İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 25 Eki 2015 10:18:10
Bir zamanlar zengin ama mutsuz bir kral varmış. Mutlu olmak için ne kadar uğraşsa da mutlu olamıyormuş.

Ülkenin en bilge kişisini huzuruna çağırtıp nasıl mutlu olabilirim diye sormuş. Bilge:

– Kralım, mutsuzluktan kurtulmak istiyorsanız; mutlu bir adam bulup onun gömleğini giymeniz gerekir.

Kral adamlarına emir vermiş; bu mutlu adamı bulun diye, ülkede aranmadık yer bırakmamışlar. Fakat mutlu birine rastlayamamışlar. Kimileri eşinden, kimileri yoksulluktan, kimileri de hayırsız çocuğundan yakınıyormuş. En sonunda çaresizlik içinde saraya dönüş yolunda, kırık dökük bir evin önünden geçerken içeriden birinin şöyle dua ettiğini duymuşlar:

– Tanrım, sana şükürler olsun. Sağlığım yerinde, karnım bugün de doydu, bugüne kadar rızkımı eksik etmedin. Ben mutlu olmayayım da kim mutlu olsun?

Sonunda mutlu birini bulduk diye kralın adamları hemen evin içine dalmışlar. Adamın gömleğini alıp krala götürelim diye düşünmüşler. Fakat içeri girince bir de ne görsünler, adamın sırtında bir gömlek bile yokmuş.

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 26 Eki 2015 13:34:10
Yavru bir kedi kuyruğuyla oynuyormuş. Bunu gören yaşlı bir kedi:

- Neden kuyruğunu kovalıyorsun?

Yavru kedi yanıt vermiş:

- Mutluluğun kuyruğumda olduğunu öğrendim. Onu yakaladığımda mutluluğa kavuşacağım. Bu nedenle onu kovalıyorum.

Bunun üzerine yaşlı kedi şöyle demiş:

- Senin yaşında bende mutluluğun kuyruğum olduğunu düşünmüştüm. Sonra şunu fark ettim; ne zaman onu yakalamaya çalışıp, kovalasam benden uzaklaşıyor, ne zaman kendi yoluma gitsem hep peşimden geliyor.

Hayat akarken mutluluğu kovalamak yerine onun sizi takip etmesine izin verin.

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 27 Eki 2015 13:17:08
Yaşlı bir marangoz, eşi ve ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek için işveren müteahhidine emekliliğini istediğini iletti. Müteahhit iyi marangozunun emekliye ayrılmasına üzüldü. Kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz istemeyerek kabul etti ve işe girişti, ne var ki gönlü bir an önce emekli olma niyetindeydi. Bir an önce bitirmek için baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!.. İşini bitirdiğinde, müteahhit, evi incelemek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı.

- Bu ev senin, şimdiye kadar verdiğin emeklerden dolayı benden sana hediye.

Marangoz şaştı kaldı. Keşke yaptığı evin kendi evi olacağını bilseydi! O zaman böyle baştan savma yapar mıydı!

Marangoz siz, yaptığınız evlerde hayatınız. Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz. Hayatınızı kendiniz şekillendirirsiniz. Bugün yaptığınız davranış ve seçimler, yarın yaşayacağınız evi kurar.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.217
  • 28.776
  • 227.217
# 27 Eki 2015 20:54:05
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini öntarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.. Adam ona b
ir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:
- Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.
İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder. Çocuk biraz düşünüp:
Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.
- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
- Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş
değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- Babam haklıymış!. dedi. 'Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!'
demişti.
* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur
* Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.217
  • 28.776
  • 227.217
# 28 Eki 2015 07:06:47
Yetiş İmdâdıma | Bir Kıssa Bin Hisse
Rasulullah -sallallâhu aleyhi ve selem-‘in ashâbından Ebû Mı’lâk adında biri vardı. Bu zat başkaları ile ortaklık kurarak ticaret yapardı. Dürüst ve takvâ sâhibi biri idi. Bir defasında yine yola çıkmıştı.
Karşısına çıkan silahlı bir hırsız:
– Neyin varsa çıkar seni öldüreceğim, dedi. Ebu Mı’lâk:
– Maksadın mal almaksa al, dedi. Hırsız:
-Ben sâdece senin canını istiyorum, dedi. Ebu Mı’lâk:
– Öyleyse bana müsaade et de namaz kılayım dedi. Hırsız:
– İstediğin kadar namaz kıl, dedi. Ebu Mı’lâk namaz kıldıktan sonra üç defa şöyle duâ etti:
– Ey gönüllerin sevgilisi (Yâ Vedûd), ey yüce arşın sâhibi, ey dilediğini yapan Allâhım! Ulaşılmayan izzetin, kavuşulmayan saltanatın ve arşını kaplayan nûrun için beni şu hırsızın şerrinden korumanı istiyorum! Ey imdâda koşan Yetiş imdâdıma.
Ebu Mı’lâk duasını bitirir bitirmez, elindeki kargıyı kulakları hizâsında tutan bir süvârî peydâ oldu! Süvâri mızrağı hırsıza saplayıp onu öldürdü. Sonra da tâcire döndü. Tacir:
– Kimsin sen? Kimsin sen? Allâh seni vasıta kılarak bana yardım etti, diye sorunca süvari:
– Ben dördüncü kat semâ ehlindenim. İlk duânı yapınca semânın kapılarının çatırdadığını işittim. İkinci defa duâ edince gök ehlinin gürültüsünü işittim. Üçüncü defa dua edince, zorda kalan biri dua ediyor, denildi. Bunu duyunca Allâh’tan, onu öldürmeye beni memur etmesini istedim. Allâh Teâlâ da kabul etti ve geldim. Şunu bil ki, abdest alıp dört rek’at namaz kılan ve bu duayı yapan kimsenin, zorda olsun veya olmasın duası kabul edilir, dedi.
Kaynak; İbn-i Hacer, el-İsabe, IV, 182

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 28 Eki 2015 11:31:08
İstiridyenin bir diğer istiridyeye dert yanıyordu:

- Arkadaş, içimde çok büyük bir sıkıntı var. Yoğun bir sancı çekiyorum. Hiç keyfim yok devamlı eza ve cefa içindeyim. İçimdeki kocaman ve ağır bir şey var.

Diğer istiridye arkadaşına kendinden memnun cevap verdi:

- Arkadaş benim öyle bir derdim yok. İçim rahat, boş, hiçbir sancı hissetmiyorum. Rahatça hareket ediyorum. Sıhhat içindeyim.

İstiridyelerin konuşmalarına kulak misafiri olan, oradan geçen bir yengeç, hiçbir sıkıntım yok diyen istiridyeye dedi ki:

- Senin hiçbir sıkıntın yok, rahatım diyorsun. Ancak biliyor musun arkadaşına sıkıntı veren, ona sancı çektiren o kocaman şey, çok değerli ve sınırsız bir güzelliğe sahip bir inci.

Hayatın akışında bazen çekilen acılar, sıkıntılar güzelliklerin doğması için gereklidir.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.217
  • 28.776
  • 227.217
# 28 Eki 2015 14:14:09
Adamın biri camiye gitmek üzere evinden çıkar,
fakat karanlıktır ve giderken yolda ayağı takılır
düşer, kalkıp üstünü silkeleyip evine geri döner,
elbisesini değiştirip temiz kıyafetlerle tekrar yola
çıkar, fakat yine düşer. Yeniden eve gidip üstünü
değiştirir ve yola çıkar. Yolda elinde lamba ile birini
görür. Yolunu aydınlatan bu adamla beraber
mescide doğru ilerlerler. Adam lambayı tutan
kişiden namazı kendisinin kıldırmasını ister lambayı
tutan adam ise kabul etmez.
Düşen adam ısrarla teklif eder tekrar red cevabını
alınca merak edip sorar neden kıldırmıyorsun?
Lamba tutan adam kendisinin şeytan olduğunu
söyler..
Adam şok olur ve neden kendine ışık tutup yolunu
aydınlattığını sorar;
Şeytan der ki:
Seni düşüren bendim mescide gitmemen için ve sen
ilk düştüğünde eve gidip elbiseni değisip tekrar
mescide doğru çıkınca Allah senin tüm günahlarını
affetti. Ben seni ikinci defa düşürdüm sen tekrar
üşenmedin eve gidip elbiseni değiştin tekrar yola
çıktın, bu defa Allah senin ehli beytinin günahlarını
bağışladı. Ben korktum ki üçüncü düşmende Allah
bu kez tüm ülkenin günahlarını bağışlayacak ve
benim onca uğraşım boşa gidecek. O sebeple senin
güvenli bir şekilde mescide ulaşman için lambayla
senin yolunu aydınlattım.
Senin takvan aileni ve milletini felaketlerden
korunmasına vesile olur.
Bütün hamd ve övgüler ancak Allah'adır..
Kuran-ı taşıdığında şeytanda baş ağrısı olur
onu açtığında şeytan yıkılır
onu okuduğunda şeytan solar ve bayılır
onunla amel ettiğinde şeytan yanından kaçar.
Ve;
Bu paylaşımı kimseye gönderme diye kulağına
fısıldar şimdi.

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 28 Eki 2015 18:25:44
LADİKLİ AHMED AĞA VE KONYALI BİR ESNAF

Ladikli, Ahmed Ağa'yı dükkanının önünden geçerken gören bir Konyalı esnaf Ahmed ağayı dükkanına ikram için çağırır. Ahmed Ağa ikramı reddeder ve "senin ikramını kabul etmeyiz" der..

Bu duruma çok üzülen esnaf bir süre sonra Hacıveyiszade ile karşılaşır ve durumu anlatır. Sebebini sorar..
Hacıveyiszade hz.leri şöyle bir bakar ve der ki;
Evladım sen dükanının önünü, kaldırımı işgal etmiş, kul hakkına girmişsin, Ahmed ağa kul hakkına giren kimsenin ikramını kabul etmez..diye cevap vermiştir.

Çevrimdışı paptyaeylüler

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 28 Eki 2015 22:28:40
Bir uçak yolculuğunda yan koltukta oturan bir adamın alyansını sağ elinin işaret parmağına taktığını fark eden yazar ''Bayım alyansınızı yanlış elinize takmışsınız!'' Adam bunun üzerine; ''Yanlış kadınla evlendim de ondan!'' diye karşılık verir..
Yazar Ziglar bu anıyı aktardıktan sonra şöyle sorar; ''Peki ya bu adam doğru adam mı? Yani kadın doğru adamla mı evlenmiş?
Yazar kitabında şu öyküyü anlatır..
''Yıllar önce Hawai''de başlık parasına benzer bir uygulama revaçtadır. Bir erkeğin sevdiği kızla evlenebilmesi için kızın ailesine belli sayıda inek vermek zorundadır. İnek sayısının 10 adet olması gerekmekle birlikte kızın özelliklerine göre bu sayı değişebilmektedir..
Ve adada iki kızı olan bir adam yaşamaktadır. Kızlardan büyük olanı bizdeki deyişle -kabul görmeyen- tipte, şanssız bir kızdır ve babası ona 3 inek fiyat biçmiştir; 2 inekli bir teklifi de kabul edecektir; hatta iyi bir pazarlıkla 1 ineğe fit olmaya razıdır..
Bir gün adanın zenginlerinden Johny Lingo bu eve geldiğinde herkes onun diğer kızı isteyeceğini düşünür. Oysa yaşlı adamı sevince boğarak büyük kıza talip olur. Herkes en azından isteneni yani; 3 inek ödeyeceğini düşünürken Johny yanında 12 tane inekle gelmiştir!!..
O dönemlerde normal bir balayı ortalama bir yıl sürmektedir ama gelin ve damat iki yıllık balayı planlamıştır.
Damatla gelinin dönmesinin beklendiği gün ahaliden biri dönüşlerini haber vermeye gelir gelmesine ama gelenlerin Jony ve eşi olduğundan emin değildir. Aslında Johny''i tanımıştır fakat kızdan emin olamamıştır; yaklaşan kadın çok güzel, zarif birisidir. İyice yaklaştıklarında kimsenin tereddütü kalmaz. Fakat kızın güzelliği, cazibesi ve çekiciliği en eleştirici gözle bile reddedilmeyecek ölçüdedir. Yakından bakanlar Johnny''nin 12 inek karşılığında iyi bir alışveriş yaptığını düşünürler.''
Yazar işin püf noktasını şöyle özetler; ''Johnny 12 inek ödedi, kız 12 ineklik bir kadın haline geldi.''
Bu hep böyle olmaktadır; eşinize veya sevgilinize verdiğiniz değer, ona kazandırdığınız değerdir. Aslında ''doğru adam'', ''doğru kadını'' inşa eder, ''doğru kadın'' da ''doğru adamı''..

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 29 Eki 2015 07:31:20
Hintli Bir usta, çırağının mutsuz bir şekilde devamlı her şeyden şikayet etmesinden usanmıştır. çırağına bir ders vermek ister ve çırağını tuz almaya gönderir. Çırak, tuz almaya beni niye gönderdi diye şikayet ederek döner. Usta, bir avuç tuzu bir bardak suya atıp karıştırıp, içmesini söyler.

Çırak, tuzlu suyu içer içmez tükürmeye başlar.
Usta sorar:
- Tadı nasıl?
Çırak öfkeyle cevap verir:
- Tadı berbat, acı
Usta gülümser, çırağını kolundan tutar ve dışarı çıkarır. Az ilerdeki gölün kıyısına götürür ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyler. Suyu içen çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken, usta tekrar sorar:
- Tadı nasıl?
Çırak cevap verir:
- Tadı çok güzel, ferahlatıcı
- Tuzun tadını aldın mı?
diye sorar usta,
- Hayır suyun tadından başka tat almadım.
diye cevaplar çırağı. Usta, gölün yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturur ve şöyle der:
- Yaşamda kederler, sıkıntılar tuz gibidir, ne az, ne de çoktur. Sıkıntın olduğunda yapman gereken tek şey sıkıntı veren sorunla ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sorunlarla başa çıkarken sen de bardak gibi değil, göl gibi olmaya çalış.

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 29 Eki 2015 22:09:13

Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler.

Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır.
Ve ona sorar;
Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?

Derviş kendini savunur;
-Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim.
-Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı.
-Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım.
-Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı. Ben suçsuzum, der.

Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve der ki;
-Bak, bu adam da haklı.
-Sen niye kaçmadın?
-O sana sinsice yaklaşmamış.
-Sen hakkını savunabilirdin.
-Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun?

Kuş kendini savunur:
-Efendim ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım.
-Avcı olsaydı hemen kaçardım.
-Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez.
-Bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.

Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister.
-Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın! diye emreder.

Kuş o anda;
-Efendim, sakın öyle bir şey yaptırmayın, diyerek öne atılır.

-Neden diye sorar Hz. Süleyman.

Kuş sebebini şöyle açıklar;
-Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar...
-Siz en iyisi mi, bunun üzerindeki derviş hırkasını çıkartın...
-Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasınlar.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.217
  • 28.776
  • 227.217
# 30 Eki 2015 16:36:47
Ayşe validemizin bir cariyesi vardı. Bir gün bu cariye vefat etti.

Ayşe validemiz çok ağladı.

Dediler ki: "Niçin bu kadar ağlıyorsun cariye mi yok?"

Ayşe validemiz buyurdular ki: "Evet cariye çok ama bunun gibi bulunmaz."

Sordular "Nasıldı?"

Buyurdu ki: "Yat desen kalkardı, kalk desen yatardı. Ne desem aksini yapardı"

Dediler: "Bunun nesine heves ediyorsun öyleyse?"

O zaman Ayşe validemiz buyurdu:

"Bu bana böyle muhalefet ettikçe ben onun bu davranışlarını-kusurlarını görmezlikten gelirdim. Böylece Rabbimin ayeti ile amel etmeme sebep oluyordu" buyurdular.

Radıyallahu anha

-Nur 22 ya da Hicr 85-

"..Sen şimdi güzel bir şekilde hoşgörü ile muamele et."

".. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."

Alıntı

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 31 Eki 2015 08:45:35
Kasabanın birinde, güzelliği dillere destan bir kız varmış. Kendisiyle evlenmek isteyen uzak ülkelerden gelen nice prensi, asili, zengini, yakışıklı delikanlıyı reddetmiş. Kimseleri kendine layık görmüyormuş. Kıza gönlünü kaptırmış, aynı kasabada yaşayan genç bir delikanlı da bu kızı istemiş. Ama kız onu da beğenmemiş. Bizim delikanlı günün birinde kasabadan ayrılmış. Başka biriyle evlenmiş, çocukları olmuş, yeni bir hayat kurmuş.

Uzun zaman sonra yolu yaşadığı güzel, şirin kasabaya düşmüş. Aklına bir zamanlar aşık olduğu kız gelmiş, ona ne olduğunu merak etmiş. Tanıdık bir yaşlı adam, güzel, büyük bir gül bahçesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş. Kimseleri beğenmeyen güzel kızın kiminle evlendiğini görmek istemiş. Kocasını evden çıkarken görmüş. Kızın kocası şişman, kel, çok çirkin ve kaba bir adammış. Üstelik zengin de değilmiş. Nasıl oldu da böyle biriyle evlendiğini merak eden adam, kızın kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış. Kız kapıyı açınca adamı tanımış. Adam sormuş:

- Sen ki hiç birimizi beğenmedin, nice kısmetlerini geri çevirdin, nasıl oldu da böyle biriyle evlendin demiş?

Kız da ona:

- Sana cevabı vereceğim fakat önce gül bahçemdeki en güzel gülü koparıp getireceksin, yalnız tek şartım, bahçede ilerlerken geriye dönmeyeceksin.

Adam peki demiş ve çok güzel güllerin olduğu bahçede ilerlemeye başlamış. Önce çok güzel sarı bir gül görmüş. En güzel gül bu derken biraz ilerde daha güzel kocaman pembe bir gül daha görmüş. Tamam budur işte diye düşünürken daha ilerde muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası gözüne ilişmiş. Bir türlü karar verememiş, en güzel çiçeği bulacağım derken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş, geriye dönemeyeceği için bahçenin sonunda yaprakları solmuş cılız bir gülü mecburen koparıp kıza götürmüş.

Kız gülü almış ve adama demiş ki:

- Bak gördün mü? Her zaman daha iyisini bulacağını düşünürken ömür geçer de sonunda en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın. Bu yüzden gençlik bitmeden elindekinin değerini bilip, yetinebilmeyi öğrenmek gerekir.

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 01 Kas 2015 07:52:03
      Yaşlı Kızılderili reis kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz diğeri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine;
-Dede bu iki köpeği niye hep kulübenin önünde tutuyorsun? Hem de niye biri siyah diğeri beyaz? Yaşlı reis, bilgece gülümsedi ve torununun sırtını sıvazladı ve:
-Onlar benim için iki simgedir.
Çocuk :
-Neyin simgesi?
-İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen gördüğün şu iki köpek gibi, iyilik ve kötülük durmadan içimizde mücadele eder.Onları seyrettikçe ben hep bunları düşünürüm.
   Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
-Peki hangisi kazanır bu mücadeleyi?
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa :
-Hangisi mi evlat? Ben hangisini beslersem o kazanır!

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.217
  • 28.776
  • 227.217
# 01 Kas 2015 09:05:31
CANIN BÜYÜĞÜ KÜÇÜĞÜ OLUR MU!!
Analığımla ilgili en önemli anılarımdan bir tanesi şudur, ki bunu ben birkaç kez seminerlerimde anlattım, kitaplarımda, televizyon programında yer verdim, anlattım. İlk geldiği günlerdeydi. Demek ki ben on yaşlarındayım. Sapan taşı… Hani sapan, biz o yörede, lastik derdik. Serçe kuşuna da ficik derdik. İneklerin arkalarında gezerlerdi. Ve ficiğe sapan taşı attım, vuramadım. Analığım işte kendi şivesiyle, “Atma yavrum. Vurma” dedi. Ben de, “Sen ne bilirsin Yörük kadını?” gibilerinden, böyle bir direnç göstermek için, “Ne var?” dedim, “bannak gibi güpgüççük guş” dedim. O zaman söyledi, “Oğlum,” dedi, “canın büyüğü küçüğü olur mu? Allah her birine bir can vermiş. Vurma yavrum, günah.” Ve o zaman vurmadım, anladığımdan değil, karşı gelmemek için.
Demek ki bir yerde kaydolmuş bu. 1984’te bir cumartesi günü, Amerika’da bir konferansta dinleyiciyim. Konu da “Kızılderili kültüründe ekoloji bilinci” ile ilgiliydi, biri konuşuyordu, kimin konuştuğunu hatırlamıyorum, ama böyle dinlerken birdenbire güüm diye atom bombası gibi bu patladı, “Canın büyüğü küçüğü olur mu?” Bu ne bilinç ya? Bu ne müthiş bir şey! Ne bilgelik! Tüylerim diken diken oldu. Analığım da altı ay önce ölmüştü.
(……)Yani demek istediğim, o kadın, o Yörük kadını bilge bir kadındı ve benim inancım o ki, hâlâ okuma yazma bilmeyen, o köy kültüründen gelen bu tip insanlar var. Yönetici ve filozof. Ve kendileri bilmiyorlar tabii böyle bir güçleri olduğunu. Çok yazık ki aydınlarımız ve bizim eğitim sistemimiz, prensip olarak onların ne kadar güçlü bir yönetici ve filozof olduklarının farkında bile değil.
Böyle ayakta kalabilmiş olanlar en güç şartlar altında, bir felsefe oluşturmuşlar orada. O felsefenin bilimsel dile geçirilmesi lazım ve bilimsel olarak felsefesinin oturtulması lazım. Mesela, bu “can” bilinci. “Bütün insanlar kardeştir” laflarını, “el ele tutuşalım, kardeş olalım” şarkılarını markılarını, yani “insanlar” olgusunu çoktan aşmış; canlı olan her şeyden oluşan bir aile! Can-lı-lar-dan oluşan bir aile kurmuş bu kadın kafasında! “Canın büyüğü küçüğü olur mu” deyince kurbağaya da dokunamazsın, kediye de dokunamazsın. Bir tavrın vardır. Saygıyla. Tavuğa yaklaşırken de, ineğe yaklaşırken de. Her neye yaklaşırsan. Müthiş! Bu nasıl olmuş diye düşündüğümde de tasavvufun Anadolu’yu etkileyişini görüyorum.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK