İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı M.TARIK

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.153
  • 2.487
  • 1.153
  • 2.487
# 21 Ara 2015 10:51:05

Gel oğlum. Kalk bakalım tahtaya, sana bir sorum var.
– Buyurun, sorun öğretmenim
– Canlılar kaça ayrılır?
– Dörde ayrılır öğretmenim.
– Bana yanlış gibi geldi ama say bakalım.
– Bitkiler, Hayvanlar, İnsanlar, Çocuklar…
– Çocuklarda insan değil mi oğlum?
– Haklısınız, o zaman canlılar üçe ayrılır öğretmenim.
– Peki, şimdi yeniden say bakalım.
– Bitkiler, Hayvanlar ve Çocuklar…
– Oğlum, insanlara ne oldu?
– Kalplerinde sevgiyi yeşertip düşünebilenleri hep çocuk kaldılar, diğerleri de hayvanlaştılar öğretmenim..

Çevrimdışı sarnıç

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.385
  • 127.440
  • 8.385
  • 127.440
# 21 Ara 2015 14:52:07
Bir çiftlikte iki erkek kardeş babalarından kalma çiftlikte birlikte çalışıyorlardı. Kardeşlerden biri evliydi ve beş çocuğu vardı. Diğer kardeş ise bekardı. Her günün sonunda iki erkek kardeş ürünlerini ve kârlarını eşit olarak bölüşürlerdi.

Günün birinde bekar kardeş şöyle düşündü;

– Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de adaletli değil. Ben bekarım ve pek fazla ihtiyacım yok. Kardeşimin geniş bir ailesi var. Onun daha fazla ihtiyacı olur.

O günden sonra bekar olan kardeş her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin evindeki tahıl deposuna götürmeye itti.

Bu arada evli olan kardeş de kendi kendine;

– Ürünümüzü ve kârımızı eşit olarak bölüşmemiz hiç de doğru değil. Ben evliyim, eşim ve çocuklarım var ve yaşlandığım zaman onlar bana bakabilirler. Fakat kardeşim yaşlandığı zaman ona bakacak hiç kimsesi yok. İlerde onun daha fazla ihtiyacı olacak.

Böylece evli olan kardeş de her gece evinden çıkıp, bir çuval tahılı gizlice erkek kardeşinin tahıl deposuna götürmeye başladı. İki kardeş de yıllarca ne olup bittiğini bir türlü anlayamadılar. Çünkü her ikisinin de deposundaki tahılın miktarı değişmiyordu. Sonra, bir gece iki kardeş gizlice birbirlerinin deposuna tahıl taşırken karşılaştılar. O anda olan biteni anladılar. Çuvallarını yere bırakıp birbirlerini kucakladılar.

Hayatın akışında kardeşlik bencilce sadece kendini düşünmek değil başkalarını da düşünmek ve kardeşçe paylaşmaktır.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.378
  • 28.800
  • 227.378
# 21 Ara 2015 17:47:46
Adım Haşim JEANSEN. 19 yaşındaydım. papaz asistanıydım.. Kız kardeşim bir Türk’le evlendi ve müslüman oldu. Kendisine İslam’ın doğru olmadığını söyledim. Bir kitapçıya gittim ve almanca bir Kur’an aldım. Kur’an’ı okuyup kardeşime onun yanlışlarını göstermek istedim. Kur’an’ı okuyup onun yanlışlarını bulacaktım fakat daha 3 sayfa okumuşken çok sevdim onu. Sonra çok daha fazla okumaya başladım. Bir süre sonra daha fazla bilgi aramaya başladım İslam’la ilgili. İkilem içine düştüm. Hristiyan olarak mı kalmalıyım yoksa Müslüman mı olmalıyım? Kafamda sorular oluşmaya başladı. Bir süre sonra papazın yanına gittim sordum: Söyler misin hangisini seçmeliyim? O da bilmiyorum dedi. Ama birini biliyorum o sana neyi seçeceğini söyleyecek. Kim diye sordum. O da tanrı dedi. Dua et ona, sor ona cevabı sana verecektir. Biraz sinirlendim ve gittim. Düşünmeye başladım. Papaz doğru söylüyordu. Allah’a güveniyorum, inanıyorum, çok büyük ve her yerde, bana cevap verebilir. Dizlerimin üstüne çöktüm.
Yakardım: Biliyorum sen varsın, sana inanıyorum, büyüksün, her şeyi biliyorsun, dünyadaki kimse senden daha iyi bilemez, söyler misin ne yapmalıyım? Bunları söylediğim zaman güçlü bir şeyler olmaya başladı. Sıcak ve soğuk hissettim. Biri sıcakça sarıyordu beni, titremeye başladım. Ağladım, ağladım, ağladım… Bütün vücudum acıyordu. Kur’an’ı aldım o anda. Göğsüme koydum. Yarım saat ağladım. Tevafuki bir yer açtım. Maide süresi geldi. “Papaz, öğretmen, din adamları, Kur’an’ı duydukları zaman, onu okudukları zaman kalplerinde kibir yoksa ağlayacaklardır ve bileceklerdir ki bu Allah’ın sözleri.” Bu benim için bir sinyaldi. Kendi kendime söyledim: Sadece sana inanıyorum. Bu dünyayı sen yarattın. Hz. Muhammed’i tanımıyorum ama biliyorum ki o bir peygamber… Ve o anda Müslüman olmaya karar verdim. Adım Haşim JEANSEN . 36 yaşındayım. Almanya’da imam olarak çalışıyorum.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.378
  • 28.800
  • 227.378
# 23 Ara 2015 14:51:40
SENİ SEVDİM
Allahım babacığımı aldığında,küçüktüm... Öğrendim ki, sen de daha doğmadan babasız kalmışsın... İşte o zaman, yetimliğini sevdim.
Altı yaşında iken, anneciğinin taptaze mezarına kapanıp ağlayışına hiç kıyamadım, ben de ağladım, ama sevdim.
Herkes canını verecek kadar seni severken, kimseye yük olmamak için, kendi işini kendin yapışını sevdim.
Başının ağrıdığını öğrendiğimde, başımın ağrısını sevdim.
Kuşu ölen çocuğun evine taziyeye gittiğinde... Anne ve yavru köpekler için koskoca ordunun yolunu değiştirdiğinde, merhameti sevdim, hayvanları sevdim..
"Benim çocuğum yok,ardımdan okuyacak kimse olmayacak" diye ağlayan Hz.Bilal'i, "Üzülme! Ümmeti Muhammed her ezandan sonra sana okuyacak" diye teselli edişini sevdim.
Bir gün,oturarak namaz kıldığını gören Ebu Hureyre'nin "Ey Allah'ın elçisi, hasta mısın?" sorusuna, "Hayır, açım!" deyişini sevdim.
O kadar uzun süre hiç aç kalmadım ben ama, kızın Hz.Fatma'ya, "Vallahi kızım,üç gündür baban bir şey yememiştir." deyişinde, açlığı sevdim.
Hz.Hatice'ye düğün için hediye ettiğin gülleri sevdim... "Hatice'nin sevgisi benim rızkımdır." deyişini sevdim.
"Beni nasıl seviyorsun?" diye soran Hz.Ayşe'ye, "kördüğüm gibi" cevabını... Ve zaman zaman "kördüğüm ne alemde?" sorusuna, "ilk günkü gibi" deyişini sevdim.
Onsekiz aylık oğulcuğun İbrahim kucağında can verirken, gözyaşlarıyla onu öpüp koklayıp, "O, meme emen bir sütkuzusudur, ama Allah'ın takdiri karşısında,elden ne gelir?" deyişini sevdim.
Mute'de şehid düşen evlatlığın Zeyd'in minik yetimi, acıyla o mübarek eteğine sarılıp ağladığında, onu kucaklayıp, hıçkırarak ağlayışın karşısında, "Ey Allah'ın elçisi, bu nedir?" diye soranlara, "Bu, sevenin sevdiğini özleyişidir." demeni sevdim.
Yanında,kucağındaki çocuğuna sarılan,öpüp koklayan arkadaşına gülümseyerek, "yavruna nasıl şefkat duyuyorsan,Allah da senin şefkatinden daha çok sana şefkat duyar" deyişini sevdim.
Sevgili kızın Hz.Fatma,her yanına girdiğinde,ayağa kalkıp karşılamanı, "hoşgeldin kızım" diye öpmeni, elinden tutup,yanına oturtmanı sevdim.
"Evlilik, iki bedende tek bir ruhtur" deyişini sevdim.
Hz.Ali ile Hz.Fatma'yı evlendirirken,ikisini karşına alıp, "Ey Ali, kızımı sana cariye olarak veriyorum, ama unutma, sen de onun kölesisin" deyişini sevdim.
Bir gün, elbisenin içinde kıpırdayan şeylerin sırrı, elbise açılınca anlaşılır: "Benim çiçeklerim" diye sevdiğin Hasan ve Hüseyin oradadır...Ben,onları sevişini, onlar sırtında iken namaz kılışını, kapıdan girer girmez,"küçük adam orada mı? Küçük adam orada mı?" deyişini, badi badi koşarak gelen torunlarını kucaklarken, onlara "Ey Allahım! Ben onları seviyorum,sen de onları ve onları sevenleri sev" deyişini sevdim.
Bir bayram sabahı, hüzünle kenarda oturan,eski elbiseli yetim bir çocuğu elinden tutup evine götürüşünü, yıkanıp yemek yedirilen,para verilip sevindirilen çocuğun yüzünü avuçlarının içine alarak, "Benim baban, Ayşe'nin annen, Hasan ve Hüseyin'in kardeşlerin olmasını ister misin?" deyişini sevdim.
Sokağa kaçan çocuğunu eve getirebilmek için, "gel bak sana ne vereceğim" diyen anneye, "dikkat et, çocuk sana gelir ve ona bir şey vermeyecek olursan,senin için bir yalan günahı yazılır!" deyişini sevdim.
Meydanlık bir yerde,önünüzden bir cenaze alayı geçerken, ayağa kalktığında, arkadaşlarının şaşkın:"Ey Allah'ın rasulü, bu bir yahudidir" dediklerinde, "Fakat aynı zamanda bir insandır" deyişini sevdim.
Bir müslüman, sarhoş bir şekilde, huzuruna getirildiğinde, yanındakilerden biri sarhoşa "Allah sana lanet etsin" deyince, o mübarek kaşların çatık, "ona lanet okumayın, ben onu tanıdığımdan beri, o Allah ve rasulünü sever" deyişini sevdim.
Uhud'da şehit düşen yetmişiki arkadaşını defnederken, Cemuh oğlu Amr ile Amr oğlu Abdullah'ın cenazelerinin başında, hüzünle dalıp gidişini ve "bu ikisini aynı mezara koyun.Çünkü onlar,dünyada da birbirlerini çok severlerdi" deyişini sevdim.
Mübarek başın, Hz.Ayşe'nin kucağında, ruhunu Allah'a teslim etmek üzereyken, Rabbinin huzuruna tertemiz çıkmak için, misvakla dişlerini temizleyişini sevdim.
Mescitte, nezaket kurallarından habersiz, yeni müslüman olmuş birinin, burnunu sildiği paçavrayı yere attığını görünce, pisliği yerden kendi elinle alıp,temizleyişini ve o kişiye yumuşak bir sesle, "bir daha böyle yapma" deyişini sevdim.
"Sizden biriniz, ağaç dikerken kıyamet kopuyor olsa, ağacı dikmeye devam etsin" deyişini sevdim.
"Akarsu başında bile olsanız, suyu israf etmeyin" deyişini sevdim.
Kâbe'yi işaretle, "Bu ev, saygın,mübarek ve kutsaldır. Ama, varlığını elinde tutan kudrete yemin ederim ki, insan onuru ve kişiliği daha kutsaldır!" deyişini sevdim.
Mirâc'a çıktığında, Allah Teala, "Seni ne ile şereflendireyim?" dediğinde, "Beni Sana kullukla şereflendir" deyişini sevdim.
Yine mirâçta Rabbim "İste! Ne isteğin varsa vereyim" dediğinde, secdeye kapanıp, gözyaşlarıyla "Senden ümmetimi istiyorum" deyişini sevdim.
Refik-i Alâ'ya, Yüce Dost'a giderken, "Sizi kevser ırmağı başında bekleyeceğim. Bana kavuşmak isteyen, elini ve dilini kötülüklerden çeksin." deyişini sevdim.
Ve Rabbimizin, "Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir,merhametlidir (Tevbe-128) deyişiyle, seni sevdim.
Ve Rabbimizin, "Şüphesiz ki, Allah ve melekleri, Peygamber'e çokça salât ederler (överler,yüceltirler). Ey müminler! Siz de O'na salevat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin."(Ahzab-56) buyurmasıyla, seni daha çok sevdim.

Çevrimdışı M.TARIK

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.153
  • 2.487
  • 1.153
  • 2.487
# 23 Ara 2015 18:44:57
İki derviş, yolculukları sırasında bir dere kenarına varmışlar. Genç bir kadın dere kenarında karşıya nasıl geçeceğini bilemez halde ağlamaktaymış. Dervişlerden biri, genç kadını kucaklayıp suyun öteki tarafına bırakmış. Öteki derviş, arkadaşının bu davranışını hiç hoş karşılamamış ancak sesini de çıkarmamış. Dervişler dere kenarından bir kilometre kadar uzaklaştıklarında; diğer derviş daha fazla dayanamamış ve arkadaşına hışımla dönmüş:
- Sen, böyle bir şeyi nasıl yaparsın? Biz dervişiz! Bırak bir kadını kucaklayıp karşıya geçirmeyi, onlara bakmamız bile yasaktır! Hatta seni baştan çıkarabilirdi.
Öteki derviş oldukça sakin karşılık vermiş:
- Dostum ben o kadını bir kilometre geride bıraktım. Sen? Sen ise hala onu taşıyorsun.

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 25 Ara 2015 20:33:41
Önemli bir savaş sırasında Japon bir komutan askerlerinin sayısının düşmanlarınkine kıyasla çok daha az olmasına rağmen saldırıya geçmeye karar verir. Ordusunun kazanacağına olan güveni tamdır. Ancak, askerleri zafer konusunda oldukça kaygılıdır. Savaş alanına doğru ilerlerken, yol kenarındaki bir tapınakta durup hep birlikte dua ederler. Daha sonra komutan cebinden bozuk para çıkararak “Şimdi yazı-tura atacağız. Eğer tura gelirse, biz kazanacağız, ama eğer yazı gelirse kaybedeceğiz, kaderimiz böylece ortaya çıkacak” der.

Bozuk parayı havaya atar ve herkes sabırsızca paranın yere düşmesini bekler. Tura gelmiştir. Askerler çok sevinirler; kendilerine olan güvenlerini toplamışlardır. Bu coşkuyla düşmana saldırır ve savaşı kazanırlar. Bir süre sonra yüzbaşı komutanının yanına gelerek onun kehanetini takdir edercesine, “Kimse kaderi değiştiremez” der. Bunun üzerine “Haklısın” der komutan, iki tarafı da –tura- olan parayı göstererek...!!

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.378
  • 28.800
  • 227.378
# 25 Ara 2015 23:26:29
Allah Bu İşi Mutlaka Tamamlayacaktır | Bir Kıssa Bin Hisse
Habbâb b. Erett radıyallahu anh anlatıyor:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ka’be’nin gölgesinde kaftanını yastık ederek dayandığı bir sırada yanına vardık. “Yâ Resûlallah! Bizim için Allah’a duâ edemez misin? Allah’tan yardım dileyemez misin?” dedik. (Kureyş müşriklerinin işkencelerinden şikâyet ettik) Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’ın rengi değişti ve şöyle buyurdu:
“Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler bulunmuştur ki, (zalimler tarafından) yakalanır, onun için yerde bir çukur kazılır, o kişi …o çukurun içine gömülürdü. Sonra büyük bir testere getirilir, onun başı üzerine konulurdu da cesedi ikiye bölünürdü, fakat bu onu dinden döndürmezdi. (Bir başkasına da benzer işkenceler uygulanır); demir taraklar ile etinin altındaki kemiği ve sinirleri taranırdı da, bu işkenceler o mümini dîninden çevirmezdi. (Sahâbîlerim!)
Size yemîn ederek söylüyorum ki, Allah bu işi (İslâm dînini), mutlaka tamamlayacaktır. Öyle ki, bir süvârî San’â’dan Hadramevt’e kadar (tek başına) yolculuk edecek de Allah’tan ve bir de (yolcu koyun sahibi ise) koyunlarına kurdun saldırmasından başka hiçbir şeyden korkmayacaktır. Fakat sizler acele ediyorsunuz!.”

Kaynak; Ahmed b. Hanbel, 5/109; Buharî, Menakıbu’l-Ensar,29

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.431
  • 177.422
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.431
  • 177.422
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 26 Ara 2015 12:19:40
HERGÜN BİR SİMİT PARASI

Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar.
Yalnız, Ali gecikmek için elinden geleni yapıyordu. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.
Öğretmeni, onun bu hâlini fark etti:
- Hayrola Ali, eve gitmeyecek misin?
- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
- Peki Ali, ne söyleyeceksin bakalım?
- Ahmet arkadaşımın durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına iyi şeyler koymuyor. Ona yardım etmek istiyorum. Benim yardım ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?
Öğretmen şaşırdı. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi.
- Sizin de maddî durumunuz pek iyi değil Ali?
- Evet öğretmenim. Babam çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyorum.
- Nerede çalışıyorsun?
- Simit satıyorum.
Öğretmen iyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı.
- Büyüyünce ne olmak istiyorsun Ali?
- İnsanlara daha çok yardım etmek için, çok zengin bir iş adamı?
- İstersen acele etme; çok zengin olduğun zaman insanlara yardım edersin.
- Olmaz öğretmenim.
- Neden olmaz?
- Üç sebepten dolayı olmaz.

Birincisi:
Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. Onlar da daha çok simit alıyorlar.

İkincisi:
'Ağaç yaş iken eğilir.' deniliyor. Şimdiden iyilik yapmazsam büyüdüğümde hiç yapamam.

Üçüncüsü:
Şimdi, ancak hergün bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Allah, Cennet'i gücü kadar iyilik edene veriyor. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parası ile Cennet'e girebilirim. Bundan daha kârlı bir yatırım olur mu?

Çocuklar kadar olamıyoruz .. :'( :'(

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.378
  • 28.800
  • 227.378
# 26 Ara 2015 22:00:31
Padişah, vezire sorar:
_Vezir !İstanbul'da evliya var mı?
_Aman padişahım, İstanbul evliya yatağı olarak bilinir, evliya olmaz mı hiç!
-Öyleyse bir kaç tanesini ziyaret edelim.
Sultanım, arzu ederseniz tebdil-i kıyafet ile şehri dolaşalım.
Vezir ve padişah köylü kıyafetine girip, yola çıkarlar.
Önce Mısır çarşısına girerler. Orada bir kumaşcı dükkanına girip selam verirler. Dükkan sahibi büyük bir edeple selamı alır ve müşterilerine iltifatta bulunarak;
-Hoş geldiniz,safa geldiniz,maşaallah Allah'ın ne güzel kulları var,buyurun efendim der.
Vezir,biraz kumaş lazım olduğunu ve kumaş almaya geldiklerini söyler.
Kumaşcı, hangisinden alacaklarını sorar.
Vezir;
-Şu topu,şu topu,şu topu indir.Diyerek topların yarısından fazlasını indirir.
Sonra da:
-Şundan yarım metre,şundan bir metre,şundan iki metre kes.
Diyerek indirttiği bütün toplardan kestirir.
Kumaşçı:
-Allahım'ın ne güzel kulları var,ya Rabbi! Sana şükür diyerek kestiği kumaşları paket yapar,ücretlerini hesap edip miktarı yazılı olan kağıdı vezire uzatır.
Bu sefer vezir;
-Kusura bakmayın biz bunları almaktan vazgeçtik,çünkü kumaşları beğenmedik der.
Kumaşcı büyük bir teslimiyetle;
-Hay hay olur efendim,Allah'ın ne güzel kulları var,fark etmez efendim,güle güle!
diyerek müşterilerini uğurlar.Paketlenmiş kumaşlarını bir tarafa koyar.
Padişah ve vezir bu sefer Beyazıt meydanına çıkarlar.
Orada elinde sopasıyla;
-Karpuz, karpuz! diye bağıran karpuz satan celalli birisini görürler.
Vezir;
Padişahım,şimdi bu zattan karpuz alacağız ama hemen almayın.Karpuzları bastırın,birini alıp diğerini koyun,kolay,kolay karpuz beğenemeyen bir kimse gibi uzun zaman onu meşgul edin.Der.
Padişah denildiği gibi; Birini alır birini bırakır,öbürünü sıkar, diğerinin kabuğuna el vurarak olup olmadığını kontrol eder, ama bir türlü karpuz alamaz. Karpuzcu ise göz ucuyla müşterisini takip etmektedir. Bakar ki ellemediği ve sıkmadığı karpuz kalmadı,müşteriye elindeki sopasını göstererek:
-Bana bak alacaksan bir tane al, git. Karpuzları yaralayıp durma!
BENİ DE KUMAŞCI GİBİ ZANNETME!
PADİŞAH OLDUĞUNA DA GÜVENME.
ŞU SOPA İLE KAFANI KIRARIM!" der.
Padişah:
-Sus sus,bizi deşifre etme! alelacele bir karpuz alıp parasını ödeyerek hızlıca oradan ayrılır.
Vezir;-Şimdi de Süleymaniyeye gidelim,orada daha size nice Allah dostlarını göstereceğim der.
Padişah;
-Vezir bu kadar yeter! Karpuzcusu,kumaşçısı evliya olan yerde daha neler vardır kimbilir, yeter! Şimdi gidip kumaşçının paralarını verelim,adamcağız zarar etmesin" der.
Tekrar kumaşçıya gidip selam verirler.Kumaşçı yine aynı teslimiyet ve vakar içinde selamlarını alır;
-Buyurunuz efendim, Allahım'ın ne güzel kulları var, buyrun efendim! der.
Vezir;
-Biz yeniden karar verdik kestirdiğimiz kumaşları alacağız.Deyip parasını verip kumaşçı ile vedalaşırlar. Dükkandan çıkarken kumaşçı ellerini kaldırıp;
-Ya Rabbi! Sana hamdolsun. Bugün iki defa dükkanıma padişahı gönderdin.
diye Allah'a şükreder. Padişah bu hal karşısında şaşırır, vezire;
-Vezir, anladım bu iki zatın ikiside evliyadır; ama acaba hangisi üstün?diye sorar. Akıllı vezir şöyle cevap verir;
-Padişahım,ben hangisinin üstün olduğunu bilemem; amma
herhalde laftan anlayanlara kumaşçı gibisi,laftan anlamayanlara da karpuzcu gibi birisi lazım.

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 27 Ara 2015 16:50:27
Kış ayazında, şehr-i Istanbul'un hâlâ Osmanlı mührü taşıyan sokaklarının birinde bir yoğurtçunun nidasını işiten Hacı Cemal Öğüt, kızına hitaben, "kızım yoğurt alalım" diye seslenip kızının da "Baba yoğurdumuz var" cevabı üzere,
 "Olsun kızım alalım,  sen bir şekilde kullanırsın. Sokaktan üçüncü geçişi adamın,  ihtiyacı olmasa ve de satabilse bu adam kış kıyamet gününde geçer mi buradan"
demesi ne harikulade bir davranıştır.

Edeb Ya Hu  -  İbrahim Refik

Çevrimdışı M.TARIK

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.153
  • 2.487
  • 1.153
  • 2.487
# 27 Ara 2015 17:05:11
Mihrimah Sultan ve Rüstem Paşa
halibrahim ekledi - 24 Ekim 2012Kıssadan Hisse
Kanuni Sultan Süleyman kızı Mihrimah Sultan gelinlik çağa gelmişti. Sultan Süleyman Mihrimah'ı; genç, zeki, hırslı, geleceği parlak bir devlet adamı olan Rüstem Paşa ile evlendirmek istiyordu. Rüstem Paşa bu sırada Diyarbakır Valisi'ydi.
Rüstem Paşa'nın saraya damat olacağı söylentisi duyulunca, onun hakkında bir sürü dedikodu çıkmıştı. Bu dedikodulardan en dişe dokunuru Rüstem Paşa'da cüzzam hastalığı bulunduğu iddiasıydı. Sultan Süleyman diğer dedikodulara kulak asmadıysa da bu dedikodu onu endişeye sevk etmişti.
Sultan Süleyman sarayın hekimbaşını çağırıp cüzzamın tüm belirtilerini anlattırdı. Sonra da Rüstem Paşa'nın bu belirtileri taşıyıp taşımadığını gizlice tahkik etmeleri için Diyarbakır'a adamlar gönderdi. Sultan Süleyman'ın adamları Rüstem Paşa'nın çamaşırlarını gizlice kontrol ettikleri sırada bir bit buldular. Hekimbaşının anlattığına göre cüzzamlı bir hastada bit bulunamazdı. Böylece Rüstem Paşa'nın cüzzamlı olmadığı ortaya çıktı.
Bu olay nasıl olduysa halk arasında kulaktan kulağa yayılınca; devrin bir şairi olay hakkında şu iki dizeyi söyledi:
Olacak bir kimsenin bahtı kavi, talihi yâr,
Kehlesi (Biti) dahi mahallinde onun işe yarar.
 

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.378
  • 28.800
  • 227.378
# 27 Ara 2015 19:05:43
Mehmet Akif in hayran olduğu sahabe ASIM
Âsım bin Sâbit (r.a.)
Saadet Asrı’nda şirkin, küfrün ve zulmün karanlıklarından kurtulanlar, İslam nu­runa kavuştuktan sonra hayatlarında tamamıyla bir değişiklik oluyor ve eski ha­yatlarıyla alakalı her şeyi terk ediyorlardı. İslam’dan önceki hayatlarını hatırla­tan bir iş ve bir hadise onlara büyük ıstırap veriyordu. Bu ruh hâli Akabe Biatı’ndan önce Müslüman olmuş olan Medineli Âsım bin Sâbit’te de (r.a.) değişik bir şekilde tesirini göstermişti.
Âsım, Müslüman olduktan sonra, hiçbir müşrike dokunmamaya ve müşrik­lerden hiçbirini de kendine dokundurmamaya karar vermişti. Bu kararında sabit olması için de devamlı olarak Cenâb-ı Hakk’a iltica edip yalvarıyordu.
Hz. Âsım, Bedir Savaşı’na katılmış ve müşriklerin ileri gelenlerinden birçoğu­nu öldürmüştü. Uhud Savaşı’ndan sonra Adel ve Kare kabilelerinden bir cemaat gelerek Re­sû­lul­lah’tan s.a.v, kendilerine İslam’ı öğretecek bir heyet gönderilmesini istemişlerdi. Re­sû­lul­lah, Âsım’ın kumandasında onlara bir heyet gönderdi. An­cak gelen kimselerin niyeti bozuktu. Müslümanları bir tuzağa düşürüp Mekke müşriklerine satacaklar ve onlardan büyük mal ve para alacaklardı. Recî mevki­ine geldiklerinde ihanetlerini ortaya koydular ve elleri kılıçlı bedeviler etrafla­rını sarıverdi.
“Biz sizi öldürmek istemiyoruz. Niyetimiz sizi Mekkelilere satıp, onlardan birtakım mükâfat elde etmektir. Teslim olun.” dediler.
Bu ihaneti gözleriyle gören Hz. Âsım ve arkadaşları, bu zalim müşriklere na­sıl güvenebilirlerdi ki? Âsım onlara şöyle cevap verdi:
“Ben, müşriklerin himayesini hiçbir zaman kabul etmemeye yeminliyim.
“Vallahi ben kâfirlerin himayelerine ve sözlerine kanarak inmem ve kâfirle­re asla teslim olmam!”
Bilahare “Allah’ım! Peygamberini durumumuzdan haberdar et!” diyerek müşriklere ok atmaya başladı. Ok attığı sırada da, “Ölüm hak, hayat boş ve geçicidir./ Mukadderatın hepsi başa gelicidir./ İnsanlar er geç Allah’a rücu edicidir./ Eğer ben sizinle çarpışmazsam, anam beni yitirsin!” diyerek şiirler söylüyor­du.
Âsım bin Sâbit’in ok çantasında yedi ok vardı. Attığı her ok müşriklerden biri­ni öldürdü. Oku tükenince, müşrikleri mızrağıyla delik deşik etti. Mızrağı kırı­lınca da kılıcını sıyırdı. Kılıcının kınını kırıp attı:
“Allah’ım! Ben, günün başında, Senin dinini korudum. Sen de, günün sonun­da benim etimi koru! Cesedime müşrikleri dokundurma!” diyerek dua etti.
En sonunda, iki ayağından yaralanıp yere düştü.
Lihyan Oğulları, aralarında Âsım bin Sâbit olmak üzere yedi kahramanı okla vurup şehit ettiler.
Müşrikler, Hz. Âsım’ın başını kesip Sa’d b. Şüheyd’in kızına götürecek ve on­dan mükâfat alacaklardı. Çünkü Hz. Âsım, Bedir’de bu kızın müşrik babasını öldürmüştü. “Sülâfe” ismindeki kız da ancak Âsım’ın başının kesilip kendisine getirilmesi hâlinde mükâfat vereceğini vaat etmişti.
Hüzeylli müşrikler koşarak gelip Hz. Âsım’ın başını kesmek istediler. Ancak Hz. Âsım’ın etrafında birden bir arı topluluğu zuhur etti. Arı topluluğu bulut ka­raltısını andırıyor, cesede yaklaşanların yüzlerine yapışıyor ve onları tedirgin ediyor, böylece müşriklerin cesede yaklaşmasına mâni oluyordu. Arılar Hz. Âsım’ın cesedini koruyorlardı. Müşrikler ne kadar gayret ettilerse de, Hz. Âsım’ın vücudundan bir parça koparmaya muvaffak olamadılar. “Neyse, ak­şam olsun. Arılar gittikten sonra gelip başını keseriz!” dediler. Ancak akşam vakti olunca Cenâb-ı Hak hiç yoktan bir yağmur yağdırdı, yağmurla meydana gelen sel, Âsım bin Sâbit’in cesedini alıp götürdü. Müşrikler arzularına ulaşa­madılar…
Cenâb-ı Hak, sağlığında Âsım’ın cesedini müşriklerin hışmından muhafaza ettiği gibi, şehit olduktan sonra da mübarek cesedini korumuştu. O, müşriklere dokunmadığı gibi, müşrikler de ona dokunamadılar. Allah duasını kabul etmişti.[1]
_____________________________ ________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 3: 73-74: İsâbe, 2: 244-245.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.378
  • 28.800
  • 227.378
# 29 Ara 2015 15:36:31
TEVAZU

Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır.
Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış.
olmak için bunu
Hacı Bektaş Veli'nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister.
O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyormuş.
Durumu Hacı Bektaş Veli 'ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir.
Bunun üzerine adam
Mevlevi Dergahına gider ve aynı
durumu Mevlana 'ya anlatır.
Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder.
Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmediğini söyler.
Mevlana 'ya bunun sebebini sorar.
Mevlana şöyle der:
- Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir, öyle her leşe konmaz, o yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam üşenmez kalkar
Hacı Bektaş Dergahı'na gider ve Hacı Bektaş Veli'ye,
Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı
Bektaş Veli'ye sorar.
Hacı Bektaş da şöyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise, Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir.
Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü
kirlenmez, bundan dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir der.

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 29 Ara 2015 15:57:43
ir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:

Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?

Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.

O zaman der öğretmen. Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin Öğrenciler bunu da yaparlar.

Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!

Öğrenciler, bu işten pek bir şey anlamamışlardır.  Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır.

Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:

Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine . koyun. Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur.

Öğretmen, kendisine Peki şimdi ne olacak? der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? hep yanınızda olacaklar.
Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor. Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık. Hem sıkıldık, hem yorulduk?
Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir: Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi
cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.

Çevrimdışı M.TARIK

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.153
  • 2.487
  • 1.153
  • 2.487
# 29 Ara 2015 20:19:22
Tıkandı Baba
Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor.
Tıkandı Baba, çay getir!..
Tıkandı Baba, kahve getir!..
Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş.
– Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi?
– Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı baba.
– Anlat Baba anlat! Merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi.
Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya;
Bir gece rüyamda birçok insan gördüm, her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarınki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı.
Bu sefer içimden “Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı.Ben yine açmak için uğraşırken bir zat göründü ve: “Tıkandı Baba, tıkandı. Uğraşma artık”, dedi. O gün bu gün adım “Tıkandı Baba”ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.
Tıkandı Baba’nın anlattıkları Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına:
“Her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz” demiş.
Sultan Mahmut’un adamları peki demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba’ya baklavaları vermişler. Tıkandı Baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis.
– “Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim” diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken “Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim” demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya.
Taze baklava, güzel baklava!
Bu esnada oradan geçen bir adam baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı Baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış.
Müşteri baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış ki her dilimin altında altın var. Ertesi akşam adam acaba yine gelir mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş.
Müşteri hiçbir şey olmamış gibi: “Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım” demiş. Tıkandı Baba da “Peki” demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı Baba’ya her akşam baklavalar gelmiş ve adam da her akşam Tıkandı Baba’dan baklavaları satın almış. Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut:
“Bizim Tıkandı Baba’ya bir bakalım” deyip Tıkandı Baba’nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan:
– “Tıkandı Baba sana baklavalar gelmedi mi?” demiş.
– Geldi sultanım!
– Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?
– Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım.
Sultan şöyle bir tebessüm etmiş.
“Anlaşıldı Tıkandı Baba anlaşıldı, hadi benimle gel” deyip almış ve devletin hazine odasına götürmüş.
“Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir” demiş. Tıkandı Baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda, düştü düşecek. Sultan demiş;
“Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar” demiş ve askerlerden birini çağırmış.
“Alın bu adamı Üsküdar’ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin” demiş.
Padişahın adamları ’peki’ deyip adamı alıp Üsküdar’a götürmüşler.
Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım, demişler.
Baba, “niçin?” demiş. Askerler:
“Hele sen bir beğen bakalım” demişler. Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline.
“Ne olacak şimdi” demiş.
“Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı” demiş.
Adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişah’a haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş:
“VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT!”

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK