İbretlik Hikayeler

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.888
  • 227.975
  • 28.888
  • 227.975
# 15 Oca 2015 19:24:44
Bir seferde Resulullah (sav)'la beraberdik.
Bir gün yakınına tesadüf ettim ve beraber yürüdük.
"Ey Allah'ın Resulü," dedim.
"Beni cehennemden uzaklaştırıp cennete sokacak bir amel söyle!"
"Mühim bir şey sordun. Bu, Allah'ın kolaylık nasib ettiği kimseye kolaydır; Allah'a ibadet eder, Ona hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılarsın, zekat verirsin, Ramazan orucunu tutarsın, Beytullah'a hacc yaparsın!" buyurdular ve devamla: "Sana hayır kapılarını göstereyim mi?" dediler.
"Evet ey Allah'ın Resulü" dedim.
"Oruç (cehenneme) perdedir; sadaka hataları yok eder, tıpkı suyun ateşi yok etmesi gibi. Kişinin geceleyin kıldığı namaz salihlerin şiarıdır" buyurdular ve şu ayeti okudular. (Mealen): "Onlar ibadet etmek için gece vakti yataklarından kalkar, Rabblerinin azabından korkarak ve rahmetini ümid ederek O'na dua ederler. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeyden de bağışta bulunurlar" (Secde 16).
Sonra sordu: "Bu (din) işinin başını, direğini ve zirvesini sana haber vereyim mi?" "Evet, ey Allah'ın Resulü!" dedim.
"Dinle öyleyse" buyurdu ve açıkladı: "Bu dinin başı islam'dır, direği namazdır, zirvesi cihaddır!" Sonra şöyle devam buyurdu: "Sana bütün bunları (tamamlayan) baş amili haber vereyim mi?"
"Evet ey Allah'ın Resulü!" dedim
. "Şuna sahip ol!" dedi ve eliyle diline işaret etti.
Ben tekrar sordum: "Ey Allah'ın Resulü! Biz konuştuklarımızdan sorumlu mu olacağız?"
"İnsanları ateşe atan, dilleriyle kazandıklarından başka bir şey midir?" buyurdular.

Çevrimdışı hafız ahmet

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
# 15 Oca 2015 19:43:05
Hintli ustadan, çırağına hayat dersi...

Hintli yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi.

Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.

- ‘Tadı nasıl?’ diye soran yaşlı adama öfkeyle:

- ‘Acı’ diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi.
Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:

- ‘Tadı nasıl?’ ‘Ferahlatıcı’ diye cevap verdi genç çırak.

- ‘Tuzun tadını aldın mı?’ diye sordu yaşlı adam, ‘Hayır’ diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:

- ‘Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.

Çevrimdışı paptyaeylüler

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 15 Oca 2015 20:21:02
Bir gün bir taksiye atladım ve havaalanından hareket ettik... Sağ şeritte yol alırken siyah bir araba park ettiği yerden aniden yola, önümüze çıktı... Taksi şoförü sert bir şekilde frene bastı, kaydı ve diğer arabaya çarpmaktan milim farkla kurtuldu... Diğer arabanın sürücüsü camdan başını çıkartıp bağırmaya ve küfretmeye başladı... Taksi şoförü ona gülümsedi ve içten bir şekilde el salladı... Ve gerçekten çok arkadaşçaydı... Sordum, “Neden bunu yaptınız?... Adam neredeyse arabanızı mahvedip ikimizi de hastaneye gönderecekti...” Taksi şoförü bana, şimdi “Çöp Kamyonu Kanunu” dediğim şeyi öğretti... Şoför pek çok insanın çöp kamyonu gibi olduğunu açıkladı... Her tarafta çöp dolu olarak dolaşıyorlar; kızgınlık, öfke ve hayal kırıklığı dolular... Çöpleri biriktikçe onu bırakacak bir yere ihtiyaç duyuyorlar ve bazen sizin üzerinize bırakabilirler... Kişisel almayın... Sadece gülümseyin... Onlar için iyi şeyler temenni edin ve yolunuza devam edin... Onların çöpünü alıp iş yerinize, evinize veya sokaktaki diğer insanlara dağıtmayın... ... İşin ana fikri şu ki; başarılı insanlar çöp kamyonlarının günlerini mahvetmesine ve ellerine geçirmesine izin vermezler... Hayat sabahları pişmanlıklarla uyanmak için çok kısa, dolayısıyla; “-Size iyi davranan insanları sevin, iyi davranmayanlar için dua edin...
Aydın BOYSAN

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.888
  • 227.975
  • 28.888
  • 227.975
# 15 Oca 2015 23:01:15
Atalay Demirci
''Mendil alır mısın abi?'' dedi, kirli ama güzel yüzüyle.

''Yok'' dedim, ''Sağ ol, sağ ol, benim var''

''Olsun sonra kullanırsın'' dedi titrek sesiyle.

''Peki'' dedim, ''Ver bir tane''

Uzattım parayı, sevindi. ''Mendil kalsın'' dedim, gücendi.

''Olmaz öyle şey, ben dilenci değilim''

''Peki'' dedim, ''Peki, kızma''

Aldım mendili elinden sordum: ''Adın ne senin?''

''Murat'' dedi, ''Murat ama arkadaşlar 'İnce', der zayıfım ya hani.''

''Annen, baban yok mu senin?''

''Bilmem, vardır herhalde. Hiç görmedim ki.''

''Peki nerede yaşıyorsun sen? '' dedim.

''Her yerde'' dedi, hem de gülerek...

''Nasıl yani her yerde?''

''Öyle sınırlamıyorum kendimi sizler gibi'' dedi ve patlattı kahkahayı.Haksız da sayılmazdı hani...

''Kimden alıyorsun sen bu mendilleri?''

''Sakallı Mehmet Amca'dan''

''Kaçtan veriyor sana tanesini?''

''İkiyüzelli'den''

''Peki sen ne kazanıyorsun mendil başına?''

''Ee!.. İkiyüzelliii''

''Ne yani hiç para almıyor mu Mehmet Amca'n senden?'' diye sordum şaşkınlıkla.

Biraz kızgın baktı yüzüme: ''Siz hep böylesiniz zaten, karşılıksız iyilikten anlamazsınız.''

''Niye ki?'' dedim, anlattı:

''Bir keresinde bir abla ağlıyordu, 'Abla mendil alır mısın?' diye sordum, 'Defol!...' diye bağırdı bana. Oysa, oysa vallahi satmayacaktım ben ona, gözyaşlarını silsin diye vermiştim mendili. Anlamadı... Ama ben yine de gizlice koydum çantasına.''

''Peki'' dedim, ''Ben bir yıllık mendil ihtiyacımı alsam senden, bir seferde, topluca yani olur mu?''

''Olmaz'' dedi kafasını iki yana sallayarak.''Olmaz!... O zaman benim bütün günlerimi satın alırsın. Satılık olanlar sadece mendiller abi. Günlerimi bırak, bana kalsın...''

Atalay Demirci / Çocukça Mendil

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.888
  • 227.975
  • 28.888
  • 227.975
# 16 Oca 2015 14:54:35
Peygamberimizin Taif'de yaşadığı çok dokunaklı hikaye...
Amcasının ve hanımı Hatice annemizin ölümünden sonra yalnız kalan ve üzerindeki zulüm artan Peygamberimiz İslam’ı anlatmak ve yeni Müminler bulmak ümidiyle Taife gitti. 10 gün oradaki akrabalarıyla konuştu, İslam’ı halka tebliğ etti ve kimse kendisine inanmadı. Nihayet şehirden çıkarken kölelerini yollara dizdirip kendisini taşlattılar. Rivayet ediliyor ki akan kanlarından nalınlarının içi kan doldu. Şehirden çıkıp bir Hıristiyan’ın çiftliğinde konakladı. Çiftliğin Hıristiyan sahibi kendisine ikramda bulundu.
Peygamberimiz o meşhur yakarışını orada yaptı: “Ey Merhametlilerin En Merhametlisi!
Sen yeryüzünde hakları ellerinden alınanların Rabbisin. Sen beni kimlere bırakıyorsun, beni sert bir şekilde karşılayan yabancıya mı? Yoksa bir düşmana mı? Şayet bana öfkeli ve dargın değilsen ben hiçbir şeye aldırış etmem, tahammül ederim. Yeter ki Sen benden razı ol, tüm niyazım Sanadır; zaten Senin dışında ne bir güç ne de bir sığınak vardır.” Sonra da o unutulmaz duayı dile getirdi: “Yüce Allah’ım, onlar ne yaptığını bilmiyorlar. Sen onları bağışla.”
Böylesine adil ve şefkatli bir Peygamberin ümmeti, diniyle alay etti diye elin inkârcısının katili olur mu? Bütün Müslümanları terörist ilan ettirme canavarlığını işler mi? İnançlarınızla alay eden Cehennem odunlarını, ya Kur’an’ın buyurduğu gibi ‘selam’ deyip terk etmeniz veya onlarla benzeri yollarla ve hukukla mücadele etmeniz gerekir. Yazıp çizenin tahriklerine kurşunla karşılık vermek cahilliktir, zavallılıktır; bedeli de canını ve namusunu kaybetmek olur. Muhammed Bozdağ

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.888
  • 227.975
  • 28.888
  • 227.975
# 16 Oca 2015 15:09:41
Her insanda bulunan NEFİS KOCAOĞLAN sabah namazına kalkmıyor ya.
Yat, yat ALLAH affeder diyor.
Ne yapacaksın işçisin diyor. Çoluk çocuğun rızkını kazanıyorsun diyor.
Kafadan müftü kesilip fetvayı veriyor. Ama günaha giriyor haberi yok.....
ISTE KIRAMEN KATIBIN YAZICI MELEKLER VE BEY NAMAZ( namaz kilmayan ) BIR INSAN. SADECE GERCEKLER...
okundu yatıyoruz yatakta:
Bi namaz kuldan haber vereyim
( bi namaz namazsız adam demektir )
Söylemez yatmış yatağa doğru
Sağ melek der ki gel sabır eyle
Bel ki kalkar durur namaza doğru
Sol melek derki kalmadı sabır
Kalkmazsa yataktan olur mu cebir?
Yapılan günahı yazmalı bir bir
Uymuş bu kul artık şeytana doğru
Şimdi sağ melek başlıyor:
Sağ melek derki yıkar yüzünü
Mevlaya döndürür belki özünü
Kuşluğa kadar verelim izini
Kılmazsa yazalım cehenneme doğru..
Sol melek derki, bu kul mevlayı bilmez
Gözlerinden akan yaşları silmez
Kuşlukta geçti namaz yine aklına gelmez
Yazacağım ben bunu cehenneme doğru
Sağ melek derki geliyor öğle
Kılarsa namazını affeder Mevla
Eğer kılmazsa o zaman söyle
Belki özünü tutar Mevla’ya doğru...
Sol melek derki bu kul Hakkı bilmez
Gözlerinden akan yaşları silmez
Öğle de geçiyor, bir rekat kılmaz
Yazacağım ben bunu cehenneme doğru...
Sağ melek derki bırak hiddeti
İkindi namazının çoktur şöhreti
Kılarsa affolur farzı sünneti
Belki kalkar durur namaza doğru
Sol melek derki şeytan yanında durur
Azdırmış çehreyi hep onu görür
Geçemez sıratı yarıda kalır
Uymuş bu kul artık şeytana doğru
Yazacağım ben bunu cehenneme doğru....
Sağ melek derki bekle akşamı
Kılarsa affeder Mevlam noksanı
ALLAH kullarına eder ihsanı
Belki özünü tutar Mevla’ya doğru
Uyar kalbindeki imana doğru...
Sol melek der ki kalem düştü elimden
Kelime-i Tevhid gelmez dilinden
Uymuş kör şeytana gitmez yanından
Yazacağım ben bunu cehenneme doğru...
Sağ melek der ki yatsı yakın kılarsa
Affa uğrar Muhammed’i anarsa
Şeytanı bırakıp namaz kılarsa
Belki özünü tutar Mevla’ya doğru...
Sol melek der ki kılmaz yatıyor
İmanını para ile satıyor
Yatsıyı da kılmadı vakit bitiyor
Yazdım ben bunu cehenneme doğru...
Mübarek sağ melek ise şöyle der:
Ah söyledim söyledim sözüm kalmadı
ALLAH kelamı dilinin ucuna gelmedi
Edip tevbe bir vaktini kılmadı
Ne yüzle varır Mevla’ya doğru
Bu kadar emeklerim boşuna mı kalsın
Ne yapayım kılmadı
Gayri yaz hesabını ALLAH’a versin
İşte çektiğimiz sıkıntılar, çileler, belalar nefis kocaoğlanın şerrinden geliyor.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.888
  • 227.975
  • 28.888
  • 227.975
# 16 Oca 2015 18:17:50
Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için
sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil
çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali
hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet
zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı.
Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor,
bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.

Öğretmeni, onun bu halini fark etti:

- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?

Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:

- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
- Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
- Ahmet arkadaşımız var ya...
- Evet, ne olmuş Ahmet'e?
- Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi
şeyler koymuyor.
- Eee?
- Ona yardim etmek istiyorum. Ama benim yardim ettiğimi bilirse
üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz
de ona verseniz?

Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine
koydu. Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü.
Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu
pekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi
niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna
rağmen yardim etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini
istemiyordu.

Nurhan Öğretmen:

- Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz
pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?
- Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş
bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
- Nerede çalışıyorsun?
- Simit satıyorum.

Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi
şimdi? Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir
çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı.
Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.

Nurhan Öğretmen, Ali'ye dondu:

- Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
- Çok zengin bir işadamı...
- Niçin?
- İnsanlara daha çok yardım etmek için...

- Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak simdi Ali, Ahmet'in ailesinin
durumu pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil.
İstersen acele etme. Çok zengin olduğun zaman insanlara yardim
edersin. Olmaz mı?
- Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.
- Neden olmaz?
- Üç sebepten dolayı olmaz.

Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni
insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok
simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit
satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp
güvercinlere veriyor.

İkincisi: 'Ağaç yas iken eğilir.' deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı
öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam. Şimdiden iyilik yapmayıp bunu
zenginlik günlerime ertelersem, zengin olduğum günlerde de daha zengin
olduğum günlere erteler kendimi kandırmış olurum.

Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak
istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.

Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:

- Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.
- Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için,
ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan
fazlasını veremem. Allah, Cennet'i gücü kadar iyilik edene veriyor.
Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet'in fiyatı birkaç simit parası
kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet'e
girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu?

Nurhan Öğretmen'in gözleri dolmuştu. Başını 'Evet' anlamında sallarken
Ali'yi evine yolladı.

Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak
için masasına döndüğünde Ali'nin bıraktığı paraların masa üstünde
kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları
eline aldı.

Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en
kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu
paralar onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar, bu bozuk SIMIT
paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak
istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.

Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu, Tarif
edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak
yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı... Ağladı... Ağladı.

Kendine geldiğinde aksam olmuştu. Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp
okuldan ayrılırken bekçi Sadık 'Bozuk Simit paraları ile cenneti
satın almak, Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak' diye
Nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde, 'Ne
dediniz hocam?' demesini bile duymayan Nurhan öğretmen, bekçinin
şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti

Hikayeyi beğenmişseniz ve Ali'den utanmışsanız, maddi durumunuz iyi
değilse bile, iki tane ekmek alıp bölgenizdeki bir fakirin kapısına
bırakın.

Bir okul önünde biraz bekleyip yırtık ayakkabısı olan bir çocuğa ayakkabı alın.

Maddi ihtiyacı olan bir akrabanıza yardım edin.
Yeter ki boş durmayın!

" Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir
Düşündüren Bilgilendiren

Çevrimdışı seyfi ünaldı

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.186
  • 32.930
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 5.186
  • 32.930
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 16 Oca 2015 19:02:21
Hacile hocam başlığın müdavimlerindenim. Hatta hikayelerinizin büyük bölümünü "okuma anlama etkinliği" haline getirip veriyorum miniklerime. Verebilmek ne büyük mutluluktur. Bunu miniklerimize aşılamak ve tattırmak da bizim mutluluğumuz olur inşallah. Her zaman söylerim, benim öğretmenlikteki en büyük başarım; 5 yıl okuttuğum fakir bir öğrencimin 6.sınıfa giderken yolda bulduğu para dolu cüzdanı okul idaresine teslim etmesidir. Tekraar elinize ve yüreğinize sağlık.

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 16 Oca 2015 19:16:20
Haddini Aşmanın Zararı

 

Bir gün adamın biri Hz. Musa'ya geldi:

"Ya Musa, ne olur dua ette ben hayvanların dilinden anlayayım ve bundan kendime hisseler çıkararak daha iyi bir insan olayım," dedi.

Hz. Musa:

"Kaldıramayacağın bir yükün altına girmeye çalışma, bu halin senin için daha hayırlıdır," dedi.

Fakat adam dinlemedi, ısrar etti:

"Ya Musa ne olur hiç değilse kapımda yatan köpekle horozun dilini anlayayım,"dedi.

Hz. Musa her ne kadar bundan vazgeçmesi için çalış­tıysa da adam istediğinde ısrarlıydı. Bunun üzerine Hz. Musa ona dua etti. Adam sevinerek evine döndü. Ertesi sabah hizmetçisi sofrayı kurarken bir parça ekmek fırlayıp düştü. Horoz koşarak ekmeği kaptı. Köpek buna çok kızdı.

"Bre horoz bu yaptığın doğru mu? Sen buğdayda yiye­bilirsin arpa da. Mısır da yiyebilirsin, küçük taneleri de. Bense ekmekten başka bir şey yiyemem, neden benim rız­kımı alıyorsun?" dedi.

Horoz cevap verdi:

"Haklısın fakat hiç üzülme yann bizim efendinin eşeği ölecek, sen de böylece karnını iyice doyuracaksın," dedi.

Bunu duyan adam hemen eşeği pazara götürerek sattı.

Ertesi sabah da, "Bakalım köpekle horoz ne konuşacak­lar?.." diye onların yanına geldi.

Köpek horoza sitem ediyor:

"Yahu horoz hani eşek ölecekti, biz de karnımızı doyu­racaktık," diyordu. Horoz:

"Eşek Ölmeye öldü lakin başka yerde çünkü sahibimiz onu sattı. Fakat hiç merak etme yarın at ölecek, o zaman da daha büyük ziyafete konacaksın," dedi.

"Bunu duyan adam hemen ahıra koştu, atı aldığı gibi pazara götürüp sattı. Sevinerek evine döndü.

"Bu hayvanların dilini öğrenmem çok iyi oldu böylece zarardan kurtuldum," diye düşünüyordu.

Ertesi sabah yine "Acaba ne konuşacaklar?.." diye kö­pekle horozun yanına gitti. Köpek yine horoza sitem edip duruyordu:

"Yahu horoz kardeş, bu sefer de, dediğin olmadı, yoksa, sen de mi yalana başladın?.." dedi.

Horoz:

"Hayır ben yalan söylemedim at ölecekti lakin sahibi­miz, efendimiz onu da sattı. Fakat merak etme, yarın efen­dimizin çok değerli kölesi ölecek o zaman onun hayrına yemekler, helvalar verilecek hepimiz doyacağız," dedi.

Bunu duyan adam hiç beklemeden, kölesini götürüp sattı.

"Bu horozla köpeğin dilini öğrenmem iyi oldu. Böylece bir çok zarardan kurtuldum," diye düşünerek sevindi. Er­tesi gün yine köpekle horozun yanına gitti. İkisi yine konuşuyorlardı. Köpek bu sefer çok kızgındı:

"Yalancı horoz, hâni köle ölecek bu sayede karnımız doyacaktı, günlerdir beni yalanlarınla avutuyorsun, bu sana yakışır bir davranış mı?" dedi.

Horoz da:

"Ben yalancı değilim ve yalan söylemem," diye başladı. "Köle öldü fakat burada değil başka yerde. Çünkü sahibimiz onu da sattı. Ama hiç iyi etmedi. Çünkü bu sefer sıra kendisine geldi. Zira ilkin kaza, belâ eşeğe gelecek, böylece sahibimiz beladan ve kazadan kurtulmuş olacaktı. Eşeği satınca, onun yerine ata geldi, atı da satınca onun yerine köleye geldi, köleyi de satınca bela kendisine geldi. Sura onda, yarın sahibimiz ölecek, o sayede hepimiz doyacağız," dedi.

Bunları duyan adam ah vah etti, dövündü durdu, ama neye yarardı ki, iş işten geçmişti bir defa.

Böylece tamahkârlığın cezasını canıyla ödedi.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.888
  • 227.975
  • 28.888
  • 227.975
# 17 Oca 2015 08:42:24
Elma Suyunun Hakkını Ödemek | Bir Kıssa Bin Hisse
İmam-ı Azam Hazretleri, Hanefi mezhebinin imamıdır. Babası, Sabit isminde takva sahibi bir zattır.
Sabit Hazretleri, bir gün bir akar suyun kenarına abdest almak için gitmişti. Abdeste başlayacağı sırada, yukarıdan aşağı suyun üzerinde yüze yüze gelen bir elma gördü. Elma yaklaşınca, uzandı ve aldı. Belli ki, biraz yukarıda bulunan bir bahçedeki ağaçtan kopup düşmüştü. Bu taze elmayı canı istedi. Aldı ve ısırdı. Tam ısırmıştı ki aklına bir şey geldi. Peki bu elma kendisine helal miydi? Derhal ağzından çekti. Çekti ama, o ısırmadan dolayı boğazına birkaç damla elma suyu gitmişti. Bunu daha önce niçin düşünmediğine çok pişman oldu. Kendisine ait olmayan bir elmayı asla ısırmamalıydı.
Bu elmanın yenilmesi de suyu da bana helal değildi. Yanlış yaptım. Gidip sahibini bulmalı ve sahibinden helallik dilemeliyim, diye düşündü. Suyun geldiği tarafa doğru yürümeye başladı. Biraz yukarda, bir elma ağacının akan suya doğru eğildiğini gördü. Dalları elma doluydu. Anlaşılmıştı. Bu elma buradan düşüp kendisinin yanına kadar gelmişti.
Bahçeye girdi ve bahçe sahibini buldu. Durumu ona anlattı ve:
- Bana hakkınızı helal ediniz. Bilmeden, düşünmeden elmanızı ısırmış oldum, dedi.
Bahçe sahibinin şartı vardı.
- Bana iki sene hizmet edersen o zaman düşünürüz, dedi.
Sabit Hazretleri adamın şartını kabul edip başladı hizmet etmeye. İki sene boyunca adama hizmette bulundu. İki sene sonunda:
- Hakkınızı helal edecek misiniz, iki senedir size hizmet ediyorum, dedi.
Bahçe sahibinin şartları bitmemişti. Dedi ki:
- Benim bir şartım daha var. Onu da yerine getirirsen hakkımı helal ederim. O da şudur:
Bir kızım var. Elleri çolak, gözleri kör, ayakları topal, kulakları sağırdır. Hakkımın sana helal olması için, bu kızımla evlenmen lazım.
Düşündü ... Ahirette Allah huzurunda suçlu durumda kalmak, böyle bir kızla evlenmekten zordur, dedi ve kabul etti.
\
Düğün yapılıp gerdeğe girdi. İçeri girince baktı ki, her tarafı sağlam ve oldukça güzel bir kız, karşısında. Hemen dışarı çıktı. Niçin çıktığını sordular, anlattı:
- Herhalde bir yanlışlık var. Bana söylenen kız sakat olması lazımdı, dedi.
Kayın pederi dedi ki:
- Evladım, benim kızımın gözleri kördür, hiç harama bakmamıştır. Kulakları sağırdır, hiç haram dinlememiştir. Elleri çolaktır, hiç harama el uzatmamıştır. Ayakları kötürümdür, hiç harama adım atmamıştır. Tereddüt etme, o senin helalindir.
İşte İmam-ı Azam Hazretleri, bu anne ve babadan dünyaya gelmiştir.
Kaynak: Ali Eren - Dini Hikayeler (Hz İmam-ın Babasındaki Allah Korkusu)

Çevrimdışı hafız ahmet

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
# 17 Oca 2015 22:39:35
Dört eşi olan zengin bir tüccar vardı. En çok dördüncü eşini sever, onu görkemli elbiselerle süslerdi. Ona büyük titizlikle davranır, her şeyin en iyisini vermeye çalışırdı.

Tüccar, üçüncü eşini de severdi. Ondan her zaman gurur duyar, arkadaşlarıyla tanıştırırdı. Ancak onun başka bir erkekle gitmesi korkusunu hep içinde taşırdı. İkinci eşini de severdi. Her zaman düşünceli ve anlayışlı olan ikinci eşi, aynı zamanda tüccarın en yakın sırdaşıydı. Nitekim ne zaman bir sorunla karşılaşsa, ikinci eşiyle paylaşır, ikinci eşi ise her zaman onun zorlu dönemlerinden sıyrılmasına yardım ederdi.

Tüccarın ilk eşi ise, hep ona sadık kalmış, evin bakımı ve temizliği gibi sorumlulukları tümüyle üstlenmiş, eşinin işinde başarılı olmasında ve bu kadar zenginleşmesinde de büyük katkıları olmuştu. Ama tüccar, ilk eşini kadının ona karşı olan derin sevgisine rağmen sevmez, onu pek dikkate almazdı.

Bir gün tüccar hastalandı. Çok geçmeden öleceğini hissediyor, biliyordu. Hep sahip olduğu zengin hayatını düşündü ve kendi kendine şöyle dedi:

“Şimdi dört eşim var. Ama öldüğümde yalnız kalacağım. Ne kadar çaresizim!”

Sonra dördüncü eşine sordu, “En çok seni sevdim, en güzel kıyafetleri sana aldım ve sana büyük özen gösterdim. Şimdi ölüyorum, benimle gelecek misin?”

“Kesinlikle hayır” diye cevapladı kadın ve başka bir şey söylemeden öylece gitti. Bu cevap keskin bir bıçak darbesi gibi tüccarın yüreğine oturdu. Üzgün tüccar bu kez üçüncü eşine döndü: “Seni tüm hayatım boyunca sevdim. Şimdi ölüyorum, benimle gelecek misin?”

“Hayır” dedi üçüncü eşi de, “Hayat çok güzel. Sen öldükten sonra yeniden evleneceğim.”

Tüccarın kalbi bir kez daha kırıldı. İkinci eşine, “Her zaman yardımın için sana döndüm ve sen bana hep yardım ettin. Şimdi yine senin yardımına ihtiyacım var. Ben ölürken, benimle gelecek misin?” diye sordu.

“Üzgünüm, bu kez sana yardım edemeyeceğim” dedi kadın, “Sana sadece mezara kadar eşlik edebilirim.”

Bu yanıt, hasta tüccarın kalbine bir yıldırım gibi düştü; artık harap ve bitkin bir haldeydi…

Sonra bir ses duydu: “Seninle birlikte terk edeceğim. Nereye gidersen git seninle geleceğim.”

Tüccar, ilk karısının kendisine baktığını gördü. İlk karısı, yetersiz beslenmesi nedeniyle oldukça zayıflamıştı. Tüccar, ölüme gittiği şu durumda bile onun haline üzüldü, “Keşke” dedi, “Keşke sana daha iyi bakabilseydim!”

Aslında hayatta her birimizin dört eşi var:

Dördüncü eşimiz bedenimiz. Onun iyi görünmesi için ne kadar zaman ve para harcarsak harcayalım, öldüğümüzde bizi terk edecek.

Üçüncü eşimiz, sahip olduğumuz statü ve zenginliğimizdir. Öldüğümüzde, onlar da bizimle gelmeyecek hepsi başkalarının olacaktır.

İkinci eşimiz ailemiz ve arkadaşlarımızdır. Yaşarken ne kadar yakın olursak olalım, bize ancak mezarımıza kadar eşlik edebilirler.

Birinci eşimiz ise ruhumuzdur. Hayatımız boyunca zenginlik ve statü peşinde koşarken ihmal ettiğimiz ruhumuz… Biz nereye gidersek gidelim, bizi takip eden tek şey.

Bil ki onu yetiştirmek ve güçlendirmek için şimdiden daha fazla vakit ayırmak, ölüm döşeğinde hayıflanmaktan daha iyi bir fikirdir.

Evet bu dünyadan giderken sizinle birlikte gelecek olan tek şey ruhunuzdur, umarım ölüm gelene kadar ona ihtimam gösterir,adaletli dürüst ve iyi bir insan olarak oun güçlü ve temiz kalmasını sağlarsınız

Çevrimdışı ismil003

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.709
  • 3.343
  • Müdür Yardımcısı
  • 2.709
  • 3.343
  • Müdür Yardımcısı
# 17 Oca 2015 23:15:49
 Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem zamanında sahabe-i kiramdan bir zat, Resulullah efendimize gelerek; "Kazancım bol olmasına rağmen geçim sıkıntısı çekiyorum" diye arz eder. Peygamber efendimiz:
- Evinizde namaz kılmayan var mı? diye sorar. O zat:
- Hayır efendim, evde hepimiz namazımızı kılıyoruz. Namaz kılmayan yok deyince, Peygamber efendimiz:

- Komşularınızda hatta mahallenizde namaz kılmayan var mı? diye sorar. O zat:
- Efendim, komşularımızda ve mahallemizde namaz kılmayan yok, der. Peygamber efendimiz:

- Bir araştırın, mahallenizden namaz kılmayan birisi geçmiş mi? buyurunca o kimse:
- Efendim araştırdık, mahallemizden namaz kılmayan hiç kimse geçmemiş deyince Peygamber efendimiz:

- Bu bereketsizlik namaz kılmamaktandır, buyurunca o zat tekrar araştırır ve:
- Ya Resulallah, namaz kılmayan birinin cenazesi geçerken, tabutu bizim evin duvarını çizmiş deyince,

Peygamber efendimiz:
- İşte evinizdeki bereketsizlik bundandır. O duvarı hemen yıkın, yeniden yapın! buyurdu.
(Kütüb-ü Sitte'den)

Çevrimdışı ismil003

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.709
  • 3.343
  • Müdür Yardımcısı
  • 2.709
  • 3.343
  • Müdür Yardımcısı
# 18 Oca 2015 02:52:23
Adam karısına pek hoş davranmaz, kalbini kırar.
Sonra karısından sofrayı kurmasını ister.
Kadıncağız hiç sesini çıkarmadan kurar sofrayı ve buyur eder kocasını.
Adam sabırsızca sofraya oturur, iştah kabartacak bir zevkle yemeye başlar. Yemek tuzsuz olmuştur. Birkaç lokma yedikten sonra karısından tuz ister.
Karısı; “sen yiyedur ben getiririm”, der ve içeri gider. ...
Adam ikide bir; “tuz nerde kaldı?” diye sorar.
Kadın her seferinde “tamam getiriyorum” diye cevap verir .
Fakat tuz bir türlü sofraya gelmez.
Neyse adam tuzu isteye isteye karnını doyurur.
Sonra aklı başına gelir. Az önce hatununun kalbini kırdığı için özür diler.
Hanım mutfağa gider, ve elinde tuzla geri döner.
Adam merak eder ve sorar; “bu ne şimdi karnım doyduktan sonra tuzu ben ne yapayım” der. Karısı da ona; “senin kalbimi kırdıktan sonra dilediğin özür, doyduktan sonra sofraya gelen tuz gibidir, ihtiyaç kalmaz”… der.
Evet, dikkat etmek lazım! Kırmamak lazım. Gönül sevmek demektır.
Sevipte kıymetini bilmek. İnsanlar için güzel dostluklar kurması kadar, dostlarına olan muhabbetini göstermesi de önemlidir.
Bunun bir çok yolu var.
Bazen bir küçük gülümseme bile bir sevgi işaretidir...

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.888
  • 227.975
  • 28.888
  • 227.975
# 18 Oca 2015 10:27:31
Osmanlı ordusu Kudüs'ten çekilirken (9 Aralık 1917) Mescid-i Aksa'yı koruması için nöbetçi bırakılan Onbaşı Hasan'ın yürekleri titreten öyküsü

Tam 57 yıl nöbetine sâdık kalan Osmanlı askerini, merhum tarihçimiz İlhan Bardakçı 1972 yılının 12 Mayıs günü Mescid-i Aksa'nın merdivenlerinde görür ve yıllar sonra bu inanılmaz karşılaşmayı kaleme alır. Sayesinde haberdar olduğumuz canlı tarih âbidesini şöyle dile getirir rahmetli tarihçimiz:

Mevki Kudüs. Mekân Mescid ül Aksa, Tarih 21 Mayıs 1972 Cuma. Ben ve gazeteci arkadaşım rahmetli Said Terzioğlu, İsrail Dışişleri rehberlerinin yardımı ile bu mübarek makamı dolaşıyoruz.
Kudüs Kapalı Çarşısı'nda rüzgâr gibi dolanan entarili kahvecilerin ellerindeki askılara çarpmadan biraz yürüdünüz mü, önünüze çıkan kapı sizi Mescid ül Aksa'nın önüne kavuşturur. Mirac mucizesinin soluklanıldığı ilk Kıble'mize yani… Hemen oracıkta, ilk avlu vardır ki, hâlâ bizim lâkabımızla anılır. “12 bin şamdanlı avlu" derler oraya. Yavuz Selim 30 Aralık 1517 Salı günü Kudüs'ü devlete katmıştır da, ortalık kararmıştır. Yatsı namazını o avluda kılar. Kendisi ve bütün ordu beraber. Şamdanları yakarlar. Tam 12 bin şamdan… O isim oradan kalmadır. Sekiz on basamaklı geniş merdiveni adımladınız mı, o mukaddes Mescid'in bağdaş kurduğu ikinci avluya ulaşırsınız.

Onu o merdivenin başında gördüm. İki metreye yakın bir boy… İskeletleşmiş vücudu üzerinde bir garip giysi… Palto?.. Hayır, kaput, pardösü veya kaftan?.. Değil. Öyle bir şey, işte.

Başındaki kalpak mı, takke mi, fes m? Hiçbirisi değil. Oraya dimdik, dikilmiş. Yüzüne baktım da, ürktüm. Hasadı yeni kaldırılmış kıraç toprak gibi. Yüz binlerce çizgi, kırışık ve kavruk bir deri kalıntısı.

Yanımda İsrail Dışişleri Bakanlığı Daire Başkanı Yusuf var. Bizim eski vatandaşımız. İstanbullu. “Kim bu adam” dedim. Lâkaydi ile omuz silkti. “Bilmem.” diye cevap verdi. “Bir meczup işte. Ben bildim bileli, yıllardır burada dururmuş. Çakılı gibi, hâlâ duruyor ya… Kimseye bir şey sormaz. Kimseye bakmaz, kimseyi görmez.”

Kan mı çekti nedir. Nasıl, neden, niçin hâlâ bilmiyorum. Yanına vardım. Türkçe “Selâmünaleyküm baba” dedim.

Torbalanmış göz kapaklarının ardında sütrelenmiş gibi jiletle çizilmişçesine donuk gözlerini araladı. Yüzü gerildi. Bana, bizim o canım Anadolu Türkçemizle cevap verdi:

- “Aleykümüsselâm oğul…

Donakaldım. Ellerine sarıldım, öptüm öptüm…

- “Kimsin sen, baba” dedim.

Anlattı ki, ben de size anlatacağım.

Ama evvelâ biliniz. O canım Devlet çökerken, biz Kudüs'ü 401 yıl 3 ay 6 günlük bir hâkimiyetten sonra bırakırız. Günlerden 9 Aralık 1917 Pazar günüdür. Tutmaya imkân yok. Ordu bozulmuş, çekiliyor, Devlet, zevalin kapısında. İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakırız. Âdet odur ki kenti zapteden galip, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmaz.

Anlattı, dedim ya. Gerisini tamamlayayım.

- “Ben, dedi, Kudüs'ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan artçı bölüğünden…”

Sustu. Sonra, elindeki silahın namlusuna sürdüğü fişekleri ateşler gibi zımbaladı:

- “Ben, o gün buraya bırakılmış 20. Kolordu, 36. Tabur, 8. Bölük, 11. Ağır Makineli Tüfek Takım Komutanı Onbaşı Hasan'ım”

Yarabbi. Baktım, bir minare şerefesi gibi gergin omuzları üzerindeki başı, öpülesi sancak gibiydi…

Ellerine bir kerre daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı:

- “Sana, bir emanetim var oğul. Nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden mi?”

- Elbette, dedim, buyur hele…

Konuştu:

- “Memlekete avdetinde yolun Tokat Sancağı'na düşerse… Git, burayı bana emanet eden kumandanım Kolağası (Önyüzbaşı) Musa Efendi'yi bul. Ellerinden benim için bus et (öp). Ona de ki…

Sonra, kumandanı olduğu takımın makinelisi gibi gürledi:

- O'na de ki, gönül komasın. Ona de ki, “11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan, o günden bu yana, bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır kumandanım dedi, dersin…”

Sonra yine dineldi. Taş kesildi. Bir kez daha baktım. Kapalı gözleri ardından, dört bin yıllık Peygamber Ocağı ordumuzun serhat nöbetçisi gibiydi. Ufukları gözlüyordu. Nöbetinin başında idi. Tam 55 yıl kendisini unutuşumuzdaki nadanlığımıza rağmen devletine küsmemişti.Yıllar SonraMerhum İlhan Bardakçı bu hatırasını, TV'de anlattığında zamanın genelkurmay başkanı onu arar ve bu aziz askeri bulmak için aracı olmasını ister. Bardakçı sonra şunları yazar: Hasan Onbaşı bizdendi… O halde unutulmak kaderi idi. Öyle de oldu zaten. Aramadık ki, bulalım. Bulunamazdı zaten. O ki, göklere baş vermiş bir ulu selvi idi. Ve bizler ki, başımızı kaldırmış olsak bile, uzandığı feza ufkuna yetişemeyecek cılız otlara dönüşmüştük. Biz, sadece unuturduk. Unuttuğumuz diğerleri gibi o nöbet noktasındaki elmas mânâyı da unutmuştuk…
İlhan Bardakçı

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.888
  • 227.975
  • 28.888
  • 227.975
# 18 Oca 2015 10:53:52
KOYUNLARIN KÖPEKLERDEN FAZLA OLMASININ NEDENİ..!

Hz.Mevlana seher vakti uykusunu şöyle izah eder:

Sabaha karşı seher vakti bereket vaktidir.

Sabahın nasıl bir bereket vakti olduğunu, sabahta uyanık olanların nasıl bir berekete nail olduklarını Hz.Mevlana verdiği bir cevapta şöyle ifade eder.

Adamın biri sorar:

Efendim der, koyun nesli hem kasaplık hem de kurbanlık olarak kesildiği halde bir türlü tükenmez, aksine daha da çoğalıp devam eder.

Ama köpek nesli hem de birkaç tane birden yavruladığı ve kasaplık olarak kesilmeyip korunduğu halde bir türlü çoğalmaz.

Koyun gibi sürüler haline acaba neden gelemez..?

Hz.Mevlana'nın cevabı şöyle olur:

Sabaha karşı seher vakti bereket vaktidir.

Bu bereket vaktinde koyunlar asla uyumaz, hep uyanık olurlar.

Köpekler ise hiç uyanık olmaz hep uykuya dalar, gaflette olurlar.

Onun için koyun nesli seherin bereketine nail olur.

Köpekler ise bereketsizliğine maruz kalırlar..! ↓↓


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK