İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 07 Eyl 2014 10:11:11
Cimri bir adam tüm mal varlığından emin olmak için herşeyini satar
ve altına çevirir.
Altınlarını yer altına gömüp ara sıra ziyaret ederek inceler Bu
hareketi işçilerinden birinin dikkatini çeker ve orada bir hazine olduğundan
kuşkulanır. Gece o noktaya gider ve altını çalar
Cimri ertesi sabah altının yerinde yeller estiğini görür ağlayarak
saçını başını yolar. Onu böyle perişan gören komşusu nedenini öğrenince
şöyle der Kendini üzme artık bir taş alıp aynı çukura koy ve o taşın
altınların olduğunu düşün. Çünkü kullanmayı hiç düşünmediğine göre taş da
aynı işi görecektir Elimizdekilerin değeri sahip olmakta değil kullanmaktadır.
Hiçbir şey için BENİMDİR deme Sadece de ki YANIMDADIR
Çünkü ne altın
Ne toprak
Ne sevgili
Ne hayat
Ne ölüm
Ne huzur
Ne de keder
Daima seninle kalmaz.

Çevrimdışı paptyaeylüler

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 07 Eyl 2014 22:59:45
Bir kadın anlatıyor:

Kocam bir mühendisti. Onunla sakin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu sakin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı.
Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sakinlik beni yormaya başlamıştı. Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim- bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu.
Sonunda kararımı ona da açıkladım: Boşanmak istiyordum.
Şaşkınlıktan gözleri açılarak ”niye?” diye sordu.
”Gerçekten belli bir sebebi yok” dedim, ”sadece yoruldum”.
Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki!
Sonunda sordu: ”seni caydırmak için ne yapabilirim?”
Demek ki söyledikleri doğruydu: insanların mizacı asla değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu.
”İşte mesele tam da bu” dedim ”Sorunun cevabını kendin bulup
kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.”
”Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak, düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hatta ölümüne mâl” olacak. Bunu benim için yapar mısın?”
Yüzümü dikkatle inceledi ve ”Sana bunun cevabını yarın vereceğim” dedi.
Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.

Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not bırakmıştı.
”Hayatım” diye başlıyordu,
”O çiçeği senin için koparmazdım”
Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim.
”Çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var.”
”Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden
önce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım
var.”
”Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.
”Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var.”
”Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem,
merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin – gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım var.”
”Ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o uçuruma gidip, o çiçeği senin için koparırım bir tanem.”

Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu.
Göz yaşlarım mektuba düşüyordu.
”Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lütfen kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.”

Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi.

Artık çok iyi biliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim.

Bu gerçek aşktı.

Çevrimdışı paptyaeylüler

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 07 Eyl 2014 23:25:13
Buz ve Ömür!

Buzdolabı diye birşeyin olmadığı devirlerde, içecekleri ve bazı yiyecekleri korumak için, dağlardan buz kesilir ve pazar yerlerinde satılırdı.

Sıcak bir yaz gününde, bir şeyh, talebeleriyle şehirde dolaşırken, böyle bir buz satıcısına rastladı.
Satıcı:

“Ey mü’minler! Sermayesi eriyip akan şu adama merhamet ediniz” diye bağırıyordu.

Satıcının bu sözlerini işiten şeyh aniden fenalaşarak bayıldı.

Yanındakiler, kendisini gölgelik bir yere taşıdılar ve saatler sonra kendisine geldiğinde bayılma sebebini sordular.

Şeyh, satıcının eriyip giden buzlarında kendi hayatını görmüştü.

Küçük sermayesinin ziyan olmaması için çırpınıp duran satıcı, milyarla ölçülmeyen ve sonsuz bir hayatta sınırsız bir mutluluğa vesile olabilecek ömür sermayesinin eriyip gidişine nasıl kayıtsız kalındığını düşündürmüştü ona…

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 09 Eyl 2014 18:38:44
ÇOCUKLARINIZ İÇİN HATTA SİZİN İÇİN GÜZEL BİR HİKAYE...
YUSUF İLE KARINCA
Yusuf daha küçük yaşlardayken çevresindeki her şeyi inceleyen, merak edip soran bir çocuktu. Artık büyümüş okula başlamıştı.
Okula gidip gelirken de yine küçüklüğünde yaptığı gibi sürekli gözlemliyordu.
Ağaçlar kışın olduğu gibi sarı değildi. Ağacın üzerindeki kuş ise hiç böyle ötmezdi, telaşlı bir hali vardı.Karıncalar sürekli bir yerlere gidip geliyor, kuşlar göklerde durmadan kanat çırpıyordu.
Gördüğü her canlı bir işle meşguldü. “Olsun benim de bir işim var” okula gidiyorum işte diyerek okulun yolunu tuttu.
Giderken de bir yandan düşündü. “Ben okulum bitince doktor yada öğretmen olacağım. Benim çalışmamın, okula gidiyor olmamın bir amacı var. Peki bu hayvanlar, bu ağaçlar ne için çalışıyor?”
Yusuf bu düşüncelerle okuluna gitti. Ama aklı hala o sorudaydı. Bu kadar hayvan ve bitki neden ve hangi amaç için çalışıyordu. Acaba onların içinde de doktor, öğretmen falan var mıydı? Bunun için çalışıyor olabilirler miydi?
Teneffüs zili çaldığında koşarak okul bahçesindeki ağacın yanına gitti. Ağacın üzerindeki karıncaları izledi.
Kimi karıncalar ağacın üstüne çıkıyor, kimisi de ağacın üstünden aşağı iniyordu. Çoğu karınca bir şeyler taşıyor, bazıları ise boş boş dolaşıyordu.
Boş boş dolaşan karıncalardan birini izlediğinde onun da bir işi olduğunu fark etti. O karınca yiyecek bulup diğerlerine haber veriyordu. Sonra hep beraber o yiyeceği taşıyorlardı.
Bütün yiyecekleri ağacın içindeki bir delikten bilmediği bir yere götürülüyordu. Orası nasıl bir yer, karıncalar orada neler yapıyor diye düşündü.
Bu karıncalar kışın ortalıkta yoktu. Yazın bu kadar karınca bu ağacın içinde mi saklanıyordu. Peki bu ağaçtan hiç çıkmadılarsa, nasıl karınlarını doyurmuşlardı.
"Gerçi bunların karınları bile yok " diyerek güldü içinden.
Yusuf bunları düşünürken karıncalar olanca hızlarıyla çalışmaya devam ediyorlardı. Sanki bir şeyleri yetiştirme telaşındaydılar.
Yusuf: "hey karıncalar siz neden bu kadar çok çalışıyorsunuz. Azcık durup dinlensenize" diye karıncalara bağırmak istedi.
Biraz durup dinlenseler aklındaki soruyu karıncalara sorabilirdi.
“Sorsam ne olacak, sanki karıncalar konuşmayı biliyor mu ki” diye sesli bir şekilde düşündü.
“Konuşuruz tabi ki neden konuşmayalım, yeter ki duymasını bil”
Yusuf duyduğu bu sesle önce irkildi, sonra da yanlış duydum herhalde diyerek önemsemedi.
“Beni neden duymazdan geliyorsun”
“Hayır bir karınca bana sesleniyor olamaz, ben bir şey duymuyorum” dedi kendi kendine.
“Aklındaki soru nedir”
Biraz korku ve biraz sevinçle “Bir karınca benimle konuşuyor bu imkansız” dedi Yusuf.
Karınca Yusuf’un şaşkınlıktan kurtulması için onun avucuna çıktı ve ne sormak istiyorsun sor hadi dedi.
Yusuf şaşkınlıkta “neden bu kadar çok çalışıyorsunuz” dedi.
Karınca “bunu bize Allah emretti” diyerek cevap verdi.
Bu sırada zil çaldı ve teneffüs sona erdi. Yusuf derse girerken karıncanın söylediğini düşünüyordu.
“Karıncaların yaptıkları işi Allah emretmiş” diye söylendi kendi kendine.
Peki Allah bana okula gitmemi mi emrediyor. O zaman babama da işe gitmesini, anneme de yemek yapmasını emrediyordur.
Kardeşime de oyuncaklarıyla oynayıp, altını pisletmesini emrediyordur diye düşündü.
Ama saçma geldi bu düşünceler Yusuf’a.
Bunu birisine sorması lazımdı.
Allah biz insanlara neyi emretti diye sorması gerekiyordu.
Bu sorunun cevabını bulmalıydı.
"Belki de bir tek karıncalar böyledir. Öteki hayvanları da incelemeliyim" diye düşündü. Belki onlara çalışmalarını Allah emretmemiştir diye düşündü.
Belki onların içinden de kendisiyle konuşacak birini bulabilirdi.
Bakalım sıradaki hayvan kim olacak, benimle hangi hayvan konuşacak diye düşünüp dersini dinlemeye devam etti...
---------------
Rehber Amca
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 10 Eyl 2014 16:41:47

Hamza ve Şeyda birbirlerini çocukluklarından beri çok seven iki
sevgiliydi... Birlikte büyümüşlerdi...Ayrılmak akıllarının ucundan bile
geçmezdi... Artık ikiside evlenmeyi düşünüyorlardı...Herşey Hamza'nın evlilik teklifi yapmasına ertelenmişti... Ama Hamza da bir değişiklik vardı...Eskisi gibi ilgi göstermiyordu Şeyda'ya.. Ne olmuştu O'na.. Artık buluşmak istemiyor, mesajlara doğru dürüst cevap vermiyor, hiç aramıyordu...
Yoksa başkası mı vardı hayatında..?Bu düşünceler Şeyda'yı çılgına
çeviriyordu... Sonunda dayanamadı ve neler olup bittiğini öğrenmek için Hamza'yı aradı...
-Alo! -Nasılsın Hamza..?
-Elhamdulillah iyiyim, sen nasılsın..?
-Kaç gündür soğuk davranıyorsun,
nasıl olmamı beklersin..?
-Şeyyy bunları sonra konuşsak, şimdi
camiye girmek üzereyim... ALLAH'a
emanet ol...
Şeyda elinde telefonla kalakalmıştı...Hamza camiye girdiğini söylemişti...Oysa Hamza namaz kılmazdı.. Neden camiye gitmişti ki... Yoksa namaza mı başlamıştı...! Bir saat sonra bir mesaj geldi... Hamza göndermişti..
Şunlar yazıyordu ; "Günlerdir değiştiğimin ben de farkındayım.. Bu değişikliği de
KURAN'a ve NAMAZ'a borçluyum..Evet ben namaza başladım.. Ve
birçok şeyi bıraktım.. Tüm kötü huylarımla birlikte senden de
vazgeçmek zorunda kaldım... Çünkü zina yapmış oluyoruz.. Artık ne elini tutacağım, ne yanına oturacağım..Gözlerine bile bakmaktan
sakınacağım...Lütfen bana kızma.. Seni seviyorum..." Tahmini doğru
çıkmıştı Şeyda'nın... Demek ki bu yüzden kaçıyordu kendinden... Zaten dine karşı hiç sempatisi olmayan Şeyda, Hamza'yı elinden aldığını düşünerek iyice düşman olmuştu Kuran'a, Namaz'a... Ramazan Bayramı'ydı... Öğle saati olmuş ama Hamza'dan ne mesaj gelmişti, ne de aramıştı...Daha fazla bekleyemeden Şeyda aradı Hamza'yı...
-Bayramın kutlu olsun Hamza...
-Seninki de MÜBAREK olsun Şeyda...
-Neden aramadın..?
-Yetimhanedeyim, fırsat
bulamadım...
-Yetimhane mi? Senin ne işin var
nerden geldiği belli olmayan o pis
çocukların yanında.. Annesi babası
bakmamış, sen mi bakıyorsun.. Ne
kadar dar düşüncelere sahipsin...
Şeyda buna benzer cümleleri art
arda sıralıyordu...
Hamza: -Şeyda, dilerim ki ALLAH
seni bunlarla imtihan etmesin...
Bir hafta sonra... Şeyda parkta oturmuş Hamza'yı bekliyordu.. Uzun süredir görmüyordu O'nu..Hem kızgındı, hem özlemişti... Hangi
duygu ile karşılayacağını O da şaşırmıştı... Hamza buluşmak
istediğini söylemişti, O da koşa koşa gelmişti... Çok geçmeden Hamza da geldi... Ama bambaşka bir insan olmuştu Hamza.. Şekil verdiği
saçları yoktu, sıradan bir şekildetaramıştı... Top sakalı da yoktu,
SÜNNET olan sakal bırakmıştı.. Ve o giydiği daracık kot pantolonlara,
rengarenk ve üzerinde sevdiği sanatçıların resminin bulunduğu
tişörtlere veda etmiş onların yerine, geniş pantolon ve yakasız bir gömlek giymişti...Sanki Hamza değil de başkasıydı
Şeyda'nın karşısında oturan...Üstelik tokalaşmak için uzattığı eli
de tutmamıştı...Şeyda..! Biliyorum bendeki bu değişikliğe alışman zaman alacak..Sana istediğin kadar zaman verebilirim... Ama ben artık bu işin fazla uzamasını istemiyorum dedi ve elindeki hediye paketini uzattı...
Ne bu..? -Aç bakalım neymiş, dedi gülümseyerek... Şeyda paketi açtı
heyecanla... Ama heyecanı boşa çıkmıştı (kendince).. O pahalı lüks
hediyeler beklerken paketin içinden çıkanlar tepesini attırmıştı... Pakette
KURAN, BAŞÖRTÜSÜ, TESBİH ve
GÜLSUYU vardı...
-Gülsuyu'nu bir arkadaşım Medine'den getirdi.. Efendimiz'in
Ravza'sının kokusu . . Daha cümlesi bitmemişti ki Şeyda gülsuyunun
kapağını açıp dökmeye başladı...-Ne yapıyorsun diyerek yerinden
fırladı Hamza... Elindekini alıverdi...Şeyda'nın öfkesi geçmemişti...
Tesbihi alıp kırdı, taneleri etrafa saçıldı...
-Sen kendine eş değil köle arıyorsun... Şu verdiğin kitap'ta öyle
yazıyormuş.. Benden başka üç tane daha kadın almanı söylüyor.. Ben
salak değilim.. Şuna bak bir de başörtüsü almış... Başörtüyü köleler
takar.. Ben özgür biriyim ve saçlarım da özgür kalmalı... Dedi ve
hışımla kalkıp gitti...
Hamza neye yanmalıydı... Şeyda'nın doğrularını görmediğine mi, Kuran'a yapılan hakaretlere mi, kırılan tesbihe mi, dökülen gülsuyuna mı...?
Nasıl bir zihniyetle büyümüştü ki Kuran'ı böyle yanlış tanımıştı...
Şeyda o günden sonra Hamza'yı hiç aramadı.. Telefonunu değiştirdi..
Çok geçmedi adresini de... Artık birbirlerini çok seven iki genç
ayrılmışlardı... 7 yıl sonra... Hamza yine bir Ramazan Bayramı sabahı
yetimhaneden çıkmış bir parkta oturuyordu.. Evlenmemişti...
Çocukları çok sevdiği için oturup onları izlemekten hoşlanırdı...
Bir ara gözü bir çocuğa takıldı...Üstü başı perişan halde bir kenarda
sessiz sessiz ağlıyordu... Hemen yanına gitti...
- Neyin var küçüğüm, neden oynamıyorsun..?
Çocuk burnunu çeke çeke konuşmaya başladı...
-Bugün bayram.. Herkesin yeni elbisesi var, benim yok... Herkes
babası ile bir yerlere gidiyor, benim babam bizi terketti.. Herkes
annesiyle eğleniyor, benim annemçok hasta evde yatıyor...
-Baban yoksa ben varım, deyiverdi Hamza... Çocuk anlamıştı ne
dediğini... Gözüne baktı tanımadığı adamın... Elini uzattı Hamza...
-Gel seninle bir yere gidelim...Korkma benden zarar gelmez sana...
Elinden tuttu çocuğun ve doğruca açık bir mağaza aramaya koyuldu..
Bulmuşlardı... Çocuğa takım elbise aldı.. Yerinde duramayan çocuğa
baktı ve derinlere daldı.. Şeyda ile evlenmiş olsaydı, belki kendisininde bu yaşlarda bir çocuğu olacaktı...
Öyle dalmıştı ki yanağına dokunan bir öpücükle kendine geldi... -
- Teşekkür ederim amca...Eve doğru giderken Hamza ev için
birşeyler de almıştı... Babasının olmadığını ve hasta olduğunu
söylemişti çocuk.. Evin önüne geldiler..Hamza vedalaştı çocukla...
-Amca seni annemle tanıştırmak istiyorum..
-Ben de isterim ama eve girmem uygun olmaz..-Bir şey olmaz, hadi kırmayın beni..İstemeden de olsa içeri girdi... Evin içi perişan haldeydi... Aldıklarını mutfağa bıraktı.. Mutfakta da kuru
ekmekler dışında bir şey yoktu...Sonra oturma odasında yatan kadına
gözü takıldı...Galiba kanser hastasıydı.. Çünkü saçları dökülmüş, kel kalmıştı...-Anne bak kimi getirdim sana...Kadın oğluna döndü.. Onu takımelbise içinde görünce şaşırmıştı...-Benim oğlum nasıl da yakışıklıolmuş, dedi... O sırada Hamza içerigirdi... Bu nasıl olurdu... Karşısındaduran Şeyda'nın ta kendisiydi.. Herikisi de donup kalmıştı... Bu durum bir süre devam etti.. Sessizliği bozan küçük Hakan oldu...
- Anne bak bu amca bana bu elbiseyi aldı.. Evimize de bir sürü yiyecek aldı.. Artık aç uyumayacaksın...-Küçüğüm annenle bana biraz
müsaade verir misin? Bir şeykonuşacağım onunla...
-Tabi ki...
Sessizlik bir süre daha devam etti...Şeyda başladı konuşmaya...
-Senden sonra biriyle evlendim...Zengin ve modern biriydi.. Başta
çok iyiydik... Ama sonradan ruhsal sorunlar yaşamaya başladı ve benim kendisini aldattığımı düşünecek kadar paranoya hale geldi... Ve beni eve hapsetti...Beni kapattığı odanın penceresi bile
yoktu.. Çocuğumu bile göstermiyordu bana... Aylarca orada
kaldım.. Kısaca bana KÖLE gibi davrandı (derken mahcubiyetle
başını öne eğdi)... Sonra durumu düzeldi.. Ama bu arada ben kansere
yakalandım... (özgür kalacak dediği saçları artık yoktu)..Hasta olduğum için üzerime kuma getirdi...(Yıllarönceki söyledikleri geldi yine aklına)...
Sonra da beni ve oğlumu evden kovdu... Oğlum şimdi yetim gibi
büyüyor... Ve sen yıllar sonra yine bir yetimi sevindiriyorsun yine...
Çok pişmanım... Söylediğim her sözün cezasını çektim yeteri kadar...
Hamza konuşmuyor, Şeyda ise ağlıyordu....
Konuşmadan çıkıp gitti Hamza...Ve ertesi gün... Kapı çalındı... Gelen
Hamza'ydı.. Küçük Hakan Onu içeri davet etti...
Şeyda yatağında oturuyordu...Hamza'yı görünce heyecanlandı...
Elinde bir paket vardı.. Bu paket yıllar önceki paketin aynısıydı..Yoksa, yoksa içindekiler de aynımıydı..?
Paketi aldı ve heyecanla açtı paketi..Evet aynı Kuran, aynı başörtüsü,
aynı tesbih (Tesbih kırılmıştı evet ama Hamza taneleri tek tek toplamış tekrardan dizmişti) ve gülsuyu...Kapağını açtı gülsuyunun.. Aynısıolup olmadığını anlamak istedi...Kokladı, gayet güzel kokusu vardı hâlâ...Aynısı olsaydı bozulurdu diyedüşündü... Sanki içini okumuş gibi"Aynı gülsuyu" dedi Hamza....Bozulmadan durmuştu yedi yıl boyunca...
-Bunlar senin Şeyda.. Eğer pişmansan biliyorum ki can atıyorsundur dinine dört kolla sarılmak için.. işte sana fırsat..Kuran okumayı bilmediğini biliyorum ama mealini oku..Okuduktan sonra da kararını ver...Yıllarca sakladım bunları.. Niye sakladığımı bilmeden.. Demek ki bu gün içinmiş...Ve bir kitap daha çıkardı..Hz Fatıma.. Bir kadının örnek alması gereken büyük insanın hayatı...Bunu da oku...
Ve cebinden küçük bir kutu daha çıkardı...-Bu da senin... Yıllar önce almıştım..O gün parkta vermeye fırsat bırakmadın.. 15 gün sonra yine
geleceğim, iyi düşün karar ver... Ve arkasını dönüp gitti... Kutuyu açtı
Şeyda.. Evlilik yüzüğü vardı içinde..Nasıl olur da evlenmek isterdi ki
kendisiyle...Kanserdi ve ölecekti... Sonra gözü Kuran'a takıldı.. Elini uzattı almakiçin... Hayır alamazdı.. Kuran'a abdestsiz dokunulmadığını biliyordu... Yerinden kalktı usulca..
Daha önce gördüğü ve bildiği kadarıyla abdest aldı...
Tekrar Kuran'ı almaya yeltendi..Hayır yine dokunamazdı...
Başörtüsünü aldı ve başını örttü...Aynaya baktı.. Nasıl da güzel
olmuştu... Şimdi Kuran'ı alabilirdi...Ve okumaya başladı... 15 gün
sonra... Hamza yine kapıdaydı...
Şeyda kapanmıştı ve ayağa bile kalkmıştı... Gördükleri karşısında
öyle memnun oldu ki hemen"Helalim olur musun" deyiverdi...
Evlenmişlerdi...Şeyda tedaviye devam ediyor..Gittikçe iyileşiyordu...
Hz. Fatıma'nın hayatı onu öyle etkilemişti ki her haliyle Onu örnek
almaya çalışıyordu.. Şeyda'da ki bu büyük değişiklik de Hamza'ya
kendisinin yıllar önce nasıl değiştiğini hatırlatıyordu..
Ikisi de doğru yolu bulmuşlardı...Sürekli okuyup kendilerini
geliştiriyorlardı... Şeyda ölümden korkmuyordu artık...
Tam anlamı ile dört dörtlük bir mü'mine olmuştu...
Bir yıl sonra...Çok istedikleri hacc farizasını yerine getirmek için uçağa binmişlerdi..Hakan da yanlarındaydı...Üçünün de içi içine sığmıyordu...Lebbeyk Allahumme Lebbeyknidaları ile kutsal topraklara ayak bastılar... Bir hafta olmuştu Medine'ye geleli...
Bir akşam vakti otelde Hamza Şeyda'ya seslendi
"Hanım hadi namaza geç kalıyoruz"... Ses vermedi Şeyda...
Tekrar seslendi "Canım hadi ama geç kalıyoruz"..
Yine ses yok...Yatak odasına doğru ilerledi
Hamza...Şeyda yatıyordu... Anlamıştı... O sonsuz yolculuğuna çıkmıştı...
"İnna lillahi ve inna ileyhi raciun" diyerek Şeyda'nın elini tuttu...
Elinde bir not vardı... "Hamzam kendimi iyi hissetmiyorum... Çok
istemiştim kutsal topraklarda can vermeyi... Galiba RABB'im duamı
kabul ediyor.. Vasiyetimdir: Beni senin aldığın gülsuyu ile yıkasınlar"... Cenaze işlemleri yapılmıştı... Şeyda morga kaldırılmış ve Türkiye'ye gönderilecekti...O gece Hamza uykuya daldı..Rüyasında Hz. Fatıma'yı görmüştü...Ve elinde o gülsuyu... Şeyda'yı yıkıyordu Hz. Fatıma... Ve mırıldanıyordu gülümseyerek "Cennette arkadaş lazım bana" diyordu... Kan ter içinde uyandı Hamza...Ve bir daha uyuyamadı... Sabah hemen kalktı gülsuyunu aramaya
başladı...Yoktu.. Koşarak morga gitti..bulunduğu kabini açtırdı...
"Bismillah" diyerek açtı yüzünü...Şeyda öyle gülümsüyordu dişleri
görünüyordu bu gülümsemeden...Elleri titredi Hamza'nın...
Ağlıyordu bir taraftan...Öyle güzel kokuyordu ki naaşı insanı
büyülüyordu sanki... Biraz daha açtı örtüyü...
Ve ve ve düşüp bayıldı oracıkta...Gülsuyu kutusu boş bir şekilde
orada duruyordu...Evet Şeyda Hz. Fatıma tarafından o
gülsuyu ile yıkanmıştı...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 12 Eyl 2014 12:55:15
Yavuz Sultan Selim Han'ın esrarengiz cevabı
Mısır seferi sırasında Yavuz Sultan Selim Han'ın sağ kolu Hasan Can'a verdiği o tüyleri diken diken eden cevabı.
Mısır seferine gidilirken ordunun korkunç Sina Çölü'nden geçmesi gerekiyordu.
Kum fırtınalarının etrafı kasıp kavurduğu, gündüzleri dayanılmaz sıcaklara sahne olurken geceleri dondurucu soğukları davet eden bu çölü dünyada hiç bir ordu geçememişti. Yavuz Sultan Selim ordusuna moral verici sözler söyledikten sonra atını çöle sürdü.
Herkes yanındaki suyu idareli kullanıyor, namazlar teyemmüm yapılarak kılınıyordu. Yolculuk böyle sürüp giderken Yavuz Sultan Selim'in bir ara atından indiği ve saygılı bir halde yaya olarak yürüdüğü görüldü. Herkes şaşırmıştı ama, kimse sebebini soramıyordu. Padişahın hiç yanından ayırmadığı Hasan Can durumu öğrenmekte gecikmedi.
Padişah O'na şunları söylemişti:
“İki cihan sultanı Peygamber Efendimiz önümüzde yaya olarak yürürlerken biz nasıl at üstünde olabiliriz Hasan Can?

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 13 Eyl 2014 08:07:09
ANNE VE KAYNANA FARKI

Yaşını başını almış iki eski arkadaş hanımefendi yolda karşılaşmışlar. Hal hatır sormuşlar.

Sıra çocuklarına gelmiş.
“Senin oğlan nasıl, evlendi mi?” diye sormuş biri,
“Evlendi” demiş öteki, “evlendi ama ah, sorma,
öyle bir gelin çıktı ki, felâket!..

“Sabahtan akşama çalışıyor,
evde doğru dürüst yemek pişmiyor,
yorgun olduğu zaman oğluma yemek pişirttiriyor.

Bazen sabah kahvaltısını bile oğlum hazırlıyor.
Ne dikiş var, ne ütü.
Bir kadın bulmuş, bütün işi ona yaptırtıyor.
Evde prensesler gibi oturuyor,
oğlum için özel hiçbir şey yapmıyor, çok üzgünüm, çok…”

“Vah vah” demiş arkadaşı, “peki kızın nasıl, o da evlendi mi?”…

“O da evlendi” demiş arkadaşı,
“ama o çok mutlu, öyle iyi bir damadım var ki,
kızımın elini sıcak sudan soğuk suya sokturmuyor.
Kızım çalıştığı için çok yoruluyor, çoğu akşam,
yemekleri beraber pişiriyorlar, hatta bazen damadım hazırlıyor.
İnanır mısın öyle iyi bir çocuk ki tatil günlerinde kahvaltısını kızımın yatağına götürüyor.

Bir kadın bulmuşlar, evin bütün işlerini o yapıyor,
kızım evde hiç yorulmuyor, prensesler gibi oturuyor,
kocası da ondan iş beklemiyor, çok memnunum, Çooookkkk“

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 13 Eyl 2014 16:49:40
İlme Davet
• ...Evliyânın Büyüklerinden, Hakk Âşığı...˙·٠Hz. Râbiâ-tül Adeviyye٠·˙

٠ Çok ağlardı.. Çok mahzundu..

٠ Ansızın, Cehennem lafını duysa bayılır; uzun zaman öyle kalırdı..

٠ Çok defâ şöyle derdi:
-<<İstiğfar etmekle kurtulduk sanırız... Hâlbuki o istiğfarımız da, bir başka istiğfara muhtaçtır.>>

٠ Halktan bir şey de almazdı. Bir şey gönderen olursa, geri çevirir:
-<<Benim dünyalığa ihtiyacım yok.>> derdi..

٠ Yaşı sekseni aşmıştı.. Ama, yine kendi kendine yürüyebiliyordu.. Fakat zor zor.. Görenler: Ha düştü, ha düşecek; diye bakardı.. Yürümek için kimsenin yardımını istemezdi..

٠ Namazda, sessiz sessiz ağlardı.. Secde ettiği zaman, secde yerine gözyaşı göllenirdi..

٠ Süfyân-ı Sevrî'nin:
-Vah perişân hâlime... Dediğini anlattılar..
Onun için şöyle dedi:
-<<Vah senin çektiğin az vah'a... Tam gönülden vah deyip mahzun olabilseydik; bu âlemde işimiz neydi... Yaşayabilir miydik..?>>

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 14 Eyl 2014 14:51:32
Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: ”Oğlum namaz hiç bu vakte bırakılırmı?” Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmış, ama ezan okunduğu vakit yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.

Kendisi ise,nefsini bir türlü yenemiyordu. Ne oluyorsa, hep namaz son dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, “Yine geciktirdim namazı.” dedi kendi kendine.

Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendisini odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda
etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi. “Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine bana.” dedi. Çok seviyordu onu …Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi. Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki… hicabından renkten renge girerdi.
O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde. Duasını yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. “Ne kadar da yorulmuşum.” dedi. Daldı gitti öylece….

Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; Kimi sağa sola koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,soğuk soğuk terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti.

Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. “Benim ismimi mi okudunuz?” dedi dudakları titreyerek…

Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde. İki kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden..” Şükürler olsun ” dedi, kendi kendine ve devam etti; ” Gözlerimi dünyaya açtım,Hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere koşuyor, malını islam yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise, hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah’ı anlattım. Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim. Haramlardan kaçındım. “Kirpiklerinden aşağı gözyaşları
dökülürken, “Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum.” Diyordu. Ama bir yandan da “O’nun için ne yapsam az, Cennet’i kazanmama yetmez.” Diye düşünüyordu.Tek sığınağı Allah’ın rahmetiydi..

Hesap sürdükçe sürdü. Boncuk boncuk terliyordu. Sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi
bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli melekler ellerinde bir kağıt, mahşer meydanında ki kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti.

Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulakları yanlış mı duyuyordu? İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona kalmıştı.” Olamaaaazzzz ” diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. “Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla beraber koşturdum. Hep Rabbimi anlattım.” Diyordu.

Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak
alevleri göklere yükselen Cehennem’e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı?

Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü..”Hizmetlerim… Oruçlarım…. Okuduğum Kur’anlar……Namazım….Hiçbiri beni kurtarmayacakmı?” diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem melekleri onu hiç sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı..

Resülullah, “Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insanı günahlardan öyle temizler.” Buyuruyordu. “Oysa ki benim namazlarım da mı beni kurtarmayacak?” diye düşünüyordu.

” Namazlarım…..Namazlarım….Namazlarım.” diye diye hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu.

Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden bire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu.

Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. kendisini yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı.

“Siz de kimsiniz ?” dedi.
İhtiyar gülümsedi: ” Ben senin namazlarınım.”

“Neden bu kadar geç kaldınız ? Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum.”dedi..

İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; Başını salladı; ” Sen beni hep son anda yetiştirirdin, …Hatırladın mı?

Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kan-ter içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu.Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdestalmaya gidiyordu..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 18 Eyl 2014 06:57:57
Delinin Biri Camiye Girer , Belli Ki Namaz Kılacak..
Ama Oturmaz , Meraklı Ve Şaşkın Gözlerle Etrafı Süzer Dolanır..
Bir Oraya , Bir Buraya Her Köşeye Dikkatlice Bakar Ve Hızla Çıkar Gider..

Az Sonra Sırtında Bağlanmış Odunlarla Tekrar Gelir Camiye Ve Tam Namaza Başlamak Üzere Olan Cemaatle Birlikte Saf Tutar..
Ama Sırtındaki Odunlarla Güç Bela Bitirir Namazını..

Eğilip Kalktıkça Yere Düşen Odunlar , Çıkardığı Ses Vs. Derken , Tabii Cemaat De Rahatsız Olmuştur Bu Durumdan..
Nihayet Biter Namaz , Bitmesine Ama Her Kafadan Bir Ses Çıkar..
Herkes Kıpırdanmaya , Adama Söylenmeye Başlamıştır Bile..
İmama Kadar Ulaşır Sesler , Hafiften Tartışmalar..

İmam Aynı Mahalleden , Bilir Az Çok Garibin Halini , Şefkatle Yaklaşır Meczubun Yanına Ve Der Ki :

“ Oğlum Böyle Namaz Mı Olur , Sırtında Odunlarla , Sen Ne Yaptın.?
Hem Kendini Hem De Çevreni Rahatsız Ettin Bak , Bir Daha Namaz Kılmaya Yüksüz Gel Olur Mu.? ”

Bunu Duyan Meczub Melül - Mahzun , Ama Manalı Bir Bakışla Sorar

“ Âdetiniz Böyle Değil Mi.? ”

“ Ne Adeti.?! ” Der Hoca..

Cemaat Da Toplanmış , Merak Ve Şaşkınlıkla Olayı İzlemektedir O Sıra..

Der Ki Meczub Bu Kez :

“ Hocam Ben Namaz Kılmak İçin Girdim Camiye , Şöyle Kendime Uygun Bir Yer Ararken İçeridekilere Baktım , Gördüm Ki Herkesin Sırtında Bir Şeyler Var.. Zannettim Ki Adet Böyledir , Ben De Şu Odunları Yüklendim Geldim İşte , Neden Kızıyorsun.? Kızacaksan Herkese Kız , Tek Bana Değil.!

Hoca Şaşırır : “ Benim Sırtımda Da Mı Var.? ” Der..

“ Evet ” Der Meczub , “ Hepinizin Sırtı Yüklü.! ” ..

Cemaatte İse Hafiften “ Deli İşte.! ” Manasına , Bıyık Altından Gülüşmeler Başlamıştır..

Meczub Bu Kez Öne Atılır Ve Tek Tek Cemaati İşaret Ederek , Saf Bir Çocukça , Heyecanla Bağırır :

“ Bak Bunun Sırtında Mavi Gözlü Bir Çocuk , Bunda Kocaman Bir Elma Ağacı Vardı..

Bunda Kırık Bir Kapı , Bunda Bir Tencere Yemek , Bunda Kızarmış Tavuk , Şunun Sırtında Yeşil Gözlü Esmer Bir Hatun , Bununkinde De Yaşlı Annesi Vardı.! ”

Sonra İki Elini Yanlarına Salar Başını Sallar Ve Umutsuzca ;

“ Boş Yok , Boş Yok Hiç.! Diye Tekrarlar..

O Böyle Söyleyince , Herkes Dehşet İçinde Şaşkınlıkla Birbirinin Yüzüne Bakar.!

Aynen Doğrudur Dedikleri Çünkü ;
Kimi Doğacak Çocuğunu Düşünüyordur Namazda ,
Kimi Bahçesindeki Meyve Ağaçlarını ,
Biri Onaracağı Kapıyı ,
Diğeri Lokantasında Pişireceği Yemeği..
Biri Açtır Aklında Yiyeceği Tavuk ,
Birinin Sırtında Sevdiği Kadın ,
Diğerinde De Bakıma Muhtaç Annesi Vardır..

“ Peki Söyle Bakalım Bende Ne Vardı.? ” Der , Bu Kez Endişeyle Hoca..

O Da Der Ki :
“ Zaten En Çok Da Sana Şaştım Hoca.! Sırtında Kocaman Bir İnek Vardı.!

Meğerse Efendim , Hocanın İneği Hastaymış , “ Öldü Mü Ölecek Mi.? ” Diye Düşünürmüş Namazda..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 18 Eyl 2014 15:33:26
Bir Japon, İstanbul'da geçirdiği bir haftanın sonunda bizle ilgili izlenimleri sorulduğunda şunları söylüyor:
— Türklerin evine gittiğinizde, tanımasalar da buyur ediyorlar. Siz oturmadan kimse oturmuyor. Siz sofraya geçmeden kimse geçmiyor. En iyi yere sizi oturtuyorlar. Siz yemeğe başlamadan kimse başlamıyor. Zorla her yemekten tattırıyorlar. Siz kalkmadan kimse, evin çocuğu bile sofradan kalkmıyor. Çay, kahve, meyve, ikram bitmiyor. Herkes sizi rahat ettirmek için uğraşıyor.Kumandayı elinize veriyorlar.. Sırtınıza, altınıza yastık konuyor. Yorgunluktan ölseler bile siz kalkmadan kimse gidip yatmıyor. Gitmeye yeltendiğinizde bu kez bırakmıyorlar. Yataklarını veriyorlar, kendileri kanepede, koltukta yatıyor.
Sonra evden çıkıyorsunuz aynı adamlar 180 derece değişiveriyor. Herkes arabasını üstünüze sürüyor. Arabanın burnunu çıkarmazsanız kimse yol vermiyor. Kornalar, küfürler. şerit değiştirmek bile mümkün değil. Yayaysanız ışık olmayan bir geçitten mümkünü yok geçemezsiniz.
Evde öyle, arabada böyle, nasıl oluyor? Bu işi çözemedim! :))

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 18 Eyl 2014 20:13:16
Harama asla taviz verme...

 Rahmetli babam tek odalı evimizde bazen sabaha kadar sigara içer ve biz yoğun duman içerisinde uyurduk. Bu yüzden sigaraya oluşan zafiyetimle çocukluğumda sigara içtim. Ardından bıraktım. Ta ki, işe girdikten sonra, günde iki paket içen bir kadının, -Sen ne biçim ODTܒlüsün. Nasıl sigara içmezsin?” demesinden etkilenip yeniden başlayana kadar. Sonra savaşım sürdü, çok kötü maceralar yaşadık sigarayla ve en sonunda hamd olsun kurtuldum. Fakat bu kez yeniden başmamak için azami gayret gösteriyorum. Çünkü sigaraya zafiyetim var. Bir kemiğiniz kırıldıysa artık o hiç kırılmamış gibi sağlam değildir, zayıftır. Bir insanın ar damarı yırtılmış da bir fuhuşa battıysa da onun hali de böyledir. Bir yanlışı bir kere yapanın ona karşı perdesi yırtılmıştır. Artık o aynısını yapabilmeye yatkındır. Bu yüzden de o yanlıştan, canavardan korkar gibi dehşetle sakınmalıdır.
Ben tekrar sigaraya dönmemek için, bu canavara en küçük yüz vermemeye azmettim. Asla çevresinde yaltaklanmıyorum. Asla hoşuma giden bir duman kokusunu içime çekmiyorum. Asla kendimi sigaraya karşı güvende hissetmiyorum. Bir tanecikten ne olur diyecek olsa zihnim, derhal savaşıyorum. Aşağılıyorum. Euzu çekiyorum. Ya Rabbim, asla zerre kadar yaklaştırma diye hemen dua ediyorum. Çünkü biliyorum ki o canavarın kökü bir kere içime girmiştir. Sigaradan beni koruyan perde bir kere yırtılmıştır. Tövbeyle perdeyi yeniden diksem de asla aslı kadar güçlü olmayacak. O dokuz başlı yılan gibi, benden azıcık yüz alsa büyüyecek ve kafama basıp bana dediğini yaptıracaktır.
Bu durumumu yazma maksadım şu: Bu zamanda toplumumuzda en büyük zafiyeti nefsimizin içinde inşa ettiler. Bunu bize psikolojik savaş taktikleriyle yaptılar. Dağlarda teknolojiden uzak yaşayanlar dışındaki hepimizin beyinlerimizi gizli telkin kodlamalarıyla değiştirdiler. Biz eskiden namusumuz için düşmana kurşun sıkarken şimdi namusumuzu kendi ellerimizle teslim eden bir millete dönüşüyoruz. Böyle bir milletin nesli karısını, kızını korumak uğrunda savaşamaz. Bu yüzden zina canavarına su verecek, ölüsünü diriltecek en küçük, en minik yaltaklanmaktan şiddetle ürpermek farzdır. Evet farzdır. Yani bir namahrem erkeğin, kadının gözlerinin içine asla bir niyetle bakamazsın. Asla bilmem ne gaga gibi avret pazarlayanların haberlerini okuyamazsın. Asla ahlaksızlık ihanetiyle ilgili haberlerin peşinden gidemezsin. Bir kadının, erkeğin yüzünden hoşlanıyorsan, ona bakmayı sürdüremezsin. İnternetten çıplak resimlere bakmak isteyen nefsinin bu yolla zevklenmesine izin veremezsin. Hele de evli isen, bu ortamda birisiyle mahremce, sen-ben beraberliğinde muhabbet edemezsin. “-Küçük bir şey canım, herkes çok daha fecisini yapıyor, ne olacak ki!” diye düşünemezsin! Allah’ın gazabı gelirse sürüler halinde milyonların tümü birden tek bir kalemde cehenneme süpürülebilir. Burada çoğunluğun aynı haramı yapması kurtarıcı bir kriter değildir. Sen kendi gemini isyan içinde boğulmaktan kurtarabilecek yegane kişisin. Şeytana taviz verme. Şeytana azıcık göz kırpma. Bir lokma yiyecek atma. Bir kerecik rahat nefes aldırma. Euzu ile paramparça et. Acımasızca saldır.

 Dr. Muhammed Bozdağ

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 18 Eyl 2014 23:17:24
Camiden çıktık, birisi cebinden çıkardığı kağıt peçeteyi açıp içinden birşeyi dışarıya üfledi. Merak edip ne attığını sordum. Örümcekmiş. Namaz sonrası otururken önünden geçen örümceği, birisi yanlışlıkla basabilir düşüncesiyle peçeteye sarmış, dışarıya çıkınca hayata salıyor. Bir insana bu şefkati ancak imanı verebilir.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 19 Eyl 2014 16:35:37
MUHTEŞEM BİR HİKAYE : GÖZ YAŞLARIYLA OKUYACAKSINIZ !!!

Okulun ilk gününde 5. sınıfın önünde dururken, öğretmen çocuklara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Ancak bu imkâns
ızdı, çünkü ön sırada oturduğu yerde bir yana kaykılmış
ismi Mustafa Yılmaz olan bir erkek çocuk vardı. Bayan Mediha bir yıl önce Mustafa yı izlemişti ve diğer çocuklarla iyi oynamadığını, elbiselerinin kirli olduğunu ve sürekli olarak kirli dolaştığını gözlemişti. İlave olarak Mustafa tatsız olabiliyordu. Bu öyle bir noktaya geldi ki, Bayan Mediha onun kâğıtlarını büyük bir kırmızı kalemle işaretlemekten, kalın çarpılar (x ) yapmaktan ve kâğıdın üstüne büyük? F? (en düşük derece) koymaktan zevk alır oldu.

Bayan Mediha nın okulunda, her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu ve Mustafa nın kayıtlarını en sona bıraktı. Ancak, onun hayatını gözden geçirdiğinde, bir sürpriz ile karşılaştı.

Mustafa nın birinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

Mustafa gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapıyor ve çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli?

İkinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

Mustafa mükemmel bir öğrenci, sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor, ama annesinin ölümcül bir hastalığı olduğu için sıkıntı içinde ve evde ki yaşamı mücadele içinde geçiyor.?

Üçüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

Mustafa nın annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Mustafa elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, ama babası ona ilgi göstermiyor ve eğer bazı adımlar atılmazsa evde ki yaşamı yakında onu etkileyecek.

Mustafa nın dördüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

"Mustafa içine kapanık ve okulda derslere çok fazla ilgi göstermiyor. Çok
fazla arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor.

Bunları okuyunca, Bayan Mediha problemi kavradı ve kendinden utandı.

Öğrencileri ona güzel kurdelelerle ve parlak kâğıtlara sarılmış hediyeleri
getirdiğinde bile çok kötü hissediyordu. Mustafa nın hediyesini alıncaya
kadar bu böyle devam etti.

Mustafa nın hediyesi bir marketten aldığı kalın, kahverengi ambalaj kâğıdı
ile beceriksizce sarılmıştı.

Bayan Mediha onu diğer hediyelerin ortasında açmaktan acı duydu. Bayan Mediha pakette taşlarından bazıları düşmüş yapma elmas taşlı bir bilezik ve çeyreği dolu olan bir parfüm şişesini çıkarınca çocuklardan bazıları gülmeye başladı. Ama o bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırdığında çocukların gülmesi kesildi. Bileziği taktı ve parfümü bileklerine sürdü. Mustafa, o gün okuldan sonra öğretmenine şunu söylemek için kaldı.

Öğretmenim bugün aynı annem gibi kokuyordunuz.

Çocuklar gittikten sonra, Bayan Mediha en az bir saat ağladı. O günden
sonra, okuma, yazma ve aritmetik öğretmeyi bıraktı. Bunun yerine, çocukları
eğitmeye başladı. Bayan Mediha, Mustafa ya özel ilgi gösterdi. Onunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu. Onu daha fazla teşvik
ettikçe, daha hızlı karşılık veriyordu. Yılın sonuna kadar Mustafa sınıfta
ki en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları aynı derecede sevdiğini
söylemesine rağmen, Mustafa onun gözdelerinden biri idi.

Bir sene sonra, Bayan Mediha kapısının altında Mustafa dan bir not buldu,
ona hala tüm yaşamında sahip olduğu en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu.

Altı yıl sonra Mustafa dan bir not daha aldı. Liseyi bitirdiğini, sınıfında
üçüncü olduğunu ve onun hala hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı.

Bundan dört yıl sonra, bazı zamanlar zor geçmesine rağmen okulda kaldığını,
sebatla çalışmaya devam ettiğini ve yakında kolejden en yüksek derece ile
mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı. Yine Bayan Mediha nın tüm
yaşamında ki en iyi ve ne favori öğretmen olduğunu yazmıştı. Sonra dört yıl
daha geçti ve başka bir mektup geldi. Bu kez fakülte diplomasını aldıktan
sonra, biraz daha ilerlemeye karar verdiğini açıklıyordu. Mektup onun hala
karşılaştığı en iyi ve en favori öğretmen olduğunu açıklıyordu. Ama simdi
ismi biraz daha uzundu.

Mektup söyle imzalanmıştı,

Prof. Dr. Mustafa Yılmaz ( Tıp Doktoru)

Öykü burada bitmiyor.

Görüyorsunuz, ortaya çıkan başka bir mektup var.

Mustafa bir kızla tanıştığını ve onunla evleneceğini söylüyordu. Babasının
birkaç hafta önce vefat ettiğini açıklıyordu ve evlenme töreninde Bayan
Mediha nın damadın annesine ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu.

Şüphesiz Bayan Mediha bunu kabul etti. Ve tahmin edin ne oldu?

Taşları düşmüş olan o bileziği takti. Dahası, Mustafa nın annesinin süründüğü parfümden sürdü.

Birbirlerini kucakladılar ve Dr. Mustafa, Bayan Mediha nın kulağına şöyle fısıldadı,

"Bana inandığınız için teşekkür ederim, öğretmenim.

Bana önemli olduğumu hissettirdiğiniz ve bir fark meydana getirebileceğimi gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim"

Bayan Mediha, gözlerinde yaslarla fısıldadı, söyle dedi,

Mustafa, yanlış şeylere sahiptim. Bir fark meydana getirebileceğimi bana
öğreten sensin. Seninle tanışıncaya dek, nasıl öğreteceğimi bilmiyordum".

Birinin Hayatında Bir Fark Oluşturmaya Çalışın.

Çevrimdışı caki1910

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.869
  • 6.805
  • 1.869
  • 6.805
# 19 Eyl 2014 22:02:42
Satın aldığı araziyi ıslah ederek ekilebilir hale getiren tek gözlü adam , tarlaya seslenerek:
   -Ey tarla, demiş. Şimdi gerçek sahibini buldun.
   Tarla dile gelip cevap vermiş :
   -Seninle birlikte üzerimden 99 tek gözlü geçti. Beni bırakıp giden çift gözlülerin hesabını istersen sen yap :)

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK