İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 03 Eki 2017 22:31:47
Yaşlı bir baba…

Kuzu etinden imal edilmiş yaprak döneri çok severmiş…

Bir gün canı yaprak döneri çok çekmiş. Babasının isteğini fark eden oğlu, almış babasını ve güzel bir lokantaya götürmüş… Baba, yemeği önce kendisi yemek istemiş… Ancak yaşlılığın verdiği zayıflık sonucu elleri titrediği için lokmayı ağzına götürmek istediği her seferinde üzerine dökmüş, yağı sakalına damlamış…

Lokantadaki insanların bakışları da pürdikkat onların üzerindeymiş… Aşağılayıcı bakışlar, alaycı tavırlar, surat ekşitmelerle arada bir yaşlı babaya bakıyorlarmış. Bir süre sonra oğlu sabır ve itina ile lokmaları babasının ağzına koymaya başlamış…

Nihayet yemek bitmiş ve oğlu babasını alıp lavaboya götürmüş, elini-yüzünü iyice yıkamış, üstünü-başını silip temizlemiş, saçını-sakalını düzeltip taramış, gözlüklerini silip gözüne takmış, ardından da koluna girip dışarı çıkarmış…

Lokantada bulunanların hakaretamiz bakışları hâlâ onların üzerinde… Hiçbir bakışı umursamayan çocuğun ise yüzünde hep tebessüm varmış, babası çok sevdiği yemekten yiyip lezzet aldığı için…

Yemek parasını ödeyip çıkıyorlardı ki, arkalardan yaşlı bir amca seslenmiş:
– Hey evlat, burada bir şey bıraktığını unutmadın mı?

Az düşündükten sonra çocuk cevap vermiş:
– Hayır, masada bir şey bıraktığımı sanmıyorum!

Yaşlı amca:
– Hayır evlat, yanılıyorsun. Sen burada çok değerli bir şey bırakıp gidiyorsun!

Şaşkınlık içinde:
– Ne bırakmışım ki amca?!
– Sen burada, her evlat için bir ders ve her baba için bir umut bırakıp da gidiyorsun!…

Tam bir sessizlik hâkim olmuştu salona… Herkes yaptığından, düşündüğünden utanç duyuyordu…

Unutmuşlardı bir an, her sıkıntıda babalarına sığındıklarını:
– Baba! Şunu istiyorum.
– Baba! Bana şunu al.
– Baba! Şu okulda, şu üniversitede okumak istiyorum, şu kadar harç gerekiyor.
– Baba! Okul masrafları için şu kadar para lazım.
– Baba! Falan şehre gezmeye gitmek istiyorum, para ver.
– Baba! Doğum günümde bana ne aldın?
– Baba!…
– Baba!…

Ama bir defa olsun dememişlerdi sanki:
– Yanımdasın ya baba, benim için her şeye değer ve yeter!…
– Babam! Senin yanında olmak benim için bir dünyadır…

Hep sahip olmak istediklerimizden söylenip durduk, yokluklarımızdan sitem edip şikâyetçi olduk… Ama belki de hiç sormadık ona:
– Baba! Senin benden bir isteğin var mı?

Çoğumuza sormuşlardır kesin çocukluğumuzda, “Anneni mi çok seviyorsun, babanı mı?” diye. İlk başta “Her ikisini.” desek de az ısrar sonucu utanarak, sıkılarak kısık sesle, “Annemi.” diyorduk; buna rağmen baba içindeki acıyı bize hissettirmeden tebessüm ediyordu. Kim bilir, belki de herkesin yanında utanıyordu…
Ama bir gün gelir de kayıp giderse elinden, aile fertlerinin güzel yaşaması için ne tür zahmetlere katlandığını işte o zaman anlarsın…

Düşünüyorum da baba hakkında bir sure inmiş olsaydı, kesin babaya da yemin edilirdi:

Andolsun ekmek kokan nasırlı ellerine!…
Andolsun hep kaygı taşıyan gözlerine!…
Andolsun içine akan kutsal gözyaşlarına!…
Andolsun keder dağına dönüşen yüce kalbine!…
Andolsun gururuna, garipliğine, kadri bilinmeyen kadrine!…

Cennet senin ayaklarının altında olmasa da…

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 05 Eki 2017 15:25:55
Ünlü bir futbolcu karisini öldürmekle suçlaniyordu.
Futbolcu yakalanmisti. Ama karisinin cesedi ortada
yoktu.
Durusma Amerikan filmlerindeki gibiydi. Futbolcu sanik
sandalyesinde oturuyordu. Kucak dolusu parayla tuttugu
avukati jüriyi ikna etmeye ugrasiyordu:
"Sayin jüri üyeleri, müvekkilimin suçsuz olduguna
yürekten inaniyorum. Buna az sonra sizler de
inanacaksiniz.
Neden mi? Bakin, simdi 1' den 10' a kadar sayacagim ve
müvekkilimin öldürdügü iddia edilen karisi bu kapidan
içeri girecek... 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10..."
Bütün jüri kapiya döndü. Kimse girmedi içeri.
Avukat bir savunma dahisiydi, öldürücü hamlesini
yapti:
"Bakin, siz de kadinin öldügüne inanmiyorsunuz. Çünkü
hepiniz içeri girecek diye kapiya baktiniz. Iste
karari buna göre vermenizi talep ediyorum." Jüri, ünlü futbolcuyu suçlu buldugunu bildirdi ve dava
bu sekilde sonuçlandi.
Mahkeme çikisinda avukat, bayan jüri baskanina
yaklasti:
"10' a kadar saydigimda siz de diger üyeler gibi
kapiya bakmistiniz. Neden böyle bir karara imza
attiniz?"
"Dogru" dedi jüri baskani; "Ben de kapiya baktim, ama
müvekkiliniz kapiya bakmiyordu!. ."



 En iyi analist herkes bir noktaya bakarken, o
noktaya yönelen bakislari izleyen kisidir.

Çevrimdışı el_se

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.102
  • 29.347
  • 3.102
  • 29.347
# 06 Eki 2017 02:02:12
Atatürk ve Vali Hikayesi
Mustafa Kemal, bir gezisinde öyle bir kişi görür ki, dayanamayıp yanında ki valinin kulağına eğilerek sorar:

” Kimdir bu? ”
” Efendim, kendisi Şıh’tır. Y/örede çok hatırı vardır…”
Bunun üzerine Atatürk Şıh’ı yanına çağırır….

” Bak baba, imanı ölçüsü sakalın boyunda, uzunluğunda değildir. Rica etsemde, en azından Peygamber efendimizin olduğu gibi kısaltsan…”
Bunalrı söylerkende eliyle boyun hizasını gösterir.
Şıh ” Emrin olur Paşam ” der.

Aradan zaman geçer.Atatürk Amasya’daki Şıh’ı hatırlar ve valiyi arayıp Şıh’ı sorar. Vali nasıl söliyeceğini bilememekle birlikte, Şıh’ın sakalının boyunda en küçük bir azalma olmadığını, akisne kimselere el bile sürdürmediğini söyler.
Konuşmadan sonra Atatürk kağıdı kalemi eline alır ve yazdığının Amasya valisine tebliğ edilmesini ister.
Ertesi gün Amasya’dan bir haber gelir ki Şıh Atatürk’ü görmek üzere yola çıkmış.Çok geçmedende gelir.
Sakal tamamen kesilmiş,sinek kaydı traş olunmuş,saçlar kısaltılmış.
Kılık, kıayafet baştan sona değişmiş.
Bambaşka bir görünüme bürünmüş Şıh.Atatürk’ün arkadaşlarından biri kulağına eğilerek:
” Aman Paşam bu adam sakalına el dahi sürdürmezdi, ne ettinizde kökünden kestirmesini sağladınız?”

” Kendisini Afyon Valisi tayin ettim… “

Bu görüşmenin ardından da, yeni bir yazı hazırlayıp Şıh’a verilmesini ister.

Yazı şöyle:

” İNANÇ ÖLÇÜSÜNÜN SAKALDA OLMADIĞINA ANLADIĞINA SEVİNDİM.
VALİLİK MESELESİNE GELİNCE, BUGÜN KOLTUK UĞRUNA KIRK YILLIK SAKALINDAN VAZGEÇEBİLEN, YARIN BAŞKA ŞEYLER İÇİN MİLLETİNDEN DE VAZGEÇEBİLİR. AZLETTİM.. “

Çevrimdışı el_se

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.102
  • 29.347
  • 3.102
  • 29.347
# 31 Eki 2017 22:59:04
.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.945
  • 28.885
  • 227.945
# 01 Kas 2017 00:05:53
Hz. Ebu Bekir, vefat edeceği zaman, kendisinden sonra halifelik vazifesini yüklenecek olana verilmek üzere vasiyet ettiği bir testi bıraktı. Hz. Ömer halife olunca testiyi ona verdiler. Halife testiyi kırdırttı. İçinden küçük küçük paracıklar ve bir mektup çıktı.

Mektupta şunlar yazıyordu;
“Bu paralar, bana verilen maaştan arta kalanlardır. Ben Medine’nin en fakirini kendime ölçü kabul etmiştim. (ona göre yaşadım) Artan miktarı bu testiye koydum. Bunlar hazinenin malıdır.”
Hz. Ömer mektubu okuyunca ağlamaya başladı. Hem ağlıyor, hem de şöyle diyordu:
-Kendinden sonrakilere çok ağır bir yük bıraktın Ya Ebu Bekir!...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.945
  • 28.885
  • 227.945
# 05 Kas 2017 00:12:16
İbrahim Hakkı Hz. Ve Atlı...
İbrahim Hakkı Hazretleri yedi yaşında annesini kaybeder. Dokuz yaşına geldiğinde iyi bir eğitim alması için Tillo’ya götürürler, ilim ve mâna büyüğü İsmail Fakîrullah Hazretlerine teslim ederler.
Hocası genç İbrahim Hakkı’nın eline bir testi vererek çeşmeye gönderir. Testiye suyu doldururken bir atlı yanaşır:

- “Çekil bakayım önümden be çocuk!” diye İbrahim Hakkı’yı azarlayarak bir tarafa iter ve atını çeşmeye sürer.
İbrahim Hakkı testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam, onu bir köşeye sıkıştırır. İbrahim Hakkı testisini yere bırakır, canını kurtarmak zorunda kalır. Bu esnada at da üzerine basıp testiyi kırar.
Ağlayarak hocasının huzuruna gelir. Hocası:
- “Ne oldu evladım, neden ağlıyorsun?” diye sorar.
- “Efendim, çeşmede su alırken bir atlı geldi, atını üzerime sürdü. Can havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de atına tepeletip kırdı.”
- “Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi?
- “Hayır” der, “hiçbir şey söylemedim.”
Hocası, “Çabuk git ve o adama bir-iki laf söyle” der.
İbrahim Hakkı gider, çeşmenin başında atını tımar etmeye çalışan adamın yanına varır bekler. Fakat bir türlü ağzını açıp da,
“Testimi niye kırdın be zâlim adam?” diyemez.
Az sonra döner, hocasının huzuruna gelir.
Fakîrullah Hazretleri sorar:
- “Atlıya bir şey söyleyebildin mi?”
İbrahim Hakkı boynunu büker, yere bakarak, “Söyleyemedim efendim. Bir şeyler demeye niyet ettim, ama bir türlü ağzımı açıp da ağır bir söz sarf edemedim.”
Hocası sinirlenir:
- “Sana diyorum, çabuk git ve o adama bir şeyler söyle, karşılık ver, yoksa sonu felâket olur.”
İbrahim Hakkı kesin emir almıştır, bu sefer kararlıdır. Çar çabuk çeşmenin başına varır. Bir de ne görsün, testisini kıran adamı, kendi atı attığı çiftelerle çeşmenin havuzuna yuvarlamış. Oracıkta cansız yatmaktadır.
Büyük bir korku ve heyecan içinde koşarak gelir, vahim durumu hocasına haber verir.
Hocası bu duruma çok üzülür ve şöyle der:
- “ah vah! Bir testiye bir adam ha! Üzüldüm buna doğrusu!”
Huzurda olanlar söylenenlerden bir şey anlamadıklarını söyleyince, Fakîrullah Hazretleri durumu şöyle açıklar:
- “O atlı adam, İbrahim Hakkı’ya zulmetti. Zulme uğrayan kişi de tek kelimeyle olsun karşılık vermedi ve zâlimi Allah’a havale etti. Yapılan bu zulüm de Allah’ın gayretine dokundu ve zalimi cezalandırdı. Şâyet İbrahim Hakkı da onun zulmüne karşılık verip, ona bir şeyler söyleyecek olsaydı, ödeşeceklerdi. Fakat İbrahim, büsbütün mazlum durumuna düştü. Ben ise ödeştirmek için uğraştım, maalesef muvaffak olamadım.”
Firavun’un zulmüne maruz kalan Kur’ân’ın “mü’min” olarak anlattığı kimse de Kur’ân lisanıyla kendine zulmedenlere şöyle sesleniyordu:
“Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz ki Allah kullarını hakkıyla görür. Allah o mü’mini onların tuzaklarından korudu. Firavun ehlini ise azabın en kötüsü kuşatıverdi.” (Mü’min Sûresi, 44-45.)

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 05 Kas 2017 15:23:15
  Adamın biri, gözleri görmeyen bir dervişin evine misafir olmuştu. Evde, rahlenin üzerinde bir Kur’an olduğunu gördü ve hayret etti. Çünkü, derviş yalnız yaşıyordu, âmâ idi ve evde kendisinden başka kimse bulunmuyordu. Üzerinde durmadı ve sebebini de sormadı. Fakat merak etmedi de değil.

  Gece yarısı olduğu zaman Kur’an sesiyle uyandı. Baktı ki, âmâ olduğu için gözleri görmeyen ev sahibi rahlenin başına geçmiş Kur’an okuyor. Öyle ki, okuduğu yerleri parmağıyla da takip ediyordu. Dayanamayarak sordu:

– Sen, gözleri görmeyen bir adamsın. Nasıl oluyor da Kur’an’a bakarak okuyabiliyorsun? Üstelik parmağınla da takip ediyorsun.

Derviş cevap verdi:

– Allah isterse her şey olur. Ben Kur’an okumayı çok seviyorum. Fakat gözlerim görmüyor. Allah’a dua ettim. “Ya Rabbi, Kur’an okurken benim gözlerimi aç ki Kur’anı elime alıp okuyabileyim” dedim. Allah benim bu duamı kabul buyurdu. Ne zaman okumak için Kur’an’ın başına oturursam gözlerim açılır ve ben Kur’an’a bakarak okurum.

Kuran ile aç gözlerimizi ey rabbim.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.945
  • 28.885
  • 227.945
# 05 Kas 2017 15:49:00
Amin.
Rabbim her şeye kadir.Yeterki istemesini bilelim.😢

Çevrimdışı el_se

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.102
  • 29.347
  • 3.102
  • 29.347
# 05 Kas 2017 21:29:36
Necip Fazıl’a, “Allah, deveyi iğnenin deliğinden geçirebilir mi?” diye sormuşlar.
“Evet geçirir” demiş. Bunun üzerine “deveyi mi küçültür, yoksa iğneyi mi büyültür?” demişler. Necip Fazıl, İlahi kudretin sonsuzluğunu ifade babında, şu cevabı vermiş:
– Ne deveyi küçültür, ne iğneyi büyültür. Gökteki yıldızları senin gözbebeğine sığdırdığı gibi, vızır vızır geçirir.

Çevrimdışı ugurlucky

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 12.957
  • 33.477
  • Müdür Yardımcısı
  • 12.957
  • 33.477
  • Müdür Yardımcısı
# 05 Kas 2017 23:56:52
Hz. Mevlânâ bir gün eve gelir, oğlunu üzgün görür. Sebebini sorar.
 Oğlu: "Hiç…" der.
 Hz. Mevlânâ dışarı çıkar.
 Kapıda asılı bir kurt postu vardır, onu alır üstüne giyer. Ellerini havaya doğru açıp ulamaya başlar.
 Oğlu babasının bu haline bakıp güler.
 Hz. Mevlânâ:
 "Evladım, gördün mü?" der.
 "Dünya dertleri de işte böyledir. Kurt, aslında korkutucu bir hayvandır. Ama sen o postun arkasında babanın olduğunu bildiğin için korkmadın ve güldün.
 İşte bütün dertlerin arkasında da RABB'inin olduğunu bil ve O'na güven." der...
 

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.945
  • 28.885
  • 227.945
# 06 Kas 2017 21:46:42
"ŞİKAYET"
Bir köylü, mübarek bir zatın yanına geldi ve
şikayete başladı:
“Ne olur bana yardım edin, yoksa
çıldıracağım. İki göz bir evde yaşıyoruz. Ben,
karım, çocuklarım. Herkesin siniri tepesinde.
Birbirimize bağırıp duruyoruz. Ev sanki bir
cehenneme döndü. Bize geniş bir ev lazım,
ama yapmaya gücümüz yok.”
“Sana söyleyeceğim şeyi yapacağına söz verir
misin?” diye sordu mübarek zat.
“Yemin ederim, ne söylerseniz yapacağım.”
“Pekâla. Kaç hayvanın var?”
“Bir inek, dört keçi ve altı tavuk.”
“Onların hepsini evinize al. Bir hafta sonra
yanıma yine gel.”
O köylü çok şaşırmıştı, ama itaat edeceğine
söz vermişti bir kere. Böylece, hayvanları da
ahırdan evin içine aldı. Bir hafta sonra
geldiğinde perişan haldeydi. Acı ve kederle
inliyordu.
“Mahvolmuş durumdayız. Pislik! Koku!
Gürültü! Hepimizin aklının kaçırmasına ramak
kaldı!”
“Şimdi git ve hayvanları evden çıkar” dedi
mübarek zat.
Adam eve kadar hiç durmadan koştu. Ertesi
gün o zatın yanına geldiğinde gözleri
mutluluktan parlıyordu:
“Hayat ne kadar güzel. Biz evde, hayvanlar
ahırda. Evimiz, öyle sessiz, öyle temiz ve öyle
geniş ki, sanki bir cennet!

Çevrimdışı el_se

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.102
  • 29.347
  • 3.102
  • 29.347
# 06 Kas 2017 21:49:55
Allah'a Küsen Serçe

Serçe Allah’a küsmüştü. Günler geçiyordu ve serçe hiçbir şey söylemiyordu. İçine kapanmış derin bir hüzne boğulmuştu. Artık Rabbine bir şey demiyor ve onunla konuşmuyordu! Melekler merakla Allah’a serçeyi soruyorlardı ve her defasında Allah, meleklere “o gelecek” diye cevap veriyordu.

“Çünkü onun sesini duyacak tek kulak benim ve onun minik kalbindeki derdini anlayacak olan da tek benim” diyordu.

Bir zaman sonra serçe, kalbi hüzün, gözü yaşla dolu bir halde bir ağacın dalına kondu. Hiçbir şey söylemiyordu öyle sessiz sessiz bekliyordu.

Allah,serçeye seslendi.

Söyle bana! Canını sıkan ve kalbini hüzne boğan derdin nedir senin?

Melekler serçe ne söyleyecek diye ona bakıyordu.

Serçe mahzun biraz da sitemli ses tonuyla;

“Küçük bir yuvam vardı. Yorulduğumda dinlendiğim üşüdüğümde sığındığım. Kimseyi rahatsız etmiyordum ve kocaman Dünya’da ufacık bir yerdi kimsenin yerini dar etmiyordu.Sen onu da bana çok gördün neydi o zamansız fırtına? Esip yıktı yuvamı ve beni yuvasız bıraktı.”

Artık konuşamadı serçe sözleri boğazında düğümlendi.

Sessizlik Arş-ı rahmanda yankılanıyordu ve melekler başlarını eğmiş Allah’ın vereceği cevabı bekliyordu.

Allah; “ sen, o yuvanda dinlenirken seni avlamak isteyen bir yılan yuvana doğru geliyordu, seni yılandan korumak için fırtınaya emrettim yuvanı yıksın diye böylece sen oradan uzaklaşarak yılandan kurtuldun.


Serçenin gözleri doldu ve hüngür hüngür ağlamaya başladı ve onu çok seven Allah’ın şefkat ve merhametine hayran kaldı.

Utangaç bir sesle:“Affet Allah’ım “ diyebildi sadece.

Ve gönül sözü Arş-ı İlahi’de yankılandı

“Affet Allahım!”

Başımıza gelen her musibbette, elbette ki nice hayırlar gizlidir.

Rabbimize isyan etmek yerine, olanda hayır vardır diyerek rıza göstermek gerekir…

Çevrimdışı Gülirem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.123
  • 17.811
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 07 Kas 2017 15:18:22
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Allah'a Küsen Serçe

Serçe Allah’a küsmüştü. Günler geçiyordu ve serçe hiçbir şey söylemiyordu. İçine kapanmış derin bir hüzne boğulmuştu. Artık Rabbine bir şey demiyor ve onunla konuşmuyordu! Melekler merakla Allah’a serçeyi soruyorlardı ve her defasında Allah, meleklere “o gelecek” diye cevap veriyordu.

“Çünkü onun sesini duyacak tek kulak benim ve onun minik kalbindeki derdini anlayacak olan da tek benim” diyordu.

Bir zaman sonra serçe, kalbi hüzün, gözü yaşla dolu bir halde bir ağacın dalına kondu. Hiçbir şey söylemiyordu öyle sessiz sessiz bekliyordu.

Allah,serçeye seslendi.

Söyle bana! Canını sıkan ve kalbini hüzne boğan derdin nedir senin?

Melekler serçe ne söyleyecek diye ona bakıyordu.

Serçe mahzun biraz da sitemli ses tonuyla;

“Küçük bir yuvam vardı. Yorulduğumda dinlendiğim üşüdüğümde sığındığım. Kimseyi rahatsız etmiyordum ve kocaman Dünya’da ufacık bir yerdi kimsenin yerini dar etmiyordu.Sen onu da bana çok gördün neydi o zamansız fırtına? Esip yıktı yuvamı ve beni yuvasız bıraktı.”

Artık konuşamadı serçe sözleri boğazında düğümlendi.

Sessizlik Arş-ı rahmanda yankılanıyordu ve melekler başlarını eğmiş Allah’ın vereceği cevabı bekliyordu.

Allah; “ sen, o yuvanda dinlenirken seni avlamak isteyen bir yılan yuvana doğru geliyordu, seni yılandan korumak için fırtınaya emrettim yuvanı yıksın diye böylece sen oradan uzaklaşarak yılandan kurtuldun.


Serçenin gözleri doldu ve hüngür hüngür ağlamaya başladı ve onu çok seven Allah’ın şefkat ve merhametine hayran kaldı.

Utangaç bir sesle:“Affet Allah’ım “ diyebildi sadece.

Ve gönül sözü Arş-ı İlahi’de yankılandı

“Affet Allahım!”

Başımıza gelen her musibbette, elbette ki nice hayırlar gizlidir.

Rabbimize isyan etmek yerine, olanda hayır vardır diyerek rıza göstermek gerekir…
çok güzel hikaye öğretmenim.
bizim musibet bildiklerimizde ne hayırlar gizli. biz bilemeyiz, allah bilir.

Çevrimdışı el_se

  • Bilge Üye
  • *****
  • 3.102
  • 29.347
  • 3.102
  • 29.347
# 07 Kas 2017 19:32:29
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
çok güzel hikaye öğretmenim.
bizim musibet bildiklerimizde ne hayırlar gizli. biz bilemeyiz, allah bilir.
Her şer de bir hayır vardır. Fakat onu siz bilmezsiniz diyor hatta hocam. Allah bizlere musibetlere dayanma gücü versin inşallah.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.945
  • 28.885
  • 227.945
# 09 Kas 2017 21:52:45
Güzel Olduğu Kadar İlginç Bir Hikaye; “99 Üzüm” III. Bölüm

Her zaman gittiğimiz yol üzerinden yine köye doğru giderken aklıma üzümleri aldığımız yol kenarındaki satıcı geldi. Çok sert ve kaba birisi olduğunu, hatta biraz da olsa beni korkuttuğunu hatırladığım halde, Ona o üzümleri nerden aldığını sormayı düşünüyordum. Ancak bütün dikkatime rağmen yol kenarında o kişiye hatta hiçbir satıcıya rastlamadım.

Dağlık yoldan köye ilerlerken eşimle önce Fatihin yanına mı, yoksa Ali abimin yanına mı gidelim diye konuşuyorduk ki, yola bir hayvan fırladı. Çarpmamak için sağ sol derken arabayı şarampole kaçırdım. Az daha uçurumdan aşağıya yuvarlanacaktık ama büyük bir ağaç sayesinde durabildik. Rabbime şükürler olsun ki eşimde de bende de en ufak bir sıkıntı olmamıştı ama, araba için maalesef aynı şeyi söyleyemiyorduk.

Bu durumda ne yapacağımızı düşünmeye başladık ancak birilerinin gelip bize yardım etmesini beklemekten başka bir şey yapamıyorduk. Cep telefonlarımız dağlık araziden dolayı çekmiyordu ve yol tamamen boştu. En yakın yerleşim birimi de gitmek istediğimiz köydü. Kısa bir hesaplama yaptığımda yanlış hesaplamıyorsam 15-20 km kadar daha yol vardı. Eşime, “hadi yavaş yavaş yürüyelim,” dedim. Fakat o yaptığımız kazanın da etkisiyle korkmuştu. Bana da “bu saatte nereye gideceksin, biraz sonra zifiri karanlık çökecek, elbet biraz sonra bir araç gelir bekleyelim,” dedi. Yüzündeki endişeyi görünce moral vermek istedim ama durumumuzda pek de moral verebilecek bir şey yoktu.

Bir müddet bu şekilde bekledikten sonra yerimizden kalktık ve yavaş yavaş da olsa yürümeye başladık. Daha bir 5-6 dakika kadar yürümüştük ki yolun diğer tarafında bakımsızlıktan kurumuş üzüm bağlarının içinde terk edilmiş bir kulübe olduğunu fark ettik. Eşime hadi şuraya bir bakalım dedim. Birkaç defa seslendik ve ardından kapıya vurduk ama ses gelmediği için kapıyı itekledim ve ardına kadar kapı açıldı. Telefonlarımızın fenerleri ile içeriye girdik ve etrafı kolaçan ettiğimizde ilk bakışta birkaç yıldır terk edilmiş bir yer olduğunu anladık. Fakat içeride geceyi geçirebileceğimiz kadar da olsa eşyalar vardı. Her ne kadar eşyalar toz toprak içerisinde de olsa bu durumda burası büyük bir nimetti. Etrafa daha dikkatli bakınca duvarda bir gaz lambası bulduk. Hemen altında da bir bidon gaz vardı. Gaz lambasını yaktık ve eşime, “sen burada bekle ben yola çıkacağım, belki bir araca denk gelirsek kaçırmak istemeyiz,” dedim.

Eşim kulübede beklerken bende birkaç saat yolda bir kenara oturmuş oradan geçecek bir araba bekliyordum. Ancak vakit bir hayli geç olduğu için ümidim kalmadığından bende kulübeye döndüm.

Eşimi bir kenarda ağlarken buldum. Önce farklı bir durum mu olduğunu anlamak için, “ne oldu iyi misin?” diye sordum. Daha sonra kazanın ve içine düştüğümüz bu durumun etkisi ile ağladığını düşünerek onu teselli amaçlı sıkıca sarıldım. “Halimize şükredelim, bak sabah olunca bu yaşadıklarımızın hepsi bitecek, hem sana da bana da bir şey olmadı değil mi? önemli olan da bu bir tanem,” dedim. Fakat eşim başını kaldırarak, “hayır” dedi. “Bu yaşadıklarımızdan dolayı ağlamıyorum ben. Ben farklı bir şeyden dolayı ağlıyorum, sana söylemek istediklerim var fakat nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum.” “Anlat bir tanem, seni bu kadar üzen şey nedir?” dedim. “Bu çok zor ama sana anlatmak zorundayım ne olur beni affet Ali’cim.” Onu tekrar kendime doğru çektim ve “merak etme, sen benim hayat arkadaşımsın, canımsın can yoldaşımsın, sen bugüne kadar beni hiç üzmedin, söyle bana,” dedim.

Daha sonra ellerinde buruşmuş olduğu bir kağıt parçasını bana gösterdi.” Bak burada ne yazıyor biliyor musun? Buranın sahibi masanın üzerine bırakmış bu notu. Burada hayatını kaybetmiş çocuğun acısına daha fazla dayanamayacağını yazmış ve burayı terk etmiş. Sonunda da Bahçemdeki üzümlerden yiyen herkese hakkımı helal ediyorum demiş.”

Daha sonra eşim anlatmaya başladı, “biliyorsun ilk eşimden ayrıldığımı söylemiştim sana.” “Evet,” dedim, “bunun bir öneminin olmadığını da ben sana söylemiştim,” dedikten sonra devam etti. “Ancak sana söylemediğim bir şey daha var ondan bir çocuğum olmuştu. Daha sonra bir kazada onu kaybettik ve eşim senin köyünde yaşayan Fatih isminde birisiydi.” “Nasıl?” dedim hayretle. Duyduklarım karşısında şok olmuştum. “Bunu neden bana daha önce söylemedin. Bilmiyorum ama söyleyemedim işte belki seninle olan sevgimizin yaralanacağından korktuğum için, belki de o günleri hatırlamamak için, belki de başka bir şeylerden ama söyleyemedim. Ne olur affet beni canım ne olur,” diye hıçkırarak ağlamaya devam etti.

“Fatihle önceleri çok iyi anlaşıyorduk ama çocuğumuz olduktan sonra ona o kadar düşkün bir hale geldi ki anlatamam. İlk zamanlar bu çok hoşuma gidiyordu ama durum giderek sıkıntı haline dönüşmeye başlamıştı. Artık beni tamamen boşlamıştı ve umursamaz olmuştu. Evimiz çocuk eşyaları ile dolup taşmıştı. İnan bana abartmıyorum, eşyaların hepsini versek çocuk yurdundaki tüm çocuklara yetebilirdi. Sabahlara kadar çocuğumuzun başucunda bekler, onu gözetler ve azıcık öksürse hemen doktora götürürdü. Çocuğumuz büyüdükçe durum değişir sandım ama maalesef durum aynen devam etmişti. Her insan çocuğunu sever fakat Fatih’te bu iş aşırıya kaçmıştı. Bir gün köyünden bahsetti ve çocuğumuz da köyü görmek istedi. Atladık arabaya ve yine bu aynı yoldan geliyorduk. Buranın tam yanından geçerken çocuğumuz üzümleri görmüştü ve onlardan yemek istedi. Fatih arabayı durdurdu ve üzümlerden bir salkım kopardı. Arabaya getirdiğinde ben, “olmaz! sahibinden izin almadın, bunlar haramdır,” dedim.

Fatih ise oralı bile olmadı, çünkü çocuğu istemişti onları ve o isteyince akan sular dururdu onun için. Her ne kadar karşı çıksam da üzümleri çocuğa verdi. Çocuğa anlatmaya çalışsam da o da umursamadı. Yola devam ettik. Çocuk üzümleri iştahla yerken ne olduğunu anlamadığımız bir şekilde tam uçurumun kenarından geçerken çocuğun kapısı açıldı ve aşağıya düştü. Anında arabayı durdurup aşağıya indik ama çocuğumuz uçurumun en aşağısana kadar yuvarlanmış ve çok yaralanmıştı. Hemen geri şehre dönerek hastaneye yetiştirdik, maalesef iş işten geçmişti. Fatih per perişan durumdaydı. Çocuğumuzu köyünüze götürdü ve gömdü. Aradan bir iki hafta geçmişti ki rüyasında çocuğumuzu cehennemde ateşler içinde yanarken görmüş. Sebebinin de bu üzümler olduğunu söylemiş. Ben, her ne kadar “olmaz öyle şey, o daha ufacık bir çocuk, Rabbim ona herhangi bir günah yazmaz,” desem de Fatih kendini kaybetti. İşe gidip gelmez oldu, ben ona kendini toparlaması gerektiğini anlattıkça o daha kötü oluyordu. Hatta beni dövmeye başlamıştı ve sonunda beni istemediğini söyleyerek evden kovdu. Tüm bunlara rağmen birkaç defa geri yanına dönsem de bana büyük hakaretler yağdırarak her seferinde kovdu. Sonra öğrendiğime göre şehirden ayrılmış ve köyüne dönmüş. Bende mecburen hayatımın bu safhasını aklımdan silmeye çalıştım.”

Eşim bana bakarak, “tüm bunları sana daha önce anlatmadığım için ne olur affet beni,” dedi. Bu durum karşısında ne yapacağımı şaşırmıştım, ama eşime kızamazdım. Fakat bunları bildiği halde neden benimle köye dönmek istediğini anlayamadım. Yoksa hala aklı Fatihte miydi? Ama eşim devam etti. “Ne olur beni yanlış anlama. Sen köydeki Fatma annenden bahsedince benim gerçekten Fatih hiç aklıma bile gelmemişti ve sadece hem sen Fatma anneni gör hem de belki bende çocuğumuzun mezarının bulunduğu yeri ziyaret etme fırsatım olabilir dedim. Fatma annenin definin den sonra da oradaki diğer mezarlarda çocuğumu aradım ve onun için de ayrıca gözyaşı döktüm. Fakat yine sana anlatamadım.”

Sabahın ilk ışıkları da belirmeye başlamış ve artık durum açığa çıkmıştı. O sırada bir traktör sesi duydum ve hemen yola koştum. Traktöre seslenerek durdurdum. Traktörün üstündeki adamı görünce gerçekten şaşırmıştım. Çünkü o gün üzümleri kendisinden aldığım adamdı. Birden bu o Cuma gününü hatırladım. Yanı başımdaki gür sakallı o ihtiyar adam “Hocayı dinle boş şeylerden bahsetmiyor” diyen adam da buydu. Yine benim bir şey söylememe fırsat vermeden bana, “hadi eşini de al gel, buralarda gözünüze uyku girmemiştir,” diyerek sesli bir şekilde güldü.

Yol boyunca hiç konuşmadan köye girdik. Bizi Fatma anamın evinin önüne geldiğimizde indirdi ve “benim yolum burada bitiyor,” dedi. Kapıyı çaldık ve Ali abim bizi karşıladı. Arkamızı döndüğümüz de traktör ve adam çoktan yok olmuştu. Ali abim artık bana çok farklı bakıyordu ama ona bu karışık durumu izah edemezdim. Sadece gece ufak bir kaza yaşadık ve arabayı kaza geçirdiğimiz yerde bıraktığımızı söyledim. Sonra Fatihin yanına gitmek istediğimi söyledim. Beraberce Fatihin evine gittik. Ali abime, abi yanlış anlamazsan Fatih’le eşimin ve benim yalnız görüşmemiz gerektiğini söyledim. Büyük bir saygıyla, “elbette,” dedi. Geçen seferki gibi kapı yine aralıktı ve seslenerek içeri girdik. Fatih beni görür görmez ayağa kalktı ve koşup ellerime yapıştı. Onu zor durdurdum. Sonra, “bak yanımda kim var,” dedim ve eşime bakıp şaşkınlıkla öylece kaldı. Eşimin yanaklarından düşen damlaları görüyordum ve Fatihe durumu uzun uzun anlattık. Fatih büyük bir metanetle bizi dinledi ve demek “oğlumdan haber getirdiniz bana ha,” dedi. “Demek ki durumu iyi öyle mi ?” dedi. Yüzünde sıcak bir gülümsemeyle. Eşim ona artık kendini toparlaması gerektiğini söyledi. O da eşime dönüp sadece, “bana sende hakkını helal eder misin?” dedi. Eşimde, “helal olsun, helal olsun,” dedi. Sonra iznini isteyerek dışarı çıktık. Kapıda Ali abim bizi bekliyordu yanına gittiğimizde, “üzümleri gördünüz mü?” diye sordu. Aklımıza üzümler gelmemişti. Arkamızdan Fatih geldi ve elindeki üzüm salkımını bize uzattı. Üzümler gerçekten çok güzel gözüküyorlardı ve dikkatle bakınca içlerindeki Allah yazısı çok net gözükebiliyordu. “Onlar sana oğlundan hediye, kimseye vermene gerek yok Fatih kardeşim,” dedim ama o artık onlara gerek kalmadığını söyledi. Ali abime ve eşime baktıktan sonra üzümlerden bir tane kopardım ve bende eksilmediğini gördüm. Ali abime kopardığım üzümü uzattım yedi. Ardından bir tane de ben yedim yine eksilmemişti. Son olarak eşime salkımı uzattım ve o da koparıp bir tane yedi. Bu tat daha önce yediğimiz hiçbir üzümün tadına benzemiyordu. Eşim salkımı tekrar Fatihe uzattı ve Fatih derin bir iç çekerek hamd etti. Besmele ile üzümden bir tanede o kopardı ve ağzına attı. Sonra hepimizin gözleri önünde üzüm salkımı hızla kurumaya başladı ve yok oldu.

Fatih bize teşekkürlerini ve ardından mutluluklarımızı diledi. Ali abim bir şey anlamamıştı ama biz üçümüzde artık daha mutluyduk. Oradan ayrılıp Ali abimin evine gittik. Ona pek bir şey anlatmadık ama o da bazı şeylerin anlatılamayacağını bildiğinden bize bir şey sormadı. Evine geri döndüğümüzde, Ali abinin büyük oğlu ve yanında birkaç arkadaşı traktörün arkasına arabayı bağlamış getirmişlerdi bile. Arabada kaputu haricinde bir sıkıntı olmadığını bu şekilde rahatlıkla şehre kadar gidebileceğimizi söylediler. Bu haberde eşimi ve beni sevindirdi. Ardından yemek için eve girdik. Ali abim elinde büyük bir fotoğraf albümüyle odadan çıktı. “Çocukluk resimlerimizin ve Fatma annemizin resimlerine bakmak ister misin kardeşim?” dedi. Sevinerek elime aldım ve bakmak için sayfaları değiştirmeye başladım. Ali abimde resimlerde kimlerin olduğunu anlatıyordu. O sırada içeriden seslendiler “sofra hazır yemeğe buyurun,” diye. Ali abimde “geliyoruz şimdi,” dedi ve son sayfayı da açtı ve bu da annemle benim rahmetli babam dedi. Bir kez daha şoka girmiştim çünkü çocukluğumuzda çok çalıştığı için fazlaca görmeye fırsatım olmadığı bu yüzden de hafızamdan tamamen silinmiş olan Ali abimin babası bana Cuma namazında seslenen, üzümleri satan ve son olarak da sabahın erken saatlerinde bizi köye getiren adamın ta kendisiydi.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK