EKMEKÇİ TEYZE
(Muhyiddin Üftade (ks) ve Aziz Mahmud Hüdayi (ks) Hazretleri)
Bir Bursa seyahatimizde, Ulu Cami’de öğle namazımızı edâ ettikten sonra çıktık. Eşim, arabayı otoparktan alırken, biz biraz çarşı içine doğru yürüdük. Hava çok soğuk… Yolun kenarında soğuktan büzülmüş yaşlı bir teyze dikkatimizi çekti. Önüne serdiği çuvalın üzerinde köy ekmekleri...
“-Ekmeklere buyurun!..” derken göz göze geldik. Bana gülümseyip:
“-Kızım, gel sana da ekmek vereyim!” dedi. Alsam mı, almasam mı diye düşünerek yanına yaklaştım.
“-İki tane verir misin, teyzeciğim!..” dedim. Ekmekleri poşete koyarken:
“-Vaktin varsa, gel yanıma, biraz sohbet edelim.” dedi. “Her zaman senin gibileri nereden bulacağım!” derken etrafındaki kartonlardan bana oturacak bir yer ayarladı. Yanımdaki kızlarıma:
“-Siz de şuraya gelin!” dedi ve başladı anlatmaya… “-Kızım, benim ömrüm çok çileli geçti. Ama Rabbimden çok râzıyım. O beni, hiç yoktan var edip kulluğa kabul etmiş ve kendini sevdirmiş. Artık çilelerin bir ehemmiyeti kalır mı hiç? Öyle değil mi? Henüz on bir yaşında, otuz bir yaşındaki biriyle evlendirildim. Anam-babam; «Biz çok fakiriz; orada rahat edersin!» diye düşündüler belki de…Hâlbuki gelin gittiğim ev de bizim gibi yokluk içindeydi. Küçük yaşımda hem kayınvâlidemden, hem kayınpederimden, bazen de eşimden şiddet görüyordum. Yediğim dayakların haddi hesabı yoktu. Onlar beni çocuk olarak görmüyor ve bir yetişkinin yapabileceği işleri yaptırıyorlardı bana… Tabiî, gücüm yetmeyince de dayağı yiyordum. Çocukluk yıllarım böyle geçti. Eşim hastaydı, pek çalışmazdı. Gençliğimde âdeta bir erkek gibi, evin bütün yükü bana aitti. Bu arada dört çocuğum oldu. Beyim evlendiğimde bana namaz kılacak kadar sûre ezberletti. Onlarla namaza başlamıştım. On iki yaşımdan beri hep kılarım.” Bu sırada kızıma dönüp:
“-Sen de hiç namazlarını bırakma kızım! Namaz insanın en güzel dosttudur.” diyerek konuşmasına devam etti:
“Bir Ramazan’da imam efendi, hutbede teheccüd namazı kılmanın çok sevap olduğunu söylemişti. Onu duyar duymaz teheccüd namazına başladım. Her gece on iki rekat kılardım. Sonra da ellerimi açar:
“Rabbim, Sen ne güzel bir Rab’sin. Ben Seni çok seviyorum. Sen de beni sev ve sevdiklerine sevdir!” diye duâ ederdim. Bir gün kayınvalidem, felç geçirip yatalak hasta oldu. Hiç kimse bakmaya yanaşmadı. Ben sırf Allah rızası için yıllarca «öf» bile demeden ona baktım. Ölmeden evvel benden helâllik istedi.
“-Ben sana hayatı zehir ettim. Sen ise, bana başa kakmadan hizmet ettin; hakkını helâl et kızım!..” dedi. Ben de:
“-Helâl hoş olsun anacığım. Ben seni mahcup etmek için değil, Allah rızâsı için sana baktım!..” dedim.
Kayınvâlidem vefat edince, kayınpederim yatalak oldu. Aynı şekilde ona da baktım. Hiç yüksünmedim. Onun ardından, zaten hasta olan eşim yatalak oldu. Geçen yıl rahmetli olana kadar da ona baktım. Tam 52 senem böyle geçti. Çok yokluk gördük, kızım!.. Günlerce mutfağımızda tencere kaynamadığı oluyordu. Dağlardan ot toplayıp onları kaynatıp çorba diye çocuklarıma yedirirdim. Çocuklar okula giderken bir gün açlıktan ağlaştılar. İşte o gece teheccüdde:
“-Rabbim, ben Sen’den ve bana verdiğin rızıktan râzıyım. Ama çocuklar açlığa dayanamıyor. Ne olur, onlara yedireceğim helâl bir rızık ikram et!..” diye duâ ettim. Sabah namazından sonra uyumuşum. Rüyamda yanıma beyaz sakallı bir dede geldi. Yanında da orta yaşlarda, güzel yüzlü bir zât vardı:
“-Kızım, ben Bursalı Üftade’yim; yanımdaki de Aziz Mahmud Hüdâyî’dir. Sen, yarından itibaren ekmek pişir ve onu sat! Çocuklarının rızkını temin et!” dedi.
O, arkasını dönüp giderken Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri omzundaki sırığı gösterdi ve:
“-Bak, ben, şeyhim «Ciğer sat!» dediğinden beri, ihtiyacım olmadığı hâlde satmaya devam ediyorum. Senin ise, kazanacağın paraya ihtiyacın var. Ona itaat et!..” dedi ve gitti. Uyandım, saate baktım. Yatışımla kalkışım, neredeyse beş dakika olmuş. Bu rüyanın bir işaret olacağını düşünerek komşulardan borç un aldım ve köy ekmeği yaptım. Bunları satmak için Ulu Câmi’in önüne getirdim. Birkaç tane satınca yanıma yaşlı bir dede geldi:
“-Kızım, ekmek kaç lira?” diye sordu. Ben:
“-Dört lira, dedeciğim.” dedim.
“-İki ekmek sar, bakalım.” dedi ve bana otuz lira verdi. Ben paranın üstünü hazırlamaya çalışırken, dede:
“-Üstü kalsın, sana sermaye olsun!..” dedi ve gitti.
Akşama kadar güzel satış yaptım. Çok sevinçliydim, birkaç ekmek kaldı, onu da yolda satarım düşüncesiyle ekmek bohçamı toplayıp giderken orta yaşlarda bir adam, önüme geçip kollarını açtı:
“-Teyze, ne satıyorsun?” dedi. Ben de:
“-Ekmek satıyorum.” dedim.
“-İki tane de bana verir misin?” diye sordu.
“-Tabiî oğlum.” dedim ve bohçadan iki ekmek çıkarıp verdim. O da otuz lira verdi.
“-Üstü kalsın, sermaye yaparsın.” dedi ve uzaklaştı.
Kalan iki ekmekle eve döndüm. Kazandığım paranın bir kısmı ile un, tuz vs. aldım. Çocuklara güzel yemekler hazırladım. Uzunca aradan sonra, doğru düzgün yemek yemenin sevincini hep beraber yaşıyorduk. Yatsı namazını kılıp Allâh’a hamd ettim. Çok yorulmuştum. Usulca yatağıma kıvrıldım; birden aklıma benden ekmek alan yaşlı adam ve genç olanı geldi. İkisi de otuz lira vermiş ve farklı zaman dilimlerinde aynı şeyi, yani “paranın üstünü sermaye yapmamı” söylemişlerdi. Ve ikisinin de sîmâsını tanıyor gibiydim. O an aklım başıma gelmişti; bir gece evvel rüyamda gördüğüm Üftâde Hazretleri ile Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’ydi onlar… “O an nasıl aklıma gelmedi?” diye kendime kızdım. Bu yaşadığım hadisenin tesirinden yıllardır kurtulamadım. Allah, yıllarca sabrettiğim için bana dostlarıyla yardımını göndermişti. Kazandığım ekmek parası ile çocuklarım aç kalmıyordu, ama elime geçen para da mutfak ihtiyacından başka hiçbir şeye yetmiyordu. Aylardır kiramızı ödeyemiyorduk. Ev sahibinin tahammülü kalmamıştı. Bir gün kapımıza dayandı ve:
“-Artık evden çıkın!..” dedi. Nereye gidebilirdim? Eşyamı taşıtacak param bile yoktu. O gece teheccüde kalktığımda, 12 yaşımdan beri yaptığım gibi on iki rekât namaz kıldım. Ardından Rabbime niyaz ettim. Sabah namazından sonra uyuyunca, aylar sonra yine Üftâde Hazretleri rüyama teşrif etti. Bana bir ev adresi verdi.
“-Bu adreste sana ayırdığımız ev var. Hatta benim evime çok yakın!.. Orayı git, satın al!..” dedi.
Kollarını açıp evin nerede olduğunu, içini dışını, her şeyini gösterdi. Uyanınca şaşkındım. “Gerçekten böyle bir ev var mı ki?” diye düşündüm. Bana söylediği adres aklımdaydı. Unutmadığıma göre, Allah dostlarına îtimat edip gidip bakmalıyım, dedim ve verilen adrese gittim. Gerçekten dün rüyamda bana gösterilen ev, karşımda duruyordu. Çok sevinmiştim. Kapıyı tıklatıp evlerinin satılık olup olmadığını sordum.
“-Satılık!” dediler, ücretini söylediler. Ben de onlara:
“-Tamam, ben parayı ayarlar ayarlamaz gelirim!” dedim.
Fakat kendi evime dönerken o söylenen miktarı hiçbir zaman bulamayacağımı biliyordum. Üç ay tanıdıklarımdan bulmaya çalıştım, ama kızım, kimse fakirin dostu olmuyor işte... Bir türlü bulamadım. Bir taraftan da “zaten üç ay geçti, başkası o evi almıştır!” diye düşünüyor ve üzülüyordum. Arada evine temizliğe gittiğim yaşlı bir dede vardı. Bir gün telefon açıp beni temizliğe çağırdı. Evine gittim, temizliğini yaptım. Bahçe işlerinde de yardımcı oldum, bana:
“-Kızım, yıllarca bize hizmet ettin. Artık bizim vademiz dolmak üzere!.. Bize çok hakkın geçti. Ölmeden önce sana bir iyilik yapmak istiyorum. Bir şeye ihtiyacın var mı?” diye sordu. Ben de:
“-Duânıza muhtacım, amcacığım… Zaten sen yaptıklarımın hep ücretini ödedin. Bir hakkım yok!..” desem de ısrar etti. Ben de rüyamı anlatıp Üftâde Hazretleri’nin gösterdiği evden bahsettim.
“-Müsait olursanız ona gönlünüzce katkıda bulunabilirsiniz!..” dedim. O:
“-Ev kaç paraymış?” dedi. Ben de ev sahibinin istediği fiyatı söyledim.
“-Üftâde Hazretleri’nin emri başımız üstüne!..” deyip evin bütün ücretini verdi.
Üftâde Hazretleri’nin himmeti, dedenin yardımı ile Allah bizi bir zorluktan daha kurtarmış oldu, elhamdülillah! Eve taşındım. Evimin hemen yanında bir harâbe vardı. İki yıl sonra Belediye gelip etrafını çevirdi ve restorasyona başladılar. Bitince şaşırdık. Çok güzel bir tekkeymiş meğer... Orada çalışan işçilere:
“-Burası ne tekkesiymiş?” diye sordum. Onlar da:
“-Burası, Üftâde Hazretleri’nin evi ve talebelerini yetiştirdiği tekke!..” dediler.
Gerçekten o an bir kez daha titredim. Üftâde Hazretleri, bana evimi gösterirken:
“-Benim evimin yanında!..” demişti. Gerçekten Allah dostlarının tasarrufu, Allâh’ın izni ile üzerimizde...
Aman yavrularım, bunlar hep teheccüd namazlarının ardından edilen gözü yaşlı duâların geri çevrilmediğini gösteriyor. 52 yıldır, elhamdülillah, hiç terk etmedim. Geçen yıl da hem okuma-yazma öğrendim, hem de güzel kitabımız Kur’ân’ı öğrendim. Şimdi her gece teheccüd namazından sonra Yâsîn Sûresi’ni okuyorum. Bütün ölmüşlerime, özellikle beni küçük yaşlarımda çok döven ve çocuk olduğum hâlde beni evlendiren ana-babacığıma hediye ediyorum. Allah’a, onları affetmesi için duâ ediyorum. Ben bana yapılanları unuttum.” Bu sırada kızım:
“-Teyze, benim öyle annem-babam olsaydı, onlara hiç duâ etmezdim!..” dedi. O da:
“-Olur mu yavrum, annem-babam olmasa ben dünyaya nasıl gelecektim?! Onların vesîlesi ile dünyaya geldim ve Rabbime kul, en önemlisi güzel Peygamberimize ümmet oldum. Yoksa bu nimetleri kaçıracaktım. Bu, iki dünyanın en büyük nîmetidir. Ben Peygamberimi çok seviyorum. O’nun çektiği çileler yanında, benim çektiğim ne ki... Bazen O’nu -sallâllâhu aleyhi ve sellem- o kadar çok özlüyorum ki, yüreğim yanıyor. Hasretle çağırıyorum. Rüyalarıma geliyor. O’nu görünce bu dünyanın çilelerini unutup gidiyorum. Allah, O’nun yolundan bizi ayırmasın!..” diye cevap verdi.
(Şebnem Dergisi, Ağustos 2014, Halime Demireşik)