İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 13 May 2015 06:30:33
Kavgayı Bitirme Usulü | Bir Kıssa Bin Hisse
Kavgayı Bitirme Usulü
Peygamberimiz (s.a.v) bir gün ashabına, “Size cennetlik kadınların kimler olduğunu haber vereyim mi?” buyurdu.
Ashap, “Buyrun, haber verin yâ Resûlallah” dediler.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu saadeti hak eden kadınları şöyle tanıttı:
“Onlar kocalarını çok severler. Onlara çocuk verirler. Bir kızgınlık anında veya kendisine kötü davranıldığında ya da kocası ona kızdığında elini kocasının elinin üzerine koyar ve ona, işte elim elinde; sen benden razı olmadıkça uyku uyumayacağım’ der.”
Böyle bir kadın karşısında eriyip yumuşamayacak ve kusurun biraz da kendisinde olduğunu söylemeyecek erkek çok azdır. Kocasına karşı tevazu gösterip sabırla bu formülü uygulayan kadın dünyası da âhireti de cennet olur. Böyle özür dileyen bir kadının özrünü kabul etmeyen ve ona hâlâ sert davranan erkeğin de hesabını Allah görür.
| Kaynak: Taberânî, et-Kebîr, 19/140; el-Evsat, nr. 1764; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 4/312; Münzirî, et-Tergib
[Elinde sevgi sermayesi olan kimse, bunu önce en yakınlarına harcamalıdır.]

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 13 May 2015 18:08:52
MELEKLERİN TEBRİK EDECEĞİ İBADET

Birgün, Efendimiz (s.a.v) kalkıyor ve kızı Hz. Fatıma'nın evine geliyor.Eve girdiğinde görüyor ki, Hz. Fatıma oturmuş, elinde beyinin elbisenin söküğünü dikiyor.Ayağıyla da, Hz. Hasan'ın beşiğini sallıyor, ağzıyla da Kur'ân-ı Kerim okuyor.Bu haldeyken Efendimiz (s.a.v) içeri girince, Hz. Fatıma "buyur babacığım" diye ayağa kalkıyor.Ama Efendimiz (s.a.v) "kalkma kızım, otur otur" diye ısrar ediyor, ama Hz. Fatıma ayağa kalkıyor.Efendimiz (s.a.v) buna rağmen "keşke otursaydın" diye ısrar edince, Hz. Fatıma merak ediyor:Babacığım sen gelirsin de, ben ayağa kalkmaz olur muyum..?Niye otursaydım ki..?Efendimiz (s.a.v) Fatıma'nın oturma sebebini, şöyle anlatır:Kızım, hanımlar çok bahtiyardırlar,mesutturlar, kazançlıdırlar.Ben kapıdan içeri girdiğim zaman, buranın meleklerle dolu olduğunu gördüm.Babacığım, bu kadar melek niçin gelmiş buraya..?Her birisi, bir başka sebepten gelmişti.Sen elinle kocanın elbisesinin yırtığını dikiyorsun, hizmet ediyorsun, işte meleklerin bir kısmı, senin kocana hizmet edişinden dolayı gelmişlerdi.Bir hanımın gönül rızasıyla kocasına hizmet etmesi, meleklerin tebrik edeceği bir ibadettir.Diğer bir kısmı da elinle kocanın elbisesini dikerken, ayağınla da oğlunun beşiğini sallıyordun,bir hanımın çocuğuna bakması, isteyerek, severek, şefkatle, sevgiyle hizmet etmesi, meleklerin gelip seyredebileceği bir hizmettir.Meleklerin bir kısmı da, oğlun Hasan'ın beşiğini salladığın için gelmişlerdi.Sen ağzınla da boş durmuyor, Kur'ân-ı Kerim okuyordun, işte büyük bir kısmı da senin okuduğun Kur'ân-ı Kerim'i dinlemek için gelmişlerdi.Kızım, hanımlar çok şanslıdırlar, eğer niyetlerini düzeltirlerse, eğer duygularını düzeltirlerse, eğer bu saydığım hizmetleri şuurla, ibadet kastıyla yaparlarsa, onların yaptığı bütün işler, ibadet yerine geçer.Bir hanımefendi, İslâm şuuruyla hayatına bakarsa, zengin bir din kültürüyle hayatını zinetlendirirse, kendi dünyasını İslâmî ölçülerle böyle güzelleştirirse, bu hanımın ev hizmeti de ibadettir.Daha doğrusu, hanımların cennete gitmeleri, beylere nisbetle daha öncelikli, daha kolaydır.Bu da hanımlar için çok sevindirici, memnuniyet verici bir müjdedir.Bir kadın beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar, iffetini korur, bir de kocasına itaat ederse, ona "haydi, cennetin hangi kapısından istersen gir" denilir.

Çevrimdışı sılamirza

  • Yeni Üye
  • 0
  • 1
  • 0
  • 1
# 13 May 2015 18:30:40
ibret ne demek ???

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 13 May 2015 18:51:30
Velîlerden birisi, bir gün câminin avlusunda otururken yanına bir zat gelir. Kendisine “İçeride Abdürrezzak Hoca Efendi güzelce vaaz veriyor, sen niye dinlemezsin?” diye sorar.
Velî cevap vermez… Oturup kendi halinde tefekkürle hemhal olurken zat ısrar eder. Sonunda velî yerinden doğrulur ve zâta dönüp “Sen Abdürrezzak Efendi’den işitirsin, ben ise doğrudan Rezzak’tan!” der. Zat tekrar sorar: “O zaman buna delilin nedir?”
O da “Delilim senin Hızır (a.s) olduğunu bilmemdir.” der. Zat şaşkındır… Hızır (a.s) Rabbine dönüp der ki: “Ey Allah’ım! Halbuki ben Sen’i sevenlerin hepsini bildiğimi sanırdım.” Allah’tan (c.c) gelen nida ise sarsıcıdır:
“Sen Ben’i sevenlerin hepsini biliyorsun. Ama ya Ben’im sevdiklerim!”

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 14 May 2015 07:13:07
BÜTÜN ANNE BABALARIN VE
ÖĞRETMENLERİN OKUMASI GEREKEN BİR HİKAYE

Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:
- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. Hayatım değişti.

O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
- Ne oldu, nasıl oldu?
- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir insanın ana vatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
olanaklar yaratmaktır."Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
olanaklar yaratmaktır." Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm.
Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
- Hayır, neden?
- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini yaptın mı?" Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da
*sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu.* Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum.
Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim*
İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
- Radikal bir karar!*
- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam.
Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.
- Eşiniz ne dedi?
- Hocam biliyor musun ne oldu?
- Ne oldu?*
- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış!
Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz."

- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim.
Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım.

Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.

"Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın," demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim!
Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.
- Eşiniz gelmek istemedi!*
- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye.
Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler.
Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. "Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. "Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"

- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım.
İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım.
Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum.Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
"Gel seni yeniden kucaklayayım!" dedim. Kucaklaştık.
"Çocuklar Gülsün diye!" yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur.
Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler.
Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler.
Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!

Doğan CÜCELOĞLU
Düşündüren Bilgilendiren

Çevrimdışı yaar23

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.393
  • 37.786
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 3.393
  • 37.786
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 14 May 2015 10:05:12
Kralın Oğulları

Ünlü bir kralın üç erkek çocuğundan biri, onun yerine tahta geçecekti. Kral bu seçimde zorlanıyordu; çünkü her üç oğlu da akıllı ve yürekliydiler. Üstelik üçüz, yani aynı yaştaydılar. Kral en sonunda bir bilgeye danıştı ve onun önerisine uymaya karar verdi.

Üç oğlunu da yanına çağırıp her birine birer torba dolusu çiçek tohumu verdi. Bir yolculuğa çıkacağını, en az üç yıl sonra dönebileceğini, bu tohumları onları sınamak için bıraktığını söyledi ve ekledi:

`Döndüğümde tohumları geri vereceksiniz. İçinizde onları en iyi saklamış olan benim yerime tahta geçecek.`

Birinci erkek şöyle bir mantık yürüttü: `En iyisi bu çiçek tohumlarını . çelik bir kasaya kilitlemek. Babam geri döndüğünde verir, çalınmalarını da önlemiş olurum.`

İkinci oğul tohumları, kardeşi gibi kilitlerse çürüyüp öleceklerini düşünerek götürüp sattı; kazandığı parayı saklamaya başladı. `Babam döndüğünde gidip yenilerini satın alır, taptaze geri veririm.` diye düşündü. Üçüncüsüne gelince; o, tohumları bahçeye ekti.

Üç yılın sonuda kral . döndüğünde, birinci oğlu kasayı açıp kurtlu, kokuşmuş, çürümüş tohumları verdi. `Bunlar benim sana verdiklerin olamaz. Çiçek tomurcuklanmalı ve güzel kokmalıdır, bunlar ölmüş!` diye bağırdı. Oğlu, aynı tohumlar olduğuna yemin ettiğinde ise `Sen benim istediğim ölçülere sahip değilsin.` dedi.

İkinci oğul çarşıya gidip yeni tohumlarla geri geldi. Kral tohumları inceledikten sonra, `Bunlar benim bıraktıklarım değil, ama kardeşinden biraz daha iyi düşünmüşsün.` dedi. `Yine de beklediğim ölçüde becerikli, yaratıcı değilsin.` dedi.

Kral üçüncü oğluna yaklaşırken kormaya balamıştı. `Ya o da bir yanlış yaptıysa, ya o da yeterli değilse; ülkeyi ben öldükten sonra kim yönetecek?` diye kara kara düşünmeye başlamıştı.

Son oğlu onu sarayın bahçesine çıkarttı ve kral burada yüzlerce çiçek, yüzlerce güzel kokulu bitkiyle karşılaştı. Oğlu hemen söze başlayıp babasına şunları söyledi:

`Bunlar bana verdiğiniz tohumlar babacığım.` dedi.`Dökecekleri yeni tohumları hemen size vereceğim.` şeklinde ekledi. Kral emindi, yerine kimin geçeceği belirlenmiş oldu.

Çevrimdışı aslı_80

  • Bilge Üye
  • *****
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
  • 2.080
  • 12.050
  • Öğrenci Velisi
# 14 May 2015 12:48:29
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
ibret ne demek ???

Merhaba Sılamirza :) bulmuşsundur belki cevabı ama yine de yazalım.

İbret almak: Ders almak. Kötü bir olaydan alınması gereken ders, uyarıcı sonuç.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 14 May 2015 20:36:45
Salih el-Mürrî nasihat esnasında “Kul kapıyı çalmasını bilir ve devam ederse çok geçmez, Hakk’ın kapısı ona açılır” dedi. Bir kadın söze karışıp “Ey Salih! Hakk’ın kapısı kapalı mı ki? O’nun kapısı hiç bir zaman kapanmış dağildir!” karşılığını verdi. Bu söz üzerine düşünceye dalan Salih el-Mürrî kendi kendine dedi: “Şu kadının akıllılığına, şeyhin cahilliğine bak!”

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 14 May 2015 22:35:55
Yol Kenarına Diken Eken Adam | Bir Kıssa Bin Hisse
Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekti. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başladı. Gelip geçenler:
– “Bu dikenleri sök, insanları rahatsız etmesinler.” demeye başladılar. Fakat adam bunları duyuyor fakat aldırmıyordu. Bir gün Allah’ın bir velisi ona:
– “Mutlaka bu dikenleri sök.” dedi.
Adam itiraz etmedi.
– “Evet mutlaka bir gün sökerim.” dedi.
Adam ha bire yarın yarın dedikçe dikenler büyüyüp kuvvetleniyordu.
Veli adama:
– “Ey vaadinde durmayan adam, sök şu dikenleri bu işi sürüncemede bırakma.” dedi.
Adam:
– “Babacığım, bir hayli gün var, bugün olmazsa yarın, bir gün mutlaka bu işi yapacağım.” dedi.
Allah’ın (c.c.) velisi bunun üzerine şu sözleri söyledi:
– “Sen, hep yarın diyerek bu işi erteliyorsun, fakat şunu bil ki her geçen gün o dikenler büyüyüp güçleniyor, dikenleri sökecek olan sen ise güç kuvvet kaybediyorsun, dikenler gün geçtikçe gençleşiyor sense ihtiyarlıyorsun.”
Kaynak; Mesnevi
İşlediğimiz küçük günahlarda yoldaki dikenler gibidir tevbe etmeyi erteledikçe o günahlar büyür ve imanımızı zedeler. Hatta imanın kaybedilmesine sebep olur. Bununla birlikte, Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vessellem “Kötülüğün ardından hemen bir iyilik yap ki onu silsin” (Tirmizî, Bir, 55) buyurur.

Çevrimdışı m3r52

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.770
  • 15.706
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 1.770
  • 15.706
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 15 May 2015 08:17:25
Biz her hafta kelime yarışması yapıyoruz.Metin olarak da bu tür metinleri kullanıyorum.Her metinden belli sayıda kelime söylüyorum bulmaya çalışıyorlar.Hem eğleniyorlar hem de bir şeyler öğreniyorlar. Bu hikayeleri bi siteden alıntı yaptım

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 15 May 2015 09:25:43
Çok görülen bir sevgi...

Askerliğini bitirmiş olan genç askerliğini yaptığı şehirden ailesini aradı:
-Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum.
-Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz, diye cevapladılar.Oğulları,
-Bilmeniz gereken bir şey var diye devam etti.
-Arkadaşım savaşta ağır yaralandı.Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti.Gidecek hiçbir yeri yok, ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum.
-Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz.
-Hayır. Anne,baba,onun bizimle yaşamasını istiyorum.
-Oğlum,dedi babası,bizden ne istediğini bilmiyorsun.Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur.Bizim kendi hayatımız var,bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz.Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin.O kendi başının çaresine bakacaktır.Oğlu o anda telefonu kapattı.Ailesi ondan bir süre haber alamadı.Ama birkaç gün sonra,polisten bir telefon geldi.Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler.Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu.
Üzüntü dolu anne-baba oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler.Onu tanıdılar ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler:
Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı.

Bir çoğumuz bu hikayedeki aile gibiyiz; Kendimize bir dost bir arkadaş ararken hep kendi fotokopimizi ararız. Eğer karşımızdaki insanı herhangi bir nedenle kendimizden eksik görürsek koşarak uzaklaşırız ondan. Yaradılanı Yaradanın hatrına bile sevemeyiz. Sevgisizlik okadar işlemiştir iliklerimize. An gelir bir bakarız bizden kaçar birileri. İşte o an isyan ederiz gidenlerin ardından. Bizim geride bıraktıklarımız hiç aklımıza gelmez nedense. Oysa ne eksilir sevsek tüm insanları. Bizi sevmeyenleri bile inadına kucaklasak ne kaybederiz...

 :'( :'( :'(

Çevrimdışı TAYLANSALİH

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
# 15 May 2015 15:27:41
Sultan 4. Murat'a Sırtını Keseleten Adam

Sultan 4. Murat zamanında Habib Baba adında pek bilinmeyen bir Allah dostu yaşarmış. Yaşlı, fakir, gariban bir insanmış... Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiş. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gitmiş. Niyeti; şöyle iyice bir keselenip, paklanmak, bedeninin temizliğini de ruhunun temizliğine denk kılmakmış. Fakat gelin görün ki gittiği hamamı o gün Sultan 4. Murat'ın vezirleri kapatmışlar. Hamamcı Habib Baba’yı içeri sokmak istememiş. "Bugün" demiş, "Sultan 4. Murat'ın vezirleri hamamı kapattılar. Dışarıdan müşteri alamam." Habib Baba üzülmüş. Rica, minnet... Israr etmeye başlamış. "Ne olursun" demiş, "kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım. Bu tozlu bedenle Rabbim'e ibadet ederken utanıyorum."
Hamamcı da insaflı insanmış... Dayanamamış. Hamamın en sonundaki odayı göstererek; "Baba şu odada hızla yıkanıp çık. Para da istemem. Yeter ki; vezirler, senin farkına varmasınlar." demiş. Habib Baba sevinerek kendine gösterilen odaya girmiş... Yıkanmaya başlamış.
Az vakit sonra bir fakir müşteri daha hamamcının karşısında dikilivermiş. Boylu poslu, genç, yakışıklı biriymiş bu kez gelen... Görünümü de oldukça fakirmiş. Ama sadece görünümü... Bu kişi tebdil-i kıyafet (kılık değiştirmiş) Sultan 4. Murad'mış. O gün vezirlerinin hamamda, topluca alem yapacaklarından haberdar olduğundan "Vezirlerinin kendi başlarına nasıl eğleniğini, eğlenirken kendisinin arkasından söz söyleyip söylemediklerini..." merak etmiş.
Hamamcı padişahı tanımadığından; bu fakir gence de Habib Baba’ya söylediğinin aynısını söylemiş. "Bugün Sultan 4. Murat'ın vezirleri hamamı kapattılar. Dışarıdan müşteri alamam." Padişah da ısrar etmiş. "Ne olursun hamamcı? Kirli bedenle ibadetimi nasıl yaparım?" Hamamcı yine dayanamamış ısrara... Habib Baba’nın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldamış; "Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sen de sar peştemali beline, o odaya gir. Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın. Aman gözünüzü seveyim vezirlerin varlığınızdan haberi olmasın." Sultan 4. Murat beline peştemalı sarıp Habib Baba’nın bulunduğu odaya girmiş. Usulca selam verdikten sonra yıkanmaya başlamış. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı inletiyormuş...
Habib Baba'nın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılmış. Gencin sırtı pek bir kirli gibi görünmüş gözüne... Habib Baba, o kişinin tedbil-i kıyafet padişah olduğunu habersiz yumuşak bir sesle sormuş; "Evladım sırtın pek bir kirlenmiş. Müsaade edersen bir keseleyivereyim." Padişah aldığı bu teklif karşısında çok şaşırmış ama çok ha hoşuna gitmiş. Hoşuna gitmiş çünkü; ömründe ilk defa biri ona padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olduğu için ve karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmekteymiş. Memnuniyetle Habib Baba'nın yanına yanaşan padişah; "Buyur baba" demiş, "Ellerin dert görmesin!" Bu sırada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmekteymiş.
Habib Baba, 4. Murat'ın sırtını bir güzel keselemiş... Padişahın gönlü bir kuru teşekkürle yetinmeye razı olmamış. "Ne de olsa insandır. O da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir." diye düşünüp; "Baba" demiş, "Gel ben de senin sırtını keseleyeyim de ödeşmiş olalım." Habib Baba teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle; "Olur evladım" demiş. Sultan 4. Murat bir yandan kese yaparken, bir yandan da Habib Baba'nın ağzını yoklamak istemiş. "Baba be" demiş, "Duyuyor musun şu içerdeki eğlencenin seslerini... Şu hayatta Sultan'a vezir olmak varmış. O seni sevince; bak adamlar içerde tef, dümbelek hamamı inletiyorlar... Sen ve ben ise burada iki hırsız gibi..." Habib Baba genç sultana kendi hükmünü söylemiş:
- Be evladım Sultan Murat dediğin kimdir? Sen asıl Alemlerin Rabbi'ne kendini sevdirmeye bak! O seni sevince; sırtını bile Sultan Murat'a keselettirir!...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 17 May 2015 08:21:44
Şeytan Seninle Bir Yolda Karşılaşsa | Bir Kıssa Bin Hisse
Sa’d b. Ebu Vakkas’ın (r.a.) anlattığına göre:
Bir kere Ömer Allah Resulü’nün huzuruna girmek için izin istemişti. Halbuki bu sırada Allah Resulü’nün yanında Kureyş (kabilesin) den bir takım kadınlar vardı. Bunlar Allah Resulü (a.s.) ile yüksek sesle konuşuyorlar ve ondan çok şeyler istiyorlardı. Ömer izin isteyince bu kadınlar hemen kalktılar ve perdeye doğru koşuştular. Allah Resulü Ömer’in gelmesine müsaade etti. Ömer huzura girdiğinde Allah Resulü (kadınların bu hâline) gülüyordu. Bunun üzerine Ömer Ey Allah’ın Resulü! Allah seni bütün ömrünce güldürsün, dedi. Allah Resulü:
Şu yanımda bulunanlara şaştım. Senin sesini işitince perdeye koştular, buyurdu. Bunun üzerine Ömer Ey Allah’ın Resulü! Onların çekinmelerine Sen daha layıksın dedi ve Ömer kadınlara hitaben de:
Ey nefislerinin düşmanları! Allah Resulü’nden çekinmeyip de benden mi çekiniyorsunuz? dedi. Kadınlar:
Evet senden çekiniyoruz. Çünkü sen, Allah Resulü’nden daha sert ve katısın, dediler. Allah Resulü:
Hayatım elinde olan Allah’a yemin ederim ki (ya Ömer) şeytan seninle bir yolda karşılaşsa o muhakkak senin yolundan başka bir yol tutar, buyurdu.
Kaynak; Sahih-i Müslim Hadis numarası: 4410

Çevrimdışı seliali

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.869
  • 31.325
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 4.869
  • 31.325
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 17 May 2015 08:28:59
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Şeytan Seninle Bir Yolda Karşılaşsa | Bir Kıssa Bin Hisse
Sa’d b. Ebu Vakkas’ın (r.a.) anlattığına göre:
Bir kere Ömer Allah Resulü’nün huzuruna girmek için izin istemişti. Halbuki bu sırada Allah Resulü’nün yanında Kureyş (kabilesin) den bir takım kadınlar vardı. Bunlar Allah Resulü (a.s.) ile yüksek sesle konuşuyorlar ve ondan çok şeyler istiyorlardı. Ömer izin isteyince bu kadınlar hemen kalktılar ve perdeye doğru koşuştular. Allah Resulü Ömer’in gelmesine müsaade etti. Ömer huzura girdiğinde Allah Resulü (kadınların bu hâline) gülüyordu. Bunun üzerine Ömer Ey Allah’ın Resulü! Allah seni bütün ömrünce güldürsün, dedi. Allah Resulü:
Şu yanımda bulunanlara şaştım. Senin sesini işitince perdeye koştular, buyurdu. Bunun üzerine Ömer Ey Allah’ın Resulü! Onların çekinmelerine Sen daha layıksın dedi ve Ömer kadınlara hitaben de:
Ey nefislerinin düşmanları! Allah Resulü’nden çekinmeyip de benden mi çekiniyorsunuz? dedi. Kadınlar:
Evet senden çekiniyoruz. Çünkü sen, Allah Resulü’nden daha sert ve katısın, dediler. Allah Resulü:
Hayatım elinde olan Allah’a yemin ederim ki (ya Ömer) şeytan seninle bir yolda karşılaşsa o muhakkak senin yolundan başka bir yol tutar, buyurdu.
Kaynak; Sahih-i Müslim Hadis numarası: 4410
Çok güzel...+1

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 17 May 2015 08:32:52
Hacile öğretmenim, çok teşekkürler. Hikayelerin her biri insanın hayatına yön veren pusula gibi.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK