İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 09 Oca 2016 12:48:19
oyun biter..

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 09 Oca 2016 21:40:43
 Dervişin biri, bir kucak elmayla yanından geçen kıza;
"Nereye gidiyorsun? O kucağına ne doldurdun?" diye sormuş.
Kız: "Sevdiğim çalışıyor şu tarlada. O’na götürüyorum" diye cavap vermiş.
Derviş: "Kaç tane elma var elinde?" diye sormuş.
Kız gayet sakin: "İnsan, sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?" demiş.

DERVİŞ ELİNDEKİ TESPİHİNİ YAVAŞÇA KOPARMIŞ…

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 10 Oca 2016 07:27:25
Bir gün bir aşık sevgilisinin kapısına gidip kapıyı çalınca sevgili içerden seslendi.

“Kapıyı kim çalıyor, kim o!”

Aşık cevap verdi:

“Ey yüce sevgili kapına gelen benim, ben zavallı sadık kölen.” dedi.

Sevgili kızarak bağırdı.

“Çekil git kapımdan sen daha olgunlaşmamışsın. Bu sofrada hamlara yer yok, bu ev küçük iki kişi sığmaz.” dedi.

Zavallı adam çaresiz oradan ayrıldı tam bir yıl o sevgilinin ayrılığıyla yanıp dolaştı kavrulup pişti. Bir sene sonra sevgilinin kapısına geldi kapıyı çaldı. Sevgili içerden seslendi.

“Kimdir o, kim kapımı çalıyor?”

Çaresiz aşık perişan bir halde cevap verdi:

“Ey cana can katan sevgili ey bir bakışıyla binlerce aşığı perişan eden, gönlümü alan sensin.” dedi.

Sevgili seslendi:

“Madem ki sen bensin ey ben gel içeriye, gönül evi dardır oraya iki kişi sığmaz.” dedi.
                                                               Mesnevi'den ...

Çevrimdışı eml48

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 6.753
  • 25.451
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 6.753
  • 25.451
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 10 Oca 2016 12:59:58
BİR PADİŞAHIN İKİ HİZMETKÂRI

Bir padişahın iki yeni hizmetkârı olmuştu. Onların hâlet-i rûhiyelerini anlayabilmek için ilk önce birinci hizmetkâr ile sohbete başladı.

Padişahın sorularına, hizmetkâr, öyle cevaplar veriyordu ki başkaları bu cevapları ancak uzun uzun düşündükten sonra verebilirdi. Padişah bu hizmetkârı; anlayışlı, zeki ve tatlı dilli görünce memnun oldu. Diğer hizmetkârı da yanına çağırdı.

İkinci hizmetkâr, padişahın huzûruna geldi. Rahatsızlıktan dolayı ağzı kokuyordu ve dişleri de bakımsızlıktan kapkara idi. Padişah, bu hizmetkârın zâhirî durumundan pek hoşlanmamakla birlikte, onun hakkında bilmediği hâl ve vasıfları öğrenmek ve onun sırlarına vâkıf olmak için kendisiyle sohbete başladı:

“–Bu ne hâl? Önce ağzının derdine bir şifâ bulalım. Sen sevimli bir kişisin, biz de hünerli bir hekimiz. Seni hor görmek ve gözden düşürmek bize yakışmaz. Şöyle otur, bir-iki hikâye söyle de aklının derecesini anlayayım.”

Padişah bu iki hizmetkârının zâhirî hâllerini görmüştü. Şimdi ise iç yüzlerini anlamak için plânladığı imtihanı tatbik etmeye başladı:

Zâhiri düzgün olan ilk hizmetkârı yıkanması için hamama gönderdi.

Arkadaşı gittikten sonra, konuşturmak istediği ikinci hizmetkâra şu sözleri söyledi:

“–Arkadaşın, senin hakkında kötü şeyler söyledi. Fakat görüyorum ki, sen onun söylediği gibi değilsin. O hasetçi, neredeyse bizi senden soğutuyordu. Arkadaşın senin hakkında;

«O hırsızdır, doğru adam değildir, kötülerle düşer kalkar, iffetsizdir.» dedi. Sen onun hakkında ne dersin?”

İkinci hizmetkâr bu sözler karşısında gayet sakin şu cevapları verdi:

“–İyi düşünen, doğru söyleyen o arkadaşa, eğri diyemem. Bilâkis onun sözleri sebebiyle kendimde böyle kusurların olabileceğini düşünüp hâlimi ıslaha çalışırım. Padişahım! Belki de o, bende benim farkına bile varamadığım birçok ayıplar görmüştür.”

Padişah daha da üsteledi:

“–O senin kusurlarını anlattığı gibi, sen de onun kusurlarını anlat.”

Hizmetkâr samimî idi:

“–Padişahım! O benim gerçekten hoş bir arkadaşım olmakla beraber kusurlarını söylememe benim gönül dünyam mânîdir. Onun için, ancak ben şunları söyleyebilirim ki; onun kusuru, bence kusur değil, fazîlettir. O, sevgi, vefâ ve insanlık nümûnesidir. Onun hâli; doğruluktur, zekâdır, dostluktur. Onun bir sıfatı da; cömertliktir, düşkünlere yardımda bulunuştur. O öyle cömerttir ki, gerekirse canını bile verir. Kader arkadaşımın bir vasfı da, kendini beğenen bir kişi olmamasıdır. O herkesle iyidir, fakat kendi nefsine karşı kötüdür.”

Padişah, iyice emin olmak istiyordu. Daha da sıkıştırdı:

“–Arkadaşını methetmede pek ileri gitme, onu överken de kendini övmeye kalkışma. Çünkü; ben onu imtihana çekerim de, sonra sen utanırsın.”

Hizmetkâr bunun üzerine şunları söyledi:

“–Hayır. Onu övmekte ileri gitmedim. O dostumun bütün huyları, söylediklerimden kat kat daha fazladır. Kader arkadaşımın vasıfları hakkında, bildiklerimi söyledim. Fakat, ey kerem sahibi padişahım! Söylediklerime sen inanmıyorsun, ben ne yapayım? İç dünyam, benim böyle söylememi îcâb ettiriyor.”

Öbür hizmetkâr hamamdan dönünce, padişah onu huzûruna çağırttı. İmtihan edilme sırası ondaydı. Dedi ki:

“–Sıhhatler olsun. Fakat, arkadaşının söylediği kötü huylar sende olmasaydı ne güzel olurdu!”

Hizmetkâr derhâl öfkelendi ve dedi ki:

“–Padişahım! O densizin benim hakkımda anlattıklarından birazcığını lütfen söyle…”

Padişah imtihan için uydurdu:

“–O, önce senin ikiyüzlülüğünü anlattı. Senin görünüşte devâ, hakikatte belâ olduğundan bahsetti.”

Az önce çok olgun görünen hizmetkârın; şimdi ise öfke denizi kabarmış, ağzı köpürmüş, yüzü kızarmıştı. Masum arkadaşı hakkında açtı ağzını, yumdu gözünü:

“–O önceden bana dost idi, fakat ağzı bozuktu. Kıtlıkta kalmış köpek gibi, pek çok zaman pislik yerdi.”

Arkadaşını çekiştirmek için, hizmetkâr böyle çan çan ötmeye ve aslında kendi iç âlemindeki çirkinlikleri ortaya dökmeye başladı. Bunun üzerine padişah; «Artık yetişir!» diyerek, elini onun ağzına götürdü ve ona hitâben şöyle dedi:

“–Bu imtihan sayesinde, ikinizin arasındaki farkı görmüş oldum.

Onun sadece maddî bir rahatsızlıktan dolayı ağzı kokuyor fakat senin ise rûhun kokmuş! Ey rûhu kokmuş kişi, sen uzakta dur. Arkadaşın sana âmir olacak, sen de onun emrinde bulunacaksın. Ondan edep, insanlık ve konuşmayı öğren! Onun fazîletinden ibret al. Hasedi terk et. Sen bu hased ile, beline taş bağlanmış bir zavallı kişisin; bu taşla ne yüzebilir ne de yürüyebilirsin.”

Hazret-i Mevlânâ’nın anlattığı imtihanlar; aslında her insanın karşısında, gün be gün kader plânında çıkıp durmaktadır.

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 11 Oca 2016 18:50:41
Leyla sevdasıyla sarhoş olan ve benliğinden geçerek sahralara düşen Mecnun’a bir gün bir haber ulaştı, ‘Bu sabah Leyla filan yere gidiyor, acele ederse yetişebilir.’
Cünun, yani delilik çölüne düşmüş olan Mecnun durur mu haberi alınca?!..
Hemen bir deve buldu ve binerek mahmuzladı. Leyla nerede Mecnun orada olmalıydı. Onun pervanesiydi çünkü, Leyla’nın ışığına koştu her zamanki gibi.
Devenin yeni doğmuş bir yavrusu vardı. Annesini geriden izliyor, yetişmekte güçlük çekiyordu.
Mecnun mahmuzladıkça hayvan hızlanıyor, yuları gevşetince de duraklıyor, yavaşlıyordu. Birinin aklı fikri ilerdeki Leyla’daydı, ötekinin gerideki yavrusunda...
Mecnun kendini yitirdiği zaman devenin adımları geri geri gidiyor, kendine geldiği zaman ilerliyordu.
Derken tuhaf bir şey oldu, Mecnun kendine gelmişti ama baktı, hâlâ aynı yerdeydi.
Deveye:
‘Yoldaş...’ dedi. ‘İkimiz de âşığız. Ben Leyla’ya, sen yavruna. Birbirimizin yolunu kesiyoruz. Bu yoldaşlığa sığmıyor. Çünkü sen tene âşıksın, ben cana. Ayrılmamız gerek.’

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.377
  • 28.800
  • 227.377
# 11 Oca 2016 18:56:29
Adam, telaşlı, öfkeli bir halde hanımına bağırıp, çağırıyordu. Babalarının sesini duyan iki çocuk ise yataklarından kalkıp salona gelmişti. Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizce oturup kalmıştı. Adam, çocuklara, hanımın üzüntüsüne aldırmadan söylenip duruyordu:
-Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı olduğunu, açık mavi gömleği ütülemeni söyledim. “Kahverengi gömlekle gidiversen nolur! muş. Bugün sunum yapacağım, karamsar bir görüntü mü vereyim, dinleyenlerin içi kararsın, bu da projeye verecekleri oyu etkilesin! Bunu mu istiyorsun?
-Tamam bey, bitti işte.
Adam açık mavi gömleği hışımla aldı;
-Bitti, tabi bitti ama ben geç kaldıktan sonra bitmiş neye yarar.
Hanımı çocukların korkmuş yüzlerine baktıktan sonra, yine eşini sakinleştirmeye çabaladı;
-Dün bundan da geç çıkmıştın, vakit var, yetişirsin.
-Anlamıyor ki, anlamıyor ki. Bu gün sunumu ben yapacağım. Herkesten önce gitmeliyim ki, gelecek önemli konuklara ‘Hoş geldin’ demeliyim.
Adam bir sürü söz daha söylenerek, bağırarak çıktı, arabasını çalıştırıp uzaklaştı. Hanımı, direksiyon başında da öfke saçan eşinin halinden endişelendi, “Bir kaza yapmasa bari”.. Eşi uzaklaşınca, çocuklarının yanına gidip sarıldı, rahatlatmaya çalıştı.
-Madem erkenden kalktınız, hemen size sultanlara layık bir kahvaltı hazırlayıp getireceğim.
Mutfağa geçti, zihnindeki huzursuzluğu dağıtmak için hemen neşeli müzikler çalan bir radyoyu açtı. Ocağa haşlamak için yumurta koydu, cezvede süt ısıtmaya başladı. Masaya zeytin, peynir, reçel koymayı da ihmal etmedi. Biraz sonra çocuklarına seslendi
-Kahvaltınız hazııır!
Çocuklar kahvaltıya otururken, radyoda müziğin birden kesilmesi dikkatini çekti.Son dakika haberi anonsuyla, radyonun sesini biraz daha açtı. Radyo’da zincirleme bir kaza haberi vardı. Ayrıntılarla biraz sonra birlikte olacağız demişti spiker ama kazanın yerini söylediği andan itibaren o sandalyesine yığılıp kalmıştı. Spikerin bahsettiği kaza yeri, kocasının her gün işe giderken geçtiği dörtlü kavşaktı. Eşinin bu kavşaktaki trafikten şikayetçi olduğunu, her sabah yoğun bir trafik olduğunu söyleyişi aklına geldi. “Geç kaldım diye acele edip acaba o da” Aklına gelen düşünce içini daha da yaktı, hemen ayağa kalktı.
-Çocuklar, unutmayın ocağa yaklaşmak yasak. Kahvaltınızı yapıp salona geçin, oynayın. Benim acil bir yere uğramam gerek, kapıyı da kimseye açmayın tamam mı?
Sokağa çıkmak için üzerine bir şeyler aldı, cebine de bir taksi parası aldı. Kapıya yöneldiğinde kocasının bu kazada ölmüş olabileceği endişesiyle kabaran yüreğine daha fazla dayanamayıp, ağlamaya başlamıştı. Gözyaşlarını çocukları görmesin diye, açık olan mutfak kapısına sırtını dönmeye özen gösteriyordu. İçindeki acının kocasının ölmüş olma ihtimali kadar, giderken kendisini kırması ve çocuklarının önünde bağırıp çağırmasından da kaynaklandığını anladı. Oysa her zaman böyle öfkeli değildi.
-Eğer ölürse, çocuklarım babalarını, son gördükleri haliyle mi hatırlayacak? Kalp kıran, öfkeli bir baba olarak mı kalacak akıllarında?
Kapıdan çıkarken, çocuklarına bir kez daha seslenecekti ama artık akan gözyaşları saklanamayacak haldeydi. Hemen kapıyı açıp dışarı çıkmak için hamle yaptı ama karşısında kapıya doğru adım atmakta olan kocası vardı. Adam, bir an karısının ıslak yanaklarına baktı; “Haberleri mi dinledin?” diye sordu. Hanımı, konuşamadan sadece başıyla onayladı. Adam, önce sarıldı, sonra eşinin yanaklarını sildi. Hanımı zorlukla sordu;
-Hani önemli bir toplantına geç kalmıştın, niye döndün?
-Kaza benim hemen yakınımda oldu. O anda toplantıdan daha önemli bir şeyi unuttuğumu hatırladım. Eğer o kazada ölseydim”
O anda çocuklar da yanlarına gelmiş, babalarının yine öfkeli olabileceğini düşünerek, annelerinin yanında durmuştu. Adam, bütün içten, samimi gülümsemesiyle çocuklarını yanına çağırdı, boyunlarına sarıldı, yanaklarından öptü.
-Ben bu gün büyük bir hata yaptım ve evden çıkarken, sizleri ne kadar sevdiğimi söylemeyi unuttum. Böyle önemli bir şey unutulur mu hiç. Ne yapalım, ben de geri döndüm.
NE ZAMAN ÖLECEĞİMİZİ, BAŞIMIZA NE GELECEĞİNİ HİÇBİR ZAMAN BİLEMEYİZ. BU YÜZDEN SEVDİĞİNİZ İNSANLARLA AYRILIRKEN HEP GÜZEL HATIRLANACAĞINIZ BİR ŞEKİLDE VEDALAŞIN. BAZI ŞEYLERİN TELAFİSİNİ ETMEK İÇİN FIRSATINIZ OLMAYABİLİR BİR DAHA…
OKUDUYSANIZ ve BEĞENDİYSENİZ ,BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.377
  • 28.800
  • 227.377
# 12 Oca 2016 16:07:16
Bir öğretmen, derslerinden birinde şu hikayeyi anlatır:
“Seyir halinde bir gemi...
Yolcular, güverteye çıkmışlar eğleniyorlardı...
Ancak, işler her zaman yolunda gitmez!..
Gemi, aniden bir kazaya uğradı ve denizin derinliklerine doğru batmaya başladı...
Güvertedeki yolcuların arasında evli bir çift bulunuyordu, korku içinde can havliyle kurtarma botuna doğru koştular...
Ancak botta sadece bir kişilik yer kalmıştı...
Adam, o an karısını ardında bırakarak botun içine atladı... Kadın, güvertede yapayalnız kalmıştı...
Gemi, neredeyse batmak üzereydi...
Deniz, kadını kendine çekiyordu...
Kadın, bir yandan dalgalarla boğuşurken diğer yandan eşine sesini duyurmak istiyordu... Söylemek istedikleri vardı... Bağırmaya çabalıyordu...”
Öğretmen, bu noktada sustu, hikayeye devam etmedi. Sınıfa şu soruyu yöneltti:
“Sizce, kadın ne söylemiş olabilir?”
Herkes bir şey söyledi. Kadının söylemiş olabileceği cümleyle ilgili tahminler çoğunlukla şöyleydi:
“Senden nefret ediyorum. Ne kadar da körmüşüm seni hiç tanımamışım...”
Aldığı cevaplar öğretmeni memnun etmedi...
Öğretmenin dikkatini bu süreç zarfında sessiz, sakin ve yorumsuz kalan bir erkek öğrenci çekti... Ona doğru yöneldi, aklına gelen bir şey varsa söylemesini cevabını öğrenmek istediğini söyledi. Çocuk bir süre sessizlik içinde kaldı ve sonra dedi ki:
“Öğretmenim, benim düşünceme göre kadın, kocasına ‘Çocuğumuza iyi bak, onu koru kolla...’ diye bağırmıştır.”
Öğretmen, hayret içerisinde kalmıştı, öğrencisine sordu:
“Sen, bu hikayeyi daha önceden duymuş muydun, biliyor muydun?”
Çocuk, kafasını salladı ve dedi:
“Hayır, duymadım. Annem, hasta olup bizi bu dünyada terk etmeden önce babama aynı bu sözcükleri söylemişti.”
Öğretmen hüzün dolu bir sesle dedi ki:
“Evet, cevabın doğru...”
Sonra anlatmaya devam etti:
“Gemi, giderek suların altına batıyor, denizin derinliklerine doğru çekiliyordu...
Adama gelince... Evine sağ salim ulaşır ve tek başına kızını büyütür, yetiştirip eğitir.. Seneler geçer... Ve bir gün adam karısına ulaşır...
Bir gün, kızı babasının ardından kalan evrakları düzenlerken hatıra defterini bulur...
Ve anlar ki...
Bu yolculuğa çıkmadan önce annesi amansız bir hastalığa yakalanmıştı... fazla zamanı kalmamıştı...
Ve aslında o hassas anda, babası kızını büyütebilmek için hayatta kalma umudu yakalamıştı...
Babasının yazdıklarını okumayı sürdürür:
‘Aslında o kadar can atıyordum ki okyanusun derinliğinde seninle birlikte olmak için... Buna rağmen kızımızın uğruna, senin tek başına dalgalar arasında kaybolmana razı oldum’...”
Hikaye, böylece son bulur...
Sınıf, derin bir sessizlik içindedir...
Öğretmen, öğrencilerinin bu hikayenin içerdiği ahlaki dersi almış olduklarını anlar...
Ders, bu dünyadaki ‘hayır ve şer’le, ‘iyilik ve kötülük’le ilgilidir...
Her işin, her olayın, her durumun ötesinde; her bağırışın, her sözün ardında bazen öyle karmaşık durumlar mevcuttur ki onların idrak edilmesi çok zordur...
Bu nedenledir ki asla yüzeysel düşünmeyelim ve anlamadan, idrak etmeden kimseyi yargılamaya kalkmayalım...
Hesap ödeme konusunda hevesli olanlar, cepleri parayla dolu olduğu için değil dostluk ve arkadaşlığa paradan daha çok değer verdikleri için,
Çalışma hayatında her işi yapmak için istekli olanlar, ahmak oldukları için değil sorumluluklarını iyi bildikleri için,
Her kavga ve tartışmadan sonra ağızlarını özür dilemek için açanlar, suçlu oldukları için değil sizi gerçek dostu olarak gördükleri için,
Size mesaj gönderenler, yapacak başka işleri olmadığından değil sizin sevginizi kendi canlarında ve yüreklerinde taşıdıkları için yaparlar.
Gün gelecek hepimiz birbirimizden ayrılacağız... Sohbetlerimizi, yürekten özleyeceğiz...
Rüyalarımızı hatırlayacağız...
Günler, aylar, seneler birbiri ardına öyle büyük bir hızla geçer ki...
Ve artık geridekilerle hiçbir bağlantı kalmaz...
Ve bir gün çocuklarımız bizim resimlerimizi görüp soracaklar:
“Kim bunlar?”
Biz gözlerimizde saklı gözyaşlarımızla, acı bir tebessümle onları kalbimizin en derinlerinde hissederek diyeceğiz ki:
“Onlar ki yaşamımın en güzel günlerini birlikte geçirmiş olduğum insanlar...”
Sripad Ramaray

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 16 Oca 2016 09:46:51
Mevlana Hazretleri bir gün yeni bebeği olmuş bir evi ziyaret eder, bebeği kucağına aldığında hazin bir şekilde ağlamaya başlar. Ahâli Mevlana Hazretlerinin bu davranışına bir anlam veremez, saygısını bozmaz edep gereği sesini de çıkarmaz.

Bir başka gün Mevlana Hazretleri bu defa ahali den birinin cenazesi başında tatlı bir tebessümle bulunmaktadır, orada bulunan insanlar sorar: "Efendim bir zaman önce yeni doğan bir bebeği kucağınıza aldığınızda hazin ağlayışınızı gördük bir anlam veremedik, şimdi ise cenaze başında tatlı bir tebessümle bulunmaktasınız, bunun ihtivayi manası nedir?" diye sorarlar. Mevlana Hazretleri şöyle der: Yeni doğan bir bebek RAB'BİNİN hevasından bir ruh üfleyip dünyaya gönderdiği ve erginleşip yetiştikçe nasıl çetin ve zor sınavlardan geçecek, bu hayatın dikenli yollarında nasıl zorlanacak diye hazin hazin ağlamaktan kendimi alamadım. Bugün ise bu cenaze düğün gecesini yaşar, ölüm onun için RAB'BİNE ulaşacağı şen bir düğün gecesi gibidir. İman edene ne mutlu ki o düğün gecesinin vuslatı RABBİ ile en yakın olduğu andır.

Sevgili dostlar bu tebessümün anlamı da bundan mağdadır. Zira İnsan ömrü üç gün demiştir Mevlana Hazretleri; "dün dünde kaldı yarın meçhul öyle ise bugün hasıl olan bugündür ki o da yaşadığımız şu andır". Bu da insan ömrünün bir gün olduğunu gösterir.

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 16 Oca 2016 20:14:31
Genc bir cift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine tasinmislar. Sabah kahvalti yaparlarken, komsu da çamaşır asiyormus. Kadin kocasina ' Bak, çamasirlari yeterince temiz degil, camasir yikamayi bilmiyor, belki de dogru sabunu kullanmiyor.' demis. Kocasi ona bakmis, hicbir sey soylememis, kahvaltisina devam etmis.
Kadin, komsusunun camasir astigini gordugu her sabah ayni yorumu yapmaya devam etmis.
Bir ay kadar sonra, bir sabah, komsusunun camasirlarinin tertemiz oldugunu goren kadin cok sasirmis'Bak' demis kocasina ' Camasir yikamayi ogrendi sonunda, merak ediyorum, kim ogretti acaba ?'

Kocası: 'Ben bu sabah biraz erken kalkip penceremizi sildim' diye cevap vermis.

Hayat boyle degil midir ?


Baskalarini izlerken gorduklerimiz, baktigimiz pencerenin ne kadar temiz olduguna baglidir. Birini elestirmeden ve hemen yargilamaya davranmadan oncezihin durumumuzabakmak ve 'iyi' olani gormeye hazir olup olmadigimizi farketmek guzel bir fikir olabilir ...

Çevrimdışı adamın biri

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.085
  • 23.778
  • 5.085
  • 23.778
# 16 Oca 2016 21:22:46
Zamanın birinde bir nehir kıyısında bir Kurbağa yaşarmış. Bu kurbağa nehrin diğer kıyısına hayvanları geçirir, iyilik edermiş.
Bir gün Akrep gelmiş,
-"Kurbağa kardeş beni de karşı kıyıya geçir" demiş.
Kurbağa iyi niyetli ama o kadarda saf değilmiş.
-"Olur mu öyle şey, sen Akrepsin ben seni nasıl karşı kıyıya geçiririm. Sen bana zarar verirsin" demiş.
Akrep, muhatabını iyi biliyor
-"Sen beni yinede karşı kıyıya geçir, ben sana bir şey yapmam, suyun içinde ikimizde varız, sokarsam ikimizde birden boğuluruz".
Kurbağanın aklına yatmış, doğruya böyle bir şey olursa ikisine de zarar gelecek. Sırtına almış Akrebi tam yolun ortasında iken Akrep Kurbağayı bir güzel sokmuş, tam birlikte boğulurlarken Kurbağa sormuş,
-"Neden?".
Akrep ne desin,
-"Ne yapayım, huyum bu!"

Çevrimdışı mozay

  • Üye
  • *
  • 11
  • 33
  • 11
  • 33
# 16 Oca 2016 21:58:37
Hattat Mehmed Râsim Efendi anlatır:

Sultan Üçüncü Ahmed Hânın vefâtından sonra, şöyle bir rüyâ gördüm... Geniş bir sahrada orduyu hümâyûn kurulmuştu. Bir tepe üzerinde de sultanlara mahsus bir otağ (çadır), onun etrafında ise büyük bir kalabalık vardı... Kalabalıktan bir kişiye yaklaşıp;

"Bu ordunun kumandanı kimdir?" diye sordum. O da;

"Âhir zaman Peygamberi Muhammed aleyhisselâmdır" dedi. Cehennem'e götürülecek bazı kimseler bu büyük çadıra götürülüyor, buradan şefâat edilirse Cehennemden kurtuluyordu...

Yine birisine;

"Peygamber efendimiz nerede bulunuyor?" diye sorduğumda;

"Tepedeki büyük çadırda" dedi. Hemen çadırın yanına koştum. Çadırın kapısına vardığımda, Mehmed Emîn Tokâdî hazretlerini gördüm. Şefâat isteyenleri çadırın içine götürüp, getiriyordu. Çok şaşırdım. Biz bu zâtı anlayamamışız diye çok üzüldüm... O anda elleri bağlı birini çadırın kapısına doğru getirdiklerini gördüm. "Bu kimdir?" diye sorduğumda, Sultan Ahmed'dir dediler. Sonra çadıra yaklaşıp, Mehmed Emîn Tokâdî hazretlerine teslim ettiler. O da önüne düşüp çadırın içine girdiler. İçeride Peygamber efendimiz kendisine iltifât buyurdu... Çadırdan çıktıklarında Mehmed Emîn Efendi;

"Şefâat buyurulup affolundun, müjde olsun!" diye bağırdı. Dışarıda sultanlara mahsus süslü bir at duruyordu. Mehmed Emîn Efendi, Sultânı tâzim ve hürmetle çadırdan çıkarıp, bekleyen süslü ata bindirdi. Etraftakilerin tebrikleri arasında, süratle oradan uzaklaştı...

Bu rüyâyı gördükten sonra ertesi gün talebelere hat dersi veriyordum. Mehmed Emîn Efendi bâzı günler teşrif ederdi. O gün de dershânemizi teşrif etti. Hemen karşılayıp elini öptüm. Bu sırada bana;

"Hoca Efendi, akşamki seyrâna ne dersin?" buyurdu. O gece gördüğüm rüyâyı hatırlayıp ağlayarak ellerine kapandım. O mübarek de ağladı. Sonra şükredip bana;
"Ben hayatta iken bu gibi ilâhî sırları yayarak, bizim hâlimizi teşhir etmene rızâ göstermem" buyurdu... Vefâtına kadar bunu kimseye anlatmadım...

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 16 Oca 2016 23:31:09
Ehlullahtan Behlûl Dânâ, bir gün halife Harun Reşit ile karşılaşır. Kendisini tanıyan hükümdar, bu zata:
“–Ey Behlûl! Nereden geliyorsun böyle?” diye sorar. O, hiç düşünmeden:
“–Cehennemden geliyorum” cevabını verir.
Harun Reşit, şaşırarak tekrar sorar:
“–Ne işin vardı orada?”
Behlûl Dânâ anlatır:
“–Efendim; ateş lâzım olmuştu. Cehenneme gideyim de biraz isteyim dedim. Fakat oradaki memur bana:
“–Burada ateş yoktur” dedi.
“–Nasıl olur, Cehennem ateş yeri değil mi?” diye sorunca:
“–Evet; gerçekten burada ateş yoktur. Her gelen, ateşini Dünyadan getirir» cevabını verdi.”
Dehşete kapılan Harun Reşit büyük bir üzüntüyle sordu:
“–Behlûl! Ne yapayım ki, oraya ateş götürmeyeyim?” Behlûl Dânâ, hızla uzaklaşırken haykırdı:
“–Adâlet! Adâlet! Adâlet!”

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.800
  • 227.377
  • 28.800
  • 227.377
# 20 Oca 2016 21:29:32
Neden etrafımdaki insanlar musmutlu iken, ben bu kadar yara aldım bu hayattan diye üzülen güzel yürekler.
Yazdıklarımı kalbinizle okuyun.

Dert yalnızca sizlerde yok.
Bunu bir kere hiçbir zaman unutmayın. Her insan muhakkak ki bir şekil imtihan içerisindedir.
Ama bazı gönüller, acılarını dile getirmiyorlar. Insanlarla paylaşmıyorlar. Zaten paylaşmış olsalar, daha çok çaresiz kalacaklarını biliyorlar.
Allah rızası için sizlerde sizleri üzen konuları çok fazla, hatta hiç dile getirmeyin.
Dert ve musibetler, verene arz edilir.
Derdi veren Allah'dır.
Derdi veren Allah ise, dermanı insanlarda aramak ne kadar mantıklı o halde?

Sevdiklerinize bir defa içinizi dökersiniz, iki defa dökersiniz, hadi bilemediniz üç defa dökersiniz. Ya sonrası?
Hangi gönül bu kadar sıkıntıyı dinlemeye takât getirebilir? Kendi gönlü yaralı olan bir yüreğe, ne kadar çaresizliğinizden bahsedebilirsiniz? Kaç defa omzuna yaslanıp gözyaşı dökebilirsiniz?

Benden sizlere güzel bir nasihat;
Dertlerinizi anlatmayın !
Her anlatılan dert, kıymetini yitiriyor.
Anlattıktan sonra birşey değişiyor mu?
Hayır ! Sadece içinize atmaktan kurtuluyorsunuz.
Ama bakın !
Ben sizlere ne söyledim az önce?
Derdi veren Allah'dır.
Içinizi o'na dökün o halde.
Bir defa değil, bin defada huzuruna gitseniz, yinemi sen geldin demiyecektir.

Hem hiç düşündünüzmü Allah'ın huzuruna her vardığınızda, dermanınıza daha çabuk ulaşabileceğinizi?

Derdinize iyi bakın !
Yüreğinizdeki dert, Cennetin anahtarı'dır...

Çevrimdışı mekmak

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 7
  • 179
  • 7
  • 179
# 20 Oca 2016 21:32:03
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Neden etrafımdaki insanlar musmutlu iken, ben bu kadar yara aldım bu hayattan diye üzülen güzel yürekler.
Yazdıklarımı kalbinizle okuyun.

Dert yalnızca sizlerde yok.
Bunu bir kere hiçbir zaman unutmayın. Her insan muhakkak ki bir şekil imtihan içerisindedir.
Ama bazı gönüller, acılarını dile getirmiyorlar. Insanlarla paylaşmıyorlar. Zaten paylaşmış olsalar, daha çok çaresiz kalacaklarını biliyorlar.
Allah rızası için sizlerde sizleri üzen konuları çok fazla, hatta hiç dile getirmeyin.
Dert ve musibetler, verene arz edilir.
Derdi veren Allah'dır.
Derdi veren Allah ise, dermanı insanlarda aramak ne kadar mantıklı o halde?

Sevdiklerinize bir defa içinizi dökersiniz, iki defa dökersiniz, hadi bilemediniz üç defa dökersiniz. Ya sonrası?
Hangi gönül bu kadar sıkıntıyı dinlemeye takât getirebilir? Kendi gönlü yaralı olan bir yüreğe, ne kadar çaresizliğinizden bahsedebilirsiniz? Kaç defa omzuna yaslanıp gözyaşı dökebilirsiniz?

Benden sizlere güzel bir nasihat;
Dertlerinizi anlatmayın !
Her anlatılan dert, kıymetini yitiriyor.
Anlattıktan sonra birşey değişiyor mu?
Hayır ! Sadece içinize atmaktan kurtuluyorsunuz.
Ama bakın !
Ben sizlere ne söyledim az önce?
Derdi veren Allah'dır.
Içinizi o'na dökün o halde.
Bir defa değil, bin defada huzuruna gitseniz, yinemi sen geldin demiyecektir.

Hem hiç düşündünüzmü Allah'ın huzuruna her vardığınızda, dermanınıza daha çabuk ulaşabileceğinizi?

Derdinize iyi bakın !
Yüreğinizdeki dert, Cennetin anahtarı'dır...
Tebrik ve teşekkür ile sayın hocam...

Çevrimdışı Gül Rengi

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.947
  • 47.568
  • 2.947
  • 47.568
# 22 Oca 2016 14:10:40
Zunnun’u Mısri’nin başına bir hal geldi. Bu hal onda yeni yeni coşkunluklar, yeni yeni cezbeler meydana getirmekteydi. Bunu anlamayan gafiller ondan rahatsız oldular. Nihayet Zünnun’u tımarhaneye attılar.

    Bunu duyan dostları onu ziyarete gittiler. Zünnun onlara bağırdı:

    – “Siz kimsiniz, neden geldiniz?” dedi.

    Onlar sükunetle cevap verdiler:

    – “Biz senin dostlarınız, buraya halini, hatırını sormak için geldik.” dediler.

    Zünnun bunun üzerine, onlara saldırdı, üzerlerine taş, toprak atmaya onlara sopa sallamaya başladı. Her biri korkusundan bir yana kaçtı. Bunun üzerine Zünnun bir kenarda durup gülmeye başladı.

    – “Neden böyle kaçıp her biriniz bir köşeye sığındınız. Hani dostlarımdınız. Dostun eziyeti dosta ağır gelir mi, dostluğun alameti dosttan gelen zorluğa katlanmak değil midir?” dedi.

    * Kalpte her an başka başka şeyler baş gösterir insan bazen şeytanlaşır, bazen melekleşir, bazen tuzak kesilir, bazen de yırtıcı hayvan.

    * İnci nedir ki? Bir katrede gizlenmiş bir deniz, bir zerreye sığınmış güneş.

    * Madem bir hırsızlık ediyorsun bari latif bir inciyi çal, madem ki hamallık ediyorsun bari değerli bir yük taşı.

                                    /Mesnevi’den Hikayeler/

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK