İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı kurthan

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 10.694
  • 73.106
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 10.694
  • 73.106
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 25 Oca 2016 18:23:25
BİR ZAMANLAR, birbirine bitişik iki çiftlikte yaşayan iki erkek kardeş vardı. Günlerden bir gün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık baş gösterdi. İki kardeş arasında o zamana değin ilk kez görülen anlaşmazlık, giderek büyüdü ve kardeşler arasında ayrılığa neden oldu.
İki kardeş, birbirlerine yalnızca küsmekle kalmadılar, yıllardır ortaklaşa kullandıkları tarım makinelerine değin, sahip oldukları tüm araç gereçlerini ve mal varlıklarını da ayırdılar.
Küçük bir yanlış anlama sonucu başlayan anlaşmazlığı izleyen ayrılık, giderek büyüyen bir uçuruma dönüştü ve en sonunda yerini, karşılıklı kullanılan hoş olmayan sözlere bıraktı. Bunun arkasından da beklenenler oldu ve kardeşler arasında önce şiddetli bir kavga, sonra da ürkütücü bir sessizlik yaşanmaya başladı.
Bir sabah, bu iki kardeşten büyüğünün kapısına bir usta geldi. Elinde büyük bir marangoz çantası vardı.
Ev sahibinden geçici bir iş istedi:
-Yapılacak ufak tefek bir işiniz varsa, size yardımcı olmak isterim, dedi.
-Elimden hemen her iş gelir. Birkaç gün çalışırım, işi bitiririm.
Büyük kardeşin aklına o an bir " iş " geldi.
- Evet, sana göre bir işim var, dedi ve küçük kardeşinin çiftliğini işaret etti.
-Şu derenin karşısındaki çiftlik, komşumundur. Daha doğrusu, benim küçük kardeşime aittir o çiftlik. Geçen haftaya dek benim çiftliğimle onun çiftliği arasında bir otlak vardı. Sonra o, buldozeriyle oraya ırmak bendi yaptı ve şimdi aramızda, otlak yerine, çiftliklerimizi birbirinden ayıran bir dere var.
İş isteyen adam, büyük kardeşin söylediklerini dikkatle dinledikten sonra sordu:
-Benden ne yapmamı istiyorsunuz? dedi.
Büyük kardeş önce kuşkusunu, sonra da kararını açıkladı:
-Kardeşim bunu, bana acı vermek için yapmış olabilir, dedi.
-Fakat şimdi ben, onun yaptığından daha büyük bir şey yapacağım.
Bunları söyledikten sonra adamı aldı, ahırların olduğu yere götürdü ve duvarın dibinde yığılı duran kütükleri gösterdi:
-Senden, bu kütükleri kullanarak, iki çiftlik arasında üç metre yükseklikte bir çit yapmanı istiyorum , dedi.
-Kaç gün çalışırsan çalış, nasıl yaparsan yap ama bana öyle bir çit yap ki, gözlerim kardeşimin çiftliğini artık görmek zorunda kalmasın.
İş arayan usta, başını salladı:
-Sanırım durumu anladım, efendim, dedi.
-Şimdi bana çivilerin, kazma küreğin yerini gösterin ki hemen işime başlayayım.
Büyük kardeş ustaya kazma, küreğin ve çivilerin olduğu yeri gösterdikten sonra, alışveriş yapmak için kasabaya gitti. Usta ise, tüm gün boyunca ölçerek, keserek, çivileyerek sıkı bir biçimde çalışmaya koyuldu.
Akşam güneş batarken o, işini bitirmiş, çiftlik sahibi büyük kardeş ise alışverişini tamamlamış, kasabadan dönüyordu. Çiftliğe gelir gelmez ustanın yaptıklarına baktı ve şaşkınlıktan gözleri, yuvalarından fırlayacakmış gibi açıldı. Karşısında, yapılmasını istediği çit yoktu ama derenin bir yakasından öteki yakasına uzanan görkemli bir köprü vardı. Biri kendi çiftliğinin toprağına, öteki küçük kardeşinin çiftliğinin toprağına oturtulmuş sağlam iki ayak üzerinde, yanlarındaki korkuluklarına varıncaya dek tüm ayrıntılarıyla yapılmış ve tam anlamıyla "usta işi" denilecek kusursuzlukta bir köprü uzanıyordu.
Büyük kardeş, hâlâ geçmeyen şaşkınlığıyla bu köprüyü seyrederken, karşıdan birinin geldiğini gördü. Dikkatle baktığında gelen kişinin komşusu, yani küçük kardeşi olduğunu anladı.Kardeşi, kollarını iki yana açmış olarak köprünün karşı ucundan kendisine doğru yürüyordu.
-Benim sana karşı yaptığım bunca haksızlığa ve söylediğim bunca kötü söze karşın sen, bu köprüyü yaptırarak ne denli iyi ve ne denli büyük bir insan olduğunu gösterdin, dedi ağabeyine.
-Şimdi bir büyüklük daha yap ve sen de kollarını açarak bana gel...
Köprünün iki ucundan ortaya doğru yürüyen kardeşler, köprünün ortasında bir araya geldiler ve özlemle kucaklaştılar. Büyük kardeş bir ara arkasına baktığında, çantasını toplayıp, oradan ayrılmakta olan ustayı gördü.
-Gitme! Dur, bekle, diye seslendi ona.
-Sana yaptıracağım birkaç iş daha var, çiftliğimde...
Usta gülümsedi:
-Ben buradaki işimi tamamladım, gitmem gerek, dedi ve ekledi:
-Yapmam gereken daha çok köprü var.

  Çevremizi incelediğimiz zaman nasıl köprüler görüyoruz acaba ?

          GÖNÜL  KÖPRÜLERİMİZİ çoğaltmamız dileğiyle ... :)

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 26 Oca 2016 09:08:43
Bir gün Ebu Cehil, Peygamber’i gördü ve, ‘Haşimoğullarından bir çirkin belirdi’ dedi.

‘Haddini aştın, fakat doğru söz söyledin’ dedi Peygamber.

Sonra Ebu Bekir, Peygamber’e, ‘Sen bir güneşsin, parla ve dünyayı aydınlat.’

Peygamber ona da, ‘Doğru söyledin ey Ebu Bekir’ dedi.

Tanık olanlar bunun nedenini sordular...

Peygamber: ‘Ben bir aynayım, kim bakarsa bende kendini görür’ diye cevap verdi.                                                                     /Mesneviden/

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 27 Oca 2016 09:44:02
SEVERSENİZ ÖĞRETİRSİNİZ
Bir profesör, sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini Baltimore şehrinin kenar mahallelerine göndermiş ve o bölgede yasayan 200 erkek çocuğunun durumlarını araştırmalarını ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme yapmalarını istemişti.
Öğrenciler hemen hepsi bu çocukların gelecekte hiçbir şanslarının ol...madığını dile getirmişlerdi.
Bundan tam yirmi beş yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü tesadüfen bu çalışmayı buldu ve öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini ve ayni çocuklara ne olduğunu araştırmalarını istedi.
Öğrenciler, o bölgeden taşınan ya da ölen 20 çocuk dışındaki 180 çocuktan 176'sinin olağanüstü bir basari gösterip, avukat, doktor ya da işadamı olduklarını ortaya çıkardılar.
Profesör çok etkilenmişti ve bu konuyu izlemeye karar verdi. Birer yetişkin olan o çocukların hepsi o bölgede yasadıkları için, her biriyle buluşma sansı oldu.
"O koşullarda nasıl bu kadar basarili oldunuz?" sorusuna verdikleri cevap hep ayniydi: "Mahalle okulunda bir öğretmenimiz vardı. Onun sayesinde."
Profesör, bu öğretmeni çok merak etmişti. Hala hayatta olduğunu öğrendiği yaşlı öğretmenin izini bulması zor olmadı. Kendisini ziyaret etmek için evine kadar gitti. Karşısında yılların yüzüne eklediği kırışıklıklara rağmen hala dinç duran bir yaşlı kadın buldu. Merakla yaşlı kadına bu çocukları kenar mahallelerden kurtarıp, basarili birer yetişkin olmalarını sağlamak için kullandığı sihirli formülün ne olduğunu sordu.
Yaşlı öğretmenin gözleri parladı ve dudaklarının kenarında bir gülümseme belirdi:
"Çok basit" dedi, "Ben o çocukları çok sevdim."
Hazırlayan Bilal Civelek

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 27 Oca 2016 10:58:05
Yavru bir kedi kuyruğuyla oynuyormuş. Bunu gören yaşlı bir kedi:
- Neden kuyruğunu kovalıyorsun?
Yavru kedi yanıt vermiş:
- Mutluluğun kuyruğumda olduğunu öğrendim. Onu yakaladığımda mutluluğa kavuşacağım. Bu nedenle onu kovalıyorum.
Bunun üzerine yaşlı kedi şöyle demiş:
- Senin yaşında bende mutluluğun kuyruğum olduğunu düşünmüştüm. Sonra şunu fark ettim; ne zaman onu yakalamaya çalışıp, kovalasam benden uzaklaşıyor, ne zaman kendi yoluma gitsem hep peşimden geliyor.

Hayat akarken mutluluğu kovalamak yerine onun sizi takip etmesine izin verin.

Çevrimdışı harslan05

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 3.400
  • 69.672
  • 3.400
  • 69.672
# 27 Oca 2016 22:32:20
Şems der ki;
-”Şimdi sana sormayacaklar mı ; Deden yaşındaki adamda ne buldun? diye”
Kimya’nın cevabı aklın yolunu keser;

-”Sende bulduklarım değil, Sensiz kaybettiklerimdir önemli olan..”

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 27 Oca 2016 23:00:16
      Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu ;
     “Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun ? Benimle ilgili bir hikaye olma
ihtimali var mı?”
     Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi ;
     "Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım
kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin.”
Çocuk kaleme merakla baktı ama özel birşey göremedi.
“İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç farklı değil ki !”
“Bu tamamen nesnelere nasıl bakığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve
sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun.

Birinci özellik : Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu
asla unutma. Bizim için bu el Tanrı’dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.

İkinci Özellik : Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam
gerekiyor. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden
bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.

Üçüncü Özellik : Kurşun kalem, yanlış birşey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her
zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını
anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden biridir.

Dördüncü Özellik : Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da
dışarı yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur.
O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.

Beşinci Özellik : Her zaman iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın
her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 27 Oca 2016 23:47:11
Ebu Abdullah Habbâb İbni Eret (radıyallahu anh) şöyle dedi:
Hırkasını başının altına yastık yapmış Kâbe’nin gölgesinde dinlenirken Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e (müşriklerden gördüğümüz işkencelerden) şikâyette bulunduk ve :
– Bize yardım dilemeyecek, Allah’a bizim için dua etmeyecek misiniz? dedik.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi:
– “Önceki ümmetler içinde bir mü’min tutuklanır, kazılan bir çukura konulurdu.
Sonra da bir testere ile başından aşağı ikiye biçilir, eti–kemiği demir tırmıklarla taranırdı.
Fakat bütün bu yapılanlar onu dininden döndüremezdi.
Yemin ederim ki Allah mutlaka bu dini hâkim kılacaktır.
Öylesine ki, yalnız başına bir atlı, Allah’tan ve sürüsüne kurt saldırmasından başka hiç bir şeyden endişe etmeksizin San’a’dan Hadramut’a kadar emniyetle gidecektir.
Ne var ki, siz sabırsızlanıyorsunuz.”
v
Buhârî’nin bir başka rivayetinde ifade, “Peygamber aleyhisselâm hırkasına bürünmüştü.
Bizler müşriklerden çok işkence görüyorduk” şeklindedir.
(Buhârî, Menâkıb 25. Ayrıca bk. Buhârî, İkrâh 1, Menâkıbu’l–ensâr 29, Ebû Dâvûd, Cihâd 97.)
(Riyazus Salihin)

Çevrimdışı asilbey35

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 96
  • 668
  • 96
  • 668
# 28 Oca 2016 12:53:51
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Şems der ki;
-”Şimdi sana sormayacaklar mı ; Deden yaşındaki adamda ne buldun? diye”
Kimya’nın cevabı aklın yolunu keser;

-”Sende bulduklarım değil, Sensiz kaybettiklerimdir önemli olan..”
cok dogru..

Çevrimdışı sınıfçı20

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 411
  • 5.832
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 28 Oca 2016 15:08:52
Allah(c.c)'ı Zikretmenin Karşılığı

Adamın biri her zaman "Allak Allah" diye zikreder bu zikirden dolayı ağzı bal yemiş gibi tatlanırdı.

   Bir gün şeytan gelip :

   - "Ne durmadan Allah Allah deyip duruyorsun bunca zamandır Allah demene karşılık bir kerecik olsun Allah (c.c) "lebbeyk kulum." dedi mi sana... Hiç sende utanma sıkılma yok mu? Daha ne kadar Allah deyip duracaksın?" dedi.

   Bunun üzerine adam utandı sıkıldı zikri bıraktı. Gönlü kırılmış bir halde yattı uyudu.

   Rüyasında Hz. Hızır'ı gördü. Hızır ona :

   - "Neden yaptığın güzel işi terk ettin "Allah Allah" diye zikretmeyi bıraktın." dedi.

   Adam :

   - "Yaptığım onca zikre karşılık verilmedi. "lebbeyk-buyur-" sesi gelmedi. Kapıdan kovulmaktan korktum." dedi.

   Bunun üzerine Hz. Hızır :

   - "Senin Allah demen, Allah'ın (c.c) lebbeyk kulum - buyur kulum - demesidir. Allah (c.c) isminin zikrini herkese nasip eder mi, bunu sana nasip etmesi az şey mi?. dedi.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 28 Oca 2016 15:15:23
htiyar adam tapu dairesinden çıkarken sevinçliydi. Kendi kendine düşünüyordu; “-Oh. . be ferahladım. Ölümlü dünya”.
Oturduğu evin tapusunu, çocuğunun üstüne kaydettirmişti. Tapu dairesinde çıktıktan sonra bir küçük lokantada öğle yemeğini yedi, vakit geçirmek için parkları dolaştı. Bir parkta Cem Karaca’nın şarkısı çalınıyordu; “Allah Yar! Allah Yar!”.
Akşama doğru eve gitmek için yola çıktı. Bir yandan düşünceler içindeydi;
- Biz öldükten sonra bir sürü işlemle uğraşması gerek. Ne diye eziyet çeksin yavrum.
Oğlunun kendisini nerdeyse zorla doktora götürüşü aklına geldi; “- Kerata amma ısrar etmişti. Sağlığıma verdiği önem kadar, ziyarete gelmeye de önem verse ya. ”
Bir an dalgınlaştı; “- Gerçi, gelin bizle geçinmeye çalışmıyor ama…” derin bir nefes aldı “- Boş ver canım, ne de olsa torunlarımın annesi. Eşine, çocuklarına iyi baksın da…” biraz da kendini teselli etmek için söylendi …biz bu gün varız, yarın yoğuz. ”
Evine yaklaşınca yine durgunlaştı, “- Bakalım hanım ne diyecek? Gelin gelip-gitmiyor diye biraz kırgın ama…. ” Düşünceler içinde zili çalarken, güleryüzlü olmaya çalıştı; “- Yook, iyi oldu canım. Biz ölünce oğlan rahat edecek, kötü mü?”
Hanımı kapıyı açtı. Gülümsemesini bozmamaya çalışarak hanımına;
- Nasılsın hanım bu gün bakalım?
Hanımı elindeki çiçek suladığı kabı gösterdi;
- Ne yapayım, bir iki çiçekle uğraşıyorum yeşillik olsun diye.
Eve girerken devam etti;
- İnsan şehirde özlüyor çiçeği, yeşilliği.
- Eee. . köy gibi olmaz buralar tabii.
Kadının durgun yüzünde acı bir tebessüm dolaştı;
- Köy gibi olmaz dimi? Şimdi köyde olsak ne güzel olurdu.
İhtiyar adam bir an yüzüne baktı hanımının;
- Sen köyü pek sevmezdin! Geçen sene bir ay kalalım demiştim de “-Ben torunları özlerim.” Diye tutturmuştun.
Kadın, yüzünü çiçeklere doğru döndü;
- Ne bileyim ben, düşündükçe bunalır oldum buralarda. İnsan çocukluğunun geçtiği yerleri özlüyor. Ağaçların altında, bahçelerde yürümeyi özlüyor.
- Allah Allah ! Tamam hanım gideriz. Sen iste yeter ki. Hele havalar ısınsın biraz gideriz
- Havalar kim bilir ne zaman ısınır. Beklemek şart mı?
- Yahu hanım, bunca yıllık eşimsin hala seni tam anladım diyemiyorum. Bir gün köye gitmem diye tutturuyorsun, bir gün de hemen gidelim diye. Dur da bu gün ne oldu anlatayım.
Kadın endişeyle baktı kocasına;
- Noldu, oğlanı mı gördün?
- Yok canım, nerden göreyim !
Koltuğuna oturdu, koynundaki tapu kağıdını çıkardı.
- Bu nedir biliyor musun?
- Hayırdır?
- Hanım, yarın ne olacağı belli olmaz, vademiz gelir de ölürsek, oğlumuz kapı kapı uğraşmasın, diye evin tapusunu onun üstüne yaptım.
Hanımının tepkisini beklerken, onun yüzündeki acı gülüşü gülümseme sandı. Hanımı fısıldar gibi söylendi;
- Oğlumuz da bu gün buraya gelmişti, öğleden önce.
- Öylemi, vay hayırsız. Demedin mi, ‘uzun zamandır niye gelmiyon’ diye. Seni üzülmesin diye söylemiyordum ama ‘bizi unuttu’, diye kızmaya başlamıştım. Torunları da getirdi mi?
- Murat’ı getirmiş. O da “-Sıkıldım, gidelim. ” Deyip durdu.
- Vay kerata vay. Akşam gelse de ben de görseydim. Neyse, hayırdır, gündüz vakti niye gelmiş ?
Hanımı elindeki kapta suyu bitmiş olduğu halde, çiçekleri sular gibi durarak masadaki kağıdı gösterdi;
- Şu kağıdı getirmiş.
İhtiyar adam, hanımının sesinde bir titreme hissetti ama emin olamadı. İçindeki sevinci kaybetmemeye çalışarak masadaki kağıda uzandı.
Bir mahkeme kararı olduğunu gördü. Yaşlı kadın kızaran gözlerini kocasının görmemesine dikkat ederek, eşinin kolundan tuttu koltuğa oturmasını sağladı, tekrar çiçeklere doğru uzaklaştı.
İhtiyar adam, yakın gözlüğünü çıkardı ve içinden yavaş yavaş okudu. “Yaşı ilerlediği ve aklı muhakemesi yerinde olmadığına ve ekonomik varlığını idare ve idame edemeyeceği, ekteki doktor raporuyla da tespit edildiğinden, taşınır ve taşınmaz varlıklarının, resmi varisi oğlu Süleyman tarafından idaresine karar verilmiştir.”
Resmi kağıt, yaşlı adamın elinden yavaşça yere kaydı. Başını yere eğdi, kağıda boş boş bakmaya başladı. Hanımı, gözlerini sildikten sonra çiçeklerin başından ayrılıp yanına geldi. Eşinin titreyen ellerini tuttu. İhtiyar adam, oğlunun neden kendini doktora götürdüğünü anlamıştı. Yüreğindeki sızıyı bastırmaya çalışarak;
- Üç senedir uğramadık, köydeki ev ne haldedir?
- Canım ne olacak, bir gün de temizlerim ben.
- O evde, dizlerin üşürdü senin.
İhtiyar kadın, daralan göğsünü hafifçe bastırdı, “Yüreğimin üşümesi daha kötü diye düşündü”.
- Merak etme, üşümem…üşümem…
- Yarın mı gidelim diyordun?
- Sen bilirsin bey.
- Eşyaları bir taksiye atarsak, Son otobüse yetişiriz.
- Olur. . Köyde zaten iyi kötü eşya var, ben hemen hazırlanırım.
- Hazırlan. Şu kağıdı da tapuyla beraber masaya koyuver, oğlan gelince aramasın.
İhtiyar adam, içinden düşünüyordu, “- Dünya fani, Allah Yar”
İhtiyar kadın, birileri gelmeden gitmek ister gibi telaşla hazırlanıyordu. Giysileri bir çantaya tıkıştırdı. Fotoğrafları duvardan toplarken oğlununkine bir an baktı, aldı, bir an düşünüp çantaya koymaktan vazgeçti. Masadaki kağıtların üstüne ters olarak bıraktı. En son duvardaki bir küçük patiği aldı, öptü. Bu büyük torununa ördüğü ama küçük gelmeye başlayınca hatıra olarak sakladığı mavi patiklerdi. Çantaya, fotoğrafların üstüne yerleştirirken, mavi patiklerin üstüne düşen göz yaşlarını yavaşça sildi.

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 28 Oca 2016 16:14:05
İyi bilinen bir konuşmacı, seminerine 20 dolarlık bir banknotu göstererek başladı. 200 kişinin bulunduğu odaya, bu parayı kim ister diye sordu ve eller kalkmaya başladı ve konuşmacı bu parayı sizlerden birine vereceğim fakat öncelikle bazı şeyler yapacağım dedi. Parayı önce buruşturdu, ve dinleyicilere hala bu parayı isteyen var mı diye sordu, eller yine havadaydı. Bu sefer, konuşmacu peki bunu yaparsam dedi ve $ 20 ı yere attı, onun üstüne bastı, ezdi, pisletti ve para şimdi pis ve buruşuktu, fakat eller yine havadaydı ve o parayı herkes istiyordu ve konuşmacı şöyle dedi arkadaşlarım burada çok önemli bir şey öğrendiniz, burada paraya ne yaptıysam hiç önemli değil onu yinede istiyorsunuz, çünkü benim ona yaptığım şeyler onun değerini düşürmedi, o hala 20 dolar.

Hayatımızda çoğu kez verdiğimiz kararlar veya hayat şartları nedeniyle hırpalanır, canımız acıtılır, yerden yere vuruluruz, kendimizi kötu hissederiz, fakat ne olduğu yada ne olacağı önemli değil, hiçbir zaman değerimizi kaybetmeyiz, temiz yada pis, hırpalanmış yada kırılmış, bunların hiçbiri önemli değildir.
Seni sevenler senin ne kadar değerli olduğunu her zaman bileceklerdir, hayatımızın değeri ne yaptığımız, veya kimi tanıdığımızla değil kim olduğumuzla alakalıdır.


SEN MÜKEMMELSİN, BUNU ASLA UNUTMA.
HER ZAMAN ELİNDE OLANLARI DÜŞÜN, OLMAYANLARI DEĞİL...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 28 Oca 2016 16:31:36
Köylünün biri, ineklerinin sütünden tereyağı yapardı.Her gün tereyağının bir kilosunu kasabadaki fırıncıya satardı. Aldığı paranın bir kısmıyla fırıncıdan bir ekmek alır, köyüne dönerdi.
Bir gün fırıncı köylüye çıkışmaya başladı :
— Ben, sana güvenerek getirdiğin yağları hiç tartmadan aldım. Müşterilerime sattım. Oysaki sen yağları eksik tartıyormuşsun. Seni şikayet edeceğim.
Köylü, yağları kendisinin tarttığını, hepsinin de bir kilo oldu­ğunu söyledi.
Fırıncı, köylünün o gün getirdiği yağı tarttı, Yağ bir kilodan azdı.
Fırıncı, köylüyü mahkemeye verdi. Fırıncıyı dinleyen yargıç köylüye dönerek:
— Sen bu adamı aldatıyormuşsun. Tartıda haksızlık yapıyormuşsun, doğru mu? dedi.

Köylü:
— Sayın yargıç! Ben fırıncıya her gün bir kilo yağ veririm, Alacağım paranın bir kısmıyla kendisinden bir ekmek alırım, Köydeki terazimin gramları çoktandır kayıp. Ben, gram olarak fı­rıncının bir kilo diye verdiği ekmeği kullanırım. Eğer fırıncının ek­meği bir kilodan azsa benim yağım da az olur.
Fırıncı birden telaşlandı. Davasından vazgeçmek istedi. Yargıç, kabul etmedi. Fırına adam gönderdi. Birkaç ekmek ge­tirtip tarttı. Ekmeklerin hepsi bir kilodan azdı.
Köylü davayı kazanmış, fırıncının hilesi ortaya çıkmıştı.

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 29 Oca 2016 07:54:45
Fırat’ın bir yakasında yaşayan bir delikanlı ile öbür yakasında yaşayan güzel bir kadın varmış. Birbirlerine aşık olmuşlar. Delikanlı her gece Fırat’ın sularında yüzerek karşı yakaya geçer sevgilisine ulaşırmış. Gece sabaha kadar sohbet ederlermiş. Şafak sökmesine yakın delikanlı sevgilisinden müsaade isteyip,kendini Fırat’ın azgın sularına bırakır ve karşı yakaya geçermiş. Bu gecelerce böyle sürüp gitmiş. Yine bir gece delikanlı Fırat’ı geçip sevgilisinin yanına gitmiş. Şafak sökerken delikanlı müsaade istemek üzere kadına yaklaştığında bir şeyin farkına varmış ve kadına dikkatle bakarak;

– Senin bir gözün kör müydü! demiş. Kadın o zaman delikanlıya bakarak;

– Sen sen ol, sakın ola bugün Fırat’a girme demiş.

Delikanlı kadından ayrılmış, Fırat’a girmiş ve yüzme bilmediğinden boğularak ölmüş.

Bizim delikanlı gerçekte yüzme bilmiyormuş, duyduğu aşk yüzünden, onun gücü sayesinde Fırat’ı geçermiş. O aşk bitince de…

Çevrimdışı neo24

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.252
  • 4.837
  • Birleştirilmiş Sınıf
  • 3.252
  • 4.837
  • Birleştirilmiş Sınıf
# 29 Oca 2016 09:01:47
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Köylünün biri, ineklerinin sütünden tereyağı yapardı.Her gün tereyağının bir kilosunu kasabadaki fırıncıya satardı. Aldığı paranın bir kısmıyla fırıncıdan bir ekmek alır, köyüne dönerdi.
Bir gün fırıncı köylüye çıkışmaya başladı :
— Ben, sana güvenerek getirdiğin yağları hiç tartmadan aldım. Müşterilerime sattım. Oysaki sen yağları eksik tartıyormuşsun. Seni şikayet edeceğim.
Köylü, yağları kendisinin tarttığını, hepsinin de bir kilo oldu­ğunu söyledi.
Fırıncı, köylünün o gün getirdiği yağı tarttı, Yağ bir kilodan azdı.
Fırıncı, köylüyü mahkemeye verdi. Fırıncıyı dinleyen yargıç köylüye dönerek:
— Sen bu adamı aldatıyormuşsun. Tartıda haksızlık yapıyormuşsun, doğru mu? dedi.

Köylü:
— Sayın yargıç! Ben fırıncıya her gün bir kilo yağ veririm, Alacağım paranın bir kısmıyla kendisinden bir ekmek alırım, Köydeki terazimin gramları çoktandır kayıp. Ben, gram olarak fı­rıncının bir kilo diye verdiği ekmeği kullanırım. Eğer fırıncının ek­meği bir kilodan azsa benim yağım da az olur.
Fırıncı birden telaşlandı. Davasından vazgeçmek istedi. Yargıç, kabul etmedi. Fırına adam gönderdi. Birkaç ekmek ge­tirtip tarttı. Ekmeklerin hepsi bir kilodan azdı.
Köylü davayı kazanmış, fırıncının hilesi ortaya çıkmıştı.
Bir kilo ekmek mi olur 😄
Tşkler...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.775
  • 227.213
  • 28.775
  • 227.213
# 29 Oca 2016 12:17:58
ABD’de bir askeri okulda ders olarak anlatılan Horoz ve Tilki Hikayesi!

“Dershanede hocayı beklerken ışıklar kapanmış ve bir çizgi film gösterilmeye başlanmış. Filmin adı ” Küçük Tavuk “.
Bir kümes var. Kümeste bir çok tavuk ile genç ve küçük horozlar, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunuyor. Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor. Yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarı bırakmıyor. Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar da zayıf ve küçük tavuklar. Yaşlı ve büyük horoz ise dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecek kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamalarını sağlıyor.

Kümese giremeyen tilki bunun üzerine kümesin tellerinde küçük bir delik açarak küçük ve genç bir horoza sesleniyor ve ona biraz mısır veriyor. Mısırı yiyen küçük ve genç horoz her gün gelip tilkiden mısır
alıyor. Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de diğer tavuklara mısır dağıtıyor. Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü kırılıyor. Horozun etrafındaki tavuklar azalmaya başlıyorlar. Artık popüler olan genç ve artık irileşen horozun etrafında ise tavuklar toplanıyor.Bu aşamada tilki kümesin kapısının önüne mısır bırakıyor. Kümeste bir tartışma çıkıyor. Kapıyı açalım mı açmayalım mı diye. Sonunda korkarak kapıyı açıyorlar ve kafalarını dışarı uzatıp yemlenip hemen geri çekiyorlar. Bir süre böyle devam ediyor. Hiçbir şey olmuyor. Kümesteki tavuklar rahatlıyor. Korkuları azalıyor. Nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döküyor. Artık korkusuz olan tavuklar genç ve artık güçlü horozun öncülüğünde dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar. Kümesteki her tavuk semiriyor. Tilki bir süre sonra gece kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor. Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya kadar gidiyorlar. Sonra mağaraya giriyorlar. Onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor.”
Çizgi film burada bitmiş. Işıklar yanmış. Ve dersin hocası kürsüye çıkarak, “İşte Üçüncü Dünya ülkeleri böyle yönetilir” diyerek derse başlamış.

Sorular:
1-Kümes NERESİ?,
2-Yaşlı horozlar KİMLER?
3-Genç horoz KİM ?
4-En önemlisi tilki KİM?

Buna göre içinde bulunduğumuz durumu sorgular isek binlerce yorum ortaya çıkar. Unutmayalım Ulusların dostları yok sadece çıkarları vardır.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK