İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 30 Ara 2015 19:53:05
Bir bilge kişi öğrencileriyle otururken demiş ki;
   – “Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?”
   Öğrencilerden biri;
   – “Uzaktaki sürüye bakarım,” demiş, “Koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir.”
   Başka bir öğrenci söz almış ve “Hocam” demiş, “İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır.”
   Bilge kişi, uzun süre susmuş. Öğrenciler meraklanmışlar ve “Siz ne düşünüyorsunuz hocam?” diye sormuşlar.
   Bilge kişi şöyle demiş;
   – “Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona “bacım” diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, milletine, ırkına, dinine aldırmadan, “kardeşim” sayabildiğimde anlarım ki; sabah olmuştur, AYDINLIK başlamıştır…”

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 31 Ara 2015 10:52:16
Hazreti Fatıma (Radıyallahü anha) iştahsız olmuştu. Hazreti Ali (Radıyallahü anh) Hazreti Fatıma (Radıyallahü anha)’nın hanei şeriflerine teşrif edip:
“Ya Fatıma! Dünya tatlılarından gönlün ne istiyor?” diye sordu.

Hazreti Fatıma(Radıyallahü anha):
“Ya Ali, nar istiyorum” buyurdu.

Hazreti Ali Efendimizin yanında hiç para yoktu. Uzun uzun düşündü. Sonra kalkıp çarşıya gitti. Biraz borç para aldı ve onunla bir nar satın aldı. Eve giderken yol kenarına bırakılmış bir ihtiyar hasta gördü. Hazreti Ali Efendimiz o ihtiyara yaklaşıp:
“Gönlün ne istiyor?” diye sual buyurdu.

O da:
“Ya Ali! Beş gündür buraya atılmış duruyorum. İnsanlar geçip giderler. Kimse bana iltifat etmez. Benim canım nar istiyor.” Dedi.

Hazreti Ali Efendimiz düşündü.
“Eğer bu elimdeki narı bu ihtiyara verirsem, Fatıma narsız kalacak. Eğer buna vermezsem Cenabı Hakk’ın ayeti celilesine “Ve dilenciye gelince (onu) azarlama” (Duha 93.10) ve Resulüllah Efendimizin (Laa teruddüsseeile velev kene ale fersin) emirlerine muhalefet etmiş olurum” diye düşündü ve narı ihtiyara verdi.

İhtiyar şifa buldu. Hazreti Fatıma validemiz de evde şifa buldu. Hazreti Ali Efendimiz Fatıma (Radıyallahü anha)’dan haya ederek hanei saadetine geldi. Hazreti Fatıma, Hazreti Ali Efendimizi görünce O’nu ayakta karşıladı. Narın hadisesini öğrenince:
“Ya Ali! Sen üzülme; Allahü Teala’nın izzet ve celaline yemin ederim ki sen o ihtiyara o narı verdiğinde gönlümde, nara karşı olan iştah gitti” dedi.

Hazreti Ali (Radıyallahü anh) O’nun bu sözleri ile ferahladı. O anda bir kimse gelip Hazreti Fatıma’nın kapısını çaldı. Hazreti Ali Efendimiz:
“Kimsin?” diye sual buyurduklarında:

“Aç kapıyı ben Selman-ı Farisi’yim” diye ses geldi. Hz. Ali (Radıyallahü anh) kalkıp kapıyı açtı ve Selman (ra) içeri girdi. Elinde üzeri mendille örtülü bir tabak vardı. O tabağı Hz. Ali’nin(Radıyallahü anh) önüne koydu. Hz. Ali Efendimiz:
“Bunu kim gönderdi?” Dedi.

Hz. Selman:
“Bunu Allah Teâlâ Hazretleri Resûllah’a gönderdi. Nebi Aleyhisselam da zatı şerifinize gönderdi” buyurdu.

Hz. Ali Efendimiz tabağın örtüsünü açtı. Baktı ki, tabakta dokuz tane nar var. İmam-ı Ali buyurdular ki:
“Yâ Selman! Bu getirdiğin bana olsa on olurdu. Çünkü Hakk Teâlâ: “Kim bir iyilik ile gelirse onun için on misli vardır” (En’am 6, 160) buyuruyor. Bu ise ona uymuyor. Buyurdular.

Selman (r.a) tebessüm ederek, sakladığı bir narı da çıkarıp tabağa koydu. Ve:
“Yâ Ali! Allah’a yemin ederim ki bu narlar on idi. Fakat ben seni tecrübe için bir tanesini saklamıştım” buyurdu.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 01 Oca 2016 19:50:52
HAZRETİ ZEKERİYA KISSASI
DUANIN GÜCÜNE İNANMAK
(PROF.DR.ALİ AKPINAR)
Yüce Rabbimiz ,kitabında İmran ailesini anlatır.Seçkinlerden bir ailedir bu aile.Bir Kuran suresine sim olmuş bir aile.Bu ailenin seçkinlerinden olan İmranın karısı Hamne hamile kalır ve karnındaki çocuğu yüce Allaha adar.Anne çocuğunun erkek doğacağı ümidiyle onu mabede adar.Çocuk doğacak ve mabede adanacak,orada ibadet ve taatle büyüyecek ve Allahın kullarına hizmet edecekti.Böylece dünya ve dünyalıklardan uzak,gerçek anlamda özgür olacaktı.
Nihayet çocuk dünyaya gelir.Lakin kız olarak doğar.Ama yapacak bir şey yoktur,o çocuk adanmıştır Allaha ve Onun (cc)mabedine.Doğuran anne koyar çocuğun adını.Adı Meryemdir onun.Çocuğun teyzesinin kocası –eniştesi Hazreti Zekeriya peygamber çocuğun hamiliğini,hizmetini üzerine alır.Adanmış çocuğa yüce Mevla,Zekeriya gibi bir peygamberi koruyucu kılar.Tıpkı suya atılan Musa bebeğe zamanın kral ve kraliçesini hizmetçi kıldığı gibi.Tıpkı kuyuya atılıp köle diye satılan Yusuf çocuğa Mısır Azizi ve karısını hami kıldığı gibi.Artık çocuk Zekeriya aleyhisselamın himayesinde bir gül gibi yetişir.Hazreti Zekeriya bir gün çocuğun mabeddeki hücresine girer,bakar ki yanında birtakım rızıklar vardır.Mevsim normallerinin üstünde şeylerdir bunlar.Kışın ortasında yaz meyveleri Meryemin yanındadır.Hayretler içerisinde olan Zekeriya sorar ve hayretini artıran cevaplar alır Meryem kızdan:’’Zekeriya ,onun yanına,mabede her girişinde orada bir rızık bulur ve,’Ey Meryem,bu sana nereden geliyor?’der;o da,’Bu,Allah tarafındandır.Allah,dilediğine sayısız rızık verir,derdi.’’(Al-i İmran,37)
Hazreti Zekeriya o sıralarda ileri yaşta bir ihtiyardır,karısı da ihtiyar ve kısır bir kocakarıdır.Zekeriya peygamberin o yaşa kadar çocuğu olmamıştır ve çocuk olmasından da ümidi kesmişlerdir.Ne var ki Hazreti Zekeriya,Meryem kızda gördüğü bu olağanüstülük karşısında hayretler içerisinde kalır ve olmazları olduran yüce Allahın erişilmez kudretini bir kez daha hatırlar ve o an oracıkta duaya durur:’’Orada Zekeriya,Rabbine dua etti:’Rabbim !Bana tarafından hayırlı bir nesil bağışla.Şüphesiz sen duayı akıyla işitensin!’ dedi.’’(Al-i İmran,38)’’Ey,Meryem kuluna bütün bu ikramları yapan Rabbim,sen istersen Zekeriya kuluna da bir çocuk bahşedersin.’’
‘’EVLAT MÜJDESİ NAMAZDA GELDİ’’
Zekeriya Peygamber ,yüce Mevladan bir nesil istedi ama hayırlı bir nesil istedi.Zira tek başına çocuk sahibi olmak hayırlı olmayabilirdi.Onun için Ondan (cc)hayırlısını istemek gerekti.O da öyle yaptı.Hazreti Meryeme nimetlerin bahşedildiği o mabedin içerisinde ve ondaki o olağanüstülüklere şahit olduğu o anda duaya durdu.Zira o biliyordu ki,makbul dualar için dua zamanı ve dua mekanı önemli idi.Tabii ki dua edenin içten ve samimiyeti de bir o kadar önemli idi.Gördükleri Hazreti Zekeriyanın konsantre olmasını sağlamıştı.
‘’Zekeriya mabede durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler:Allah sana,kendisi tarafından gelen bir kelimeyi tasdik edici,efendi,iffetli ve Salihlerden bir peygamber olarak Yahyayı müjdeler.’’(Al-i İmran,39)
İçten ve samimiyetle yapılan dualar,kabule şayan dualardı.Kullarına çok yakın olan ve dua ettiklerinde onların isteklerine karşılık veren yüce Rabbimiz,Zekeriya peygamberin bu içten yakarışlarını duydu ve hemen ona karşılık verdi.Evlat müjdesi,namaz ibadetinin içerisinde ve kıyamda dururken geldi.Adı yüce Mevla tarafından konulmuş bir çocuğun müjdesiydi bu.Hem de tam da duada istendiği gibi tertemiz bir çocuktu.Efendi,iffetli ve nebi olacak bir çocuk.
‘’Zekeriya,’Rabbim!’dedi.’Bana ihtiyarlık gelip çattığına ,üstelik karım da kısır olduğuna göre benim nasıl oğlum olabilir?’Allah şöyle buyurdu:İşte böyledir;Allah dilediğini yapar.’’(Al-i İmran,40)
DUA İÇİN ÖZEL ANLAR VARDIR
Şimdi bu kıssadan çıkarabileceğimiz dersleri görelim:
Yüce Allah erişilmez kudretin sahibidir.O (cc)isterse olazlar olur.O(cc)dilemezse hiçbir şey olmaz.Onun için kullar,Allahtan istemeli,samimi bir şekilde Ona (cc)iltica edip dua etmeli.Yüce Allahın katında herkes için,her türlü nimet vardır.Kul,asla ümidini kesmeden Ondan (cc)istemeli,ısrarla istemeli ve Ona(cc) güvenip dayanmalıdır.
Anne babalar olarak yüce Allahtan hayırlı nesil,zürriyetler istemeliyiz.Neslimizin hayırlı olması için de yapılması gerekenleri yapmalıyız.Güzel ve anlamlı isim koyma,helal rızık,temel eğitim,sünnetini yapma,evlilik çağında yardımcı olma ve benzeri görevleri layıkıyla yerine getirmeliyiz.
Zekeriya (as),Meryem kızın yanındaki olağanüstülükleri müşahede edip aşk makamında Rabbinden zürriyet istedi.İhtiyarlığına ve karısının kısırlığına rağmen nasıl çocuğunun olacağını hiç aklına getirmedi.Çocuk müjdesi gelince akıl makamına geçti ve bunun nasıl olacağını sordu.Elbette hikmetlere ermek için sormak gerekir.
Kuranın duaları,geri dönmeyen makbul dualardır.Kuranın muhatapları olarak bizler,bu duaları çokça okumalıyız.O günahsız dudakların duasını,o günahsız ağızların duası olarak Rabbimize sunmalıyız.
Zekeriya peygamber dua için yer ve zaman kollamıştır.Makbul ve müstecap dualar için bizler de duaların müstecap olduğu mekan ve zamanları kollamalıyız.Bir de Allahın ayetleriyle dolduğumuz coşkulu anlarımızı dua fırsatı olarak değerlendirmeliyiz.Beş vakit namazın ardı,mübarek gün ve geceler,seher vakitleri,Cuma saati dua için en önemli fırsat zamanlarıdır.Mekke-Medine harem bölgeler,Kabenin kapısı-Mültezem,kadim mabedler,cihad meydanları ve benzeri güzel ve özel yerler de dua için tercih edilmesi gereken mekanlardı.Gerçi dua,mekruh zamanı olmayan bir ibadettir ve temiz olan her yerde yapılabilir.Ama zikredilen özel yerlerde,özel zamanlarda ve coşkulu anlardaki dualar bir başkadır!
Hazreti Zekeriyanın namaz ibadeti içerisinde ve namazın kıyamında müjdeye nail olması da oldukça dikkat çekicidir.En temel ibadet olan namaz ve onun en efdal rüknü olan kıyam,İlahi füyuzata ereceğimiz bir fırsattır.Namaz bir dolum ve olum ameliyesidir.Onun için huzurda durup huzura ermeye bakmalıyız.
Duaların kabul edildiğini görünce,nimetlere erince bol bol zikir,tesbih ile şükretmeli asla şımarmamalı ve nimetin asıl sahibini unutmamalıyız.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 02 Oca 2016 08:29:45
Hz. Ömer (ra), sessizce, dinlenmekte olduğu odaya girer. Bir an çevresine göz gezdirir. Odasının bir yanında işlenmiş bir deri, bir diğer köşesinde de, içinde birkaç avuç arpa bulunan küçük bir torba vardı. İşte Allah Resûlü'nün odasında bulunan eşyalar bundan ibaretti. Bu manzara karşısında ağlamaya başlayan Hz. Ömer (ra)'in hıçkırıkları O'nu (asm) uyandırır. Kalkınca hasırın vücudunda iz yaptığını, kan oturduğunu gören Hz. Ömer (ra) ise omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başlar. Hz. Muhammed (asv) hayretle sorar:
“Ey Hattab oğlu! Niçin ağlıyorsun?”
“Ey Allah'ın Elçisi! İranlılar imparatorlarını saraylarda yaşatırken, Bizanslılar Kayserlerini lüks ve ihtişama boğmuşken sen ki Allah'ın Elçisisin... İzin versen de, biz de seni...”
Maksat anlaşılmıştır, Allah'ın Elçisi (asm), gelecekteki halifesinin sözünü hüzünlü bir tebessüm, tatlı bir el işareti ile keser ve
"Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı "(Ankebut, 29/64)
ayetini okuduktan sonra ekler:
“İstemez misin ey Ömer? Dünya onların olsun, ahiret te bizim!..”
M.Yusuf Kandehlevi, Hayatü's Sahabe, II/412.

Çevrimdışı M.TARIK

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.153
  • 2.487
  • 1.153
  • 2.487
# 02 Oca 2016 18:31:28
9 YILDIR ATANAMAYAN BİR ÖĞRETMENİMİZİN MEKTUBUNU OKUYUNCA ÇOK DUYGULANACAKSINIZ !
İSİMSİZ OLARAK PAYLAŞMAMIZI İSTEYEN BİR ÖĞRETMENİMİZDEN...
Güncelleme : 2016-01-02 17:33:24
Bu içerik 3897 kez okundu.
Site 0 Facebook 231 Tweetle 0 Google +1

 

BENCE EN GÜZEL İBRETLİK HİKAYE.....OKUYUNCA BU SAYFADA PAYLAŞMAK İSTEDİM....
 

2002 de Anadolu öğretmen lisesini kazandım. 2006 da mezun olup Gazi Ünv. Türkçe öğretmenliğini kazandım. 2010 da atanmak için yeterli puan aldım fakat tek ders için okulum uzadı geçemedim. Bir sene bekledim. Dersten yine geçemedim.

Dokuz Eylül Üniversitesinden yaz okulundan dersi aldım geçtim ama mezuniyet işleri uzadığı için o yıl da kpss puanını kullanamadım ve atanamadım. 6 yıllık bir ilişkim vardı ve 2011 yılında evlendim. O sene atanamadığım için mezun olduğum lisede öğretmenliğe başladım. Birinci dönem sonlarına doğru okulun yıkılma ihtimali olduğu için okul dağıtıldı. Ben işsiz kaldım. Çok iş aradım ama bulamadım. 3 ay zor koşullarda yaşadık. Düğünden gelen altın ve paralarla idare etmeye çalıştık. Daha sonra milli eğitimden aradılar son bir ay için öğretmen gerekiyormuş. Derslere girdim. Okullar kapanınca memlekete ailemin yanına gittik. Tarla, bağ, bahçe işlerinde çalışmaya başladım. Bir iki ay bu şekilde bu şekilde çalıştım. Daha sonra kiremit fabrikasında işe başladım. Bu arada eşim hamileydi. O yüzden sigortalı işte çalışmam gerekiyordu. İş yeri eksik sigorta yatırıyordu ama ses çıkaranları işten attıkları için ses çıkarmadık çıkaramadık.

Çalışırken polis alacakları haberini aldım. Kilolu olduğum için kilo vermem gerekiyordu. İş çıkışı fabrikadan eve 5 km koşarak gidiyordum. Bu şekilde bir ayda 20 kilo verdim. Polis sınavlarına girdim. Son aşamaya kadar geldim. Nedenini bilmediğim(!) bir durumdan dolayı elendim. Fabrikaya devam ettim. Daha sonra askerlik geldi çattı. 4 aylık bebeğimi ve eşimi geride bırakarak 2014 yılında askere gittim. Bu arada kpss ne oldu diye sorarsanız, işten boşluk bulduğum zamanlarda çalıştım ama atanacak puanı alamadım hiç. 6 aylık zehir gibi geçen askerlikten sonra ağustos 2014’te de yine işsizdim.

Tekrar eşimin memleketine gittim. Orada etüt merkeziyle anlaştım. İşe başladım asgari ücretle. Oradaki müdür istifa edince lisans diplomalı tek öğretmen ben olduğum için etüt merkezinin müdürü oldum. Dersane kömür kaloriferli ısınıyordu. Kazancı olmadığı için kazan işine de el attık. Temizlikçi de olmadığı için temizlik işleri de bize kalmadı. En son dersanelerin kapanma durumundan dolayı merkezin sahibi etüt merkezini kapattı. Çalıştığım yerde deniz olduğu için. Deniz sezonu yoğun turist çekiyordu. Etüt merkezinin sahibi merkezi apart pansiyona çevirdi. İş olmadığı için pansiyonculuğa başladım. Nevresimleri makineye atıp kuruması için asıyordum. Bulaşıkları, banyo ve tuvaletleri temizliyordum.

O sene öylece geçti. Yine atanamadım. Bu iş böyle olmayacak deyip tekrar ataması daha kolay bir öğretmenlik bölümünü kazandım. Ailecek üniversitenin olduğu şehre taşındık. Yine iş aramaya başladık. İki ay boyunca yine iş bulamadım. En sonunda bir markete personel olarak başladım. İçimdeki öğretmenlik ateşi beni kasıp kavururken günü idare etmeye evi geçindirmeye çalışıyorum. Markete gelen öğrenciler oluyor öğle arası. Kasiyer olarak onlara hizmet veriyorum. Yanlış anlaşılmasın. Kasiyerlik kötü bir meslek olduğu için değil. Ben 2006 da öğretmen olmak için evden çıktım. 9 seneden beri bu hayalle yaşıyorum. İçimde bir burukluk var. Ben bunun için 9 sene okudum lisede ve üniversitede.


Bazen aileler geliyor markete. Annesi oğluna şöyle diyor:
“BAK OĞLUM OKUMAZSAN, ÜNİVERSİTEYE GİTMEZEN BÖYLE BURALARDA ÇALIŞIRSIN. BU KADAR İNSANIN HİZMETÇİLİĞİNİ YAPARSIN.”
Ben sesimi çıkarmıyorum… Bilmiyorlar ki kasadaki adam bir üniversite bitirmiş. İkinci üniversitesinin 2. Sınıfında….

 

ÖĞRETMEN'iz Sayfasından

 

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 02 Oca 2016 18:58:08
BİLGE İLE KÖPEK

    Bir bilge, bir göletin başında oturmaktadır. Susuzluktan kırılan bir köpeğin devamlı olarak gölete kadar gelip, tam su içecekken kaçması dikkatini çeker. Dikkatle izler olayı. Köpek susamıştır ama gölete geldiğinde sudaki yansımasını görüp korkmaktadır. Bu yüzden de suyu içmeden kaçmaktadır. Sonunda köpek susuzluğa dayanamayıp kendini gölete atar ve kendi yansımasını görmediği için suyu içer. O anda bilge düşünür:

    -Benim bundan öğrendiğim şu oldu, der.
    -Bir insanın istekleri ile arasındaki engel, çoğu zaman kendi içinde büyüttüğü korkulardır. Kendi içinde büyüttüğü engellerdir. İnsan bunu aşarsa, istediklerini elde edebilir.

    İnsan, biraz daha düşününce, aslında gerçek öğrendiği şeyin bundan farklı olduğunu görür. Asıl öğrendiği şey, insanın bir bilge bile olsa bir köpekten öğrenebileceği bilginin var olduğudur.

       Bu yüzden ne varsa paylaş, senden de öğrenilecek bir şeyler vardır diğer insanlar için...

    Her insanın bir hikâyesi ve söyleyecek bir sözü mutlaka vardır.....

Çevrimdışı paptyaeylüler

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.071
  • 7.292
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 02 Oca 2016 20:43:31
Einstein konferanslarına hep özel şoförü ile
gidermiş. Yine bir konferansa
gitmek üzere yola çıktıkları bir gün şoförü
Einstein’a;
“Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken
... ben de arka sıralarda
oturup sizi dinliyorum ve neredeyse söyleyeceğiniz her
şeyi kelimesi
kelimesine biliyorum” demiş. Einstein gülümseyerek ona bir teklifte
bulunmuş:
“Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç
tanımıyorlar… O halde
bugün palto ve şapkalarımızı değiştirelim, benim
yerime sen konuş,ben de
arka sırada seni dinlerim.”
Şoför, gerçekten
çok şahane ve başarılı bir
konuşma yapmış ve sorulan bütün soruları doğru
cevaplamış. Tam yerine
oturacağı sırada bir kişi,
o güne kadar konferansta sorulmamış ağır bir
fizik sorusu sormuş.
Şoför, hiç duraksamadan soruyu soran kişiye dönüp:
“Böylesine basit bir soruyu sormanız gerçekten çok
garip” demiş.
Sonra da salonun arkasında oturan Einstein’ı
işaret ederek şöyle devam
etmiş:
“Şimdi size arka sırada oturan şoförümü
çağıracağım ve sorduğunuz soruyu,
göreceksiniz, o bile cevaplayacak.”
Netice:
1-AKILLI İNSANLAR, AKILLI İNSANLARLA
ÇALIŞIR
ve
2-İNSANIN ZEKİLİĞİNİN YANINDA UYANIKLIĞIDA İNSANA ÇOK ŞEYLER KAZANDIRIR...

Çevrimdışı sarnıç

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.385
  • 127.440
  • 8.385
  • 127.440
# 02 Oca 2016 22:51:08
Gölge etme başka ihsan istemem

Diyojen Büyük İskender zamanında yaşamış bir filozoftur. Çağdaşı alimler, tüccarlar ve halk Büyük İskender’in önünde eğilip ona yalakalık yapmasına rağmen Diyojen asla böyle bir şey yapmamıştır. Bir gün Büyük İskender şehri gezerken fıçı içinde yaşayan bir adama rastlar. Adam güneşin altında mayışmış bir şekilde yatmaktadır. Tüm serveti bir parça çul-çaput ile günlük olarak kullandığı malzemeleri koyduğu torba olan bu adam Diyojen’dir ve Büyük İskenderi karşısında görmesine rağmen istifini bozmadan güneşlenmeye devam eder. Askerler Diyojen’i bu saygısızlığından ötürü tartaklayacakken Büyük İskender engel olur ve:

-Herkes Büyük İskender geliyor diye ayağa kalkıyor, kimileri saygısından yerlere kapanıyor, sen neden ayağa kalkmıyorsun , yoksa sen Büyük İskender’i tanımıyor musun,  diye sorar.

Diyojen:

-Tanıyorum ve iyi biliyorum, diye cevap verir.

Büyük İskender:

-Öyleyse söyle bakalım ben kimim?

Diyojen:

-Sen benim esirimin esirisin, der.

Bu söz Büyük İskender’i şaşırtmıştır. Atından iner ve:

-Ne demek bu, diye sorar.

Diyojen:

-Sen toprak için, mal için insan öldürüyorsun. Halbuki bunlar benim değer vermediğim şeyler, benim esirim. Sen ise benim esirime köle olmuşsun. Kim kime ayağa kalkacak?

Büyük İskender Diyojen’in kimseye minneti olmayan  büyük bir filozof olduğunu anladı ve kıyak çekmek istedi:

-Dile benden ne dilersen!

Diyojen:

-Güneşimi kesiyorsun, gölge etme başka ihsan istemem!

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 03 Oca 2016 08:37:56
“Akşam vakti şehir merkezinin ara sokaklarında yürürken geçişmek üzere olduğumuz gür aksakalları göğsüne kadar inen bir dede ansızın bana mütebessim bir bakış fırlattı. ‘Sen o ekrandaki hoca değil misin? Seni ne kadar da çok izledim!’ Dedi. Harika bir tatlı tebessümle yaklaştı ve soğuğun soluğumuzu görünür kıldığı o sokağın ortasında kucaklaştık.
“Bana birkaç soru sordu. Konu uzayınca kendisini kenara çekip sordum: ‘Hayırdır dede, kucağında taşıdığın bu karton kutuya dizdiğin kalemleri çakmakları bu şiddetli Ankara soğuğunda satmaya muhtaç mı düştün? Bir yerden emekli olamadın mı? Hayata tutunmuş yardımcı çocukların yok mu?’
Ekrandan hatırladığı unvanla hitap ederek, ‘Ah Muhammed hocam, 77 yaşındayım’ dedi. ’50 yılım çalışmakla geçti. Bir evim vardı; onu da oğlum kumarda yok etti.’ Sözün burasında durdu, yutkundu, titreyen gözlerinin içine bakıyordum. İnleyen bir mırıldamayla devam etti. ‘Ben evladımı çocukken her kötülükten sakındırırdım, ‘aman dinini imanını öğrensin, edepli olsun’ diye ne gayretler gösterirdim. Ama olmadı. Başaramadım. Emekli maaşımla kızlarıma yardım ediyorum. Yetmediği için de mecburen bu işi yapıyorum. Bakıyorum nice kötü ve duyarsız adamların melek gibi evlatları oluyor. Ben de kendime, ‘Nerede hata yaptım’ diye soruyorum. Benim imtihanım çok çetin, çok!’
Dedeyi rahatlatacağı ümidiyle bir şeyler geveledim. İşte, Hz. Nuh (as) peygamber olduğu halde oğlu Kenan ona isyan etti. Bir peygambere bile oğlunun kaderini belirlemek imkânı verilmemişse, sen kendini neden suçluyorsun? Üzülme, hayat fani. Ne yapalım.’
Dededen ayrılıp buz gibi soğukta titreyerek yürürken, kendimin ve çocuklarımın geleceğini düşündüm. ‘Sen kime akıl satıyorsun!’ dedim kendime. Sen ateşin düştüğü yeri nasıl yaktığını bilir misin? Sen son nefesine kadar ahlakını koruyacağından emin misin? Senin evlatlarının da birer edepsiz kumarbaz olmayacaklarının bir garantisi mi var? Çocukların için şimdiden Rabbine yalvarıp yakarıyor musun? O dede, kurtarmaya çalıştığı halde evladını kaybetti. Bir ömürdür inşa ettiği binası çöktü. Peki sen kendinin ve evlatlarının ahiretlerinin kurtulması için yeterince çabalıyor musun? Gelecekte kötülüklere bulaşmayacaklarına dair bir garantin mi var? Neden bu kadar rahatsın?” Dr. Muhammed Bozdağ

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 03 Oca 2016 12:04:52
kulda, okul müdürü üç öğretmeni çağırıp şöyle dedi:
“Siz üç öğretmen, sistemde en iyi ve en uzman kişiler olduğunuz için, doksan tane seçkin üstün zekâlı öğrenciyi size vereceğiz. Bu öğrencilerin gelecek yıl da aynı hızla çalışıp çok iyi bir eğitim almalarını bekliyoruz.”

Üç öğretmen, öğrenciler ve öğrencilerin anne ve babaları bunun çok iyi bir fikir olduğunu düşünüyorlardı. O okul dönemi hepsinin özellikle hoşuna gitti. Okul bittiği zaman öğrenciler şehirdeki diğer öğrencilere göre yüzde 20-30 daha başarılıydı. Yıl sonu geldiğinde müdür üç öğretmeni çağırıp onlara:
“Bir itirafta bulunmak istiyorum. En zeki öğrencilerin 90’ı sizde değildi. Onlar ortalamanın biraz üstünde öğrencilerdi. O 90 öğrenciyi listeden tesadüfen seçtik” dedi.

Bu gerçeği duyan öğretmenler, öğrencilerde görülen yüksek başarının kendi öğretme kabiliyetleriyle ortaya çıktığını düşünmeye başladılar.

Ama okul müdürü:
“Bir itirafım daha var” dedi. “Siz de en başarılı öğretmenler değilsiniz! İsimlerinizi bir torbanın içine doldurduğum kâğıtların arasından rasgele seçtim. Siz inandığınız için başarılı oldunuz. Onlar da öyle…”

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 03 Oca 2016 16:14:42
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
kulda, okul müdürü üç öğretmeni çağırıp şöyle dedi:
“Siz üç öğretmen, sistemde en iyi ve en uzman kişiler olduğunuz için, doksan tane seçkin üstün zekâlı öğrenciyi size vereceğiz. Bu öğrencilerin gelecek yıl da aynı hızla çalışıp çok iyi bir eğitim almalarını bekliyoruz.”

Üç öğretmen, öğrenciler ve öğrencilerin anne ve babaları bunun çok iyi bir fikir olduğunu düşünüyorlardı. O okul dönemi hepsinin özellikle hoşuna gitti. Okul bittiği zaman öğrenciler şehirdeki diğer öğrencilere göre yüzde 20-30 daha başarılıydı. Yıl sonu geldiğinde müdür üç öğretmeni çağırıp onlara:
“Bir itirafta bulunmak istiyorum. En zeki öğrencilerin 90’ı sizde değildi. Onlar ortalamanın biraz üstünde öğrencilerdi. O 90 öğrenciyi listeden tesadüfen seçtik” dedi.

Bu gerçeği duyan öğretmenler, öğrencilerde görülen yüksek başarının kendi öğretme kabiliyetleriyle ortaya çıktığını düşünmeye başladılar.

Ama okul müdürü:
“Bir itirafım daha var” dedi. “Siz de en başarılı öğretmenler değilsiniz! İsimlerinizi bir torbanın içine doldurduğum kâğıtların arasından rasgele seçtim. Siz inandığınız için başarılı oldunuz. Onlar da öyle…”
Okuldaki diğer öğretmenler de bu durumdan hoşnut olmayabilecekleri için genel başarı dusmustur. Toplu bir kalkınma daha iyi olurdu.

Çevrimdışı eessrraa

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.908
  • 46.143
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 03 Oca 2016 17:19:22
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Okuldaki diğer öğretmenler de bu durumdan hoşnut olmayabilecekleri için genel başarı dusmustur. Toplu bir kalkınma daha iyi olurdu.

kim bilir, belki de, sonuçları ve durumu herkes aynı anda öğrenmiştir de...sonraki yıl herkes aynı şekilde çalışmış da olabilir... toplu kalkınma gerçekleşmiştir...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 03 Oca 2016 17:25:14
Borç yükünden beli bükülmüş bir kişi Hz Ali’ye(r.a.) gelerek kendisine yardımcı olmasını istemişti.Hz. Ali (r.a.) kendisine şöyle demiştir.

Rasulüllah’ın bana öğrettiği bu duayı sana öğreteyim de ,onu okursan,üzerinde sebir dağı kadar borç olsa Allah Teala o borcu ödemen için yardım eder.” Demiş ve aşağıdaki duaya devam etmesini tavsiye etmiştir.

“Allâhümme ikfini bi helâlike an harâmike,ve eınnibi fazlıke ammen sivake.”(Hz.Ali^’den (r..a) Tirmizi,Daavât 1211)

Analamı: ” Allah’ım! helalinden bana yetecek kadar vererek beni haramlardan koru.Lütfunla beni senden başkasına muhtaç etme.”

Çevrimdışı M.TARIK

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.153
  • 2.487
  • 1.153
  • 2.487
# 03 Oca 2016 18:52:04
Futbolcunun Karısı
halibrahim ekledi - 26 Mayıs 2009İbretlik Hikayeler
Amerika'da top koşturan ünlü bir futbolcunun güzel bir karısı vardır. Futbolcunun karısı bir ara görünmemiş ve komşuları polise telefon etmiş. Futbolcunun karısı ortalıkta yok demişler. Futbolcu karısını öldürmüş olabilir, diyen komşuların ihbarını değerlendiren polisler; kadının ölmüş olduğu kanaatine vararak adamı tutuklamışlar. Mahkeme günü gelmiş. Futbolcu çok para vererek en iyi avukatı tutmuş. Avukat müvekkilini savunmak için hakime demiş ki:
- Hakim bey! Müvekkilim suçsuzdur. Bunu kanıtlamak için birazdan karısı salona girecek!
Herkes merakla mahkeme salonunun kapısını gözlüyormuş. Bir süre sonra kadının gelmediğini soran hakim kadının nerede olduğunu sorunca... Avukat demiş ki:
- Siz dahi inandınız kadının yaşadığına ve kapıya baktınız. Müvekkilim karısını öldürmemiştir. Bilakis karısı kaçmıştır!...
Hakim kararı açıklamış:
- Futbolcunun suçu sabit görülüp, karısını öldürdüğüne... Sanığın 15 yıl hapis cezasına çarptırılmasına...
Avukat çıkışta hakime sorar:
- Neden bu kararı verdiniz, oysa ki siz de kapıya bakmıştınız?
Hakim avukata bir hayat dersi verir:
- Ben baktım... Fakat müvekkiliniz kapıya göz ucuyla dahi bakmadı!!!

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 03 Oca 2016 22:01:49
Bir gün arkadaşı Fatin Gökmen’in evine gidip evinde sohbet etmek üzere onunla sözleşir.Sözleştikleri gün İstanbul’da şiddetli bir yağmur ve fırtına başlar,gemiler çalışmaz.Fatin Gökmen,böyle bir havada Akif’in gelemeyeceğini düşünerek bir komşusunun evine gider.Ancak Akif eve gelir,onu bulamaz ve çekip gider.Ertesi gün Fatin Gökmen,Akif’ten özür diler,fakat Akif  bu özrü kabul etmez.Ona şunları söyler:’’İnsanlar sözleriyle bağlanır,biz senle sözleşmiştik,sen sözünde durmadın,artık sana güvenemem.’’Akif  yakın arkadaşıyla üç ay konuşmaz.

Bir başka olay da M.Akif’in diklenmeden dik durmasına şahit oluyoruz.’’Hüzün Şairi’’ Darül Fünun’da kendisi gibi edebiyat dersleri veren yakın arkadaşı Ferit Kam Bey’in haksız yere görevden alınması üzerine kendisi de ertesi gün istifasını verir. Sebebi sorulunca,’’Arkadaşıma yapılan haksızlık bana yapılmış sayılır. Böyle bir durumda göreve devam edemem.’’ diye cevap verir.
       
"Hüzün Şairi’’ bir yakın arkadaşıyla’’ Hangimiz önce ölürse,hayatta kalan ötekinin  çocuklarına bakacak’’ diye sözleşir.Arkadaşı kendisinden büyüktür ve gün gelir vefat eder.Beş çocuğuyla kıt kanaat geçinen M.Akif, arkadaşından kalan üç çocuğun da bakımını üstlenir

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK