İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.952
  • 28.885
  • 227.952
# 21 Eyl 2014 08:36:31
Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki “Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.”
Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek :
- Söyledikleri doğru mu diye sorar , Suçlanan genç der ki :
-Evet doğru.Bu söz üzerine Hz Ömer;
-Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar:
Bunun üzerine genç anlatmaya başlar, der ki :
-”Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanim ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atim var ki dönen bir defa daha bakıyor, hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hısımla çıktı , atıma bir taş, attı atim oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir tas attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret” dedi.
Bu söz üzerine Hz Ömer:
-”Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam.Madem suçunu da kabul ettin” dedi.
Bu sözden sonra delikanlı söz alarak
-”Efendim bir özrüm var” diyerek konuşmaya başladı
- “Ben memleketinde zengin bir insanim, babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkini zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum” der.
Hz. Ömer dayanamaz der ki :
-”Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?!”
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:
- “Bu zat benim yerime kalır.” O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşlarından daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As’ dan başkası değildir. Hz. Ömer Amr’a dönerek,
- “Ey Amr, delikanlıyı duydun” der.
O yüce sahabi
-”Evet, ben kefilim” der ve genç adam serbest bırakılır.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine’nin ileri gelenleri Hz. Ömer‘e çıkarak genç’in gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As’a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve “babamızın kani yerde kalsın istemiyoruz” derler.
Hz. Ömer kendinden beklenen cevabi verir der ki :
“Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim.”
Hz Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki :
-”Biz de sözümün arkasındayız.”
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek derki evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin?” Genç vakurla basını kaldırır ve (günümüz insani için pek de önemli olmayan) “AHDE VEFASIZLIK ETTI” demeyesiniz diye geldim der.
Hz.Ömer basini bu defa çevirir ve Amr Ibni As’a der ki :
-”Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu onun yerine kefil oldun”.
Amr Ibni As Allah kendisinden ebediyyen razı olsun, vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir,
-”Bu kadar insanin içerisinden beni seçti.
“INSANLIK ÖLDÜ “dedirtmemek için kabul ettim” der.
Sıra gençlere gelir, derler ki :
-”Biz bu davadan vazgeçiyoruz.”
Bu sözün üzerine Hz Ömer :
-”Ne oldu, biraz evvel “babamızın kani yerde kalmasın” diyordunuz ne oldu da vaz geçiyorsunuz?” der.
Gençlerin cevabi da dehşetlidir :
-”MERHAMETLI INSAN KALMADI” DEMEYESINIZ DIYE …

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.952
  • 28.885
  • 227.952
# 21 Eyl 2014 18:03:29
İki Cihan Güneşi Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), bir gün mescide otururken bir gurup esir getirildi.
İçinde kadınlar ve çocuklar da vardı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir de ne görsün...
Baktı ki, esirler içinde bir kadın çocuğunu kaybetmiş, aklını kaybetmişçesine, deli olmuşçasına bir sağa bir sola koşuyor.
Kadın yakaladığı her çocuğu sinesine basıyor, kokluyor sonra bırakıyordu.
Sonra kendi yavrusunu buldu, bağrına bastı.
Doymak bilmeyen bir arzu ile onu öpüyor, kokluyor, tekrar bağrına basıyordu.
Allah Rasulü (s.a.v.) bu manzara karşısında iyice doldu ve:
"Şu kadını görüyor musunuz?" dedi.
Sahabi cevap verdi:
"Evet Ya Rasûlallah!"
Allah Rasûlü (s.a.v.) tekrar:
"Bu kadın şu kucağındaki çocuğunu cehenneme atar mı?"diye sordu.
Sahabi:
"Hayır ya Rasûlallah!" karşılığını verdi.
Ve işte bunun üzerine Rahmet Peygamberi şu hikmet dolu sözleri söyledi:
"ALLAH O Kadından Daha Şefkatlidir,
Kullarını Cehenneme Atmaz..."
( Buhari, "Edeb", 19, Müslim,Tevbe, 22)

Çevrimdışı aslı_80

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
# 22 Eyl 2014 12:48:06
" Fizikçi, Matematikçi, Kimyacı, Jeolog ve Antropologdan oluşan bir heyet araştırma için bir arazide bulunmaktadır. Birden yağmur bastırır. Hemen yakınlarda bir köy evine sığınırlar. Ev sahibi bir şeyler ikram etmek için mutfağa geçer. Hepsinin dikkati soba üzerinde toplanır. Soba yerden bir metre kadar yukarıda, altındaki dizili taşların üzerindedir. Sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğini düşünmeye başlayıp tartışırlar ve herkes fikirlerini sırayla açıklamaya başlar.
Kimyacı. " Adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisni düşürmüş. Böylece daha kolay yakmayı amaçlamış olmalı," der.
Fizikçi, "Adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiştir.," diyerek fikrini söyler.
Jeolog, "Burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan herhangi bir deprem anında sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak yangın olasılığını azaltmayı amaçlamış," der.
Matematikçi, " Soba odanın geometrik merkezine kurulmuş, böylece de odanın düzgün ısınmasını sağlamış," dedikten sonra; Antropolog, " Adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı nedeniyle sobayı yukarı kurmuş," der.
Bu sırada adam içeri girer, ona sobanın niye böyle yukarıya kurulduğunu sordukları zaman biraz sıkılarak cevap verir.
" Borumuz yetmedi."

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.952
  • 28.885
  • 227.952
# 22 Eyl 2014 21:25:30
Ey Oğlum!

Mümin dünyada sıkıntı çeker. Fakat hiç şüphe yok ki, o bu sıkıntılar içinde de, darlıktan sonra huzur bulur. Fakat sen hemen rahata talip oluyorsun. Biliyormusun, müminin rahatı, Rabbine kavuştuğu gün olacaktır!

Şah-ı Nakşibend (Radıyallahu Anh.)

Çevrimdışı s.kahya

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.773
  • 33.610
  • Müdür Yardımcısı
  • 8.773
  • 33.610
  • Müdür Yardımcısı
# 23 Eyl 2014 15:54:28
Beşinci Abbâsî halifesi Hârun Reşid, sarayın bahçesindeki bir gül fidanını çok beğenir. Biçimi, eşsiz kokusu ve müstesnâ rengiyle dikkatini çeken bu gülü özel bakıma alması için bahçıvana emir verir.

Bahçıvan da sultandan aldığı bu emir dolayısıyla, gülün üzerine âdeta titremeye başlar. Her seher ilk işi, o gülün bakımını eksiksiz yapmak olur. Yine bir sabah gülün bakımını yapmak için yanına gittiğinde bir de bakar ki, gülün dalına konan bir bülbül, ne kadar yaprak varsa hepsini gagalayarak yere düşürmüş. Gülün dallarında tek bir yaprak bırakmamış. Büyük bir korku içerisinde halifeye koşar. Huzûra kabul edilince:

“–Sultanım!” der, “Üzerine titrediğimiz gülün yapraklarını bir bülbül gagalayarak yere dökmüş, gülün üstünde tek bir yaprak bırakmamış.”

Hârun Reşid, bahçıvanın söylediklerini sükûnetle dinledikten sonra, telâş göstermeksizin şu cevâbı verir:

“–Üzülme bahçıvan efendi, üzülme! Bülbülün yaptığı yanına kâr kalmaz.”

Sultanın bu cevabı üzerine rahat bir nefes alan bahçıvan ise işine döner. Aradan henüz birkaç gün geçmiştir ki, bahçıvan, gülün yapraklarını düşüren bülbülü bir yılanın yakaladığını ve yutmak için otların arasında kaybolup gittiğini görür.

Heyecanla yine halifeye gelir:

“–Sultanım!” der, “Çok sevmiş olduğunuz gülün yapraklarını döken bülbülü bir yılan yakalamış, yutarken gördüm.”

Sultan yine telâşsız:

“–Merak etme efendi!” der, “Bülbülün âhı yılanda kalmaz. O da ettiğini bulur.”

Bahçıvan yine işine döner. Bir ara bahçede çalışırken, bülbülü öldüren yılanın otların arasından kendisine yaklaşmakta olduğunu görür. Hemen elindeki küreğiyle vurarak yılanı öldürür.

Yine halifenin huzuruna gelip sevinç içerisinde:

“–Sultanım! Bülbülü öldüren yılanı, ben de bahçede küreğimle öldürdüm.” diyerek durumu anlatır.

Hârun Reşid yine sakin:

“–Bekle bahçıvan efendi bekle!” der, “Yılanın âhı da sende kalmaz. Sen de yaptığının karşılığını görürsün.”

Nitekim çok geçmez, bahçıvan işlediği bir hata sebebiyle halifenin huzuruna çıkarılır ve cezalandırılması istenir. Halife de onun zindana atılmasını emreder. Askerler, yaka paça zindana doğru götürürken geriye dönen bahçıvan Sultana şunları söyler:

“–Sultanım! «Bülbülün yaptığı yanına kâr kalmaz!» dediniz, onu yılan yuttu. «Bülbülün âhı yılanda kalmaz!» dediniz, onu da ben öldürdüm. Şimdi benim yaptığım da yanıma kalmıyor, zira sen zindana attırıyorsun. Kimsenin yaptığı yanına kalmıyor da, senin ki mi kalacak?.. Demek sana da bir yapan çıkacak, öyle ise gel sen bana yapma ki, bir başkası da sana yapmasın.”

Hârun Reşid bir müddet sükût ettikten sonra, bahçıvana hitâben «Doğru söyledin!» diyerek askerlere şu emri verir:

“–Bırakın bahçıvanı, çiçeklerini sulamaya devam etsin.”

Bunun üzerine, Sultan ile bahçıvan arasındaki konuşmaya şâhit olan bir kimse şöyle der:

“–Sultanım, gereken cezâsını vermediğiniz takdirde bahçıvanın yaptığı yanına kalmış olacak.”

Hârun Reşid, bu sözler üzerine şu hakîkati ifâde eder:

“–Hayır! Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz. En ağır şekliyle âhirette ödemeye tehir edilir! Ama gâfil insanlar bunun farkına varamaz da, yaptığı yanına kâr kaldı sanır.”

Çevrimdışı s.kahya

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.773
  • 33.610
  • Müdür Yardımcısı
  • 8.773
  • 33.610
  • Müdür Yardımcısı
# 23 Eyl 2014 16:17:01
Allah Dostlarının hayatlarında, kendi hayatımız için nice ibretlerle birlikte büyük ümitler de bulunmakta. İsyan ve günahlarla dolu yıllara rağmen ne büyük makamlara erişilebileceğinin bir örneği de Bişr-i Hafi (K.S.). Onun hayatından bize düşen hisse, gaflet ve isyankârlığımıza takılıp kalmadan yüksek ufuklara göz dikmek. İçimizde-dışımızda bizi çağıran o ulvî sese kulak vermek.

Manevî semamızın yıldızlarından Bişr-i Hafi, h.150 (m.767) yılında Merv’de doğdu. Merv’in ileri gelen ailelerinden birine mensuptu. Bağdat’ta yaşadı ve h.227 (m.841) yılında burada vefat eyledi.

Devrinin sayılı hadis âlimlerinden biri olan Bişr-i Hafî Hazretleri, gençlik yıllarında içki ve işret meclislerinde dolaşırdı. Bir gün sarhoşluktan sendeleye sendeleye yürürken yolda bir kağıt parçası buldu. Üzerinde Bismillahirrahmanirrahim yazılıydı. Onu hürmetle eline aldı, temizledi, üzerine misk sürdü, öptü ve gözlerine sürerek temiz bir yere koydu. O gece şeyhlerden biri rüyasında kendisine şöyle hitab edildiğini duydu:

“Bişr’e varıp de ki: Bizim ismimizi misk kokulu bir hale getirdin. Biz de seni misk kokulu yaptık. İsmimizi yücelttin, biz de seni yücelttik. İsmimizi temizleyip arındırdın, biz de seni arındırdık. İzzetime and olsun ki, dünyada da ahirette de ismini hoş hale getireceğim!” Bu hitab üzerine şeyh: “Bişr, fasık bir kişidir, galiba gördüğüm rüya asılsızdır” diye düşündü. Kalktı, abdest aldı, namaz kılıp yattı. Fakat yine aynı hitabı işitti. Bu hal üç kere tekrar etti. Sabah kalkıp Bişr’i aradı. “O şarap meclisindedir.” denilince meyhaneye gitti. O sırada Bişr sarhoş bir halde bulunuyordu. Şeyh, “Ey Bişr! Sana biri bir haber getirmiş.” diye içeriye haber saldı. Bişr: “Gidip ona, ‘Bu haberi kimden getirdin?’ diye sorunuz.” Şeyh, “Haber Yüce Allah’tandır.” diye karşılık verince Bişr ağladı ve: “Eyvah o beni azarlayacak.” dedi. Şeyh, “Hiç de öyle değil.” dedi. Bişr, “Ahbaplarla konuşmam için biraz bekle.” dedi. Gidip arkadaşlarına: “Dostlar! Bizi davet etmişler, gidiyoruz. Sizleri de O’na ısmarlıyorum. Beni bir daha asla meyhanede bulamayacaksınız.” dedi.

Sonra da perişan bir halde, baş açık, yalınayak dışarı çıkıp tevbe etti. Zühd yolunu tuttu, evliyanın devletli eteğine sarıldı.

Bu olaydan sonra Bişr, bir daha asla ayağına ayakkabı giymedi. Bundan dolayı kendisine “haffi”, yani yalınayak gezen denildi. “Niçin ayağına ayakkabı giymiyorsun?” diye soranlara, “Çünkü O’na misâk verdiğim gün yalınayaktım, şimdi ayağıma ayakkabı giymekten utanıyorum.” diye cevap verirdi.

Fudayl b. İyaz (K.S.)’ın sohbetlerine katılan Bişr-i Hafî, bu sufi muhaddisten başka  Enes b. Malik, Abdullah b. Mübarek gibi bir çok alimden hadis öğrendi. Ahmed b. Hanbel başta olmak üzere devrinin büyük hadis alimleri kendisinden hadis rivayet ettiler.

Sonraları dayısı Ali b. Harşam (K.S.)’a intisab eden Bişr-i Hafi, hadis rivayetini bırakarak tamamen tasavvufa yöneldi. Zühd, takva ve mücahede dolu hayatıyla manâ alemine sultan oldu. Verâ hususunda son derece ince eleyip sık dokuyan Bişr-i Hafî Hazretleri, helâlliği şüpheli paralarla yapılıyor diye sultanların yaptırdığı çeşmelerden bile su içmezdi. Ev halkı da verâ ve takva hususunda aynı hassasiyeti  taşırdı.

Bir gün aciz ve zayıf bir kadın Ahmed b. Hanbel’in yanına geldi ve sordu: “Yazın dama çıkarak devlete ait meşalelerin ışığı altında iplik eğiriyorum. Bu caiz mi, değil mi?” Böyle bir soru karşısında hayrette kalan Ahmed bin Hanbel Hazretleri: “Sen kimsin ki, bu çeşit sözleri ağzına alıyorsun?” dedi. Kadın: “Ben Bişr b. Haris’in kız kardeşiyim.” deyince, İmam Ahmed hüngür hüngür ağladı ve: “Bu çeşit bir takva ancak onun gibisinin evinde zuhur eder.” dedi. Sonra kimseye böyle bir fetva vermeyen Ahmed bin Hanbel Hazretleri: “Asla caiz değildir! Kulak ver ki, saf suyun bulanmasın. Biraderin olan o temiz rehbere uy! Bu suretle öyle bir mertebeye ulaşırsın ki, o ışığın altında iplik eğirmek istediğin zaman senin elin sana itaat etmez. Kardeşin öyle biri idi. Helalliği şüpheli olan bir yemeğe elini uzatmak istediği zaman eli kendisine itaat etmezdi.” dedi.

Ahmed b. Hanbel sık sık Bişr-i Hafî’nin yanına giderdi, tam manasıyla ona bağlanmıştı. Talebeleri ona: “Sen hadis ve fıkıh alimi bir müctehidsin. Birçok ilimde bir benzerin daha yok. Buna rağmen bir pejmürdenin yanına gidiyorsun, bu sana hiç yakışır mı?” dediler. Ahmed b. Hanbel: “Evet, şu saymış olduğunuz ilimlerin hepsini ben ondan daha iyi bilirim. Ama o da yücelerden yüce Allah’ı benden daha iyi tanımaktadır!” dedi. Sonra Bişr’in yanına giderek:  “Haddisnî an Rabbî! (Bana İzzet ve Celâl sahibi Rabbim’den bahset!)” dedi.

Alemlerin Efendisi Muhammed Mustafa (A.S.), rüyasında Bişr-i Hafî Hazretleri’ne şöyle hitab etti: “Hak Tealâ Hazretleri’nin, seni akranların arasından niçin seçip dereceni yükselttiğini biliyor musun?” Bişr: “Hayır ya Rasulallah!” “Çünkü sen sünnetime tabi oldun, salihlere hürmet ettin, kardeşlere öğüt verdin. Ashabımı ve ehl-i beytimi de sevdin. Bu yüzden seni ebrar makamına terfi ettirdim.” Vefatı yaklaşınca, kendisini büyük bir ızdırab kapladı. “Galiba hayatı seviyorsun” diyenlere, “Hayır” dedi; “lâkin Padişahlar Padişahı’nın huzuruna çıkmak cidden güç bir iş.” Naklederler ki, hayatta olduğu müddetçe yalınayak gezdiği için hayvanlar ona hürmeten sokaklarda hiç terslemezlerdi. Bir gün bir şahıs sokakta hayvan tersi görünce: “Eyvah! Bişr gitti!” diye feryadı bastı. Araştırdılar, adamın dediği doğru çıktı. “Bunu nasıl anladın?” diyenlere: “Çünkü” dedi; “O hayatta olduğu sürece, Bağdat’ın hiçbir sokağı hayvan tersiyle kirlenmemişti. Bu sefer ise alışılmışın aksine bir durum gördüm. Anladım ki, Bişr artık hayatta değil!” Vefatından sonra onu rüyada gören biri, “İzzet ve Celâl sahibi Allah sana ne yaptı?” diye sorunca, şu cevabı aldı: “Merhaba ey Bişr! diye ferman geldi. Sonra, ‘ruhunu teslim ettiğin an yeryüzünde senden daha çok sevdiğim hiçbir kimse yoktu’ diye bir hitab işittim.” Onu rüyada yürür halde gören diğer biri, “Nereden geliyorsun?” diye sordu. “İlliyyûn (Cennet’in en yüksen mertebesinden)’den.” dedi. “Allah, Ahmed b. Hanbel’e ne yaptı?” diye sordu. “Şu anda onu, Allah’ın huzurunda nimetlerin içinde yer-içer bir halde bıraktım.” “Peki ya sana ne yaptı?” diye sordu. “Allah, benim yemeğe pek rağbet etmediğimi bildiğinden, kendisini temaşa etmemi lütfetti” dedi.

Şu sözler ona aittir:

“Halkın kendisini bilmelerini ve tanımalarını arzu eden bir kimse, ahiretin (ve bu maksatla işlediği amelin) hazzına varamaz.” “Eğer halkın seni bilmelerini arzu ediyorsan, bil ki, dünya sevgisinin başı işte bu arzudur.” “Arifler öyle bir taifedir ki, Hak Tealâ’dan başkası onları (gerçek hüviyetiyle) tanımaz ve ancak Allahu Tealâ’nın rızası için kendilerine hürmet ve itibar edilir.” (Hilye, Kuşeyrî Risalesi, Keşfu’l-Mahcûb, Nefehâtü’l-Üns, Tezkiretü’l-Evliyâ)

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.952
  • 28.885
  • 227.952
# 23 Eyl 2014 23:01:15
Bir mazluma zulmeden kendisine yazık eder!
“Komşularından dinlediğim bu hikâyenin bir tarafında kıskanç bir kaynana, diğer tarafında da yetim bir kızla evli bir erkek evlat var.
Kaynana evliliğin ilk gününden itibaren her gün ‘sen iyi bakamıyorsun oğluma, ona layık değilsin, beceriksiz!’ türünden sözlerle eziyet ediyor geline. Oğlu annesinin dolduruşundan etkileniyor, kendisine çok daha güzel ve becerikli gelin bulabileceği vadindeki annesinin zulmüne sessiz kalıyor. Zamanla da annesiyle işbirliği yapınca, evlilik geline zindan oluyor. Nihayetinde gelin boşanmayı kabullenmek zorunda kalıyor, zulme uğramış, hakkını arayamamış, çaresiz vaziyette bir akrabasına sığınır.
Eşini annesinin iftiralarına ve sözlü saldırılarına kurban eden oğlan bir yıl boyunca annesinin yemeğini yiyor ve sabırla annesinin vadettiği o daha güzel ve becerikli gelinin bulunmasını bekler. Lakin günün birinde banyo yaparken ayağı kayar, düşerken kafasını duvara çarpıp bilincini yitirir. Annesi oğlunu bayoda baygı bulur; acile koşarlar. Gencecik oğlu ölmez; ama maalesef yatalak bir vaziyette felç kalır.
Ben bu hikâyeyi bundan birkaç yıl önce dinlediğimde kazanın üzerinden on yıl geçmişti. Yaşıyorlarsa ana-oğul hala ettikleri zulmün bedelini ödüyor olmalılar. Oğluna daha iyi gelin bulacağını sanan anne yıllardır oğlunun altını temizliyor, bebek gibi kaşıkla yediriyor.
Ey anne! Zulmettin. Zulme sürükledin. Zalime kıysan belki kurtulurdun ama sen bir mazluma kıydın. Bir aileyi dağıttın. Kibrin ve bencilliğin yüzünden dünyanız zindan oldu. Sen yazık ettin kendine. Yazık ettin oğluna. Yazık ettin geleceğine. Ettiğini çekiyorsun. Ahırette de çekecek misin, Allah bilir. Makbul bir tövbe edemezsen sonsuza dek bu beladan kurtulamazsın. Mazlum kullarına Allah nice lütuflarda bulunur da çektiklerini telafi eder.
Hayatta herkesin ettiğini bulacağını büyüklerin deneyimlerinden öğrenmedin mi? Baba evinden kopup ocağınıza sığınan garibana zulmederken Allah’ın her saniyeyi görüp kaydettiğini düşünmedin mi? Zulmederken Allah’ın kuluna, emanetine kötülük ettiğini düşünmedin mi? Allah’ın mazlum kullarının velisi ve kimsesizlerin kimsesi olduğunu sana kimse söylemedi mi? Ne çare, giden geri gelmiyor.”

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 25 Eyl 2014 14:16:07
FATİHSULTAN MEHMED HAN’IN HOCASINA SAYGISI

•29 Mayıs 1453 sabahı son hücum emri ile birlikte İstanbul Osmanlı'ya teslim olmuştu. Fatih Sultan Mehmed Han, hocası Akşemsettin  ile birlikte, coşkulu bir törenle İstanbul'a giriyordu. Bizans halkı ve kadınlar yollara dökülmüş, genç Fatih'i selamlıyor, üzerine çiçekler atarak onu tebrik ediyorlardı. Hatta Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul'a girerken, yer yer Bizans halkı öndeki "Akşemsettin"i padişah zannediyor, Akşemsettin "hükümdar arkada" işaretini yapınca, Fatih Sultan Mehmet Han da edep, terbiye ve inceliği ile, şöyle karşılık veriyordu:

"Evet, hükümdar benim, lâkin o da benim Hocam'dır!"
 
•Fatih Sultan Mehmet Han, bir gün veziri Mahmut Paşa'yı yanına alarak hocası Akşemseddin'i ziyarete gitmişti. Akşemseddin, Padişah içeri girdiği halde ayağa kalkmamıştı.Bir süre geçtikten sonra Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmed Han'ın huzuruna gitti. Padişahın yanında Mahmut paşa'da bulunuyordu. Fatih Sultan Mehmed Han hemen ayağa kalkarak hocasına yer gösterdi.

iki olayı kıyaslayan Mahmut Paşa dayanamayıp sordu:

- Hünkârım, hocanız geldiğinde siz ayağa kalktınız. Hâlbuki siz onun yanına gittiğinizde o ayağa kalkmaz. Sebebi ne ola?
 
Fatih Sultan Mehmed Han şöyle cevap verdi:

- Hocam Akşemseddin'e saygı göstermemek elimde değil. O yanıma geldiğinde gayri ihtiyari bir heyecan kaplar ve farkında olmadan kendimi ayakta bulurum.
O ise, ilmin izzetini korumak için bana ayağa kalkmaz, buyurdu.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.952
  • 28.885
  • 227.952
# 25 Eyl 2014 19:46:14
“Ömür boyu hasta mı olacağım?”
-Liseli genç birkaç yıldır kalp romatizması hastalığıyla mücadele ediyor. Muayene olmak üzere hekimine başvurur ve aralarında şu diyalog geçer:
-Genç: Çok kötüyüm, şartlarım çok ağır geliyor, altında eziliyorum.
-Hekim: Neden böyle düşünüyorsun?
-Genç: Kaç yıldır kalp romatizmasıyım. Yorgunum, düzenli olarak iğne vurulmaktan, ağrı sızılarımdan yoruldum. Bakıyorum arkadaşlarım gülüp eğleniyor, şen şakraklar. Onlar gibi hayatımı yaşayamıyorum. Hayatım hep böyle mi sürecek diye çok üzülüyorum. Kafam duruyor, ders çalışamıyorum üzüntüden.
-Hekim: Böyle karamsar düşünerek eziyetini birkaç kat katlaman mantıklı mı? Bu hayatı ağrısız veya ağrılı, hızlıca bitiriyoruz. Kendini kendinden iyi durumda görünenlere kıyaslıyorsun. Bu da senin üzüntünü arttırıyor. Bütün herkes kalp romatizması olsa bu düşünceleri üretecek miydin? Tersinden düşün. Yatalak hastalar da var. Sonra yurtlarda kalan bir çok senin çağındaki gencin kimsesi yok. Ziyaret eden anası babası yok. Bir çoğu yalnız, kimsesiz, fakir ve tek başına hayata tutunmaya çalışıyor. Senin en azından evinde olduğun seni çok seven destekçin bir annen ve baban var. Bir çok açıdan çok daha iyi imkanlara sahipsin. Olumlu yönlerine odaklansan daha rahat olmayacak mısın?
-Genç: Haklısınız… Hiç bu yönüyle düşünmemiştim. Teşekkür ederim. Dr. Muhammed Bozdağ

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 26 Eyl 2014 10:45:01
Adam yeni kamyonuna bakmak için evinden çıktığında, üç yaşındaki oğlunun gayet mutlu bir biçimde elindeki çekiçle kamyonunun kaportasını mahvettiğini görmüş.
Hemen oğlunun yanına koşmuş ve çocuğun eline çekiçle vurmaya başlamış. Biraz sakinleşince oğlunu hemen hastaneye götürmüş. Doktor, çocuğun kırılan kemiklerini kurtarmaya çalıştıysa da elinden bir şey gelmemiş ve çocuğun iki elinin parmaklarını kesmek zorunda kalmış. Çocuk ameliyattan çıkıp gözlerini açtığında, bandajlı ellerini fark etmiş ve gayet masum bir ifadeyle, “Babacığım, kamyonuna zarar verdiğim için çok üzgünüm.“ demiş ve sonra babasına şu soruyu sormuş: “Parmaklarım ne zaman yeniden çıkacak?“ Babası eve dönmüş ve hayatına son vermiş...

Birisi masaya süt döktüğünde ya da bir bebeğin ağladığını işittiğinizde bu öyküyü hatırlayın. Çok sevdiğiniz birine karşı sabrınızı yitirdiğinizi anladığınızda, önce biraz düşünün. Kamyonlar onarılabilir, ama kırılan kemikler ve incinen duygular hiçbir zaman onarılamaz; genellikle kişiyle performansı arasındaki farkı göremeyiz. İnsan hata yapar. Hepimiz hata yaparız. Fakat öfkeyle ve düşünmeden yapılan şeyler, insanı sonsuza kadar rahatsız eder.
Harekete geçmeden önce durun ve düşünün. Sabırlı olun. Anlayış gösterin ve sevin. Sonucunda pişmanlık duyacağınız şeyleri yapmayın.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.952
  • 28.885
  • 227.952
# 26 Eyl 2014 17:02:10
Alman bayan bir arkadasimiz müslüman oldu.
Öyle güzel bir tesettüre girmis ki...
Carsafa yakin bollukta bir ferace, kocaman dirseklerine varan bir örtü.
Hristiyan anne ve babasi karsi gelmis, seni evlatliktan red ederiz demisler. Ama o bu kararindan vaz gecmemis...
Kendine yeni bir hayat kurmak icin cevresine müslüman bir erkekle evlenmek istedigini duyuruyor. Türk damat adayi cikip görüsmeye geliyor. Kizin sordugu soru sasirtici cinsten...
- "Diyelim ki evlendik, bir kizimiz oldu. 7 yasinda onu yavas yavas tesettüre alistirmak istesem, senin tepkin ne olurdu?"
- "7 yas mi? Cok erken degil mi? Hem benim akrabalarim, cevrem... Bu durumu kabullenemez..."
- "Peki, anlasildi. Bu görüsme de benim icin burada bitmistir."
Sağlam duruşu görüyor musunuz?
20 yillik tatli su müslümanlarinin tasiyamadigi bayragi, iki günlük müslüman kiz sirtina aliyor, göklere cikartiyor.
"Ben müslüman oldum, müslüman gibi de yasamak istiyorum" diyor.
Sahtelik, iki yüzlülük, münafiklik, kafir özentiligi istemiyor hayatinda.
Allah nasil emrettiyse onu istiyor.
Hem Allah'a inanip, hem de hristiyan gibi yasamak istemiyor.
Mantikli degil mi?
- Hemen tam tesettüre giremem, biraz alismam lazim diye yillarca kendini kandiran hanimlar!
- Yok artik bu devirde carsaf/ferace mi kaldi diyenler!
- Kücücük cocuklar ne anlar tesettürden diyenler!
- Pantolon da mi yasak, azicik makyaj da mi yok diye aglayanlar!
- Annem, babam, kocam müsade etmiyor bahanesinin ardina saklananlar!
BU ALMAN KIZIN HAREKETI HEPIMIZE IBRET OLSUN!

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.952
  • 28.885
  • 227.952
# 27 Eyl 2014 08:21:29
Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir dostum olan fırıncı; “Biraz bekleyeceksin hocam. İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum.” dedi.
Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe topallıyordu.
Selâm verdikten sonra, fırıncının tezgâhına yaklaşarak; “Ekmeklerimi alayım! Benim ikizler acıkmıştır.” dedi.
Fırıncı, adamın kendisine uzattığı torbayı alarak tezgâhın altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan ekmeklerden 4-5 tane çıkardı.
Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş, tezgâhın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu. Fırıncıya sordum:
- Neden taze ekmeği beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak dedin ya!..
- Bayat ekmekleri kendisi istiyor. Çok fakir bir adam. Ona bayat ekmekleri yarı fiyatına veriyorum.
- Kim bu adam?
- Kendisi Kore gazilerinden. Oğluyla gelini bir trafik kazasında vefât edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşı var.
Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum. Fırıncıya yavaşca dedim ki:
- Aradaki farkı ben vereyim. Hiç olmazsa bugün taze ekmek yesinler.
Fırıncı, teklifimi kabul etti. Biraz sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgâhın altına koyarken ihtiyara takıldı:
- Bugün çok şanslısın hacı amca. Çocuklar için sana pasta gibi ekmek vereceğim.
Yaşlı adam, bir evlât sevgisiyle kucakladığı torbayı göğsüne bastırarak kapıdan çıkarken bana döndü ve dedi ki:
- Allah, senden razı olsun evlâdım. Bugün onların doğum günüydü…

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.952
  • 28.885
  • 227.952
# 28 Eyl 2014 09:22:14
Hangi AYET Senin kötülüğün için indirildi..!
Hangi HADİS İyiliğin Düşünülerek söylenmedi..!
Nedir Bu Davaya Gönül veripte Seni İSLAMdan uzak tutan..?
NEFSİNi at bir kenara
Yanacaksan Sadece RABBİN için YAN..
Yan ki CEHENNEM Narı Sana olsun HARAM.!!!!

Çevrimdışı dost63

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.804
  • 6.042
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 1.804
  • 6.042
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 28 Eyl 2014 10:12:50
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki “Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.”
Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek :
- Söyledikleri doğru mu diye sorar , Suçlanan genç der ki :
-Evet doğru.Bu söz üzerine Hz Ömer; -Anlat bakalım nasıl oldu diye sorar:
Bunun üzerine genç anlatmaya başlar, der ki :
-”Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanim ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atim var ki dönen bir defa daha bakıyor, hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hısımla çıktı , atıma bir taş, attı atim oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir tas attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret” dedi.
Bu söz üzerine Hz Ömer:
-”Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam.Madem suçunu da kabul ettin” dedi.
Bu sözden sonra delikanlı söz alarak
-”Efendim bir özrüm var” diyerek konuşmaya başladı
- “Ben memleketinde zengin bir insanim, babam rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkini zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum” der.
Hz. Ömer dayanamaz der ki :
-”Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?!”
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:
- “Bu zat benim yerime kalır.” O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşlarından daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As’ dan başkası değildir. Hz. Ömer Amr’a dönerek,
- “Ey Amr, delikanlıyı duydun” der.
O yüce sahabi
-”Evet, ben kefilim” der ve genç adam serbest bırakılır.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine’nin ileri gelenleri Hz. Ömer‘e çıkarak genç’in gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As’a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve “babamızın kani yerde kalsın istemiyoruz” derler.
Hz. Ömer kendinden beklenen cevabi verir der ki :
“Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim.”
Hz Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki :
-”Biz de sözümün arkasındayız.”
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek derki evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin?” Genç vakurla basını kaldırır ve (günümüz insani için pek de önemli olmayan) “AHDE VEFASIZLIK ETTI” demeyesiniz diye geldim der.
Hz.Ömer basini bu defa çevirir ve Amr Ibni As’a der ki :
-”Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun nasıl oldu onun yerine kefil oldun”.
Amr Ibni As Allah kendisinden ebediyyen razı olsun, vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir,
-”Bu kadar insanin içerisinden beni seçti.
“INSANLIK ÖLDÜ “dedirtmemek için kabul ettim” der.
Sıra gençlere gelir, derler ki :
-”Biz bu davadan vazgeçiyoruz.”
Bu sözün üzerine Hz Ömer :
-”Ne oldu, biraz evvel “babamızın kani yerde kalmasın” diyordunuz ne oldu da vaz geçiyorsunuz?” der.
Gençlerin cevabi da dehşetlidir :
-”MERHAMETLI INSAN KALMADI” DEMEYESINIZ DIYE …

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.952
  • 28.885
  • 227.952
# 28 Eyl 2014 10:16:54
Tekrar tekrar okuyunca ağlamamak elde mi ki Dost öğretmenim :'( :'(

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK