İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı harslan05

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.405
  • 69.764
  • 3.405
  • 69.764
# 29 Oca 2016 12:54:19
Efendimiz (s.a.v.), narı tane tane alıp yiyordu.
Bunun üzerine ona denildi ki:
“Neden böyle yiyorsun?”
“Yeryüzünde aşılanan hiçbir nar ağacı yoktur ki, Cennet tanelerinden bir taneden olmasın.
Umarım bu tane onun tanelerinden biridir.” dedi…

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.144
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.144
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 29 Oca 2016 13:25:24
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerletirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi.
Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağgbet fazlaydı.
Gerçi mallar lüks sayımazdı; ama küçük bir dükkan için yeterliydi.
Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı.
Fakat bir koltuk degneği kullanmaktayı. Hem de güçlükle.
Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu.
Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.
Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı firlayıp:
- Küçük!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacagim doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik,
kiminin de bacaği. Kiminin de aklı ya da vicdani. Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu.
Adam ise konuşmayi sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
Çocuğun kafasi iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam. Eğer vicdan yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil.
Zaten orada tüm eksiklikler tamamlanacak.
Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla daha fazla mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi.
Adam, vitrini işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün degil ki!.
- Indirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer.
Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.Çocuk biraz düşünüp:
- Ayakkabının diger teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocugun akli, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.
- Tamam iste!. dedi adam. 5 Lira da ögrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira.
O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerideki raflar,
onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı.
Bir tabure alıp döndükten sonra çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek.
- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
“Şaka mı yapıyorsunuz?” diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok herhalde.
Bir antika ne kadar eski ise o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rüyada olmalıydı.
Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara
göz gezdirdikten sonra, 10 liralik banknotu geri vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa,
böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu.
Sanki koltuk degneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımscak bir tebessümle teşekkür edip:
- Babam hakliymıs!. dedi. 'Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yok!' demişti...


Her rüzgar savuracak bir toz bulur,
Her hayat yaşanacak bir can bulur,
Her umut gerçekleşecek bir düş bulur
Bulunmayacak tek şey senin benzerindir....



Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.949
  • 47.578
  • 2.949
  • 47.578
# 29 Oca 2016 13:26:29
..Bir zamanlar bülbüller şarkılarını yalnız ağaçlar için söylerlermiş. Yeryüzünün süsü olan çiçeklere şarkı söylemek akıllarının ucuna bile gelmezmiş. Çiçeklerse bu duruma çok üzülürlermiş; “Ah... Ah! Şu güzel sesli, hoş nefesli bülbüller, bir güncük de olsa bizim için şarkı söyleseler ne olur sanki?” diye yakınır dururlarmış.
Çiçekler üzerlerinden geçerken yakaladıkları bir bülbüle; şarkılarını kendileri için de söylemesini için yalvarmışlar. "Sesini çok seviyoruz!" demiş çiçekler bülbüle, “Her birimiz için birer şarkı söylesene…”. Binlerce çiçeğe, binlerce defa şarkı söylemek kolay mı ki? Bülbül kıramazmış çiçekleri ama demiş ki:
- Yarın sabah, erkenden gelirim, içinizden en çok hanginizi beğenirsem onun için en güzel şarkılarımı söylerim.
Bülbül gidince kıskançlık bu ya, herkes kendinin daha güzel olduğunu iddia etmeye başlamış. Sümbül:
- İçinizde en güzel benim! Bülbül en güzel şarkılarını benim için söyleyecek!
Menekşe bu sözlere çok içerlemiş:
- Şaka mı yapıyorsun sen? Benden daha güzel olduğunu nasıl söyleyebilirsin! Şu güzelliğime bir bak! Bülbül şarkılarını benim için söyleyecektir!
Papatya da içten içe gülmeye başlamış:
- Canlarım! Sümbül ile menekşe, siz benden habersiz yaşıyorsunuz herhalde? Bahçelerin kraliçesiyim ben! Bülbül kesinlikle şarkılarını benim için söyleyecek!
Ardından, kırmızı lale, mavi küçük mine, zambak, çiğdem derken çiçeklerin hepsi başlamış tartışmaya, tartışmaların arkası kesilmemiş. Hiç birbirlerini kırmış ezeli dostlar. Geç vakitlere kadar sürmüş bu tartışma. Sürmüş sürmesine de gül bir köşede durup hiç karışmamış söze. Ağız kavgası yapmamış, dostlarıyla. Uyku vakti gelince de; herkese iyi geceler dileyip uyumuş. Sabah kalkınca, görmüş ki dostları yorgunluktan uyanamamış. Onları rahatsız etmek istememiş, bir yandan da bülbülü beklemiş… Bülbül gelmeden önce uyanmış tüm çiçekler fakat hepsinin üzerinde gece yapılan tartışmanın yorgunluğu... Hepsinin yüzleri solmuş yorgunluktan… Gül ise zamanında yatıp zamanında kalktığı için bütün güzelliğini muhafaza etmiş.
Bülbül gelmiş, çiçekleri selamlamış. Çiçekleri seçmiş, ayırmış, birer birer. Her çiçekte bir kusur bulmuş, ama güle hayran hayran bakakalmış. Bütün çiçekler bülbüle âşık olmuş; bülbül ise yalnız güle... Bülbül en güzel şarkıları güle söylemiş.
O günden bu güne bülbül, güle hep en güzel şarkıları söylermiş. Bülbül ile gül bir araya gelseler, şarkı söyleyip gülüşürlermiş. Onların muhabbetleri bütün sevenlere rehber olmuş. O zamanlardan beri sevenler sevdiklerine, muhabbetler artsın diye gül verirlermiş. Derler ki; bülbül, gülü her sabah gün doğmadan güzel şarkılarıyla uyandırırmış.

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 29 Oca 2016 17:06:57
Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikâyet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.

“Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle:
“Acı” diye cevap verdi.

Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:

“Tadı nasıl?”
“Ferahlatıcı” diye cevap verdi genç çırak.
“Tuzun tadını aldın mı?” diye sordu yaşlı adam,
“Hayır” diye cevapladı çırağı.

Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:

“Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”


Rabbim kimseye taşıyamayacağı yük yüklememiştir. Biz o yükleri sızlana sızlana taşıdığımızdan hep ağır gelmiştir ve hep daha da sızlanmışızdır. Oysa baktığımızda şu dünyaya neden dert ederiz anlamam. Trafikten, Okuldan, işten, komşudan, sınavdan, patrondan, işçiden, futbol takımımızdan, ekonomiden, siyasetten,... Hep şikayet, hep şikayet, hep şikayet.

Hintli usta, belki de İslam'dan bihaber, güzelce öğüt veriyor çırağına. Ama anlatamıyor nasıl "göl olunacağını". Güzel dinim, o kadar güzel ki, her şifa onda; "Sabır, Sabır, Sabır" diyor. "Her şey Allah'tan gelir." diyor."Sabredelim gönül elden ne gelir?" diyor. Sadece muayene etmiyor, reçetesini de yazıyor, ilacını da veriyor...

Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. (Enfal, 46)

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 30 Oca 2016 12:06:20
Resulullahın sana selamı var

Borcunu ödeyemeyen bir fakir, Ravza-i Mutahhara'ya gelip: (Ya Resulallah, şefaat buyur, borcum var ödeyemiyorum) diye hâlini arz etti. Az sonra uyku bastırdı, uyuyakaldı. Rüyasında Peygamber efendimizi gördü.

Efendimiz aleyhisselam, (Falan yere git, orada şöyle bir zengin var, ona selamımı söyle, borcun kadar parayı iste. Doğru söylediğine delil isterse, her gün bana 100 salevat getirmeden yatmazdı, dün unuttu.. Onu hatırlat da bu akşam getirsin) buyurdu.

Heyecanla uyanan adam, zengin adamı araya araya buldu. Adamın evine vardığında onu, samanlıkta saman elerken gördü. Adam samanın içine beş kuruş düşürmüş onu bulmak için bütün samanı elekten geçiriyordu. Onun bu hâlini görünce taaccüp etti ama, yine de ben vazifemi yapayım diye, Resulullahın selamını tebliğ etti:

“Resulullahın sana selamı var. Salevat getirmeyi dün akşam unutmuşsun, bu akşam söylesin buyurdu. Ben ise borçlu bir kimseyim, benim 300 dirhemlik borcumu ödemeniz için Peygamber efendimiz beni sana gönderdi” dedi.

Peygamber efendimizden selam gelmesi, adamın çok hoşuna gitmişti. Ne dedi, ne dedi diye adama üç defa tekrarlattı. Adam benimle alay mı ediyorsun diyerek gerisin geriye döndü. Fakat zengin olan, hemen önünü kesti, (Ben senin ağzından Resulullah efendimizin selamını daha fazla duymak için üç defa tekrarlattım. Her söylemene 300 dirhem veriyorum. Eğer daha fazla söyleseydin her biri için 300 dirhem verecektim) dedi ve adama 900 dirhem verip gönderdi.

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.949
  • 47.578
  • 2.949
  • 47.578
# 30 Oca 2016 12:34:56
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Şems der ki;
-”Şimdi sana sormayacaklar mı ; Deden yaşındaki adamda ne buldun? diye”
Kimya’nın cevabı aklın yolunu keser;

-”Sende bulduklarım değil, Sensiz kaybettiklerimdir önemli olan..”
:)

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 30 Oca 2016 14:43:40
Merhum Mısırlı meşhur allm Şaravi anlatıyor:
Heyecanlı aşırı geçlerden biriyle tartışıyordum. Sordum;
İslâm ülkelerinden birinde bir gece kulübünü havaya uçurmak, helal mi yoksa haram mı?
Genç;
-Elbetteki helâl, onları öldürmek caizdir.
Şaravi:
-Onlar Allah'a karşı günah işlerken siz onları öldürürseniz, cennete mi yoksa cehenneme mi giderler?
-Tabiki cehenneme..
-Peki, şeytan onları nereye götürmek istiyor?
~Tabiki cehenneme.
-Öyleyse siz şeytanla aynı hedefi paylaşıyorsunuz. Onun da amacı insanları cehenneme sokmak!
Şaravi o gence şu hadisi hatırlatır:
Bir Yahudi cenazesi geçerken Resûlullah(sav) ağlamaya
başları Derler ki;
- Seni ağlatan nedir, Ya Resûlallah?
Der ki:
-Fırsatı kaçırdı, ateşe gidiyor'
Şaravi gence son olarak şöyle der:
İnsanların hidayeti ve ateşten kurtulmaları için koşan Resûlullah (sav) lle aranızdaki farkı iyi düşünün

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 30 Oca 2016 14:57:39
GÖREV ŞUURU

Osmanlıların ilk Şeyhülislamı Molla Fenari (1350-1431) Şeyhülislam olmadan önce Bursa kadısı idi. Onun kadılığı sırasında bir adam pazardan bir at satın aldı. Fakat alış-verişin hemen arkasından atın hasta olduğunu farketti. Geri ver mesi gerekiyordu, ama satın aldığı adamı zorluk çıkartır, atın hastalığını kabul etmez diye önce kadıya gidip resmi kanaldan işi sağlama bağlamak istedi. Mahkemeye gittiğinde kadıyı (Molla Fenari) yerinde bulamadı. İşini ertesi güne bıraktı. Fakat at o gece öldü. Adam ertesi gün olanları kadıya anlattı, mağdur olduğunu, ne yapması gerektiğini sordu. Molla Fenari "Senin zararını ben ödeyeceğim" dedi. Adam hayretle kadıya baktı, "Niçin siz ödeyeceksiniz, konuyla hiçbir ilginiz ve suçunuz yok ki..." dedi. Molla Fenari, "Evet öyle görünüyor ama aslında benim de suçum büyük. Eğer sen dün makamıma geldiğinde ben yerimde olsaydım, olaya müdahale eder, atı geri verdirir, paranı iade ettirirdim. At da sahibinin elinde ölmüş olurdu. Bu imkân şimdi yok olmuştur. Senin zararına benim makamımda bulunmamam sebep olduğu için zararını ben ödeyeceğim" dedi ve ödedi.

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 30 Oca 2016 23:26:56
.

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 31 Oca 2016 08:08:24
Küçükken bir gün, sirke bilet almak için babamla birlikte sırada bekliyorduk.

   Sonunda bilet gişesi ile aramızda yalnızca bir aile kalmıştı. Hepsi de 12 yaşından küçük sekiz çocukları vardı. Çok paraları olmadığı belliydi. Giysileri eski ama temizdi ve çok uslulardı.

   ikişer ikişer elele tutuşmuş, anne babalarının arkasında sırada bekliyorlardı. O gece görecekleri palyaçolar, filler ve diğer şeyler hakkında heyecan içinde konuşuyorlardı. Hayatlarında ilk kez sirke gideceklerini anladım. Bu, onların kısa yaşamlarında en önemli olaylardan biri olacaktı.

   Sıranın başında anne ve baba kendileriyle gurur duyuyorlardı, kadın eşine, " Sen benim parlak zırhlı şövalyemsin. " der gibi bakıyor, adam da "Sen her şeye lâyıksın" der gibi, gülümsüyordu.

   Biletçi kadın, adama kaç bilet istediğini sordu. Adam gururla "Sekiz çocuk iki büyük lütfen," dedi.

   Biletçi biletlerin fiyatını söyleyince, kadın adamın elini bırakıp, başını önüne eğdi. Adamın da dudakları titremeye başlamıştı.

   Biletçiye biraz yaklaşıp sordu: " Ne kadar dediniz?"

   Biletçi fiyatı yineledi.

   Adamın o kadar parası yoktu. Çocuklarına dönüp onlara sirke götürecek kadar parası olmadığını nasıl söyleyebilirdi?

   Olanları gören babam, cebinden 20 dolarlık bir banknot çıkardı ve parayı yere attı. Aslında hiç zengin sayılmazdık. Neyse, sonra babam eğildi, parayı aldı, adamın omzuna dokundu ve:

   "Affedersiniz, bu sizden düştü" dedi.

   Adam olanları anladı. Yardım dilenmiyordu, ama parayı ümitsiz, acı ve utanç verici bu koşullar altında kabul etti. Babamın gözlerinin içine baktı, elini iki elinin arasına alıp ve hafifçe sıktı.

   Yanağından bir damla gözyaşı süzülürken, " Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim. Bana ve aileme dünyaları verdiniz," dedi.

   Babamla birlikte arabaya dönüp evimize gittik. O gece sirke gidemedik, ama bunun hiç önemi yoktu.

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 31 Oca 2016 14:23:09
Adamın biri Afrika’da safariye çıkarken yanına minik köpeğini de almış. Minik köpek; bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş. Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor. “Şimdi başım dertte” diye düşünmüş minik köpek.

Etrafına bakmış, yerde kemik parçaları görmüş. Hemen arkasını leoaparın geldiği yöne dönerek kemikleri yemeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş. Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konuşmaya başlamış:

- Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mıdır?
Bunu duyan leopar bir anlık duraksamanın ardından en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış. “Tam zamanında kurtuldum, yoksa bu köpeğe yem olacaktım” diye düşünmüş.

Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş. Bildiklerini kullanarak leopardan kurtulacağını düşünmüş. Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış. Leopar köpeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna “Atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım” demiş.

Ancak, minik köpek sırtında maymunla yaklaşan leoparı görünce neler olduğunu anlamış. Ne yapacağını düşünürken kaçmaya teşebbüs etmemiş. Bunun yerine arkasını leopar ve maymunun geldiği yöne dönerek kemikleri yemeye devam etmiş ve kendi kendine şöyle demiş:

- Bu aptal maymunda nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok.

Kıssadan hisse:
Diplomasi böyle bir şey işte. Yapabiliyorsan; hızlı düşün, sakin ol, güçlü görün, düşmanını kendi silahı ile yen

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.901
  • 228.075
  • 28.901
  • 228.075
# 31 Oca 2016 23:29:53
Padişah, vezire sorar:
_Vezir !İstanbul'da evliya var mı?
_Aman padişahım, İstanbul evliya yatağı olarak bilinir, evliya olmaz mı hiç!
-Öyleyse bir kaç tanesini ziyaret edelim.

Sultanım, arzu ederseniz tebdil-i kıyafet ile şehri dolaşalım.
Vezir ve padişah köylü kıyafetine girip, yola çıkarlar.

Önce Mısır çarşısına girerler. Orada bir kumaşcı dükkanına girip selam verirler. Dükkan sahibi büyük bir edeple selamı alır ve müşterilerine iltifatta bulunarak;
-Hoş geldiniz,safa geldiniz,maşaallah Allah'ın ne güzel kulları var,buyurun efendim der.
Vezir,biraz kumaş lazım olduğunu ve kumaş almaya geldiklerini söyler.
Kumaşcı, hangisinden alacaklarını sorar.
Vezir;
-Şu topu,şu topu,şu topu indir.Diyerek topların yarısından fazlasını indirir.
Sonra da:
-Şundan yarım metre,şundan bir metre,şundan iki metre kes.
Diyerek indirttiği bütün toplardan kestirir.

Kumaşçı:
-Allahım'ın ne güzel kulları var,ya Rabbi! Sana şükür diyerek kestiği kumaşları paket yapar,ücretlerini hesap edip miktarı yazılı olan kağıdı vezire uzatır.
Bu sefer vezir;
-Kusura bakmayın biz bunları almaktan vazgeçtik,çünkü kumaşları beğenmedik der.
Kumaşcı büyük bir teslimiyetle;
-Hay hay olur efendim,Allah'ın ne güzel kulları var,fark etmez efendim,güle güle!
diyerek müşterilerini uğurlar.Paketlenmiş kumaşlarını bir tarafa koyar.

Padişah ve vezir bu sefer Beyazıt meydanına çıkarlar.
Orada elinde sopasıyla;
-Karpuz, karpuz! diye bağıran karpuz satan celalli birisini görürler.
Vezir;
Padişahım,şimdi bu zattan karpuz alacağız ama hemen almayın.Karpuzları bastırın,birini alıp diğerini koyun,kolay,kolay karpuz beğenemeyen bir kimse gibi uzun zaman onu meşgul edin.Der.
Padişah denildiği gibi; Birini alır birini bırakır,öbürünü sıkar, diğerinin kabuğuna el vurarak olup olmadığını kontrol eder, ama bir türlü karpuz alamaz. Karpuzcu ise göz ucuyla müşterisini takip etmektedir. Bakar ki ellemediği ve sıkmadığı karpuz kalmadı,müşteriye elindeki sopasını göstererek:
-Bana bak alacaksan bir tane al, git. Karpuzları yaralayıp durma!
BENİ DE KUMAŞCI GİBİ ZANNETME!
PADİŞAH OLDUĞUNA DA GÜVENME.
ŞU SOPA İLE KAFANI KIRARIMv!" der.
Padişah:
-Sus sus,bizi deşifre etme! alelacele bir karpuz alıp parasını ödeyerek hızlıca oradan ayrılır.
Vezir;-Şimdi de Süleymaniyeye gidelim,orada daha size nice Allah dostlarını göstereceğim der.
Padişah;
-Vezir bu kadar yeter! Karpuzcusu,kumaşçısı evliya olan yerde daha neler vardır kimbilir, yeter! Şimdi gidip kumaşçının paralarını verelim,adamcağız zarar etmesin der.
Tekrar kumaşçıya gidip selam verirler.Kumaşçı yine aynı teslimiyet ve vakar içinde selamlarını alır;
-Buyurunuz efendim, Allahım'ın ne güzel kulları var, buyrun efendim! der.
Vezir;
-Biz yeniden karar verdik kestirdiğimiz kumaşları alacağız.Deyip parasını verip kumaşçı ile vedalaşırlar. Dükkandan çıkarken kumaşçı ellerini kaldırıp;
-Ya Rabbi! Sana hamdolsun. Bugün iki defa dükkanıma padişahı gönderdin.
diye Allah'a şükreder. Padişah bu hal karşısında şaşırır, vezire;
-Vezir, anladım bu iki zatın ikiside evliyadır; ama acaba hangisi üstün?diye sorar. Akıllı vezir şöyle cevap verir;
-Padişahım,ben hangisinin üstün olduğunu bilemem; amma
herhalde laftan anlayanlara kumaşçı gibisi,laftan anlamayanlara da karpuzcu gibi birisi lazım.

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.452
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 31 Oca 2016 23:41:49
İYİLİĞİN KARŞILIĞI
İki kardeş yolculuk esnasında düz bir kayanın altındaki ağacın gölgesine konmuşlar. Tekrar yola çıkacakları sırada bu düz kayanın altından ağzında bir dinar/altın olan bir yılan çıkıp bu dinarı onlara atmış. Bunun üzerine bu yılanın bu dinarı bir hazineden alıp getirmiş olduğunu söylediler. Burada üç gün kaldılar ve her gün bu yılan onlara birer dinar getirip attı.

Kardeşlerden biri:

– “Bu yılanı ne zamana kadar böyle bekleyeceğiz, bunu öldürüp, hazineyi kazarak çıkarsak olmaz mı?” dedi. Diğer kardeşi engel olmak istedi ve

– “Sakın yapma ne bilirsin, bunu yaptığın takdirde mahvolabilirsin, hazineyi de elde edemezsin” dedi. Ama o kardeşini dinlemedi, yanına bir kazma aldı ve yılanı beklemeye koyuldu. Yılan çıkınca bir kez vurabildi ve başından yaraladı ama öldüremedi. Yılan kıvranıp üzerine geldi, adamı öldürdü ve inine girdi. Kardeşi de onu toprağa gömdü. Ertesi güne kadar da orada bekledi.

Yılan, başı sarılı olarak çıktı ama beraberinde hiçbir şey yoktu. Yılana şöyle seslendi:

– “Ey yılan, vallahi bu olanların olmasını hiç istemedim, kardeşimi engellemek istedim, olmadı. Ama seninle bir anlaşma yapabilir miyiz? Sen bana bir zarar verme, ben de sana hiçbir zarar vermeyeyim?”

Yılan:

– “Hayır”, dedi.

– “Neden?”

– “Çünkü sen kardeşinin buradaki kabrini görüp durdukça bana sonsuza kadar iyilik yapacağından emin olamam. Ben de bu baş yarası bulundukça da sana iyilik edeceğimden emin olamam da ondan” cevabını verdi.

 (İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 21.Cilt, Erkam Yay.)

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 01 Şub 2016 01:54:56
Bayezid-i Bistami (ks) bir gün tımarhanenin yanından geçerken tabibin ilaç yaptığını görür. Doktora

-Ne yapıyorsun öyle? diye sorar. Doktor:

- Delilere deva (ilaç) hazırlıyorum, der. Bayezid-i Bistami (ks):

-Günah illetine tutulmuş olanlara, günah sebebiyle hasta olanlara da bir ilacınız var mı? diye sorar. Doktor şaşırıp kalır:

-Ne zor bir sual sordun, bir doktordan bu sual sorulmaz ki; deyince, Bayezid-i Bistami’ye (ks) o anda hafiften bir büyüklük hissi sirayet eder. O anda delinin biri çıkagelir:

-Efendim, biraz beklerseniz cevabını vereyim, der. Doktor bakar ki sesin sahibi deliliği en fazla olan bir adam, Bayezid-i Bistami’ye (ks):

-Gidin efendim, der Deli:

- Allah rızası için gitmeyin Efendim! Ben derdimin devasını sizde buldum. Sizin sorduğunuz soruya cevabı da ben vereyim, der. Deli elinde bir kasnak, ayaklarına zincirler geçirilmiş bir halde Bayezid’in (ks) yanına gelir. Bayezid’e (ks):

- “Buyurun efendim, buyurun. Neyi sormuştunuz?” der. Bayezid (ks):

-Oğlum! Günah sebebiyle insan hasta olur. Hırs var, tamah var; fuhuş, riya, süm’a , hasetlik, kibir var. Bunlardan kurtulmayınca insan, insan olmaz. Ben bu derdin devasını soruyorum, deyince deli:

- Çok güzel bir soru soruyorsunuz Efendim. İnşallah cevap vermeye gayret edeyim: “ Efendim! Tevbe kökünü, istiğfar yaprağı ile karıştırın. Sonra gönül havanında tevhid tokmağı ile dövün. İyice un gibi olsun. Belki içinde irisi kalır, insaf eleğinden geçirin. Bu şekliyle de tabi ki yenilmez. Bu karışımı da gözyaşı ile yoğurun. Seherde kalkıp boynunuzu Mevla’ya (c.c) bükün. Gözlerinizden yaşlar dökün. Allah! Allah! Estağfirullah! deyin. Bu hamur da tam olmaz. Sonra bunu aşk ateşi ile pişirin, Allah’a (c.c) aşık olun. Marifet balından katarak kanaat kaşığı ile gece gündüz yemeğe ehemmiyet gösterin.” der. Bayezid-i Bistami (ks), delinin gözlerinin içine bakar ve şöyle dere:

“Ehl-i irfanım deyu kimseyi tân etme sen
Defter-i dîvâne sığmaz söz gelir dîvâneden

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.901
  • 228.075
  • 28.901
  • 228.075
# 01 Şub 2016 08:53:53
CEP TELEFONU OLMAK İSTERDİM.

Karı ve koca bir akşam yemeklerini bitirdikten sonra, yorgun argın oturma odasına geçerler. Kadın ilkokul öğretmenidir. Öğrencilerine verdiği ‘ne olmak istersiniz’ başlıklı kompozisyon ödevini notlandırmak için masaya geçer. Kocası da eline cep telefonunu alıp, koltuğuna yerleşir. Nihayet yorgun bir günün ardından dinlenebilecektir.

Kadın, tüm kompozisyonları notlandırıp işinin bittiğini düşünürken, kenarda kalmış bir ödevin gözünden kaçtığını fark eder ve not vermek için okumaya başlar.

Kağıtta yazansa şudur:
'Benim dileğim, akıllı bir telefona dönüşmektir. Dileğim bu çünkü annem ve babam telefonlarını gerçekten çok seviyorlar.
Annem ve babam sadece telefonlarına dikkat gösterirler, hatta bazen de beni unuttukları olur.

Annem ve babam işten yorgun döndüklerinde, vakitlerini telefonlarıyla geçirirler, benle değil. Önemli bir işle meşgul olsalar dahi, eğer telefonları çalarsa, anında yanıt verirler. Ama aynısını benim için yapmazlar, ağlasam bile…

Annem ve babam cep telefonlarında oyun oynarlar, benimle değil. Telefonda konuşurken, heyecanla yanlarına gidip bir şey paylaşmak istesem, hemen beni susturup, yanlarından gönderirler. Bu yüzden cep telefonu olmaktır, dileğim. Çünkü belki de ancak o zaman beni telefonları kadar severler.’

Kadın göz yaşları içerisinde kompozisyonu okur. Kocası sorunun ne olduğunu sorar, kadın ödevi kocasına verir. Adam hızlıca okuduktan sonra hangi mutsuz öğrencisinin bu kompozisyonu yazdığını sorar.

Ancak ondan sonra kadın, bu fazladan ödevin nereden çıktığını anlar. Çünkü o fark etmeden araya konmuştur. “Kompozisyonu yazan öğrencilerimden biri değil” diye cevap verir kadın. “Onu yazan oğlumuzmuş”.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK