İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 14 Ara 2015 22:48:03
       İki derviş, yolculukları sırasında bir dere kenarına varmışlar. Genç bir kadın dere kenarında karşıya nasıl geçeceğini bilemez halde ağlamaktaymış. Dervişlerden biri, genç kadını kucaklayıp suyun öteki tarafına bırakmış. Öteki derviş, arkadaşının bu davranışını hiç hoş karşılamamış ancak sesini de çıkarmamış. Dervişler dere kenarından bir kilometre kadar uzaklaştıklarında; diğer derviş daha fazla dayanamamış ve arkadaşına hışımla dönmüş:
- Sen, böyle bir şeyi nasıl yaparsın? Biz dervişiz! Bırak bir kadını kucaklayıp karşıya geçirmeyi, onlara bakmamız bile yasaktır! Hatta seni baştan çıkarabilirdi.
Öteki derviş oldukça sakin karşılık vermiş:
- Dostum ben o kadını bir kilometre geride bıraktım. Sen? Sen ise hala onu taşıyorsun...

Çevrimdışı M.TARIK

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.153
  • 2.487
  • 1.153
  • 2.487
# 14 Ara 2015 22:56:18
Adamın biri, gözleri görmeyen bir dervişin evine misafir olmuştu. Evde, rahlenin üzerinde bir Kur’an olduğunu gördü ve hayret etti. Çünkü, derviş yalnız yaşıyordu, âmâ idi ve evde kendisinden başka kimse bulunmuyordu.

Üzerinde durmadı ve sebebini de sormadı. Fakat merak etmedi de değil. Gece yarısı olduğu zaman Kur’an sesiyle uyandı. Baktı ki, âmâ olduğu için gözleri görmeyen ev sahibi rahlenin başına geçmiş Kur’an okuyor. Öyle ki, okuduğu yerleri parmağıyla da takip ediyordu. Dayanamayarak sordu:
– Sen, gözleri görmeyen bir adamsın. Nasıl oluyor da Kur’an’a bakarak okuyabiliyorsun? Üstelik parmağınla da takip ediyorsun.

Derviş cevap verdi:

– Allah isterse her şey olur. Ben Kur’an okumayı çok seviyorum. Fakat gözlerim görmüyor. Allah’a dua ettim. “Ya Rabbi, Kur’an okurken benim gözlerimi aç ki Kur’anı elime alıp okuyabileyim” dedim. Allah benim bu duamı kabul buyurdu. Ne zaman okumak için Kur’an’ın başına oturursam gözlerim açılır ve ben Kur’an’a bakarak okurum.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 15 Ara 2015 16:09:18
Gemideki Köle | Bir Kıssa Bin Hisse
Padişahlardan biri acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, gemi yolculuğunun zahmetini tatmamıştı. Bağırıp çağırmaya başladı, korkusundan titriyordu. Ağıdını dindirmek için ne kadar uğraştılarsa boşa gitti. Kölenin bu hali padişahın da keyfini kaçırdı. Gemide bulunanların hiçbiri onu sakinleştiremedi.
Yolcular arasında bir hakîm vardı. Padişaha şöyle söyledi:
– Eğer müsaade ederseniz ben onu çabuk sustururum.
Padişah, “Lutfedersiniz” deyince, o bilgenin emriyle köleyi denize attılar. Köle, dalgalar arasında yuvarlanarak birkaç defa batıp çıktıktan sonra saçından tutup gemiye doğru çektiler. Gemiye yanaşır yanaşmaz iki eliyle dümene sarıldı, yukarı çıkarıldıktan sonra da bir köşeye oturdu ve sesi kesildi.
Bilgenin bu tedbiri padişahın çok hoşuna gitti ve bundaki hikmeti sordu. Bilge dedi ki:
– Önceden boğulmak acısını tatmadığı için gemideki selâmetin değerini bilmiyordu.
İşte bunun gibi, sıhhatin kıymetini de hastalığa tutulanlar bilir. Ey karnı tok kişi! Arpa ekmeği sana hoş gelmezse de bana nimettir. A’raf cennettekilere cehennem olsa da cehennemdekilere cennettir.
Yarini sinesine saran aşıkla, hasretle gözü yollarda kalan çaresiz kişi bir midir?
Kaynak; Gülistan – Şeyh Sa’di-i Şirazi

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 16 Ara 2015 07:19:14
Bilge kral yaşlanır ve görevini halkından akıllı, sorumlu ve dürüst bir gence emanet etmek ister. Ülkesinin gençlerini toplatır, ellerine birer buğday danesi tutuşturur ve ‘Seneye burada kim bu daneyi saksıda o daha iyi ve daha sorumluca beslerse’ yeni kralınız o olacak diye ilan eder.
Ertesi yıl meydanda toplanan ellerinde koca boylar atmış başaklı buğdaylarla gelen gençlere bakar kral. Arkalarda bir gencin saksısı boş olarak ve mahcup şekilde beklediğini görür, yaklaşır. Buğdayına ne olduğunu ve neden üzüntülü beklediğini sorar. Genç, ‘Efendim, buğdayıma elimden gelen en iyi şekilde bakmaya çalıştım, lakin ne yaptıysam yeşermedi, bu yüzden huzurunuzda mahcubum.” cevabını verir.
Kral gencin elinden tutup onu kürsüye çıkarır ve halka hitap eder: ‘Ben aranızdan en dürüstünü ve en güvenilir olanı seçmek istedim. Bu yüzden sizlere suda pişirilmiş daneler verdim. Buğdaylarınız yeşeremezdi. Aranızdan bu genç dürüstlüğünü terk etmedi ve başarısız olsa da cesaretle gerçekle yüzleşti. Güvenli geleceğinizi yönetecek olan ve sizin de idarenizi korkusuzca emanet edebileceğiniz yeni kralınız işte bu gençtir.’
Bu hikâye aslında kaderin hikâyesidir: Dosdoğru olmayı emreden Evren Saltanatı’nın Sultan’ı, ‘Herkese yaptıklarının karşılığı verilecek ve kimseye zerre haksızlık yapılmayacak.’ (Nahl, 111) Buyurmuştur.
Öyleyse ‘kaderin sunduğu buğdayları yeşertemiyorum’ diye üzülmesin insan. Kalbine ve yaptığına baksın. İnsan dürüst ve azimliyse, zamanı gelince kıyamet kalabalığında korunanlardan olur.

Çevrimdışı sarnıç

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.385
  • 127.440
  • 8.385
  • 127.440
# 16 Ara 2015 11:09:38
lkokulu bitirip kursa gelmişti.
Ailesi kendi isteğiyle geldiğini söylemişti.
Kayıt için adını sorduğumda, "Fatma", dedi.
Hiç de çekinmeyen bir tavırla...
Ve ekledi:

"Eğer hafız yaptırmazsanız kayıt yaptırmak istemiyorum".
Böyle tehdit edercesine konuşması onu yaşından daha olgun gösteriyordu.

Tebessümle:
"Korkmayın küçük hanım siz isteyin hafız da yaparız, hoca da..."

O küçük gözlerinin içi parıldadı birden.

Annesi:

"Hoca hanım kusuruna bakma hele sen, ille de hafız olcam der de başka bir şey demez. Bizim köyün hocasından duymuş. Peygamberimiz hafız olanlara Cennette taç giydirilecek demiş herhalde.

Siz daha iyi bilirsiniz ya köylü kafası, biz de bu kadar duyduk anladık. Bu da çocuk işte.""Tabi teyze ne demek, keşke herkes sizin gibi duyduklarından etkilense de teslim olsa... Siz hiç merak etmeyin kızınız önce Allah´a sonra bize emanet."

Kadıncağız elime yapıştı, öpecekken geri çektim, utandım. Tuttum, ben onun elini öptüm. Gözleri yaşardı:"Hoca hanim bu eller, gözler hep günahlı asil sizinkiler öpülmeye layık.""Estağfurullah teyze", dedim. “O ahirette beli olur”.

Bu konuşmadan sonra kaydını yaptığımda Fatma’nın Erzurumlu olduğunu öğrendim. Bir an düşündüm. ‘Küçük nasıl kalacak bu kadar buralarda’... Zaman ilerledikçe Fatma’nın edepli tavırları daha da çok etkiledi beni.Azimliydi.Geceleri uykusunun arasında ayetleri sayıklarken görüyordum çoğu kez. Böyle devam ederken arada bir bana gelip soru soruyordu.

Bir gün:"Hocam hafız olmak içi Kur’ân’ı bitirmek mi lazım" diye sordu.Bende:"Tabi ki hepsini ezberleyeceksinki hafız adını alacaksın."Bu cevabıma çok üzülmüş gibiydi. Bir şey demek istiyordu sanki... Teşekkür etti ve döndü arkasına gitti.

Derslerim arasında onlara sürekli Kur´ân ezberlemekle işin bitmeyeceğini mutlaka içindekileri uygulamanın gerektiğini hatırlatıyordum. Talebelerden biri:"Hocam" dedi. "Fatma’nın annesi ona abdestle olmayanın hafızları dokunamayacağını söylemiş doğru mu?" diye sordu.Çok ilginç doğrusu. Maşallah dedim."Osmanlı zamanında atalarımız Kur´ân´a ve hafıza kıymet verdiklerinden öyle yaparmış" dedim. Çok hoşlarına gitmişti bu iş.

Hepsi âdeta kendilerini ulaşılması zor, kasa içindeki altın gibi görüyorlardı. ‘Görsünler’ dedim içimden, bu yaşta buralara gelmişler. Allah’ın kelâmını ezberliyorlar, onlara fazla görmem bunu.

Bu arada Fatma ara sıra rahatsızlanıyorve revirde yatıyordu. Zaman geçtikce Fatma’nın morali ve sağlığı daha da çok bozuluyordu. Bir gün dersini 2 kez aksatınca sordum:"Ne oldu yoksa anneni mi özledin?""Hayır", dedi."Neden moralin bozuk? Sık sıkta hasta oluyorsun" dedim."Yanlış anlamayın, inan ki annemi özleyip de gitmek istediğim yok. Burayı çok seviyorum. Allah´ımdan çok korkuyorum. Buraları terk edersem bana âhirette hesabını sormaz mı?"Bir şey diyemedim. Suçlu bile hissettim kendimi.O küçük kalpte bu ne imandı Ya Rabbi! Onu hayranlıkla izliyordum.

Bir gün çok rahatsızlandı. Doktora götürmek zorunda kaldık. Bir çok tahlillerden sonra arkadaşım olan doktor hanim:"Hoca hanım derhal bu talebeyi ailesinin yanına gönder" dedi.Şaşkınlıkla:"Neden?" diye sordum. Bana:"Belki üzülecek hatta inanmayacaksın ama bu talebe "KANSER".Âdeta basımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Sanki her tarafıma Rabbimin Rahmet sıfatı tecelli etmiş, şefkat sarmıştı.

Hastaneden ayrılırken Fatma´ya hiç bir şey diyemedim. Oysa anlamış gibi bana sorular sorup dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu. Kulağıma eğilerek:"Hocam" dedi. "Azrail insanların canını alırken nasıldır?"

Ağlamamak içi zor tutum kendimi:"Güzel bir sûrettedir, mümin kullara", dedim.Sevindi, sanki mırıldandı:"Belki hafız olamam ama Elhamdülillah müminim” diye.

Şimdi anlamıştım bana önceden sormuş olduğu soruyu. Demek ki hastalığını biliyordu. Hafız olmak içi Kur´ân´ı bitirmek gerektiğini söylediğimde neden üzüldüğünü şimdi anlamıştım.

Bir kaç gün sonra eşyalarını hazırlamaya başladık. Çünkü dayanılmaz acılar içinde olduğunu görüyorduk. Evine gitmesi gerekiyordu. Ailesi geldi. Fatma yanıma gelerek:"Bana kızmadınız değil mi? Eğer söyleseydim belki kursa almazdınız.

""Ne demek nasıl kızarım sana”, dedim "Hem sonra sakın üzülme hafızlığımı bitiremedim diye. Bu yola girdin ya, Rabbim seni hafızlar zümresinden yazmıştır inşallah”, dedim.

Öyle sevindi ki sarıldı boynuma:"Gerçekten ben simdi hafız sayılır mıyım? Anne bak duydun değil mi?"Ya Rabbi bu ne aşktı. Rabbimin hikmeti tecelli etse de iyi olsaydı su Fatma ne güzel bir kul olurdu. Böylece Fatma’yı Erzurum´a uğurladık.

Çok geçmedi. Bir iki hafta sonra ailesi ağırlaştığı haberini verdi. Bu bir iki hafta içinde ondan iki mektup almıştım. Bana hep hafızlık tacını merak ettiğini, rüyalarına bile girdiğini yazıyordu.

Bir gün sabah namazından sonra telefon çaldı. Fatma’nın annesiydi karşımdaki ses. Ağlamaklı bir sesle:"Hoca hanim Fatma’yı uğurladık. Rica etsem bir hatim okur musunuz" deyince bende dayanamadım ağlamaya başladım. Annesi beni teselli edercesine telefonu kapatmadan:"Size ölmeden önce sunu söylememi istedi", dedi. Hıçkırarak: "Anneciğim hocama söyle Azrail söylediğinden de güzelmiş"

BU NASIL İMAN YA RABBİ

Çevrimdışı M.TARIK

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.153
  • 2.487
  • 1.153
  • 2.487
# 16 Ara 2015 22:42:39
Sultan 4. Murat zamanında Habib Baba adında pek bilinmeyen bir Allah dostu yaşarmış. Yaşlı, fakir, gariban bir insanmış... Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiş. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gitmiş. Niyeti; şöyle iyice bir keselenip, paklanmak, bedeninin temizliğini de ruhunun temizliğine denk kılmakmış. Fakat gelin görün ki gittiği hamamı o gün Sultan 4. Murat'ın vezirleri kapatmışlar. Hamamcı Habib Baba’yı içeri sokmak istememiş. "Bugün" demiş, "Sultan 4. Murat'ın vezirleri hamamı kapattılar. Dışarıdan müşteri alamam." Habib Baba üzülmüş. Rica, minnet... Israr etmeye başlamış. "Ne olursun" demiş, "kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım. Bu tozlu bedenle Rabbim'e ibadet ederken utanıyorum."
Hamamcı da insaflı insanmış... Dayanamamış. Hamamın en sonundaki odayı göstererek; "Baba şu odada hızla yıkanıp çık. Para da istemem. Yeter ki; vezirler, senin farkına varmasınlar." demiş. Habib Baba sevinerek kendine gösterilen odaya girmiş... Yıkanmaya başlamış.
Az vakit sonra bir fakir müşteri daha hamamcının karşısında dikilivermiş. Boylu poslu, genç, yakışıklı biriymiş bu kez gelen... Görünümü de oldukça fakirmiş. Ama sadece görünümü... Bu kişi tebdil-i kıyafet (kılık değiştirmiş) Sultan 4. Murad'mış. O gün vezirlerinin hamamda, topluca alem yapacaklarından haberdar olduğundan "Vezirlerinin kendi başlarına nasıl eğleniğini, eğlenirken kendisinin arkasından söz söyleyip söylemediklerini..." merak etmiş.
Hamamcı padişahı tanımadığından; bu fakir gence de Habib Baba’ya söylediğinin aynısını söylemiş. "Bugün Sultan 4. Murat'ın vezirleri hamamı kapattılar. Dışarıdan müşteri alamam." Padişah da ısrar etmiş. "Ne olursun hamamcı? Kirli bedenle ibadetimi nasıl yaparım?" Hamamcı yine dayanamamış ısrara... Habib Baba’nın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldamış; "Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sen de sar peştemali beline, o odaya gir. Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın. Aman gözünüzü seveyim vezirlerin varlığınızdan haberi olmasın." Sultan 4. Murat beline peştemalı sarıp Habib Baba’nın bulunduğu odaya girmiş. Usulca selam verdikten sonra yıkanmaya başlamış. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı inletiyormuş...
Habib Baba'nın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılmış. Gencin sırtı pek bir kirli gibi görünmüş gözüne... Habib Baba, o kişinin tedbil-i kıyafet padişah olduğunu habersiz yumuşak bir sesle sormuş; "Evladım sırtın pek bir kirlenmiş. Müsaade edersen bir keseleyivereyim." Padişah aldığı bu teklif karşısında çok şaşırmış ama çok ha hoşuna gitmiş. Hoşuna gitmiş çünkü; ömründe ilk defa biri ona padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olduğu için ve karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmekteymiş. Memnuniyetle Habib Baba'nın yanına yanaşan padişah; "Buyur baba" demiş, "Ellerin dert görmesin!" Bu sırada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmekteymiş.
Habib Baba, 4. Murat'ın sırtını bir güzel keselemiş... Padişahın gönlü bir kuru teşekkürle yetinmeye razı olmamış. "Ne de olsa insandır. O da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir." diye düşünüp; "Baba" demiş, "Gel ben de senin sırtını keseleyeyim de ödeşmiş olalım." Habib Baba teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle; "Olur evladım" demiş. Sultan 4. Murat bir yandan kese yaparken, bir yandan da Habib Baba'nın ağzını yoklamak istemiş. "Baba be" demiş, "Duyuyor musun şu içerdeki eğlencenin seslerini... Şu hayatta Sultan'a vezir olmak varmış. O seni sevince; bak adamlar içerde tef, dümbelek hamamı inletiyorlar... Sen ve ben ise burada iki hırsız gibi..." Habib Baba genç sultana kendi hükmünü söylemiş:
- Be evladım Sultan Murat dediğin kimdir? Sen asıl Alemlerin Rabbi'ne kendini sevdirmeye bak! O seni sevince; sırtını bile Sultan Murat'a keselettirir!...

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 17 Ara 2015 17:59:20
Mehmed Selahaddin amca  hemen her gün tekrarlanan sabah alışverişi için bakkala kadar çıkar.

Alacağı, birkaç çeşit kahvaltılık nevaledir.

Bu arada Hatice Satıa teyze kahvaltı sofrasını hazırlamakla meşguldür.

Dakikalar birbirini kovalamış  süt fincanda soğumaya yüz tutmuş ama Mehmed amca bakkaldan henüz dönmemiştir.

 Satıa teyze meraklanmıştır çünkü kadim bakkalları evlerinin hemen az ilerisindeki köşe başındadır.

 Sohbete mi daldılar acaba.. diye düşünüp dururken Mehmed amca nihayet elindeki nevalelerle kapıda görünür.

Kapı açılır açılmaz malum soru sorulur,

---Nerede kaldın bey, meraklandım.

Mehmed Selahaddin amca biraz soluklandıktan sonra,

---Hanım, der  duydum ki mahallenin taaaa uç tarafında yeni bir bakkal daha açılmış, alışverişi oradan yapayım dedim; haliyle ondan biraz geciktim.

Hatice Satıa teyze merakını yenemez ve sorar hemen...

---Niye! Bizim bakkal efendiyle aranızda bir tatsızlık mı oldu acaba.Yoksa yeni bakkal daha ucuza mı mal satıyormuş.

---Hayır, hanım hayır, zannettiğin gibi değil diyen Mehmed Selahaddin amcan yeni bakkaldan alışverişinin sebebini şöyle izah eder,

---Bir ALLAH'ın kulu kimseden vaad almadan kimseye güvenmeden, tevekkelt-ü alellah demiş, Rezzak olan Mevla'sına güvenerek gelmiş bizim mahallemize bir bakkal dükkanı açmış. Bir mahalle halkı olarak  yeri uzaktır  kimin nesidir  tanımıyoruz diye ona alışverişe gitmezsek eğer bu kulun belki tevekkül inancı zayıflayabilir. Bundan da Allah katında bizler mesul oluruz.
......
Ibrahim REFİK - Edeb Ya Hu

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 18 Ara 2015 14:58:31
(Çocuklar annelerinin de yardımıyla hazırlandılar, kahvaltılarını yaptılar, okullarına gitmek üzere kapının önündeler ve ben de onları uğurlamaya katıldım.)
-Hadi güle güle çocuklar, Allah zihin açıklığı versin, iyi dersler. Giderken dualarınızı okumayı unutmayın.
(Zeynep ayakkabılarını giyinirken konuşmaya girdi.)
-Amin baba, teşekkür ederim. Ha bu arada akşam söyleyemedim sana. Artık bizim de bir yetimimiz var.
-Nasıl yani kızım?
-Dün sınıf olarak bir yetimin bakımını üstlenmeye karar verdik.
-Yaa! Nasıl yani kızım?
-Hani şu sen İHH’dan yetim almıştın ya!
-Ooo! Gerçekten mi? Maşallah! Nasıl yaptınız?
-Öğretmenimiz ayarlayacak. Her birimiz harçlıklarımızdan ayda beşer lira vereceğiz.
-Kaç kişisiniz sınıfta?
-Biz 19 kişiyiz. Bizim paramız 95 Lira ediyor. Beş lirada da öğretmenimiz verecek. 100 Lira.
-Bir yetimin aylık masrafı çıkıyor yani.
-Peki nereden seçtiniz yetimi?
-Filistin’den seçtik baba.
-Aferin kızım. Tebrik ederim hepinizi. Allah kimseyi yetim bırakmasın.
-Amin baba. Hoşça kal.
-Güle güle kızım.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 19 Ara 2015 13:01:33
Mesleğimde ilk yılım sınıf öğretmeni olmama rağmen lisede İngilizce derslerine giriyordum. Öğrencilik hayatımda çok kopya çektiğim için meslekte hiçbir öğrenci kopya çekemez diye büyük konuşurdum hep. İlk yaptığım sınavda sınıfı düzenledim sınav hâkimiyetini ele geçirdim sınav başladı. Birkaç dk. sonra çalışkan çocuklardan biri parmak kaldırdı hocam 7.sorunun a şıkkı okunmuyor dedi çalışkan bir öğrenci olduğu için yanına gittim yardımcı oldum aklıma kötü bir şey gelmedi. Sınav boyunca farklı zamanlarda hocam cevap anahtarında 11.sorunun c şıkkı yanlışlıkla delindi falan sorunun falan şıkkı okunmuyor filan sorunun b şıkkındaki kelimeyi derste görmedik gibi sorulara maruz kaldım. Sınav bitti kimseye kopya çektirmemenin gururuyla yazılıları okumaya başladım ve gördüm ki en düşük not 60 tı. Bana yöneltilen her soru o sorunun doğru cevabı imiş ve tüm sınıfa gözümün içine baka baka kopya verilmiş. meslekte yaptığım ilk sınavımda bu şekilde tüm sınıf kopya çekmişti
Kaan Arda
98 ordunun bir köyünde çalışıyorum proje yapacağız her öğrenciden bir avuç pirinç bulgur mercimek vb. malzeme istedim ertesi gün bir veli erzak paketiyle kapıya geldi hocam aramızda topladık ihtiyaç olursa bize söyleyin yine alırız hanımlarda ekmek yapıyor akşama sen bize emanetsin sakin bir daha aç kalma dedi.
Ayla Yüce
Köy okulunda öğretmenler günün de bana tütün getirmişlerdi o tütün sayesinde sigaraya başladım
Aziz Zahara
Diğerleri için;

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.450
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 19 Ara 2015 14:23:41
ŞİFÂ

Hem hastalıkların hem de gönüllerin hekimi olan Lokman Hakîm Hazretleri’ne bir gün sormuşlar:

“–Efendim, hastalarımıza neler yedirelim? Ne tavsiye buyurursunuz?”

Lokman Hakîm şu güzel ve özlü cevabı vermiş:

“–Hastalarınıza acı söz ve kalp kırıcı bir ifade yedirmeyin de, ondan başka ne yedirirseniz zararı olmaz inşâallah…”

Yani sadece tatlı dil ikrâm edin, şifâ bulur.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 19 Ara 2015 23:42:45
Çoban Çaldı Düdüğü | Bir Kıssa Bin Hisse
Tanzimat yıllarında İç Anadolu’nun büyük şehirlerinden birinde Ulu camide va’az veren bir hoca vardı. Hoca her gün kürsüden va’azını verir, sözü bitince kürsüye elini şiddetle vurur ve “Çoban çaldı düdüğü” der, kürsüden inerdi. Bu hal senelerce devam etti. Bir gün cemaattan bazıları sordular:
– Hocam, senelerdir, “Çoban çaldı düdüğü” deyip duruyorsunuz. Fakat bunun ne demek olduğunu izah etmiyorsunuz. Biz de merak ediyoruz. İzah eder misiniz?
Hoca da bu talebin üzerine cemaatı kırmayıp şöyle bir hikaye anlattı:
Biz vaktiyle medresede talebe idik. Bir arkadaşımla bir başka köye va’z için gidiyorduk. Yolda bir su başında bir çoban bizi uzaktan görmüş. Sarığımızdan ve kıyafetimizden bizim medrese mollası olduğumuzu tahmin etmiş: Biz su başına varıncaya kadar abdest alıp cemaatle namaz kılarız, diye beklemeye başlamış. Biz varınca hemen saygıyla karşıladı ve namaz kılalım dedi. Biz de hazırlandık ve cemaatle namazı kıldık. Çoban bize azığında ne varsa ikram etti, beraber yedik. O zaman çoban dedi ki:
-Haydi herkes içinden bir niyet tutsun ve niyetin kabulü için beraberce düa edelim.
Herkes içinden bir niyet tuttu ve hep beraberce düa ettik, dileklerimizin kabulünü istedik. Düa bitince çoban dedi ki:
-Şimdi herkes, aklından geçirdiği duasını söylesin.
Bunun üzerine arkadaş dedi ki:
-Ben meşihat dairesine yani fetva merkezine aza olmak istedim, bunun takakkuku için Allah’a yalvardım.
– Ben de dedim ki:
-Memleketimdeki Ulu camiye eskiden beri va’z olmak isterdim, bunun tahakkuku için Allah’a niyaz ettim.
En son çoban dedi ki:
-Ben de Allah’ın ve Peygamberinin razı olduğu bir kul olarak iman-ı kâmil üzere ruhumu teslim edip cennete gitmekliğimi diledim, Rabbim’den…
Aradan zaman geçti. Arkadaşım emeline nail olup fetva heyetine aza oldu. Ben de Ulu camiye va’ız oldum. Senelerdir burada va’z ediyorum. Bizim duamız kabul olduğuna göre çobanın da duası kabul olmuş görünüyor. Biz dünyalık istedik, o ebedî kurtuluş istemiş, muhtemelen kurtulmuştur. Bir çoban kadar basiretli olamadığım için hayıflanır dururum. Demek ki ilim de yetmiyormuş, basiret ve izan olmayınca!
Kaynak; Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay, Altınoluk Dergisi, 2007 – Nisan, Sayı: 254, Sayfa: 025

Çevrimdışı seyfi ünaldı

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.186
  • 32.929
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 5.186
  • 32.929
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 19 Ara 2015 23:47:25
Hacile hocam zaman zaman paylaşımlarınızı özünü bozmadan 3.sınıf düzeyinde güncelleyerek okuma anlama metnine dönüştürüyorum. Bu hikayeyi okuyunca da zihnimde bir lamba yandı.
Rabbim sizden razı olsun.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 19 Ara 2015 23:49:57
Allah razı olsun sizden de Seyfi öğretmenim.
Pozitif bir öyküyle güne,derse başlamak çocukların çok ilgisini çekiyor.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 20 Ara 2015 16:09:58
Bir adam ,
Yürürken arkasından bir aslanın hızla koştuğunu görür. Hızla kaçarken tam önünde bir kuyu görür ve hızla kuyuya iner. İpe sarılıp kuyuya inerken..

Fakat Alt tarafta büyük bir yılan görür.
Yılan hızla buna doğru yükselirken .. Ne yapacağım der.
Üstte aslan altta yılan.
O sırada iki tane fare biri beyaz diğeri siyah ipi kemirmeye başlar.

Her yerden başı belada iken bir anda bir yüzünde ıslak bir şey hisseder. Bir arı bir damla bal yüzüne bırakır ve balın tadı damağında iken....UYANIR.

OH BE RÜYA İMİŞ .. der.
Bir Eren'e anlatır. Rüyamın yorumu ne diye? Anlamadın mı der gülerek?
Peşinden koşan aslan ölüm meleğidir. İçinde yılan bulunan kuyu senin mezarındır.
Sarıldığın ip senin hayatındır. Beyaz ve siyah fare gece ile gündüzdür ömrünü kemirirler. Peki ya o bal nedir dersen ?

Dünyanın geçici lezzetidir, Ölümün arkasında bir hesap olduğunu sana unutturur...

Şu kısacık fani dünyada her şeyin bir var oluş sebeb ve gayesi vardır...
İnsanın var oluş gayeside Yüce Yaratıcı Allah(C.C.) Kul olmaktır... Allah tan başkasına değil!..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 21 Ara 2015 06:27:03
Camide zengin bir adamla bir derviş yan yana namaz kılıyorlardı. Birbirlerine olan yakınlıklarından dolayı ne okuduklarını ve ne dua ettiklerini duyuyorlardı. Derviş namazdan sonra ellerini açtı:
” Ya Rabbi! Karnım çok aç beni şu yemek ve şu tatlılarla rızıklandır,” diye dua etti.
Dervişin duasını duyan zengin adam, içinden şöyle geçirdi:
” Bana duyurmak için sesli dua ediyor. Böyle yapmaktansa doğrudan gelip para isteseydi verirdim. Şimdi ona bir şey vermem.”
Zengin adam böyle düşünürken derviş caminin bir kenarına çekilmiş ve uykuya dalmıştı. Az sonra camiye elinde tepsiyle bir adam geldi. Doğruca, uyuyan dervişin yanına giderek dervişi uyandırdı ve elindeki tepsiyi derviş verdi.
Derviş tepsinin üzerini açtı. Zengin adam geriden bu hadiseyi takip ediyordu. Tepside dervişin az önce duada istediği yiyecekler vardı. Derviş yemekleri yedikten sonra tepsinin üzerini örterek adama geri verdi. Bu işe hayret eden zengin adam merakla yemekleri getiren kişiye yaklaştı:
” Arkadaş sen kimsin?”
” Ben hamallık yapan biriyim.”
” Bu adamı tanıyor musun?”
” Hayır.”
” Bu yemekleri kim gönderdi?”
” Kimse göndermedi, ben getirdim.”
” Peki tanımıyorsun da niye getirdin?”
Anlatayım: ” Ben fakir biriyim. Hamallık yaparak geçimimi sağlamaya çalışıyorum. Yükünü taşıdığım zengin biri bana fazlaca para vermişti. Hazır elime geçmişken eşimin ve çocuklarımın istediği yiyecekleri yapmak için gereken malzemeleri alıp eve gittim. Eşim yemekleri yaparken ben uyuya kalmışım. Rüyamda Peygamber Efendimizi (s.a.v.) gördüm.” Bana buyurdular ki:
– Şu camide bir veli var. Onun canı bu yiyecekleri istedi. O yemeği ona götür. Yiyebildiği kadar yesin. Kalanını da siz yiyin. Allah (c.c.) size bereket verir. Bunu yaparsan senin cennete girmene ben kefil olurum.
Uyanır uyanmaz hemen tepsiyi buraya getirdim. Gerisini siz de gördünüz.”
Zengin adam bu durum karşısında hayretler içinde kaldı ve hamala sordu:
” Bu yemekler için ne kadar masraf ettin?”
O zamanın parasına göre bir şeyler söyler. ” Şu kadar para ”
” Sana yaptığın masrafın on mislini vereyim, bana kazandığın sevabın bir kısmını ver.”
” Olmaz.”
” Yirmi mislini vereyim.”
” Olmaz.”
” Elli mislini yok… Yok… Yüz mislini vereyim.”
” Boşuna uğraşma. Ne verirsen ver yine de vermem. Bunun karşılığında Peygamber Efendimiz (s.a.v.) benim cennete girmeme kefil oldu. Bütün dünyayı versen yine de vermem. Eğer senin bu sevaptan nasibin olsaydı, bu iş sana nasip olurdu. Baksana, yan yana namaz kılmışsınız ama senin paran nasip olmamış.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK