine. “Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?” “Bakın göstereyim” demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden Gönül'e indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş “Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye bir de şart koymuş. “Peki” demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine “Şimdi…” demiş ermiş. “Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe” Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. “Buyurun” deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. “İşte” demiş ermiş. “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz şunu da unutmayın. Hayat pazarında alan değil veren kazançlıdır her zaman…”
*****

Çevrimdışı Gökhaner

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 52
  • 156
  • 52
  • 156
# 12 Şub 2015 22:21:21
Hikaye değil ama bir zatın hayatını okumanızı tavsiye ederim. "Aziz Mahmut Hüdayi" isterseniz filmini izleyin "Hüdayi Yolu"

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 12 Şub 2015 23:14:05
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri (K.S), şeyhi Üftade’ye (K.S) hizmet ettiği yıllarda sabah namazı için erken kalkar, şeyhinin abdest suyunu ibriğe koyar, ısıtır, eline dökermiş. Bir sabah geç kalmış, abdest suyunu koyduğu ibriği kalbinin üzerine bastırarak, gönül ateşinde ısıtmış; su kaynar hale gelmiş. Hz. Üftade (K.S),

“Bu suyu nerede ısıttınız?” diye sormuş. Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri (K.S), tasavvuf ve teslimiyet terbiyesi içinde,

“Efendimiz bilirler” cevabını vermiş.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.888
  • 227.982
  • 28.888
  • 227.982
# 14 Şub 2015 16:57:40
"Allah Diyen Kalpler"
Allah :, bir gün meleklerden birine bir sandık emanet etmiş ve demiş ki ;
Bu sandığı sana emanet ediyorum ama sakın ola ki içini açıp bakmayasın...
Tamam diyip sandığı almış melek..
Aradan zaman geçmiş ve meleği müthiş bir merak sarmış acaba sandıkta ne var diye?
İçi içini kemiriyormuş.
Sonunda dayanamamış ve sandığı azıcık aralayıp içine göz atmak istemiş
Ama sandığı aralar aralamaz,
İçinden bir sarı güvercin ve birde mavi güvercin uçuvermiş.
melek hemen son hamleyle sandığı kapamış,
Sandığın içinde sadece beyaz bir güvercin kalmış...
Melek büyük bir utanma ve pişmanlık yaşarken,
Allah yanına gelmiş, ve sandığı sormuş;
Melek ne yapacanı bilemez durumda kızarıp, bozarıyormuş
Sonunda olanları bir bir anlatmış;
Allah bunun üzerine şöyle seslenmiş; Meleğe
Kaçırdığın o sarı güvercin insanoğlu için sonsuza dek yaşamdı yani "ÖLÜMSÜZLÜK" tü.
Kaçırdığın o mavi güvercin de sonsuza kadar mutluluk yani "BARIŞ" tı.
Bunun üzerine melek, peki demiş sandığın içindeki beyaz olan nedir?
Allah cevap vermiş..
- O da sonsuza dek "ÜMİT" tir.

"Umutlarınızın uçup gitmemesi dileğiyle...."

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.888
  • 227.982
  • 28.888
  • 227.982
# 14 Şub 2015 17:15:35
Zülkarneyn Aleyhisselâm ordusuyla gece yolda giderken ordusuna:
- Ayağınıza takılan şeyleri toplayın, diye emir verir.
Ordu bu emri duyunca; içlerinden bir grup:
-Çok yürüdük, çok yorgunuz. Gece vakti bir de ayağımızı takılan şeyleri toplayarak boşuna ağırlık mı yapacağız. Hiçbir şey toplamayalım, diyerek hiçbir şey toplamıyorlar.
İkinci grup ise;
- Madem Komutanımız emretti, birazcık toplayalım, emre muhalefet etmeyelim. Zira ordu komutanına itaat etmek gerekir, diyerek az bir şey topluyorlar.
Üçüncü grup ise;
-Komutanımız bir şeyi boşuna emretmez. Muhakkak bildiği bir şey
vardır. Bir hikmete vardır, diyerek bütün abalarını ağzına kadar
doldururlar.
Sabah olduğunda bir de bakıyorlar ki, meğer bir altın madeninden geçmişler de, ayaklarına değen şeylerin altın olduğunun farkına varamamışlar.
Bunu anlayınca:
Hiç almayan birinci grup;
-Ah niçin almadık! Nasıl dinlemedik komutanımızın sözünü. Keşke
alsaydık! Bir tane bari alsaydık diyerek pişman oluyorlar.
Az alan ikinci grup ise;
-Ah ne olaydı da biraz daha fazla alsaydık. Ceplerimizi, abalarımızı hınca hınç doldursaydık diye sitem ediyorlar kendilerine.
Çok alan üçüncü grup ise:
- Keşke gereksiz, lüzumu olmayan eşyalarımı atsaydım, daha çok
toplasaydım. Her şeyimizi doldursaydık, daha fazla alsaydık diyerek, fazla almalarına rağmen üzülüyorlar.
İşte bu misalde olduğu gibi, Ahirette bütün insanlarda bunun gibi
ağıtlarda bulunacak.
Kafir olan;
- Keşke iman etseydik, keşke inansaydık da hiç olmasa Cehenneme girdikten sonra iman etmemiz sonucunda Cennete girseydik, ebedi cehennemden kurtulsaydık.
Mümin, fakat az sevabı olan;
-Keşke biraz daha sevap işleseydim de, biraz daha ikrama mazhar olsaydım.
Mümin,çok sevabı olan ise;
-Ah ne olaydı da Makamımı biraz daha yükseltecek bir vakit daha
namaz kılsaydım, biraz daha fazla sadaka verseydim,oruç tutsaydım, biraz daha sevap işleyecek ameller yapsaydım... diyeceklerdir.
Rabb'im bu misallerden ders almak nasip etsin...
Yarın mahşerde ah vah dedirtmesin İnşaallah..(amin)

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.888
  • 227.982
  • 28.888
  • 227.982
# 16 Şub 2015 19:37:15
Okuma Saati/Sahabe Efendilerimiz
Berâ bin Ma’rur (r.a.)
İkinci Akabe Biatı’na katılanlar içerisinden seçilen 12 temsilciden biri de Berâ bin Ma’rur’du (r.a.). Hz. Berâ, Akabe’de Peygamberimize biat ederken şu mealde bir konuşma yapmıştı:
“Bizi Muhammed’le şereflendiren ve sevgili kılan Allah’a hamd olsun. Biz Allah’a ve Resûlüne ilk davet edilenler değiliz. Ancak bu davete icabet edenle­rin ilkiyiz. Allah ve Resûlünün davetini işittik ve itaat ettik. Ey Evs ve Hazreç topluluğu! Allah sizi diniyle şereflendirdi. Eğer dinleyip itaat etmeyi memnuni­yetle kabullenmişseniz, Allah’a ve Resûlüne itaat ediniz.
“Seni hak din ile gönderen Allah’a hamdolsun ki, kendimizi ve aile efradımızı koruyup esirgediğimiz şeylerden seni de korur ve esirgeriz. Biz, vallahi, savaş­masını iyi bilen kimseleriz.”
Hz. Berâ, Medine’de İslamiyet’in yayılması için canla başla çalıştı. Birçok kimsenin İslamiyet’le müşerref olmasına vesile oldu.
İslamiyet’in ilk yıllarında Müslümanlar, Kudüs’e yönelerek namaz kılıyorlar­dı. Kıble henüz Kâbe’ye çevrilmemişti. Bu durum Hz. Berâ’yı son derece mah­zun ediyordu. Kâbe’ye yönelerek namaz kılmayı çok arzuluyordu. Hattâ bir se­ferinde Mekke’ye gi­derken namazda Kâbe’ye karşı durmuştu. Diğer sahabiler onun bu davranışını hoş kar­şılamadılar. Mekke’ye vardıklarında Hz. Berâ duru­mu Re­sû­lul­lah’a sordu: “Yâ Re­sû­lal­lah! Ben Kâbe’yi arkama almamayı, nama­zımı ona müteveccihen kılmayı uygun gördüm. Fakat arkadaşlarım bana muha­lefet ettiler. Siz ne buyurursunuz?” Re­sû­lul­lah da, “Sen şimdilik bir kıble üzerinde bulunuyorsun. Keşke biraz sabretseydin!” buyurdu. Bunun üzeri­ne Hz. Berâ namazlarında artık diğer Müslümanlar gibi Kudüs’e yöneldi.
Hz. Berâ, Re­sû­lul­lah’ın Medine’ye hicretinden biraz önce hastalandı. Bu has­talıktan kurtulamayacağını anlamıştı. Dilediği yere sarf etmesi için malının üçte birinin Peygamberimize verilmesini, üçte birinin Allah yolunda harcanmasını, üçte birinin de çocuklarına kalmasını vasiyet etti. Peygamberimizin Medine’ye hicret ettiğini göremeden de vefat etti.
Berâ (r.a.), hac mevsiminde Kâbe’ye geleceğine dair Peygamberimize vaatte bulunmuştu. Hastalandığında, “Re­sû­lul­lah’a olan vaadim sebebiyle beni kabrimde Kâbe’ye karşı çeviriniz. Çünkü ben geleceğime dair kendisine söz vermiştim.” dedi. Yakınları onun vasiyetlerini yerine getirdiler.
Peygamberimiz, Medine’ye hicret ettiğinde sahabilerle birlikte Hz. Berâ’nın kabri başına gitti. Saf bağlayıp cenaze namazını kıldı. “Allah’ım, onu affet, ona rahmet et, on­dan razı ol!” diyerek duada bulundu.
Böylece Hz. Berâ, “ilk defa namazda Kâbe’ye yönelen, ilk defa kıbleye karşı defnedilen ve kabri üzerinde Peygamberimiz tarafından ilk defa cenaze namazı kılınan sahabi” olma şerefini kazandı.
Allah ondan razı olsun![1]

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK