Güzel Olduğu Kadar İlginç Bir Hikaye; “99 Üzüm” III. Bölüm
Her zaman gittiğimiz yol üzerinden yine köye doğru giderken aklıma üzümleri aldığımız yol kenarındaki satıcı geldi. Çok sert ve kaba birisi olduğunu, hatta biraz da olsa beni korkuttuğunu hatırladığım halde, Ona o üzümleri nerden aldığını sormayı düşünüyordum. Ancak bütün dikkatime rağmen yol kenarında o kişiye hatta hiçbir satıcıya rastlamadım.
Dağlık yoldan köye ilerlerken eşimle önce Fatihin yanına mı, yoksa Ali abimin yanına mı gidelim diye konuşuyorduk ki, yola bir hayvan fırladı. Çarpmamak için sağ sol derken arabayı şarampole kaçırdım. Az daha uçurumdan aşağıya yuvarlanacaktık ama büyük bir ağaç sayesinde durabildik. Rabbime şükürler olsun ki eşimde de bende de en ufak bir sıkıntı olmamıştı ama, araba için maalesef aynı şeyi söyleyemiyorduk.
Bu durumda ne yapacağımızı düşünmeye başladık ancak birilerinin gelip bize yardım etmesini beklemekten başka bir şey yapamıyorduk. Cep telefonlarımız dağlık araziden dolayı çekmiyordu ve yol tamamen boştu. En yakın yerleşim birimi de gitmek istediğimiz köydü. Kısa bir hesaplama yaptığımda yanlış hesaplamıyorsam 15-20 km kadar daha yol vardı. Eşime, “hadi yavaş yavaş yürüyelim,” dedim. Fakat o yaptığımız kazanın da etkisiyle korkmuştu. Bana da “bu saatte nereye gideceksin, biraz sonra zifiri karanlık çökecek, elbet biraz sonra bir araç gelir bekleyelim,” dedi. Yüzündeki endişeyi görünce moral vermek istedim ama durumumuzda pek de moral verebilecek bir şey yoktu.
Bir müddet bu şekilde bekledikten sonra yerimizden kalktık ve yavaş yavaş da olsa yürümeye başladık. Daha bir 5-6 dakika kadar yürümüştük ki yolun diğer tarafında bakımsızlıktan kurumuş üzüm bağlarının içinde terk edilmiş bir kulübe olduğunu fark ettik. Eşime hadi şuraya bir bakalım dedim. Birkaç defa seslendik ve ardından kapıya vurduk ama ses gelmediği için kapıyı itekledim ve ardına kadar kapı açıldı. Telefonlarımızın fenerleri ile içeriye girdik ve etrafı kolaçan ettiğimizde ilk bakışta birkaç yıldır terk edilmiş bir yer olduğunu anladık. Fakat içeride geceyi geçirebileceğimiz kadar da olsa eşyalar vardı. Her ne kadar eşyalar toz toprak içerisinde de olsa bu durumda burası büyük bir nimetti. Etrafa daha dikkatli bakınca duvarda bir gaz lambası bulduk. Hemen altında da bir bidon gaz vardı. Gaz lambasını yaktık ve eşime, “sen burada bekle ben yola çıkacağım, belki bir araca denk gelirsek kaçırmak istemeyiz,” dedim.
Eşim kulübede beklerken bende birkaç saat yolda bir kenara oturmuş oradan geçecek bir araba bekliyordum. Ancak vakit bir hayli geç olduğu için ümidim kalmadığından bende kulübeye döndüm.
Eşimi bir kenarda ağlarken buldum. Önce farklı bir durum mu olduğunu anlamak için, “ne oldu iyi misin?” diye sordum. Daha sonra kazanın ve içine düştüğümüz bu durumun etkisi ile ağladığını düşünerek onu teselli amaçlı sıkıca sarıldım. “Halimize şükredelim, bak sabah olunca bu yaşadıklarımızın hepsi bitecek, hem sana da bana da bir şey olmadı değil mi? önemli olan da bu bir tanem,” dedim. Fakat eşim başını kaldırarak, “hayır” dedi. “Bu yaşadıklarımızdan dolayı ağlamıyorum ben. Ben farklı bir şeyden dolayı ağlıyorum, sana söylemek istediklerim var fakat nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum.” “Anlat bir tanem, seni bu kadar üzen şey nedir?” dedim. “Bu çok zor ama sana anlatmak zorundayım ne olur beni affet Ali’cim.” Onu tekrar kendime doğru çektim ve “merak etme, sen benim hayat arkadaşımsın, canımsın can yoldaşımsın, sen bugüne kadar beni hiç üzmedin, söyle bana,” dedim.
Daha sonra ellerinde buruşmuş olduğu bir kağıt parçasını bana gösterdi.” Bak burada ne yazıyor biliyor musun? Buranın sahibi masanın üzerine bırakmış bu notu. Burada hayatını kaybetmiş çocuğun acısına daha fazla dayanamayacağını yazmış ve burayı terk etmiş. Sonunda da Bahçemdeki üzümlerden yiyen herkese hakkımı helal ediyorum demiş.”
Daha sonra eşim anlatmaya başladı, “biliyorsun ilk eşimden ayrıldığımı söylemiştim sana.” “Evet,” dedim, “bunun bir öneminin olmadığını da ben sana söylemiştim,” dedikten sonra devam etti. “Ancak sana söylemediğim bir şey daha var ondan bir çocuğum olmuştu. Daha sonra bir kazada onu kaybettik ve eşim senin köyünde yaşayan Fatih isminde birisiydi.” “Nasıl?” dedim hayretle. Duyduklarım karşısında şok olmuştum. “Bunu neden bana daha önce söylemedin. Bilmiyorum ama söyleyemedim işte belki seninle olan sevgimizin yaralanacağından korktuğum için, belki de o günleri hatırlamamak için, belki de başka bir şeylerden ama söyleyemedim. Ne olur affet beni canım ne olur,” diye hıçkırarak ağlamaya devam etti.
“Fatihle önceleri çok iyi anlaşıyorduk ama çocuğumuz olduktan sonra ona o kadar düşkün bir hale geldi ki anlatamam. İlk zamanlar bu çok hoşuma gidiyordu ama durum giderek sıkıntı haline dönüşmeye başlamıştı. Artık beni tamamen boşlamıştı ve umursamaz olmuştu. Evimiz çocuk eşyaları ile dolup taşmıştı. İnan bana abartmıyorum, eşyaların hepsini versek çocuk yurdundaki tüm çocuklara yetebilirdi. Sabahlara kadar çocuğumuzun başucunda bekler, onu gözetler ve azıcık öksürse hemen doktora götürürdü. Çocuğumuz büyüdükçe durum değişir sandım ama maalesef durum aynen devam etmişti. Her insan çocuğunu sever fakat Fatih’te bu iş aşırıya kaçmıştı. Bir gün köyünden bahsetti ve çocuğumuz da köyü görmek istedi. Atladık arabaya ve yine bu aynı yoldan geliyorduk. Buranın tam yanından geçerken çocuğumuz üzümleri görmüştü ve onlardan yemek istedi. Fatih arabayı durdurdu ve üzümlerden bir salkım kopardı. Arabaya getirdiğinde ben, “olmaz! sahibinden izin almadın, bunlar haramdır,” dedim.
Fatih ise oralı bile olmadı, çünkü çocuğu istemişti onları ve o isteyince akan sular dururdu onun için. Her ne kadar karşı çıksam da üzümleri çocuğa verdi. Çocuğa anlatmaya çalışsam da o da umursamadı. Yola devam ettik. Çocuk üzümleri iştahla yerken ne olduğunu anlamadığımız bir şekilde tam uçurumun kenarından geçerken çocuğun kapısı açıldı ve aşağıya düştü. Anında arabayı durdurup aşağıya indik ama çocuğumuz uçurumun en aşağısana kadar yuvarlanmış ve çok yaralanmıştı. Hemen geri şehre dönerek hastaneye yetiştirdik, maalesef iş işten geçmişti. Fatih per perişan durumdaydı. Çocuğumuzu köyünüze götürdü ve gömdü. Aradan bir iki hafta geçmişti ki rüyasında çocuğumuzu cehennemde ateşler içinde yanarken görmüş. Sebebinin de bu üzümler olduğunu söylemiş. Ben, her ne kadar “olmaz öyle şey, o daha ufacık bir çocuk, Rabbim ona herhangi bir günah yazmaz,” desem de Fatih kendini kaybetti. İşe gidip gelmez oldu, ben ona kendini toparlaması gerektiğini anlattıkça o daha kötü oluyordu. Hatta beni dövmeye başlamıştı ve sonunda beni istemediğini söyleyerek evden kovdu. Tüm bunlara rağmen birkaç defa geri yanına dönsem de bana büyük hakaretler yağdırarak her seferinde kovdu. Sonra öğrendiğime göre şehirden ayrılmış ve köyüne dönmüş. Bende mecburen hayatımın bu safhasını aklımdan silmeye çalıştım.”
Eşim bana bakarak, “tüm bunları sana daha önce anlatmadığım için ne olur affet beni,” dedi. Bu durum karşısında ne yapacağımı şaşırmıştım, ama eşime kızamazdım. Fakat bunları bildiği halde neden benimle köye dönmek istediğini anlayamadım. Yoksa hala aklı Fatihte miydi? Ama eşim devam etti. “Ne olur beni yanlış anlama. Sen köydeki Fatma annenden bahsedince benim gerçekten Fatih hiç aklıma bile gelmemişti ve sadece hem sen Fatma anneni gör hem de belki bende çocuğumuzun mezarının bulunduğu yeri ziyaret etme fırsatım olabilir dedim. Fatma annenin definin den sonra da oradaki diğer mezarlarda çocuğumu aradım ve onun için de ayrıca gözyaşı döktüm. Fakat yine sana anlatamadım.”
Sabahın ilk ışıkları da belirmeye başlamış ve artık durum açığa çıkmıştı. O sırada bir traktör sesi duydum ve hemen yola koştum. Traktöre seslenerek durdurdum. Traktörün üstündeki adamı görünce gerçekten şaşırmıştım. Çünkü o gün üzümleri kendisinden aldığım adamdı. Birden bu o Cuma gününü hatırladım. Yanı başımdaki gür sakallı o ihtiyar adam “Hocayı dinle boş şeylerden bahsetmiyor” diyen adam da buydu. Yine benim bir şey söylememe fırsat vermeden bana, “hadi eşini de al gel, buralarda gözünüze uyku girmemiştir,” diyerek sesli bir şekilde güldü.
Yol boyunca hiç konuşmadan köye girdik. Bizi Fatma anamın evinin önüne geldiğimizde indirdi ve “benim yolum burada bitiyor,” dedi. Kapıyı çaldık ve Ali abim bizi karşıladı. Arkamızı döndüğümüz de traktör ve adam çoktan yok olmuştu. Ali abim artık bana çok farklı bakıyordu ama ona bu karışık durumu izah edemezdim. Sadece gece ufak bir kaza yaşadık ve arabayı kaza geçirdiğimiz yerde bıraktığımızı söyledim. Sonra Fatihin yanına gitmek istediğimi söyledim. Beraberce Fatihin evine gittik. Ali abime, abi yanlış anlamazsan Fatih’le eşimin ve benim yalnız görüşmemiz gerektiğini söyledim. Büyük bir saygıyla, “elbette,” dedi. Geçen seferki gibi kapı yine aralıktı ve seslenerek içeri girdik. Fatih beni görür görmez ayağa kalktı ve koşup ellerime yapıştı. Onu zor durdurdum. Sonra, “bak yanımda kim var,” dedim ve eşime bakıp şaşkınlıkla öylece kaldı. Eşimin yanaklarından düşen damlaları görüyordum ve Fatihe durumu uzun uzun anlattık. Fatih büyük bir metanetle bizi dinledi ve demek “oğlumdan haber getirdiniz bana ha,” dedi. “Demek ki durumu iyi öyle mi ?” dedi. Yüzünde sıcak bir gülümsemeyle. Eşim ona artık kendini toparlaması gerektiğini söyledi. O da eşime dönüp sadece, “bana sende hakkını helal eder misin?” dedi. Eşimde, “helal olsun, helal olsun,” dedi. Sonra iznini isteyerek dışarı çıktık. Kapıda Ali abim bizi bekliyordu yanına gittiğimizde, “üzümleri gördünüz mü?” diye sordu. Aklımıza üzümler gelmemişti. Arkamızdan Fatih geldi ve elindeki üzüm salkımını bize uzattı. Üzümler gerçekten çok güzel gözüküyorlardı ve dikkatle bakınca içlerindeki Allah yazısı çok net gözükebiliyordu. “Onlar sana oğlundan hediye, kimseye vermene gerek yok Fatih kardeşim,” dedim ama o artık onlara gerek kalmadığını söyledi. Ali abime ve eşime baktıktan sonra üzümlerden bir tane kopardım ve bende eksilmediğini gördüm. Ali abime kopardığım üzümü uzattım yedi. Ardından bir tane de ben yedim yine eksilmemişti. Son olarak eşime salkımı uzattım ve o da koparıp bir tane yedi. Bu tat daha önce yediğimiz hiçbir üzümün tadına benzemiyordu. Eşim salkımı tekrar Fatihe uzattı ve Fatih derin bir iç çekerek hamd etti. Besmele ile üzümden bir tanede o kopardı ve ağzına attı. Sonra hepimizin gözleri önünde üzüm salkımı hızla kurumaya başladı ve yok oldu.
Fatih bize teşekkürlerini ve ardından mutluluklarımızı diledi. Ali abim bir şey anlamamıştı ama biz üçümüzde artık daha mutluyduk. Oradan ayrılıp Ali abimin evine gittik. Ona pek bir şey anlatmadık ama o da bazı şeylerin anlatılamayacağını bildiğinden bize bir şey sormadı. Evine geri döndüğümüzde, Ali abinin büyük oğlu ve yanında birkaç arkadaşı traktörün arkasına arabayı bağlamış getirmişlerdi bile. Arabada kaputu haricinde bir sıkıntı olmadığını bu şekilde rahatlıkla şehre kadar gidebileceğimizi söylediler. Bu haberde eşimi ve beni sevindirdi. Ardından yemek için eve girdik. Ali abim elinde büyük bir fotoğraf albümüyle odadan çıktı. “Çocukluk resimlerimizin ve Fatma annemizin resimlerine bakmak ister misin kardeşim?” dedi. Sevinerek elime aldım ve bakmak için sayfaları değiştirmeye başladım. Ali abimde resimlerde kimlerin olduğunu anlatıyordu. O sırada içeriden seslendiler “sofra hazır yemeğe buyurun,” diye. Ali abimde “geliyoruz şimdi,” dedi ve son sayfayı da açtı ve bu da annemle benim rahmetli babam dedi. Bir kez daha şoka girmiştim çünkü çocukluğumuzda çok çalıştığı için fazlaca görmeye fırsatım olmadığı bu yüzden de hafızamdan tamamen silinmiş olan Ali abimin babası bana Cuma namazında seslenen, üzümleri satan ve son olarak da sabahın erken saatlerinde bizi köye getiren adamın ta kendisiydi.