İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.887
  • 227.974
  • 28.887
  • 227.974
# 28 Ara 2014 08:58:48
Fatih Sultan Mehmet (The Conqueror), Ayhan Açar ile birlikte
Fatih Sultan Mehmet Han çocukken çok yaramaz bir öğrenciydi. Ders esnasında yaptığı şımarıklıklarla Hocası Akşemseddin’i çileden çıkarırdı. Hocası kendisine kızdığı zaman hemen “Ben Padişahın oğluyum bana bir şey yapamazsın” deyip tehdit ediyordu. Padişaha şikâyet etmeyi edepsizlik sayan Akşemseddin, durumu II. Murat’a anlatamıyordu. Ancak gün geldi artık küçük Mehmet’in yaptığı yaramazlıklar çekilmez hale geldi.

Bunun üzerine destur dileyip II. Murat’ın huzuruna çıktı. “Padişahım size bir hususu arz edeceğim ancak hayâ ediyorum” deyince II. Murat “Buyur çekinmeden anlatabilirsin” dedi. Bu söz Akşemseddin’i rahatlattı ve başladı olayı anlatmaya. Padişahım oğlunuz, ciğerpareniz Mehmet çok yaramaz, onun yaramazlıkları yüzünden ders işleyemiyorum, kendisine kızdığım zamanda hemen sizinle beni tehdit ediyor deyince II. Murat Akşemseddin’in yanına gelerek kulağına bir şeyler fısıldar.

II. Murad’ın kulağına söylediği sözleri duyan Akşemseddin çok şaşırdı. Bu ne plandı, mümkün değildi bu planı uygulamak. Akşemseddin plan konusundaki rahatsızlığını padişaha ilettiyse de Padişah onu dinlemedi ve bu iş olacak dedi.

Ertesi gün yine derste Mehmet yaramazlık yapıyordu. Akşemseddin’in uyarısına aynı tehdit cevabını verdiği sırada Padişah ansızın kapıyı açıp içeri girdi. Bu olay karşısında Akşemseddin hiddetlenerek Padişaha bağırdı ve bir tokat atarak, bu şekilde sınıfa giremeyeceğini izin istemesi gerektiğini söyleyerek derhal dışarı çıkmasını istedi. Padişah mahcup bir şekilde boynunu bükerek özür diledi ve dışarı çıktı.

Olaylar karşısında Fatih Sultan Mehmet’in nutku tutulmuş ne yapacağını şaşırmıştı. Güvendiği babası tokat yemişti. Fatih Sultan Mehmet allak bullak olmuştu. Az sonra kapı vuruldu ve Padişah mahçup bir şekilde içeri özür dileyerek girdi. Plan muhteşem bir şekilde işlemişti. O günden sonra Fatih Sultan Mehmet asla yaramazlık yapmadı. Çünkü güvendiği dağlara kar yağmıştı.

Eğitimin ne olduğunu II.Murat kadar olamasa da; en azından kendi çocuğunu yanlış yollara süreklemeyecek kadar idrak etmiş anne ve babalara ihtiyaç var. Unutmayalım, Çocuklar şımarık doğmaz; diplomalı,maaşlı ama eğitimsiz ebeveynler tarafından şımartılır bunu unutmayalım...

Çevrimiçi caki1910

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.871
  • 6.809
  • 1.871
  • 6.809
# 28 Ara 2014 17:13:11
Ey zindan arkadaşlarım, rüyalarınıza gelince; biriniz efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılıp tepesinden kuşlar yiyecektir. İşte hakkında fetvâ istemekte olduğunuz mes'ele, böylece olup bitmiştir.

Bundan sonra Yûsuf aleyhisselâm, bu iki delikanlıdan, kurtulacağını bildiği kimseye yani sâkîye dedi ki:

-' Beni efendinin yanında an, benden bahset.

Fakat şeytan, efendisine onu anlatmayı unutturdu. Bu yüzden Yûsuf aleyhisselâm, daha nice yıllar zindanda kaldı. (S. Yûsuf, 35-42)

Yani Hz. Yûsuf, Allah'tan başkasından yardım istediği için, beş yıllık mahpusluktan sonra, yedi yıl daha hapiste kaldı. Zira böyle bir istek ümmetten herhangi bir fert için gayet normal olmakla birlikte, bir peygamber için münasip değildi.

Çevrimiçi caki1910

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.871
  • 6.809
  • 1.871
  • 6.809
# 28 Ara 2014 17:48:28
Bir şahıs, Harem-i Şerîfin kapısında, Ey doğrulara yardım eden, haramlardan kaçınanları koruyan Allâhım!.. diyerek hep aynı duâyı okuyordu. Ona, Sen başka duâ bilmez misin? dediler. O şöyle açıkladı, bu duâyı tekrar etme sebebini:

Ben Beyt-i Şerîfi tavâf ederken ayağıma takılan bir şeyi eğilip aldım. Bir de baktım ki, içinde bin altın bulunan bir kese. Şeytanımla îmânım mücâdeleye tutuştular. Bin altın çok para, senin bütün ihtiyaçlarını karşılar dedi şeytanım. Îmânım ise, Bu haramdır, boşuna saklama; sahibini bul, teslim et! dedi. Ben böyle mücâdele içinde iken, birinin sesi duyuldu:

Burada, içinde bin altınım bulunan kesem kaybolmuştur. Kim buldu ise getirsin, ona otuz altın müjde vereyim!

Bin haramdan otuz helâl hayırlıdır, diyerek keseyi sahibine teslim ettim. O da bana otuz altın verdi. Bunu alıp bakırcılar çarşısında gezerken, bir Arap kölenin bu paraya satıldığını görünce, hemen satın aldım. Bir müddet sonra bu kölenin yanına bir kısım Araplar gelip gizlice konuşmaya başladılar. Köleden ne konuştuklarını sordum. Saklamayıp aynen anlattı:

Ben Mağrip sultânının oğluyum. Babam, Habeş melikiyle cenk edip savaşı kaybetti. Beni de esir alıp buralarda sattılar. Babam bunları göndermiş, elli bin altın da vermiş ki, beni satın alıp götürsünler. Sen bana çok iyilik ettin, kendi evlâdın gibi baktın. Bundan dolayı memnun kaldım. Bunlar beni satın alacaklar; sakın az altına râzı olma, elli bin altına sat beni.

Dediği gibi oldu. Elli bin altına sattım köleyi. Bu kadar büyük sermaye ile bir kısım mallar alıp Bağdata gittim. Orada açtığım dükkânda mallarımı satıyordum. Bir tanıdığım gelip, Meşhur bir tüccar dostum vefât etti, ay gibi güzel kızcağızı yalnız kaldı. Gel bunu sana alalım dedi. Ben de kabul ettim. Kızın, çehiz olarak getirdiği birtakım tabakların üzerinde içi altın dolu keseler vardı. Hepsinin üzerinde de biner altın yazılı iken, birinde dokuz yüz yetmiş altın yazılı idi. Bunun sebebini sorduğumda kızcağız dediki:

Babam bu keseyi Harem-i Şerifte kaybetmiş. Bulan bir helâlzâde keseyi iâde edince, otuz altını ona müjde olarak vermiş, ondan geriye kalanlardır bu kesedeki altınlar.

Bunun üzerine ben Allâha hamd ve şükürlerde bulundum; bunlar hep doğruluğun, iyiliğin bereketi, diyerek hâdiseyi kızcağıza anlattım. Sürur ve saâdetimiz daha da perçinlenmiş oldu!.. (Nevâdir-i Süheylî, Sayfa: 280-81)

Evet, enteresan bir hâdise. Doğruluk ve dürüstlüğün neticesini göstermesi bakımından verdiği mesaj oldukça mühim. Kaldı ki bu, sadece dünyadaki semeresi. Âhiretteki karşılığı ise, ebedî bir saâdet. Rabbimiz cümlemizi, îmânımızın sesine kulak vererek sadâkat ve istikametten ayırmasın. Âmîn...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.887
  • 227.974
  • 28.887
  • 227.974
# 28 Ara 2014 21:19:52
Adam elinde bir bıçak ile camiye girer: “Ey cemaat içinizde Müslüman olan var mı?” diye bağırır. Herkes susar. Ancak yaşlı bir amca kalkar “Ben varım” der. Bıçaklı adam amcaya, bir dakika dışarı gelir misin diyerek koluna girer camiden çıkarlar. Biraz ötede bağlı bir koyunun yanına gidip, “Amca; bu kurbanı kesmeme yardımcı olur musun, İslami, kurallara uygun keselim” der. Amca koyunu kesmeye başlar. Yaşlılık bu ya her taraf kan olur. Amca; “Oğlum yoruldum camiye git başka birini bul” der. Adam elinde kanlı bıçağı ile camiye girerek bağırır. “İçinizde başka bir Müslüman var mı ?” Yaşlı amcayı götürüp kestiğini zanneden cemaat ses çıkarmaz, ama topluca dönüp imama bakarlar. İmam “Ne bakıyorsunuz ulan, iki rekat namaz kıldırmakla Müslüman mı olduk!” der...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.887
  • 227.974
  • 28.887
  • 227.974
# 29 Ara 2014 22:14:29
Sübhânallâh, Bunların Hâli Nedir? | Bir Kıssa Bin Hisse
Semüre bin Cündeb (r.a) şöyle anlatır:Rasûlullah (s.a.v), ashâbına:
“–Rüyâ göreniniz var mı?” diye sorup, “gördüm” diyenin rüyâsını, Allah’ın dilediği şekilde tâbir ederdi. Bir sabah bize şöyle buyurdu:
“Bu gece rüyâmda iki kişi (Cebrâîl ile Mîkâîl) gelerek beni kaldırdılar ve «Haydi gidiyoruz» dediler. Ben de onlarla beraber gittim. Yanı üzerine yatmış bir adamın yanına vardık. Başka biri de elinde kocaman bir kaya ile onun başında duruyordu. Kayayı, yatan adamın kafasına vurup eziyor, taş bir tarafa yuvarlanınca arkasından gidiyor ve taşı alıp getiriyordu. O gelinceye kadar diğerinin kafası da iyileşerek eski hâline geliyordu. Adam, önce yaptığını aynen tekrarlayarak yerde yatanın başını her defasında ezip duruyordu. Meleklere:
«–Sübhânallâh, bunların hâli nedir?» dedim.
«–Yürü, yürü hele» dediler. Yürüdük. Derken sırt üstü yatmış bir adamın yanına vardık. Başucunda da, elinde demir çengel bulunan bir başkası duruyordu. Bu adam, yatan kişinin bir tarafına geçip elindeki çengelle avurdunu, burnunu ve gözünü tâ ensesine kadar yarıyor, sonra öbür tarafına geçip orasını da aynı şekilde parçalıyordu. Bir tarafını parçalarken diğer tarafı eski hâline geliyor, adam da sürekli aynı şekilde parçalamaya devam ediyordu. Ben:
«–Sübhânallah! Bu hâl nedir?» dedim.
«–Hiç sorma, devam et!» dediler. Yürüdük. Fırın gibi bir yapıya vardık. Orada ne söylenildiği anlaşılamayan çığlıklar, feryadlar birbirine karışıyordu. O yapının içinde çıplak bir sürü erkek ve kadınların bulunduğunu anladık. Altlarından alevler yükseldikçe, onlar çığlık atıyor, feryat koparıyorlardı. Ben:
«–Bunlara ne oluyor?» dedim.
«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük. Nihayet kandan bir nehire vardık. Nehrin içinde yüzen bir adam, kıyısında da yanına birçok taş yığmış bir başka adam vardı. Nehirdeki adam çıkmak isteyince, kıyıdaki onun ağzına bir taş atıyor ve onu yerine geri çeviriyordu. Çıkmak için kenara her gelişinde aynı şeyi yapıyor ağzına bir taş atıyor, o da geri dönüyordu. Ben, yanımdaki iki kişiye:
«–Bu ikisinin hâli nedir?» dedim.
«–Hiç sorma, yürü hele!» dediler. Yürüdük. Çirkin bir adamın -gördüğünüz adamların en çirkini de diyebilirsiniz- yanına vardık. Adam, sürekli ateş yakıyor ve ateşin etrafında dolanıp duruyordu. Ben:
«–Bu adam kim?» dedim.
«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük; içinde baharın bütün çiçeklerinin bulunduğu geniş ve yemyeşil bir bahçeye vardık. Bahçenin ortasında gayet uzun boylu bir adam vardı. O kadar ki, göğe uzanan başını nerede ise göremeyecektim. Adamın etrafında, hayatımda hiç görmediğim kadar çok çocuk bulunuyordu. Ben:
«–Bu adam ve bu çocuklar kimlerdir?» dedim.
«–Yürü, yürü hele!» dediler. Yürüdük, Gide gide büyük bir ağaçlığa vardık ki ben onun gibi güzel ve geniş bir ağaçlık görmüş değilim. Beni götürenler, «Gir oraya!» dediler. Birlikte girdik ve bir tuğlası altın bir tuğlası gümüşten örülmüş bir şehirle karşılaştık. Şehrin kapısına varıp açılmasını istedik. Kapı açıldı, içeri girdik. Bizi, vücutlarının yarısı bugüne kadar gördüklerinizin en güzeli, diğer tarafı da bugüne kadar gördüklerinizin en çirkini birtakım adamlar karşıladı. Yanımdaki iki kişi onlara:
«–Gidip şu nehre girin!» dediler. Bir de ne göreyim, suyu süt gibi, bembeyaz, enine doğru akan bir nehir. Adamlar gidip nehre girdiler sonra çıkıp yanımıza geldiler. Çirkinlikleri tamamen gitmiş, hepsi de son derece güzelleşmişti. Beni götüren iki kişi:
«–Burası Adn Cenneti’dir, şurası da senin konağındır» dedi. Başımı kaldırıp baktım, bir de ne göreyim; beyaz buluta benzeyen bir köşk.
«–İşte burası senindir» dediler. Ben o iki kişiye:
«–Allah size büyük hayırlar ihsan etsin, bırakınız da oraya gireyim» dedim.
«–Hayır, şimdi değil! Sen oraya daha sonra gireceksin» dediler. Bunun üzerine ben:
«–Bu gece boyunca hayret verici şeyler gördüm. Gördüklerimin anlamı nedir?» dedim. Onlar:
«–Anlatalım» dediler:
«–İlk önce yanına vardığın kafası taşla ezilen adam var ya, o, Kur’ân’ı öğrendiği hâlde terk eden ve uyuyarak farz namazın (bilhassa sabah namazının) vaktini geçiren kimsedir. Avurdu, burnu ve gözleri demir çengelle yarılan adam, evinden çıkıp etrafa yalanlar yayan kişidir. (Diğer rivâyette şöyle buyrulur: «O bir yalancı idi, dünyada devamlı yalan söylerdi. Onun yaydığı yalanlar âfâkı sarardı. İşte bu yalancı kıyâmet gününe kadar bu şekilde azâb görecektir.») Fırın içindeki çıplak erkek ve kadınlar, zina eden erkek ve kadınlardır. Nehirde yüzüp yüzüp de taş yutan adam, faiz yiyen kişidir. Yanındaki ateşi sürekli yakarak etrafında dolaşıp duran çirkin görünüşlü kişi, cehennem bekçisi Mâlik’tir. Bahçedeki uzun boylu adam, Hz. İbrahim’dir. Etrafındaki çocuklar da İslâm fıtratı üzere ölen küçük yavrulardır.»” Müslümanlardan biri:
“–Ey Allah’ın Rasûlü! Müşrik çocukları da bunlara dâhil mi?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v):
“–Müşriklerin çocukları da dâhildir” buyurdu ve devam etti:
“–Vücutlarının yarısı güzel, yarısı çirkin olan adamlara gelince bunlar, sâlih amellerin yanında kötü işler de yapan kimselerdir. (Ancak) Allah onları affetmiştir.”
(Buhârî, Ta‘bîr, 48; Cenâiz, 93; Teheccüd, 12; Büyû’, 2; Cihâd, 4; Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 8; Tefsir, 9/15; Edeb, 69; Tirmizî, Rü’yâ, 10/2295)
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.] …/subhanallah-bunlarin-hali-nedir

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.887
  • 227.974
  • 28.887
  • 227.974
# 30 Ara 2014 18:41:27
ÖRÜMCEK AĞI
Dünya hayatında hep kötülük işleyen bir adamı ölünce cehennem kapısında bir melek karşıladı.
Melek adama şöyle seslendi:
"Hayatta iken tek bir Gün bile birisine iyilik yaptıysan
buraya girmeyeceksin. "
Günahkar adam uzun süre düşündükten sonra,
bir keresinde ormanda gördüğü örümceği hatırladı.
Balta girmemiş ormanda yürürken
önüne bir örümcek ağı çıkmıştı.
Adam ağı bozmamak ve örümceği ezmemek için
o gün yolunu değiştirmişti.
Heyecan içinde o günü meleğe anlattı.Melek adama gülümsedi ve ardından elini şaklattı. Gökten bir örümcek ağı inmişti. Adam bu ağa tutunarak cennete girebilecekti. Adam neşe içinde ağa tırmanırken cehennemden bazıları da bu ağa tutunarak cennete gitmeye çalıştılar. Ama adam ağın o kadar çok insanı taşımayacağından korkarak onları itmeye başladı.
Tam o sırada ağ gerçekten koptu ve diğerleri ile birlikte adam da cehenneme düştü.
"Yazık" dedi melek.
"Bencilliğin, hayatında işlediğin tek iyiyi de kötülüğe döndürdü.O insanlara şefkat gösterebilseydin eğer, ağın herkesi taşıyabileceğini de görecektin."
Unutmayin !!!
Bir mum, diger mumu tutuşturmakla ışığından
bir sey kaybetmez...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.887
  • 227.974
  • 28.887
  • 227.974
# 31 Ara 2014 16:39:58
Bir Salkım Üzüm | Bir Kıssa Bin Hisse
Avrupa hristiyanları, Papa’nın kışkırtması ile bir araya gelip Osmanlı topraklarına saldırmaya teşebbüs edince, yeryüzünün sultânı Kanunî Sultan Süleyman Han, ordusu ile sefere çıktı. Târihlere şan veren ordu ağır ağır ilerliyor, hedefine bir an önce ulaşmak için gayret sarf ediyordu.
Havalar da iyice ısınmıştı. Bir Hristiyan beldesindengeçerken, yolun dar olması sebebiyle, askerlerden kimisi üzüm bağlarından yürümek mecburiyetinde kaldı. Olgunlaşan üzümler susuzluktan dudağı çatlamış askerlere; “Al beni, ye beni” dercesine duruyordu. Askerlerden biri dayanamayıp, sahibinin haberi olmadan bir salkım üzüm kopardı. Yerine de bir keseye koyduğu parayı bağladı. Üzümü de yedi. Çok geçmeden mola verildi. Ordunun arkasından, kan ter içinde Hristiyan bir köylünün geldiği görüldü. Köylüyü komutana götürdüler. Çok heyecanlı olan köylü, komutanın eline mi, ayağına mı kapanacağını bilemedi.
Bir asker, kendi bağından kopardığı üzümün yerine para bırakmıştı. Bağında başka bir zarar yoktu. Böyle bir askere ve komutanına, elbette teşekkür etmeliydi. Ama komutan bu habere hiç sevinmedi. Bir askerinin başkasının malını izinsiz almasını bir türlü kabul edemiyordu. Tellâllar çağırtılıp, o asker bulundu. Bu arada Sultan da hâdiseyi öğrenmişti. Hemen o askerin ordudan atılmasını emretti ve;
-Kursağında haram lokma bulunan bir askerin bulundugu ordu ile zafer ve nusret müyesser olmaz, demekten kendini alamadı. Hristiyan köylü, üzümü alan askeri taltif ettirmek için geldiğini, hâlbuki işin tersine döndüğünü arz edince, komutan;
-Eger o asker parayı bağlamamış olsaydı, bu ordunun adı zâlimler ordusu olurdu. İşte o zaman, kellesi de giderdi. Parayı asmaya
bağlamakla kellesini kurtardı. Ama sahibinden izinsiz mal almakla da, seferden men cezasına çarptırıldı, dedi ve kahraman ordu yoluna devam etti. Orduya Belgrad yakınlarında bir yerde konaklama emri verildi. Askerler, çevredeki su ve çesmelerden istifâde edip, abdest tazelemeye, susuzluklarını gidermeye çalışıyorlardı. Çeşmelerden birinin yakınlarında bir manastır vardı. Manastırın rahibi, Osmanlı askerinin durumunu öğrenip, haçlı askerlerini haberdâr etmek için, manastırdaki rahibelerden birkaçını süsleyip, ellerine verdiği testilerle çeşmeye gönderdi. Rahibelerin geldiğini gören Osmanlı askerleri, hemen çeşme başından ayrılıp, rahibelere sırtlarını döndüler. Rahibeler testilerini doldurup gidinceye kadar kimse dönüp bakmadı. Rahibeler gelip durumu anlatınca; koparılan üzümlerin yerlerine para bırakıldığını duyan Rahip, bu kadarını beklemiyordu. Bunlar ne biçim insanlardı. Malda mülkte gözleri yoktu, kadına kıza iltifat etmiyorlar, memleketlerinden günlerce uzak yerlere kadar geliyorlar, korkmadan ve endişe etmeden canlarını veriyorlardı. Hemen kâğıt kalem istedi. Osmanlı askerlerinin karşısına çıkmak için hazırlanan
haçlı orduları komutanına şunları yazdı;
-“Ey haçlı kumandanları!.. Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bu insanlar canlarını düşünmeden, Allah yolunda komutanları emrinde çekinmeden can veriyorlar. Biliyorlar ki, gidecekleri yer Cennet’tir. Kadına kıza
ehemmiyet vermiyorlar, yanlarına gönderdiğim rahibelere sırtlarını döndüler. Mala mülke de önem vermiyorlar. Bütün mal ve mülklerini terk ederek cihâda çıkıyorlar. Herkese karşı iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar.
-Ey haçlı kumandanları!.. Siz, onlardaki bu hasletleri ortadan kaldırmadan karşılarına çıkıp savaşmaya kalkışırsanız, elinize binlerce askerinizin canına mal olacak acı bir tecrübeden başka bir şey geçmez.”
Buna rağmen haçlı kumandanları, kahraman Türk askerlerinin kılıçlarına yem olmak için adetâ birbirleriyle yarış ettiler. Türk askerine yeni yeni zaferler kazandırdılar. Avrupalılar, kendi kötü hasletlerini Osmanlılara aşıladıkları zaman, onları yenebileceklerini yıllar sonra anladılar ve faaliyetlerini bu yönde yoğunlaştırdılar.
Kaynak; Tarihimizden Düşündüren Hikayeler
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı bilaldikici

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 2.512
  • 57.273
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 2.512
  • 57.273
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 31 Ara 2014 19:35:14
İÇLERİNE SAKLAYALIM

İnsanoğlu mutluluğu hep hor kullanıyormuş...
Hep şikayetçi hep bıkkınmış...
 
Bir gün melekler mutluluğu saklamaya karar vermişler.
 " Saklayalım, zor bulsunlar. Zor buldukları için belki kıymetini bilirler " diyerek
başlamışlar tartışmaya. Sorun büyükmüş. Mutluluğu saklamak kolay değilmiş çünkü. Kimisi
" Everest'in tepesine saklayalım " demiş, kimisi
" Atlas Okyanusu'nun dibine" demiş.
 "Tac Mahal'in kubbesi, Mekke sokakları, İtalyan sofrası, bir hastanenin yeni doğan
odası,dondurma külahı, lale bahçesi... "Pek çok yer düşünmüşler ama hiçbiri yeterince zor gelmemiş... Derken meleklerden biri " İÇLERİNE SAKLAYALIM " demiş.
" Kimsenin aklına gelmez içine bakmak" İşte o gün bugündür mutluluk insanın kendi içinde saklıymış...
 Hiçbir mutluluk kolay gelmiyor. Kolay kolay gülmüyor insanın yüzü...
Emekte ve insanın içinde saklı mutluluk. Ne başkasının ekmeğinde, ne başkasının evinde, ne de başka bir şeyde......
 
Bu yüzden gözünüz hep içeride olsun!

Çevrimdışı bilaldikici

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 2.512
  • 57.273
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 2.512
  • 57.273
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 01 Oca 2015 14:17:53
500 kişi bir seminerdeydi. Birden konuşmacı durdu ve bir grup çalışması yapmaya karar verdi. Herkese bir balon vererek başladı. Herkes gazlı kalemle balonuna adını yazmalıydı. Sonra bütün balonlar toplandı ve bir odaya kapatıldı.
Katılımcılar odaya alındı ve 5 dakika içinde üzerine isimlerini yazdıkları balonu bulmaları söylendi. Herkes deli gibi kendi adını aramaya başladı, insanlar çarpıştılar, bir birlerini ittirdiler, tamamen bir kaos ortamı oluştu.
5 dakikanın sonunda kimse kendi balonunu bulamamıştı.
Konuşmacı bu sefer herkesin bir balon almasını ve üzerinde adı yazan kişiye o balonu vermesini söyledi. Bir kaç dakika içinde herkes kendi balonuna kavuşmuştu.
Konuşmacı dedi ki: "Yaşamımızda bunu görüyoruz. Herkes deli gibi mutluluğu arıyor ve nerede olduğunu bilmiyor. Bizim mutluluğumuz başkalarının mutluluğunda gizlidir. Onlara mutluluk verin; sizinki size gelir. Ve insanların yaşam amacı da budur...mutluluğun peşinden gitmek..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.887
  • 227.974
  • 28.887
  • 227.974
# 02 Oca 2015 15:31:55
“Titremene lüzum yok. Ben kral değilim. Ben Kureyşli, kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.” Diyen, tevazuuyla ve samimi secdesiyle yücelmiş bir peygamberin, Muhammed aleyhissalatü vesselamın ümmetiyiz… Şükürler olsun… Bu gece o mübarek rehberin doğumunun hicri yıl dönümü… Rabbimiz kendisine şöyle buyurmuştu: (Ey Peygamber) De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir." (Ali İmran, 31) Onun izinden gidebilmek bizlere nasip olsun.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.887
  • 227.974
  • 28.887
  • 227.974
# 02 Oca 2015 22:05:46
Cennetin Anahtarı | Bir Kıssa Bin Hisse
Bir gün Bayezid-i Bistamî k.s. Hazretleri’ne,
– ‘Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilâh olmadığına şehadet etmek) cennetin anahtarıdır.’ anlamına gelen hadis-i şerif hakkında ne dersiniz, diye sordular. Bayezid-i Bistamî k.s. şu açıklamayı yaptı:
– Hadis sahihtir. Ancak anahtar, dişleri olmadan açamaz. Cennetin anahtarı olan “Lâ ilâhe illallah” sözünün dişleri ise dört şeydir:
1. Yalan söylemeyen ve gıybet etmeyen bir dil,
2. Aldatmayan ve hıyanet etmeyen bir kalp,
3. Şüpheli ve haram şeyleri yemeyen bir mide,
4. Bid’at ve nefsin istek ve arzularının karışmadığı salih amel.

Çevrimdışı paptyaeylüler

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 03 Oca 2015 01:48:23
Fizikçi, matematikçi, kimyacı, jeolog ve antropologdan oluşan bir heyet bir araştırma için arazide bulunmaktadır. Birden yağmur bastırır. Hemen yakındaki bir arazi evine sığınırlar. Ev sahibi bunlara bir şeyler ikram etmek için biraz ayrılır.

Hepsinin dikkati soba üzerinde toplanır. Soba yerden 1 m. kadar yukarda, altındaki dizili taşların üzerindedir. Sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğine dair bir tartışma başlar.

Kimyacı:
-Adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamış.

Fizikçi:
-Adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş.

Jeolog:
-Burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan herhangi bir deprem anında sobanin taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak yangın olasılığını azaltmayı amaçlamış.

Matematikçi:
-Sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece de odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış.

Antropolog:
- Adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı nedeniyle sobayı yukarıya kurmuş.

Bu sırada ev sahibi içeri girer ve ona sobanın yukarda olmasının nedenini sorarlar. Adam cevap verir:
- Boru yetmedi!!!"

İNSANLARI ANLAMAK ZORDUR... HERKES KENDİ MERKEZİNDEN BAKAR, DOĞAL OLARAK "KENDİ MERKEZLİ" GÖRÜR... NE KADAR FARKLI BAKARSAK BAKALIM, ORTAK PAYDAMIZ İNSAN OLMAKTIR VE İNSANIN İNSANLIĞA İNSAN OLMAKLA GETİRDİĞİ BİR BORCU VARDIR, HOŞGÖRÜ VE ADALET...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.887
  • 227.974
  • 28.887
  • 227.974
# 03 Oca 2015 15:00:14
Geçenlerde yağan kar nedeniyle birçok kaza
yaşandı. Bunlardan birisi zincirleme bir
kazaya karışan ve çok şükür kendisine bir şey
olmayan bir kadının başına geldi. Korkuya
kapılan kadın ilk iş olarak eşini aradı ve
eşinin ilk cevabı “Arabada bir şey var mı?” oldu…

Bir başka kadının doktor randevusu vardı.
Tek başına gitmeye çekindiği bir
randevuydu. Fakat yakın bir akrabası
olmadığından tek başına gitmesi
gerekiyordu ve eşine söyledi ama
gelemeyeceği için ısrar etmedi. Sadece randevu saatini söyledi ve dua istedi... Muayene sonucu korktuğu gibi olmadı,
sonuç iyiydi. Eve geldi ve eşinin randevunun
nasıl geçtiğiyle ilgili bir şeyler sormasını
bekledi… Aradan on beş gün geçti. Hala
bekliyor...

Bir adam arabasından inerken kaydı ve
düştü, ayak bileği incindi. (Sonradan kırık
olduğu anlaşıldı.) Kapıda kendisini
karşılayan eşi arkadaşıyla konuşuyordu.
Adam canının yandığını, ayağının kırılmış
olabileceğini söyledi. Ama kadın “Aaa, öyle mi?” diyerek arkadaşıyla konuşmaya devam
etti, adam donakaldı... Hala donmuş
durumda, duygusu yok...

Bir başka adam babasının hasta olduğunu
öğrendiği için akşam babasına uğramak
istediğini söyleyince, eşi “Ama dışarıda
yemek rezervasyonumuz vardı.” cevabını
alınca üzüntüsünü içine attı...

Ve daha birçok örnek... Her gün
yaşadığımız, yaşattığımız... Kendimiz için önemli olan bir şeyi karşımız
için aynı önemde görmediğimiz onca olayın
içinde kalpler kırılıyor. İlişkiler can çekişiyor. Bazı önemli olaylar vardır, bunların
ıskalanması telafisi zor aralıklar koyar
insanların arasına. Sonra herkes unutmuş
gibi yapar. Bazen çaresizlikten, bazen de
durum acı verse de ilişkiyi bitirmek için
yeterince büyük görülmediğinden...

Fakat hesap bir gün kabardığında, çok küçük bir
rüzgar gelir ve çok güçlü zannedilen ilişkiler
dağılıp gider. Yıpranma yıllar sürer, yıkılması ise bir andır.
Bazen hiç ummadığınız bir şey gelir ve sizin
çok sağlam sandığınız her şeyi alır götürür. Küçük ihmaller, hiçbir zaman küçük
değillerdir. Altlarında daha derin
düşünceleri örterler. Bunların başında da
“Sana değer vermiyorum!” düşüncesi vardır
veya “Senin acın beni ilgilendirmiyor!”
düşüncesi...

İşte ruh birlikte eğlenebildiği ama birlikte acısını paylaşamadığı ruha karşı
soğur. İnsan, karşısındaki insanın kendisini ne
kadar sevdiğini verdiği hediyelerle ölçmez
çoğu kere. Böyle durumlarda sınanır sevgi.
Ve insan sınanana kadar ne kadar sevildiğini
bilemez. Ne kadar sevdiğini de. Sevgi sınar
çoğu kere ve bazıları kaybeder çok azı da kazanır...

Bu günlerde kaybedenler çoğunlukta
görünüyor. Sanıyorum ki bir nedeni de
yanımızdakinin acısına duyarsızlaşmamız...
Hep eğlenceli bir şeylerin peşinden
koşmamız... Ve sadece kendimiz için yaşama
çabamız... Oysaki yanımızdaki olmadan yaşayamayacağımızı unutuyoruz.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.887
  • 227.974
  • 28.887
  • 227.974
# 03 Oca 2015 19:36:08
Cami Kapısından Geçerken Ezanın Okunduğunu Duyan Şoför
Geriye Dönüp Patronundan İzin İster :
-Beyefendi İzin Verirseniz Ezan Okunmuşken Şuracıkta Namazımı Kılsam da Yola Devam Etsek? Der
Patron Pek de Memnun Olmasa da İzin Verir.
Şoför Camiye Girer, Patron da Arabanın İçinde Bekler.
...Ancak Cemaat Namazını Kılıp Çıktığı Halde Şoför Çıkmayınca Canı Sıkılan Patron,
Arabadan İnip Caminin Avlusuna Dalar,
Pencere Camına Başını Dayayıp İçeri Bakar ki,Şoför Ellerini Açmış Duaya Devam Ediyor..
Camı Tıklatarak Seslenir:
-Herkes Çıktı Ne Duruyorsun Sen de Çıksana!
Gelen Cevap İbretlidir ; Bırakmıyor !
-Kim Bırakmıyor? Der Patron ,
-Cevap Gelir ; Seni İçeri Bırakmayan !
Bir Düşünce Sarar Patronu 'Seni İçeri Bırakmayan' Nidası ..
Hemen Orada Abdestini Alır Camiye Girer ve Yanına Vardığı Şoföre Seslenir İşte , Der Beni de Bıraktı!
Yaşlı Gözlerle Bakan Şoför Seslenir :
-Elbette Bırakır, Der. Deminden Beri Boşuna mı Gözyaşlarıyla Dua Ediyorum Sanıyorsun ?
Senin Dışarıda Kalmana Gönlüm Bir Türlü Razı Olmadı.
Ellerimi Açıp İçeri Alınman İçin Dua Ettim.
Şükürler Olsun RABBİM Kabul Etti Duamı da İçeri Aldı Seni Dışarda Bırakmadı

Çevrimdışı Asİ Mavİ

  • Uzman Üye
  • *****
  • 4.019
  • 8.340
  • Özel Eğitim Öğrt.
  • 4.019
  • 8.340
  • Özel Eğitim Öğrt.
# 03 Oca 2015 22:42:05
...

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK