İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı yoncalodi

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 10.067
  • 18.369
  • Müdür Yetkili
  • 10.067
  • 18.369
  • Müdür Yetkili
# 28 Eyl 2014 22:41:36
Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış... Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini... Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam, "Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş. Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar,"Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış. Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadam, terzinin yanına yaklaşıp, "Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince, "Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş terzi. Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş. "Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam, "Ben terziyim" yanıtını alınca "Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi. Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş. Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş. Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş. Ve başlamış anlatmaya: "Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş. Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona "Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş. Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış. Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın..." Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş... Dostluk iplerinizi koparmamanız dileğiyle....... 

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 29 Eyl 2014 16:15:24
Bir kadın vardı. Her yıl doğurur, çocukları ise, altı aydan fazla yaşamazdı. Kadın yirmi çocuk doğurmuş yirmisi de ölmüştü. Her çocuğun ardında feryat ederdi.

Sonunda, "Ey Allah'ım! Bu çocuklar bana dokuz ay yük olur, bense onlar altı aydan fazla sevemem. Altı ay geçmeden elimden alırsın" diyerek canını yakan ıstıraptan şikâyet etti.

O gece rüyasında cenneti gördü. Cennetteki sayısız nimetlerin arasında kendi adının yazılı olduğu bir köşk vardı. Kadına, "Bu köşk acılara katlanan, ıstıraplara tahammül eden, Allah sevgisiyle her şeyini feda edenindir. İbadetlerinde gevşeklik gösteren kullarını, Allah musibetleriyle sınar" dediler.

Cennet nimetlerini görmenin sarhoşluğuyla kadın, "Allah’tan gelen başım gözüm üstüne" dedi. Yavaş yavaş cennet bahçesinde ilerleyip köşküne girdiğinde, bütün çocuklarının orada olduğunu gördü.

***

Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

Bir annenin çocuğu ölünce Allah (c.c) meleklerine,

"Kulumun çocuğunun ruhunu aldınız mı?" der. Melekler,

"Evet" derler.

Cenâb-ı Hak, "Onun kalbinin yemişini, hayatının meyvesini kopardınız mı?" der.

Melekler, "Evet" derler.

Allah Teâlâ, "Kulum ne dedi?" diye sorar.

Melekler, "Sana hamdetti. 'Biz Allah’a teslim olmuşuz, ancak ona döneriz' dedi” derler.

O zaman Allah Teâlâ, "Kulum için cennette bir ev yapın, o evin adını da, hamd evi diye koyun" buyurur.
Mesnevide Geçen Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 29 Eyl 2014 19:47:31
BAŞARININ SIRRI (MUTLAKA OKUYUN)

İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.

Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. 'Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli… Benimle Paylaşmak ister misin?' diye sordu yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da, 'Sana yardım edebilirim' dedi. Çek defterini çıkardı. İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: 'Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al' dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.

İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller' e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına. 'Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim' diye düşündü. John Rockefeller' e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı. Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.

Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü. Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire 'Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir' dedi. 'Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor' diye ekledi. Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.

İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı.

Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti.

Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.

Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok.

Herkese başarılar dilerim.

Çevrimdışı endorfin2000

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 504
  • 212
  • 504
  • 212
# 29 Eyl 2014 23:32:54
GARİP DİYE ÇAĞIRIYORLARDI,ÖLÜNCE AKRABALARI SIRAYA GİRDİ

 
29.09.2014 10:47

Konya’da otobüsün altında kalarak ölen Poşetli Dede'nin iki banka hesabında 1 milyon TL'nin üzerinde parasının bulunduğu ortaya çıktı.

Konya’da şehirlerarası otobüs terminalinde geri manevra yapmaya çalışan yolcu otobüsünün altında kalarak hayatını kaybeden “Poşetli Dede” ve “Garip” olarak bilinen kişinin kimliği belirlendi. 75 yaşındaki Mehmet Keleş olduğu belirlenen yaşlı adamın, iki banka hesabında 1 milyon TL'nin üzerinde parasının bulunduğu ortaya çıktı.
Konya’da derin bir üzüntüye neden olan kazanın ardından, "Poşetli Dede" için birçok söylenti de ortaya çıktı. Kimilerine göre ODTÜ’den terk, kimi ne göre de kimya mühendisi olarak hakkında söylentiler çıkan “Poşetli Dede”nin kimliği de merak ediliyordu. Kazanın ardından Beyhekim Devlet Hastanesimorguna kaldırılan “Poşetli Dede”nin yapılan araştırmalar sonucunda isminin Mehmet Keleş olduğu belirlendi.
Vanlı olarak bilinen Mehmet Keleş’in Çorumlu olduğu, İstanbul ve Ankara'da yaşayan yeğenlerinin Konya emniyetiyle temasa geçerek, cenazeyi almak istedikleri belirtildi.
Cenazenin bulunduğu Beyhekim Devlet Hastanesi’ne Çorum'dan bir yakının gelerek cenazeyi almak istediği ancak savcının birinci dereceden yakın olmadıkları gerekçesiyle Mehmet Keleş’in cenazesini teslim etmediği öğrenildi. 15 günlük süre zarfında birinci dereceden yakınlarının başvurmaması halinde “Poşetli Dede”nin kimsesizler mezarlığına defnedileceği ifade edildi.
Yıllardır Konya'da bulunan ve vatandaşlar para toplayarak geçimini sağlayan Mehmet Keleş'in topladığı paraları kimliği açıklanmayan bir esnafa teslim ettiği öğrenildi. Esnafın kendisine verilen paraları da Mehmet Keleş için açtığı bir hesapta tuttuğu ortaya çıktı. Mehmet Keleş'in ölüm haberinden sonra ismi açıklanmayan esnafın bankada tuttuğu paraları akrabalarına verilmek üzere emniyete teslim ettiği öğrenildi. Emniyete teslim edilen para miktarının ise 1 milyon TL'nin üzerinde olduğu açıklandı. Halen hastane morgunda bekleyen cenazenin İstanbul ve Ankara'dan gelecek olan kişilerin Mehmet Keleş'in yakınlarının olduğunun tespit edilmesinden sonra teslim edileceği ifade edildi.
Öte yandan, Mehmet Keleş'e ait olduğu belirtilen 1 milyon TL'nin üzerindeki paranın akrabalarına hemen teslim edilmesinin mümkün olmadığı, bunun için gerekli olan resmi prosedürlerin tamamlanmasının gerektiği kaydedildi.

İHA

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 30 Eyl 2014 17:25:32

MUHTEŞEM BİR HİKAYE : GÖZ YAŞLARIYLA OKUYACAKSINIZ !!!

Okulun ilk gününde 5. sınıfın önünde dururken, öğretmen çocuklara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Ancak bu imkânsızdı, çünkü ön sırada oturduğu yerde bir yana kaykılmış
ismi Mustafa Yılmaz olan bir erkek çocuk vardı. Bayan Mediha bir yıl önce Mustafa yı izlemişti ve diğer çocuklarla iyi oynamadığını, elbiselerinin kirli olduğunu ve sürekli olarak kirli dolaştığını gözlemişti. İlave olarak Mustafa tatsız olabiliyordu. Bu öyle bir noktaya geldi ki, Bayan Mediha onun kâğıtlarını büyük bir kırmızı kalemle işaretlemekten, kalın çarpılar (x ) yapmaktan ve kâğıdın üstüne büyük? F? (en düşük derece) koymaktan zevk alır oldu.

Bayan Mediha nın okulunda, her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu ve Mustafa nın kayıtlarını en sona bıraktı. Ancak, onun hayatını gözden geçirdiğinde, bir sürpriz ile karşılaştı.

Mustafa nın birinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

Mustafa gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapıyor ve çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli?

İkinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

Mustafa mükemmel bir öğrenci, sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor, ama annesinin ölümcül bir hastalığı olduğu için sıkıntı içinde ve evde ki yaşamı mücadele içinde geçiyor.?

Üçüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

Mustafa nın annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Mustafa elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, ama babası ona ilgi göstermiyor ve eğer bazı adımlar atılmazsa evde ki yaşamı yakında onu etkileyecek.

Mustafa nın dördüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

"Mustafa içine kapanık ve okulda derslere çok fazla ilgi göstermiyor. Çok
fazla arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor.

Bunları okuyunca, Bayan Mediha problemi kavradı ve kendinden utandı.

Öğrencileri ona güzel kurdelelerle ve parlak kâğıtlara sarılmış hediyeleri
getirdiğinde bile çok kötü hissediyordu. Mustafa nın hediyesini alıncaya
kadar bu böyle devam etti.

Mustafa nın hediyesi bir marketten aldığı kalın, kahverengi ambalaj kâğıdı
ile beceriksizce sarılmıştı.

Bayan Mediha onu diğer hediyelerin ortasında açmaktan acı duydu. Bayan Mediha pakette taşlarından bazıları düşmüş yapma elmas taşlı bir bilezik ve çeyreği dolu olan bir parfüm şişesini çıkarınca çocuklardan bazıları gülmeye başladı. Ama o bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırdığında çocukların gülmesi kesildi. Bileziği taktı ve parfümü bileklerine sürdü. Mustafa, o gün okuldan sonra öğretmenine şunu söylemek için kaldı.

Öğretmenim bugün aynı annem gibi kokuyordunuz.

Çocuklar gittikten sonra, Bayan Mediha en az bir saat ağladı. O günden
sonra, okuma, yazma ve aritmetik öğretmeyi bıraktı. Bunun yerine, çocukları
eğitmeye başladı. Bayan Mediha, Mustafa ya özel ilgi gösterdi. Onunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu. Onu daha fazla teşvik
ettikçe, daha hızlı karşılık veriyordu. Yılın sonuna kadar Mustafa sınıfta
ki en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları aynı derecede sevdiğini
söylemesine rağmen, Mustafa onun gözdelerinden biri idi.

Bir sene sonra, Bayan Mediha kapısının altında Mustafa dan bir not buldu,
ona hala tüm yaşamında sahip olduğu en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu.

Altı yıl sonra Mustafa dan bir not daha aldı. Liseyi bitirdiğini, sınıfında
üçüncü olduğunu ve onun hala hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı.

Bundan dört yıl sonra, bazı zamanlar zor geçmesine rağmen okulda kaldığını,
sebatla çalışmaya devam ettiğini ve yakında kolejden en yüksek derece ile
mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı. Yine Bayan Mediha nın tüm
yaşamında ki en iyi ve ne favori öğretmen olduğunu yazmıştı. Sonra dört yıl
daha geçti ve başka bir mektup geldi. Bu kez fakülte diplomasını aldıktan
sonra, biraz daha ilerlemeye karar verdiğini açıklıyordu. Mektup onun hala
karşılaştığı en iyi ve en favori öğretmen olduğunu açıklıyordu. Ama simdi
ismi biraz daha uzundu.

Mektup söyle imzalanmıştı,

Prof. Dr. Mustafa Yılmaz ( Tıp Doktoru)

Öykü burada bitmiyor.

Görüyorsunuz, ortaya çıkan başka bir mektup var.

Mustafa bir kızla tanıştığını ve onunla evleneceğini söylüyordu. Babasının
birkaç hafta önce vefat ettiğini açıklıyordu ve evlenme töreninde Bayan
Mediha nın damadın annesine ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu.

Şüphesiz Bayan Mediha bunu kabul etti. Ve tahmin edin ne oldu?

Taşları düşmüş olan o bileziği takti. Dahası, Mustafa nın annesinin süründüğü parfümden sürdü.

Birbirlerini kucakladılar ve Dr. Mustafa, Bayan Mediha nın kulağına şöyle fısıldadı,

"Bana inandığınız için teşekkür ederim, öğretmenim.

Bana önemli olduğumu hissettirdiğiniz ve bir fark meydana getirebileceğimi gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim"

Bayan Mediha, gözlerinde yaslarla fısıldadı, söyle dedi,

Mustafa, yanlış şeylere sahiptim. Bir fark meydana getirebileceğimi bana
öğreten sensin. Seninle tanışıncaya dek, nasıl öğreteceğimi bilmiyordum".

Birinin Hayatında Bir Fark Oluşturmaya Çalışın.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 01 Eki 2014 22:10:34
Ezilen kedi!
Neriman Hanım muayene olduğu doktoruyla konuşuyor:
-Doktorum, hani sen kedileri seversin diye anlatmak istedim. Bizim de bir kedimiz var. Tekir.
-Aaa.. Kediniz var demek. Piyasada normalde tekir cinsi satmıyorlar pek. Ben görmedim hiç.
-Sorma doktorum. Bizi hikâyemiz tam ibretlik. Anlatayım sana. Bir gün lisede okuyan oğlum okul dönüşü telefon etti. -Anne bir kedi buldum sokakta. Eve getireceğim. -Oğlum sokak kedisi, olurdu, olmazdı. -Anne araba çarptı, hayvanın kuyruğu kopmuş. Bacağı ezik. Bunu kurtarmamız lazım. Aman oğlum ne diyorsun. Olurdu, olmazdı, kediyi getirdi. Hayvan kan reva içinde. Acıdık. Götürdük veterinere. Ameliyat ettirdik. İyileşti. Kuyruksuz muyruksuz ama evimizin maskotu, tüm aile onu çok seviyoruz.
-Büyük sevap işlemişsiniz.
-Daha bitmedi. O hayvan evimize geldi ya. Kocam epeyce bir süre işsizdi. Hemen iş buldu. Bir de biz birbirimizle didişip duran çok huzursuz bir aileydik. Evimize bir huzur geldi, bir mutluluk geldi, bir görsen. Çok şükür. Ben bu kedinin bereketidir diyorum.
-Maşallah Allah’tan başka kimsesi olmayan çaresiz bir hayvanı kurtarmanızı Allah ödüllendirmiş. Allah huzurunuzu eksiltmesin.” Dr. Muhammed Bozdağ

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 06 Eki 2014 07:15:22
Namazdan Kurtulmanın beş yolu !
Bütün ibadetlerine yerine getirmeye çalışan bir adam varmış. Orucunu tutar, zekatını verir, insanlara yardım elini uzatmaktan hiç geri kalmazmış.Yalnız bu adamın bir kusuru varmış:

Namaz kılmak ona çok ağır gelirmiş, üşenirmiş.

Bir gün varmış gitmiş çok büyük bir hocanın yanına.

Demiş ki:

Hocam ne yap et beni şu namazdan kurtar. Namaz kılmamak için ne yapmam gerekse söyle yapayım.Yeter ki şu namazdan kurtulayım demiş.

Hoca:

Ya evlat ben hiçbir yerde ne duydum ne işittim bu namazdan kurtuluş yok, borcun kılacaksın demiş.

Adam yalvarmış bul hocam diye.Hoca müddet istemiş adam gitmiş.

Aradan haftalar geçmiş,adam gelmiş:

Buldun mu hocam demiş, kurtulacak mıyım?

Hoca: Buldum evladım eğer şu 5 şarttan biri sana uyuyorsa NAMAZ dan mesul değilsin:

1-ÖLÜ İSEN

2-DELİ İSEN

3-ÇOCUK İSEN

4-HAYVAN İSEN

5-KAFİR İSEN

tercih senin...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 13 Eki 2014 15:33:21
ÇOCUKLARINIZA BU HİKAYEYİ OKUMALISINIZ.. [linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Küçük japon balığı için sıradan bir gündü. Akvaryumun içinde bir o yana bir bu yana salınıp duruyordu. Canı sıkıldıkça hava püskürten motora yaklaşıp havanın kendisini itmesine izin veriyordu. En büyük eğlencesi de buydu.
Bazende akvaryumdaki küçük sandıktan çıkan baloncukları yakalamaya çalışarak vakit geçirirdi. Vakit problemi de yoktu. Ne yetişmesi gereken bir yer vardı, ne gitmesi gereken bir okul, ne de yetiştirmesi gereken bir iş.
Amaçsızca akvaryumda dolanıp dururdu. Dolanırken de sürekli akvaryumun dışına bakar bulunduğu odayı izlerdi. Odaya baktıkça içi ürperirdi.
Odada iki kanepe, bir masa, dört sandalye, bir halı, bir perde, bir kitaplık ve bir kaç kitap vardı. Küçük japon balığı bu eşyalara ve odaya baktıkça "ne büyük yer burası" diye düşünüp yüzmeye devam ederdi.
Hayatı boyunca gördüğü tek yer akvaryumun dışındaki oda olduğundan dünyayı bir tek o oda ve odanın içindekilerden ibaret sanardı.
Bir sabah, bir de akşam akvaryumunda karnını doyuracak yemler bulurdu. O yemleri yediğinde ağzında lezzet patlamaları olurdu. Yediği en lezzetli yiyecekleri o yiyecekler sanardı. Çünkü başka tatları bilmezdi.
Günlerden bir gün akvaryumun içine bir file uzandı ve küçük japon balığını yakalayarak suyla doldurulmuş bir poşetin içine bıraktı. Bu fileyi evin küçük çocuğu akvaryuma sokmuştu. Amacı balığını köylerindeki göle bırakmaktı.
Köye geldiklerinde poşetteki japon balığı korkudan tir tir titriyordu. Kocaman bir odadan ibaret olan dünyası minicik bir poşete tıkılmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu. Sağa yüzse olmuyor, sola yüzse olmuyordu. Her yer daracıktı.
Bu sırada küçük çocuk poşetin ağzını açıp suyu göle dökmeye başladı. Japon balığı korkuyla poşetin içinde beklerken birden kendini koca bir gölün içinde buluverdi.
Sağa, sola, ileri, geri, aşağı, yukarı her tarafa yüzmeye başladı. O kadar çok yüzdü ki soluk soluğa kaldı. Buna rağmen yüzmeye devam etti yine de gölün sonunu bulamadı. Bulunduğu odadan daha büyük bir yer yok sanıyordu ama burası odaya göre milyonlarca kat büyüklükteydi.
Çok sevinçliydi. Birden gölün içinde minik bitkiler, minik canlılar gördü ve onların tadına baktı. Bakar bakmaz da "ne güzel, ne kadar lezzetli, bu zamana kadar yediğim en lezzetli yemek buydu" demekten kendini alamadı. Oysa akvaryumda yediklerini en lezzetli yemekler sanardı.
Küçük japon balığı akvaryumda geçirdiği yıllar sonrasında geldiği bu koca gölde "meğerse ben küçücük bir yerde yaşıyor, bir kaç yem ile besleniyormuşum, oysa şimdi sonu olmayan koca bir yerde çeşit çeşit yemeklerle besleniyorum" demekten kendini alamadı.
********
İşte arkadaşlar bizler de dünyaya şu an tıpkı bu küçük japon balığı gibi bakıyoruz. Dünyayı çok büyük, nimetleri de çok lezzetli ve çeşitli sanıyoruz. Ahirete göçüp inşallah cennette gittiğimizde dünyanın ne kadar küçük ve nimetlerinin de cennete göre ne kadar kısıtlı ve az olduğunu göreceğiz.
Hepinizin cenneti görmesi dileğiyle.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 13 Eki 2014 21:42:29
O AKŞAM HEPİMİZ AÇ YATTIK!...

YENMEYEN TAVUK!"
Batı Cephesi Kurmay Başkan Albay Asım Bey'in (Org.GÜNDÜZ) hatıratından:

"... O gün (10 Eylül 1921), Dua Tepe'de düşmanın iniltisini sevinç gözyaşları ile kutluyorduk...
Mürettep Kolordumuzun Kurmay Başkanı Hayrullah Bey (Tümg. FİŞEK), bir akşam yemeği hazırlamıştı.
Ortada cılız tavuk ile dört beş dilim siyah ekmekten başka birşey yoktu...
Dünden beri ağzımıza en ufak bir lokma girmemişti.
Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa, Ben, Kazım Bey (Org.ÖZALP) sofraya bağdaş kurduk.
Hayrullah Bey (FİŞEK), Tevfik Bey (BIYIKOĞLU), Salih Bey (BOZOK) biraz uzaktaydılar.
ATATÜRK, Kolordu Komutanı Kazım Bey'e dönerek:
-"Erlere, yiyecek ne verebildiniz?*" dedi.
Kazım Bey şaşırdı, durakladı, Kurmay Başkanı'na dönerek;
-"Hayrullah Bey, erlere ne verebildik?'' *diye sordu.
-"Efendim, dün sabah tedarik ettiğimiz buğdayı, kavurup yedirmek için birliklere dağıtmıştık."
Mustafa Kemal Paşa biraz durakladıktan sonra ayağa kalktı ve tavuğa el sürmeden çadırına doğru uzaklaştı...
Biz de dağıldık.
O akşam hepimiz aç yattık!"
Askerleri yiyemiyor diye o cılız tavuk bile boğazından geçmemişti Atamızın...''
Yoruma gerek var mı?

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 15 Eki 2014 20:49:21
Kadın 32 yaşında güzel bir bayandı ve eşi oldukça yakışıklı bir deniz subayı idi. Bundan bir kaç ay önce yanlış bir teşhis sonucu gerçekleştirilen ameliyatla gözlerini kaybetmişti genç kadın ve asla göremeyecekti. Kocası ameliyattan sonra acı gerçeği öğrenince yıkılmış ve kend i kendine bir söz vermişti. Günler geçiyordu. Kadın her geçen gün kendini daha kötü hissediyor, çok sevdiği kocasına yük olduğunu düşünüyordu. Eşinin bu içine kapanık, karamsar hali kocayı çok üzüyordu. Birden aklına eşinin eski işi geldi. Geri dönmesini isteyecekti. Ama bunu ona nasıl söyleyecekti, çünkü artık çok kırılgan ve neşesizdi. Bütün cesaretini toplayarak akşam karısına konuyu açtı. Karısı dehşetle gözlerini açtı: Ben bunu nasıl yaparım ben körüm, diye bağırdı. Kocası ona destek olacağını, her sabah kendisinin işe bırakacağını ve akşamları da iş çıkışında alacağını ve ona çok güvendiğini söyledi. Çünkü eşini tanıyordu ve bunu başarabileceğini biliyordu. Kadın büyük bir umutsuzlukla kabul etti çünkü eşini çok seviyordu ve onu kırmak istemiyordu. Her sabah eşini işine bırakıyor ve akşamları da alıyordu fedakar koca. Günler böyle ilerledi, karısı eskisinden biraz daha iyiydi. Fakat kocası daha fazlasını istiyordu, kendisine söz vermişti sonuna kadar gidecekti. Akşam karısına: Artık işe kendin gidip gelmelisin, dedi. Kadın şaşırmıştı. Bunu asla yapamayacağını söyledi. Kocası ısrar edince onu yine kıramadı ve bütün cesaretini topladı. Bunu kendisi de istiyordu ama o kadar güveni yoktu. Sabahları kadın artık otobüs durağına kendisi gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerek işine gidebiliyordu. Günler günleri kovaladı, hiç bir problem yoktu. Yine bir gün otobüse binerken, şoför: Sizi kıskanıyorum, hanımefendi dedi. Kadın kendisine söylenip söylenmediğini anlayamadan, neden diye sordu. Şoför: Çünkü her sabah sizin arkanızdan bir deniz subayı genç adam otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakıyor, otobüsten indikten sonra yeşil ışıkta yolun karşısına geçmenizi bekliyor siz binaya girdikten sonra arkanızdan öpücük yollayıp size her gün sevgiyle el sallıyor, dedi. HERKESİN BU KADAR SEVMESİ VE SEVİLMESİ , HEPSİNDEN DE ÖNEMLİSİ BÖYLE BİR SEVGİYİ HAK EDECEK İNSANI BULMASI DİLEĞİYLE...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 16 Eki 2014 18:02:26
Hasan-ı Basrî, kendisine gıybet edene bir tabak taze hurma göndermiş ve “Duydum ki sen ibadetini bana hediye göndermişsin. Ben de buna bir karşılık vermek istedim. Kusura bakma, tam karşılığını veremedim” diye de bir not eklemiştir.
Şayet ‘size’ gıybet yapana küfür, hakaret ve aşağılama savurarak kendinizi savunursanız, bu size bir şey kazandırmaz. Ancak, bunun yerine şahsınızı savunmaya girmeyip, gıybetle mücadele eder de gıybetçinin bu hastalıktan kurtulmasına uğraşırsanız, büyük mükafatları hak edersiniz.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 16 Eki 2014 22:23:33
İlkokulu bitirip kursa gelmişti. Ailesi kendi isteğiyle geldiğini söylemişti. Kayıt için adını sorduğumda:
"- Fatma" dedi, hiç de çekinmeyen bir tavırla... Ve ekledi:
"- Eğer beni hafız yapmazsanız, kayıt yaptırmak istemiyorum."
Böyle tehdit edercesine konuşması, onu yaşından daha olgun gösteriyordu. Tebessümle:
"- Korkmayın küçük hanım, siz isteyin hafız da yaparız, hoca da!"
O küçük gözlerinin içi parıldadı birden. Annesi:
"- Hocahanım, çocuk işte, kusuruna bakmayın. İlle de hâfız olacağım der, başka bir şey demez. Bizim köyün hocasından duymuş.
Peygamber Efendimiz, "Hâfız olanlara cennette taç giydirilecek!" buyurmuşlar herhalde. Siz daha iyi bilirsiniz ya, biz bu kadar duyduk anladık!"
Kendisini teselli etmek ihtiyacı hissettim:
"- Tabii teyze, ne demek! Keşke herkes sizin gibi duyduklarını hemen kabul etse de teslim olsa... Siz hiç merak etmeyin, kızınız önce Allah'a sonra bize emanet!.."
Kadıncağız elime yapıştı. Öpecekken ellerimi geri çektim, utandım. Tuttum, ben onun elini öptüm. Gözleri yaşardı.
"- Hocahanım bu eller, gözler hep günahlı, asıl sizinkiler öpülmeye layık!.."
"- Estağfirullâh teyze!" dedim . "O âhirette belli olur."
Bu konuşmadan sonra kaydını yaptığımda Fatma'nın Erzurum’lu olduğunu öğrendim. Bir an düşündüm.
"- Küçük nasıl kalacak, bu kadar uzaklarda..."
Zaman ilerledikçe Fatma'nın edepli tavırları daha da çok etkiledi beni. Azimliydi. Geceleri uykusunun arasında ayetleri sayıklarken görüyordum çoğu kez. Böyle devam ederken arada bir bana gelip çeşitli sorular soruyordu. Birgün:
"- Hocam hâfız olmak için Kur'ân'ı bitirmek mi lazım?" diye sordu.
Ben de:
"- Tabii ki hepsini ezberleyeceksin ki, "hâfız" adını alacaksın."
Bu cevabıma çok üzülmüş gibiydi. Bir şey demek istiyordu sanki... Teşekkür etti ve döndü arkasına gitti.
Derslerim arasında onlara sürekli Kur'ân ezberlemekle işin bitmeyeceğini mutlaka içindekileri uygulamanın gerektiğini hatırlatıyordum. Talebelerden biri:
"- Hocam" dedi. "Fatma'nın annesi, abdestli olmayanların hâfızlara dokunamayacağını söylemiş. Bu doğru mu?" diye sordu.
Çok ilginçti doğrusu. İçimden "mâşallâh!" dedim. Ve onların sorularına da cevap vermek için, "Osmanlı zamanında atalarımız Kur'ân'a ve hâfıza kıymet verdiklerinden öyle yaparmış." dedim.
Çok hoşlarına gitmişti bu iş. Hepsi âdetâ kendilerini ulaşılması zor, vitrindeki altın gibi görüyorlardı.
"Görsünler" dedim kendi kendime... Bu yaşta, buralara gelmişler. Allah'ın kelâmını ezberliyorlar, onlara fazla görmem bunu.
Bu arada Fatma ara sıra rahatsızlanıyor ve revirde yatıyordu. Zaman geçtikçe Fatma'nın morali ve sağlığı daha da çok bozuluyordu.
Birgün dersini 2 kez aksatınca sormak zorunda kaldım:
"- Ne oldu, yoksa anneni mi özledin?"
Sert bir şekilde bana döndü. Solgun yüzüne bir ciddiyet gelmişti:
"- Hayır", dedi.
"- Öyleyse neden moralin bozuk? Sık sık da hasta oluyorsun!" dedim.
Yalvarır gibi oldu. Gözleri dolmuştu:
"- Yanlış anlamayın, inanın ki annemi özleyip de gitmek istediğim yok. Burayı çok seviyorum. Allâh'ımdan çok korkuyorum. Buraları terk edersem, bana âhirette hesabını sormaz mı?"
Dilim dudağım bağlandı. Bir şey diyemedim. Suçlu bile hissettim, kendimi. O küçük kalbte bu ne îmandı, Yâ Rabbi! Onu hayranlıkla izliyordum.
Birgün çok rahatsızlandı. Doktora götürmek zorunda kaldık. Bir çok tahlillerden sonra, arkadaşım olan doktor hanım:
"- Hocahanım, derhal bu talebeyi ailesinin yanına gönder." dedi.
Şaşkınlıkla:
"- Neden?" diye sordum. Bana:
"- Belki üzülecek, hatta inanmayacaksın ama, bu talebe "kanser!..".
Âdeta başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.
Hastâneden ayrılırken Fatma'ya hiç bir şey diyemedim. O ise hâlimi anlamış gibi, bana sorular sorup dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu.
Kulağıma eğilerek:
"- Hocam" dedi. "Azrail insanların canını alırken nasıldır?"
Ağlamamak için zor tutum kendimi:
"- Mü'min kullara karşı çok güzel bir sûrettedir." dedim. Mırıldandı:
"- Belki hafız olamam, ama Elhamdülillah mü'minim!" diye.
Hâfız olmak için Kur'an'ı bitirmek gerektiğini söylediğimde neden üzüldüğünü şimdi anlamıştım. Demek ki hastalığını biliyordu.
Bir kaç gün sonra eşyalarını hazırlamaya başladık. Çünkü artık dayanılmaz acılar içinde kıvranıyordu. Evine gitmesi gerekiyordu. Ailesi geldi. Fatma yanıma gelerek, mahcûbiyetle:
" - Bana kızmadınız değil mi? Eğer söyleseydim belki kursa almazdınız!.."
" - Ne demek!.. Nasıl kızarım sana.." dedim. "Hem sonra, sakın üzülme hâfızlığımı bitiremedim diye. Bu yola girdin ya, Rabbim seni hâfızlar zümresinden yazmıştır inşâallâh!" dedim.
Öyle sevindi ki! Sarıldı boynuma:
"- Gerçekten ben şimdi hâfız sayılır mıyım? Anne bak duydun değil mi?" Hüngür hüngür ağlıyordu.
Ya Rabbi, bu ne aşktı!
Rabbimin hikmeti tecelli etse de iyi olsaydı şu Fatma, ne güzel bir kul olurdu.
Böylece Fatma'yı gözyaşları ile Erzurum'a uğurladık. Çok geçmedi. Bir iki hafta sonra ailesi ağırlaştığı haberini verdi. Bu bir iki hafta içinde ondan iki mektup almıştım. Bana hep hâfızlık tâcını merak ettiğini, bunun rüyalarına bile girdiğini yazıyordu.
Birgün sabah namazından sonra telefon çaldı. Fatma'nın annesiydi karşımdaki ses... Ağlamaklı bir sesle:
" - Hocahanım Fatma'yı uğurladık. Rica etsem bir hatim okur musunuz?" deyince, ben de dayanamadım ağlamaya başladım.
Annesi beni teselli edercesine telefonu kapatmadan:
" - Size ölmeden önce şunu söylememi istedi", dedi. Hıçkırarak:
"- Anneciğim, hocama söyle!.. Azrâil söylediğinden de güzelmiş."
"Ey Rabbim; senin kelamın için yanıp tutuşan, yoluna yapışıp kelâmına sımsıkı sarılan kulunu, sen son nefesinde yalnız bırakır mısın hiç?"

Çevrimdışı ahmetce

  • B Grubu
  • 5.759
  • 33.904
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.759
  • 33.904
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 16 Eki 2014 22:31:29
Allah razı olsun. Rabbim cümlemize imanla göçmeyi nasip etsin. Hayırlı cumalar hocam.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 16 Eki 2014 22:33:41
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Allah razı olsun. Rabbim cümlemize imanla göçmeyi nasip etsin. Hayırlı cumalar hocam.

AMİN kardeşim.
İnşallah ölümün güzel yüzü karşılar bizi..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 17 Eki 2014 16:35:14
"Vakitlerden birinde gerçekten yaşanmış bir hikaye bu..
Zaten Anacığım, hep yaşanmış hikayeler anlatırdı.. Bilmezdi tabii hikayede geçenler kimlerdir..
Ben sonraları okudukça;aa bu İmam-ı Âzam’mış, bu Yunus’muş, şu Musa, bu Yusuf’muş diye, bildim hepsini ve çoğunu değişik fonlarda okudum başka yerlerde ve hayran kaldım anacığımın iz’ânına.. Allah merhametiyle kucaklasın O’nu..
Binbir odalı bir sarayda imişiz de farkında değilmişiz...
Annem ve Annesi.. Ak saçlı, ak gönüllü filozoflarım benim...
İçinde binbir çeşit nakışlarla yavruları için saraylar inşâ eden, ak yürekli tüm annelere ve anne adaylarına binler selam!..
Evet mutlu bir aile yaşarmış vakitlerden birinde.. Bir tane de çocukları varmış.. Epey bir süredir bu aile oğullarının sürekli bal yemesinden şikayetçilermiş.. Bir gün Hanım demiş ki;
-Al bu çocuğu falan Hocaya götür.. Nasihat etsin, okusun, dua etsin, bu böyle olmaz..
Adam razı olmuş ve oğluyla birlikte varıp anlatmışlar dertlerini, duası makbul pek muhterem o hocaya..
O gönül ehli, az hüzünlü ve buruk demiş ki;
-Siz şimdi götürün bu yavruyu, tam 40 gün sonra getirin..
Tabii adam şaşırmış çok, yâni edeceği bir dua, neden 40 gün bekletir ki diye düşünse de “hikmetinden suâl olunmaz” diyerek dönmüş..
Tam 40 gün sabırla beklemiş.. Tabii bu arada çocuk bal yemeye devam ediyormuş hırsla..
Varıp çalmışlar kapısını o mübareğin.. Buyur edilmişler.. Ve mütebessim nur yüzüyle gelmiş, çocuğun yüzünü
avuçları arasına almış, gözlerinin içine bakarak;
-Yavrum! Bundan sonra sakın fazla bal yeme!..
O kadar.....
E şimdi adam tam 40 gün beklemiş, zannediyor ki uzun bir seans(!) olacak fakat 1 cümleyle bitti.. Dayanamamış;
-Efendi Hazretleri, şu bir cümleyi deyivermek için mi bizi 40 gün beklettiniz.. O zaman söyleseydiniz ya..
Muhterem Zat;
-O zaman söyleseydim, TESİRİ OLMAZDI Kİ.. Çünkü ben senelerdir, hergün bir miktar bal yerim.. Kendim bal yerken,
başkasına “yeme” desem tesiri olur mu hiç duamın?..
Ve bilirim ki, vücûda giren her lokma can olur, kan olur.. Ve vücuttan tam olarak tasfiyesi 40 gün sürer..
İşte ben, bu 40 gün içinde hiç bal yemedim.. Ki, duam tesirli olsun..
Gerçekten... O kapıdan çıktıktan sonra çocuk bir daha bal yemez.".

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK