İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.940
  • 28.885
  • 227.940
# 21 Şub 2018 21:39:38
 Büyük mutasavvıf Bayezid-i Bistamî hazretleri, bir gün tımarhanenin önünden geçiyordu. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla bir şeyler dövdüğünü görüp:
   "-Ne yapıyorsun?" diye sordu. Hizmetçi:
   "-Burası tımarhanedir. Delilere ilaç yapıyorum." dedi. Bayezid-i Bistamî hazretleri:
   "-Benim hastalığıma da bir ilaç tavsiye eder misin?" diye sordu. Hizmetçi
   "-Hastalığını söyle." deyince Beyazid:
   "-Benim hastalığım günah hastalığı... Çok günah işliyorum." dedi. Hizmetçi:
   "-Ben günah hastalığından anlamam... Ben delilere ilaç hazırlıyorum." diye cevap verdi.
   Tam bu sırada tımarhanenin parmaklığının arasından konuşulanları duyan bir deli (!), Bayezid-i Bistamî hazretlerine:
   "-Gel dede, gel, senin hastalığının çaresini ben söyleyeyim." diye seslendi.
   Bayezid-i Bistamî hazretleri, delinin yanına sokularak:
   "-Söyle bakalım, benim derdime çare nedir?" dedi. Deli şu ilacı tavsiye etti:
   "-Tevbe köküyle istiğfar yaprağını karıştır... Kalp havanında tevhid tokmağı ile döv, insaf eleğinden geçir, göz yaşıyla yoğur, aşk fırınında pişir... Akşam-sabah bol miktarda ye.. O zaman göreceksin, senin hastalığından eser kalmaz!.." dedi.
   Bu güzel ilacı öğrenen Bayezid hazretleri:
   "-Hey gidi dünya, hey! Demek seni de deli diye, buraya getirmişler!" deyip oradan ayrıldı.
   Bu, her devirde günah hastalığına yakalananlara tavsiye olunmaya değer bir ilaçtır.
--

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.940
  • 28.885
  • 227.940
# 23 Şub 2018 22:26:04
BABADAN GELİN OLACAK KIZINA MEKTUP..

Kızım gelecek birazdan
Çok az vaktimiz kaldı, hala ürperiyor ve korkuyorum
Ya duramazsam ayaklarımın üzerinde?
Ya bırakıpta kendimi ağlarsam gözünün önünde?

Hayır yapamam! Bu olmamalı
Toparlanmalıyım bir an önce
Her zamanki gibi dik durmalıyım karşısında
Hem kızımı "erkekler ağlamaz, hele babalar hiç ağlamaz" diye inandırmıştım
Sürdürmeliyim o koca yalanı

Kızım gelecek birazdan yanıma
Canımın yongası, yüreğimin ta şurası
Daha şimdiden hissediyorum belimin orta yerinden kırıldığını
Çözüldüğünü dizlerimin bağını

O gelmeden kendimi toparlamalı ve alıştırma yapmalıyım
Onu gelinlik içinde görür görmez "prensesler gibi olmuşsun kızım" demeliyim
Ya da yok
"Canım yavrum, o kadar güzel olmuşsun ki seni vermekten vazgeçebilirim" demeliyim
Ya da şöyle diyeyim en iyisi
"Birisi cennetin kapılarını açık bırakmış da bu melekler güzeli buraya mı kaçmış?" desem

Ama ağlar ben bunları söylersem
Zaten o benim hep prensesim, hep melekler güzelimdi
En iyisi hiçbir şey demeden
"Hayırlı uğurlu olsun kızım, Allah başınızı bozmasın"diyeyim kestirmeden

Ama bu da çok katı olmaz mı?
Olsun, zaten kızım beni hep katı bilirdi
Bir yere gitse "neredeydin?" diye
Gittiği yerden geç gelse " kız başına bu saate kadar ne geziyorsun?" diye kızardım
O da surat asar, bazen karşılık verir giderdi karşımdan

Ama benim ona hep kızdığımı ve baskı kurduğumu düşünsede
Hiç kızmadım ben melekler güzelime
Kızamazdım, kıyamazdım

Başına bir şey gelir, incinir, korkar da yanında ben olamam diye titrerdim
Onun tırnağına taş deyse benim yüreğime kan akardı
Onun saçının teli kopsa benim yüreğim doğrulmazdı
Babaydım ben, sevdiğimi değilde hep tepkilerimi belli ederdim

Hep sevdim onu belli etmeden
Geceleri az mı izledim gizli gizli uykusunu bölmeden
Az mı dua ettim "Allah'ım alma canımı kızımın mutlulukla mürvetini görmeden" Kızım gelecek birazdan
Daha doğrusu öpüp elimi helallik isteyecek, uçacak yuvadan
Boğazım düğüm düğüm, yüreğim iki büklüm
Keşke açabilsem de yüreğimi öpse kızım kanayan bu yaramdan
Öpse de geçse acısı her yandan

Kızım gelecek ve gidecek birazdan
Kızım gidiyorsun da yokluğuna nasıl dayanacak bu ruhsuz sandığın baban?
Ağlarsam eğer sanma ki sadece mutluluktan, hepsi ayrılıktan tomurcuğum
Hepsi ayrılıktan

Çok sevdi seni baban
Çok ağladı içinden ama gözünden yaş akmadan
Hasta olduğunda, düştüğünde, üşüdüğünde, üzüldüğünde
Katı değildim ben kızım
Sadece sana karşı hassas ve zayıf olduğumu bilme diyeydi hepsi
Yani kınalı kuzum hepsi yalandan, hepsi korkudan

Seni çok seviyorum kızım
Gidişine kan ağlasamda yine yalan söyleyeceğim sana
Mutluluktan ağlıyorum desemde halbu ki ayrılıktan
Halbu ki yokluğuna alışamayacak oluşumdan

Güle güle git diyecek kızına bu yorgun babası
Mutlulukla dolsun diyecek evi, yuvası
İncinmesin yüreğin, akmasın diyecek gözünün yaşı
Kurban olur ona babası
-Desem mi ona acaba
"Hadi babası, öp de geçsin bu ayrılık acısı"...

-A. Özhan UYGUN-

Çevrimdışı hepzaman

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.720
  • 24.023
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 1.720
  • 24.023
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 24 Şub 2018 12:16:20
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
BABADAN GELİN OLACAK KIZINA MEKTUP..

Kızım gelecek birazdan
Çok az vaktimiz kaldı, hala ürperiyor ve korkuyorum
Ya duramazsam ayaklarımın üzerinde?
Ya bırakıpta kendimi ağlarsam gözünün önünde?

Hayır yapamam! Bu olmamalı
Toparlanmalıyım bir an önce
Her zamanki gibi dik durmalıyım karşısında
Hem kızımı "erkekler ağlamaz, hele babalar hiç ağlamaz" diye inandırmıştım
Sürdürmeliyim o koca yalanı

Kızım gelecek birazdan yanıma
Canımın yongası, yüreğimin ta şurası
Daha şimdiden hissediyorum belimin orta yerinden kırıldığını
Çözüldüğünü dizlerimin bağını

O gelmeden kendimi toparlamalı ve alıştırma yapmalıyım
Onu gelinlik içinde görür görmez "prensesler gibi olmuşsun kızım" demeliyim
Ya da yok
"Canım yavrum, o kadar güzel olmuşsun ki seni vermekten vazgeçebilirim" demeliyim
Ya da şöyle diyeyim en iyisi
"Birisi cennetin kapılarını açık bırakmış da bu melekler güzeli buraya mı kaçmış?" desem

Ama ağlar ben bunları söylersem
Zaten o benim hep prensesim, hep melekler güzelimdi
En iyisi hiçbir şey demeden
"Hayırlı uğurlu olsun kızım, Allah başınızı bozmasın"diyeyim kestirmeden

Ama bu da çok katı olmaz mı?
Olsun, zaten kızım beni hep katı bilirdi
Bir yere gitse "neredeydin?" diye
Gittiği yerden geç gelse " kız başına bu saate kadar ne geziyorsun?" diye kızardım
O da surat asar, bazen karşılık verir giderdi karşımdan

Ama benim ona hep kızdığımı ve baskı kurduğumu düşünsede
Hiç kızmadım ben melekler güzelime
Kızamazdım, kıyamazdım

Başına bir şey gelir, incinir, korkar da yanında ben olamam diye titrerdim
Onun tırnağına taş deyse benim yüreğime kan akardı
Onun saçının teli kopsa benim yüreğim doğrulmazdı
Babaydım ben, sevdiğimi değilde hep tepkilerimi belli ederdim

Hep sevdim onu belli etmeden
Geceleri az mı izledim gizli gizli uykusunu bölmeden
Az mı dua ettim "Allah'ım alma canımı kızımın mutlulukla mürvetini görmeden" Kızım gelecek birazdan
Daha doğrusu öpüp elimi helallik isteyecek, uçacak yuvadan
Boğazım düğüm düğüm, yüreğim iki büklüm
Keşke açabilsem de yüreğimi öpse kızım kanayan bu yaramdan
Öpse de geçse acısı her yandan

Kızım gelecek ve gidecek birazdan
Kızım gidiyorsun da yokluğuna nasıl dayanacak bu ruhsuz sandığın baban?
Ağlarsam eğer sanma ki sadece mutluluktan, hepsi ayrılıktan tomurcuğum
Hepsi ayrılıktan

Çok sevdi seni baban
Çok ağladı içinden ama gözünden yaş akmadan
Hasta olduğunda, düştüğünde, üşüdüğünde, üzüldüğünde
Katı değildim ben kızım
Sadece sana karşı hassas ve zayıf olduğumu bilme diyeydi hepsi
Yani kınalı kuzum hepsi yalandan, hepsi korkudan

Seni çok seviyorum kızım
Gidişine kan ağlasamda yine yalan söyleyeceğim sana
Mutluluktan ağlıyorum desemde halbu ki ayrılıktan
Halbu ki yokluğuna alışamayacak oluşumdan

Güle güle git diyecek kızına bu yorgun babası
Mutlulukla dolsun diyecek evi, yuvası
İncinmesin yüreğin, akmasın diyecek gözünün yaşı
Kurban olur ona babası
-Desem mi ona acaba
"Hadi babası, öp de geçsin bu ayrılık acısı"...

-A. Özhan UYGUN-
Çok güzel yazılmış.Okurken duygulandım.Babamı hatırladım.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.940
  • 28.885
  • 227.940
# 28 Şub 2018 23:48:08
DUA

Çocuk, deniz kenarına oturmuş, gözlerini de ilerdeki bir noktaya dikmişti. Belki de bir saattir öylece duruyordu. Onun bu hali, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti.

Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip:
- "Merhaba delikanlı!." dedi. "Bu gün deniz çok harika değil mi?"

Çocuk, başını çevirmeden:
- "Ama rüzgârlı," dedi. "Topum denize düşünce sürükleyip götürdü."

Adam, çocuğun yanına oturup:
- "Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım!." dedi.
  "Ama şimdi adım bile atamıyorum."

Çocuk, ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı.

Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla:
- "Ümidini hiçbir zaman kaybetme!." dedi.
  "Bence dua etsen çok iyi olur."

Çocuk, büyük bir sevinçle:
- "Dua etsem topum geri gelir mi?" diye sordu.
  "Denize düştüğü yeri bilir mi?"
- "Allah isterse eğer, ona öğretir!." dedi ihtiyar.
  "Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter."

Çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. Daha sonra da, topun dönmesi için Allah'tan yardım istedi. Ama üzüntüsü azalmamıştı. O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı. Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgarın aniden yön değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük.

Akşam üstü hava biraz daha sertleşti ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü. Çocuk, eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı. Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı. Sonunda onu bulup:
- "Avınız inşallah iyi geçmiştir!." dedi. "Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim."

Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip:
- "Zaten ancak o kadarcık tutmuştum," dedi. "Denizde "av" diye bir şey kalmadı."

- "Dua etmeyi denediniz mi?" diye atıldı çocuk. "Ümidinizi sakın kaybetmeyin!. "

Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de "rasgele" derlerdi. Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. Çocuğun yanaklarını okşarken:
- "Dua ha!." diye mırıldandı. "O zaman tutar mıyım?"
- "Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter," dedi çocuk. "Bunu yeni öğrendim."

Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu. Başını ağır ağır sallayarak:
- "Ben de yeni öğrendim!." diye gülümsedi. "Üstelik de küçük bir öğretmenden."

Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı. Artık topun gitmesine üzülmüyordu. Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı. Bir top vardı orada. Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu. Balıkçı, onu çocuğa uzatıp:
- "Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!." dedi. "Bunu biraz önce denizde buldum!."

Çocuk, rüyada olmalıydı. Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya. Aceleyle sağa sola bakındı. Ama her şey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da... Topu ise, işte ellerindeydi. Ona sıkıca sarılıp:
- "Bir daha benden izinsiz gezmek yok!." dedi. "Ya dua etmeseydim ne olurdun?"



Gökten üç elma daha düştü. Biri cüzi ve külli iradeyi temiz bir yürekle birleştirene, ikincisi total enerjiyi vicdan aklığıyla arayanlara, diğeri ise içindeki barış ve sevgiyi tüm doğayla paylaşanlara...


-Alıntıdır-

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 07 Mar 2018 21:44:52
Padişah, bir gece rüyasında tüm dişlerinin döküldüğünü, yemek bile yiyemez hale geldiğini görür. Sıkıntı içinde uyanır. Vezirini çağırıp sarayın rüya tabircisinin hemen huzuruna getirilmesini buyurur.

Uyku sersemi tabircibaşı yanına gelince, padişah düşünü anlatıp sorar:

"Tabircibaşı, bu rüya hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir, hele... bir söyle."

Tabircibaşı biraz düşünür; sonra utana sıkıla:

"Şerdir, Padişahım" der.

"Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki, tüm yakınlarınızın gözlerinizin önünde birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz."

Bir an sessizlik olur; ardından padişah kükrer:

"Tez atın şunu zindana, felaket habercisi olmak neymiş öğrensin!"

Tabircibaşı, yaka paça götürülüp zindana atılır. Padişah bir başka tabircinin bulunmasını emreder. Huzura getirilen ikinci tabirciye de rüyasını anlatıp sorar:

"Hayır mıdır, şer midir?" der.

İkinci tabirci de önce biraz düşünür; ama sonra yüzü aydınlanır:

"Hayırdır, Padişahım!" der. "Bu rüya, tüm yakınlarınızdan daha uzun yaşayacağınızı gösterir. Daha nice seneler boyu ülkenizi yönetebileceksiniz."

Padişah, ağzı kulaklarında buyurur: "Bu tabirciye iki kese altın verin!"

Başından sonuna durumu izleyenler, tabirciye sorar:

"Aslında sen de tabircibaşı da aynı şeyi söylediniz. Neden onu cezalandırdı da seni ödüllendirdi?"

Tabirci güler:

Elbette aynı şeyi söyledik; ama önemli olan, kimilerine NE söylediğin değil, NASIL söylediğindir.?

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.940
  • 28.885
  • 227.940
# 10 Mar 2018 21:39:16
Azîz Mahmûd Hüdâyî bir gün, Sultan Ahmed Hanla sarayda sohbet ediyordu. Bir ara abdest tâzelemek istedi. İbrik ve leğen getirdiler. Pâdişâh hocasına hürmeten ibriği eline aldı ve abdest suyunu döktü. Sultan Ahmed Hanın annesi de kafes arkasında havluyu hazırlamıştı. Vâlide Sultan kalbinden; "Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin bir kerâmetini görseydim." diye geçirmişti. Bunun üzerine Mahmûd Hüdâyî, Vâlide Sultan'ın gönlünden geçenleri anlayarak; "Hayret! Bâzıları bizim kerâmetimizi görmek isterler, Halîfe-i rûy-i zemîn'in elimize su döküp, muhterem vâlidelerinin havlu hazırlamasından daha büyük kerâmet mi olur?" buyurdu

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.940
  • 28.885
  • 227.940
# 18 Mar 2018 09:24:42
Haram Yemeyen Ordu
Osmanlı ordusunun, İslam'ı tek bir bayrak altında toplamak gayesiyle Mısır seferine giderken Gebze yakınlarındaki bağlık-bahçelik bir arazide mola verdiğinde Yavuz Sultan - Selim'in bütün askerlerin heybelerini arattığını ve hiçbirinde meyve cinsinden birşey çıkmaması üzerine ellerini Ulu Dergah kaldırıp :

"Allahım, sonsuz şükürler olsun. Bana haram yemeyen bir ordu lutfettin. Eğer askerimin içinde tek bir kişi sahibinden izinsiz bir meyve yeseydi ve ben bunu haber alsaydım Mısır seferinden vazgeçerdim'.' diyerek Rabbine sonsuz hamd ü senalarda bulunduğunu. ... (51)

Ecdadımız Yüz Akımız

Altı asır gibi uzun bir süre üç kıtada hükmünü yürüten ecdadımızın medeniyet mirasını inceleyip araştırmadan içte ve dıştaki bazı gafil ve hainlerin ona, "emperyalist" yaftasını yapıştırarak mahkum etmeye çalışmalarına mukabil, Macaristan İlimler Akademisi tarafından ortaya çıkartılıp yayınlanan bir belgede belirtildiğine göre, Osmanlı Devleti'nin Macaristan'da hakim olduğu devirlerde, Macar halkından yılda 7 milyon akçe 21 milyon vergi toplayıp, buna karşılık aynı yıl Macaristan'a 21milyon akçe yatırım yaptığını... (52)

Tuz ve Ekmek Hakkı

Osmanlı sarayındaki hanedan çocuklarını yetiştirmek üzere"muallime-i selatin-" (sultan hocası) olarak tayin edilen Safiye Hanım' a padişah Vl. Mehmed Reşad'ın ilk iradesinin:

Namaz kılmayanlara, oruç tutmayanlara yedirdiğim tuz ve ekmeği haram ediyorum. Bu iradem hoca hanım tarafından talebe şehzade ve hanım sultanlara söylensin" olduğunu. . .(53)

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 23 Mar 2018 18:11:34
MÜTHİŞ DERS ALINACAK BİR HİKAYE

Çocukları olmayan evli bir çift, hergün olduğu gibi yine tarlaya çalışmaya gitmişler.
Çalışırlarken bir yılan ile gelinciğin kavgasını izlerler,
Anne Gelincik yavrusunu yemesin diye kendini Yılana yem eder, ve Yılan çekip gider.
Yavru gelincik orada tek başına kalır. Kadın; bey yazıktır evimize götürelim besleyelim der ve eve götürürler.
Aradan zaman geçer bu çiftin çocukları olur ve tabi gelincikte büyümüştür evin bir parçası olmuştur.
Birgün bu çift acil tarlaya gitmeleri gerekiyor ama bebek evde uyuyor.
Erkek; bişey olmaz 5 dk'ya geliriz der ve sırtlanırlar küreklerini tarlaya giderler. Geldiklerinde kapıyı bi açarlar bide ne görsünler ? Gelincik ağzı kan revan içinde evin içinde dolaşıyor !
Bunu gören adam kan beynine sıçramış ve elindeki kürekle vura vura gelinciği öldürür.
Sonra bütün odalara bakarak çocuğunu arar ve bi bakarlar ki çocuk odasında mışıl mışıl uyuyor, bebeğin diğer yanına baktıklarında ise ölü bir yılan görürler ve anlaşılırki gelincik bebeği korumak için yılanı öldürür.
Adam dizleri üzerine çöker Aman Yarabbi ben ne yaptım nasıl böyle bir yanlış yaparım diye yıllarca kendini yer bitirir.
İşte önyargı böyle birşeydir.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.940
  • 28.885
  • 227.940
# 28 Mar 2018 22:29:49
Çok Güzel Bir Dini Hikaye
Allah’ın sevgili kullarından biri bir rüya görür; rüyasında kendisine şöyle denir:

-Sabah olunca, karşına ilk çıkanı ye, ikinci çıkanı sakla, üçüncü çıkanın dileğini kabul et, dördüncü geleni üzme, beşinciden de kaç!

Sabah oldu; dışarı çıktı. Yola koyulup gitti. Karşısına bir dağ çıktı. Bu koca dağı görünce şaşırdı. Kendi kendine şöyle dedi:

Rabbim bana bunu yememi emretti.

Sonra şöyle dedi:

Rabbim bana gücümün yetmeyeceği bir şeyi emretmez.
Onu yemeye karar verdi. Dağa doğru yürüdü. Yaklaştıkça dağ küçüldü. Tam yaklaştığı zaman koca dağ bir lokmaya dönüşmüştü. Onu tutup yedi, baldan tatlı buldu. Allah’a hamdetti, yürüyüp gitti. Karşısına altından bir leğen çıktı. Şöyle dedi:

Rabbim, bunu da saklamamı emretti. Bir çukur kazdı, onu gömdü. Yürüdü, az gittikten sonra dönüp baktı. Leğen toprak yüzüne çıkmıştı. Geri döndü, tekrar gömdü. Biraz gitti; baktı ki, yine çıkmış bir daha gömdü, yine toprak üstüne çıktı. Kendi kendine,

“Ben emredileni yaptım.” diyerek bırakıp gitti.

Karşısına bir kuş çıktı. Peşinden bir şahin onu kovalıyordu. Kuş ona şöyle dedi:

-Ey Allah’ın sevgili kulu, beni sakla. Bana yardım et.

Onu aldı. Koynuna sakladı. Peşinden şahin geldi; şöyle dedi:

-Ey Allah’ın sevgili kulu, ben açım. Sabahtan beri de bu kuşun peşindeyim. Onu yakalamak istiyorum. Kısmetime engel olma.

K endi kendine şöyle dedi:

“Üçüncünün dileğini yapmam emri verildi, yaptım. Dördüncüyü üzmemem emredildi. Şimdi ne yapacağım?

Bu işe şaştı. Sonra bıçak aldı; kendi uyluğundan bir parça et kesti, şahine attı; o da kapıp kaçtı. Daha sonra kuşu saldı. Bundan sonra, yürüyüp gitti. Kokmuş bir leş gördü. Onu da bırakıp kaçtı. Akşam olunca şu duayı yaptı:

-Ya Rabbi, emrini yerine getirdim. Bu işlerin manası ne ise bana bildir.

Daha sonra, rüyasında şöyle anlatıldı:

-Birinci görüp yediğin öfkedir. Önce koca bir dağ gibi görülür; sabırla öfke yutulursa, baldan tatlı olur.
İkincisi iyi amelindir. Ne kadar saklarsan sakla; yine meydana çıkar. Üçüncüsü, sana bırakılan bir emanettir, ona hıyanet etme. Dördüncüsü şudur: Bir insanın sana bir dileği ulaşırsa, onu yerine getir; isterse sana lâzım olan bir şey olsun. Beşincisi gıybettir. İnsanların gıybetini edenlerden kaç. Şüphesiz her şeyi bilen Allah(c.c)’tır…

Alıntı

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.940
  • 28.885
  • 227.940
# 01 Nis 2018 13:04:51
YUSUF İLE KARINCA
Yusuf daha küçük yaşlardayken çevresindeki her şeyi inceleyen, merak edip soran bir çocuktu. Artık büyümüş okula başlamıştı.
Okula gidip gelirken de yine küçüklüğünde yaptığı gibi sürekli gözlemliyordu.
Ağaçlar kışın olduğu gibi sarı değildi. Ağacın üzerindeki kuş ise hiç böyle ötmezdi, telaşlı bir hali vardı.Karıncalar sürekli bir yerlere gidip geliyor, kuşlar göklerde durmadan kanat çırpıyordu.
Gördüğü her canlı bir işle meşguldü. “Olsun benim de bir işim var” okula gidiyorum işte diyerek okulun yolunu tuttu.
Giderken de bir yandan düşündü. “Ben okulum bitince doktor yada öğretmen olacağım. Benim çalışmamın, okula gidiyor olmamın bir amacı var. Peki bu hayvanlar, bu ağaçlar ne için çalışıyor?”
Yusuf bu düşüncelerle okuluna gitti. Ama aklı hala o sorudaydı. Bu kadar hayvan ve bitki neden ve hangi amaç için çalışıyordu. Acaba onların içinde de doktor, öğretmen falan var mıydı? Bunun için çalışıyor olabilirler miydi?
Teneffüs zili çaldığında koşarak okul bahçesindeki ağacın yanına gitti. Ağacın üzerindeki karıncaları izledi.
Kimi karıncalar ağacın üstüne çıkıyor, kimisi de ağacın üstünden aşağı iniyordu. Çoğu karınca bir şeyler taşıyor, bazıları ise boş boş dolaşıyordu.
Boş boş dolaşan karıncalardan birini izlediğinde onun da bir işi olduğunu fark etti. O karınca yiyecek bulup diğerlerine haber veriyordu. Sonra hep beraber o yiyeceği taşıyorlardı.
Bütün yiyecekleri ağacın içindeki bir delikten bilmediği bir yere götürülüyordu. Orası nasıl bir yer, karıncalar orada neler yapıyor diye düşündü.
Bu karıncalar kışın ortalıkta yoktu. Yazın bu kadar karınca bu ağacın içinde mi saklanıyordu. Peki bu ağaçtan hiç çıkmadılarsa, nasıl karınlarını doyurmuşlardı.
"Gerçi bunların karınları bile yok " diyerek güldü içinden.
Yusuf bunları düşünürken karıncalar olanca hızlarıyla çalışmaya devam ediyorlardı. Sanki bir şeyleri yetiştirme telaşındaydılar.
Yusuf: "hey karıncalar siz neden bu kadar çok çalışıyorsunuz. Azcık durup dinlensenize" diye karıncalara bağırmak istedi.
Biraz durup dinlenseler aklındaki soruyu karıncalara sorabilirdi.
“Sorsam ne olacak, sanki karıncalar konuşmayı biliyor mu ki” diye sesli bir şekilde düşündü.
“Konuşuruz tabi ki neden konuşmayalım, yeter ki duymasını bil”
Yusuf duyduğu bu sesle önce irkildi, sonra da yanlış duydum herhalde diyerek önemsemedi.
“Beni neden duymazdan geliyorsun”
“Hayır bir karınca bana sesleniyor olamaz, ben bir şey duymuyorum” dedi kendi kendine.
“Aklındaki soru nedir”
Biraz korku ve biraz sevinçle “Bir karınca benimle konuşuyor bu imkansız” dedi Yusuf.
Karınca Yusuf’un şaşkınlıktan kurtulması için onun avucuna çıktı ve ne sormak istiyorsun sor hadi dedi.
Yusuf şaşkınlıkta “neden bu kadar çok çalışıyorsunuz” dedi.
Karınca “bunu bize Allah emretti” diyerek cevap verdi.
Bu sırada zil çaldı ve teneffüs sona erdi. Yusuf derse girerken karıncanın söylediğini düşünüyordu.
“Karıncaların yaptıkları işi Allah emretmiş” diye söylendi kendi kendine.
Peki Allah bana okula gitmemi mi emrediyor. O zaman babama da işe gitmesini, anneme de yemek yapmasını emrediyordur.
Kardeşime de oyuncaklarıyla oynayıp, altını pisletmesini emrediyordur diye düşündü.
Ama saçma geldi bu düşünceler Yusuf’a.
Bunu birisine sorması lazımdı.
Allah biz insanlara neyi emretti diye sorması gerekiyordu.
Bu sorunun cevabını bulmalıydı.
"Belki de bir tek karıncalar böyledir. Öteki hayvanları da incelemeliyim" diye düşündü. Belki onlara çalışmalarını Allah emretmemiştir diye düşündü.
Belki onların içinden de kendisiyle konuşacak birini bulabilirdi.
Bakalım sıradaki hayvan kim olacak, benimle hangi hayvan konuşacak diye düşünüp dersini dinlemeye devam etti...
------

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 02 Nis 2018 17:20:06
Yaşlı bir adam emekliye ayrılır ve kendine bir lisenin yanında küçük bir ev alır. Emekliliğinin ilk bir kaç haftasını huzur içinde geçirir ama sonra ders yılı başlar.

Okulların açıldığı ilk gün, dersten çıkan öğrenciler yollarının üzerindeki her çöp bidonunu tekmelerler, bağırıp, çağırarak. Bu çekilmez gürültü günler sürer ve yaşlı adam bir önlem almaya karar verir.

Ertesi gün çocuklar gürültüyle evine doğru yaklaşırken, kapısının önüne çıkar, onları durdurur ve, "Çok tatlı çocuklarsınız, çok da eğleniyorsunuz. Bu neşenizi sürdürmenizi istiyorum sizden. Ben de sizlerin yaşındayken aynı şekilde gürültüler çıkarmaktan hoşlanırdım, bana gençliğimi hatırlatıyorsunuz. Eğer her gün buradan geçer ve gürültü yaparsanız size her gün 1 lira vereceğim" der.

Bu teklif çocukların çok hoşuna gider ve gürültüyü sürdürürler. Birkaç gün sonra yaşlı adam yine çocukların önüne çıkar ve onlara şöyle der, "Çocuklar enflasyon beni de etkilemeye başladı, bundan böyle size sadece 50 kuruş verebilirim."

Çocuklar pek hoşlanmazlar ama yine devam ederler gürültüye. Aradan bir kaç gün daha geçer ve yaşlı adam yine karşılar onları.

"Bakın" der, "Henüz maaşımı alamadım bu yüzden size günde ancak 25 kuruş verebilirim, tamam mı?"

"Olanaksız bayım" der içlerinden biri, "Günde 25 kuruş için bu işi yapacağımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Biz işi bırakıyoruz.")

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.940
  • 28.885
  • 227.940
# 02 Nis 2018 21:59:07
Namaz için ağlanır mı?

Yıllar önce bir otobüsle yolculuk ederken sabah namazının vakti girmişti. Her yolculukta yaşadığım “namaz sancısı” her yanımı öylesine kaplamıştı ki, uyuyamıyordum. Şoför bir türlü mola vermiyor, vakit gittikçe daralıyordu.

Birlikte yolculuk ettiğimiz arkadaşıma yöneldim:

— Namaz geçmek üzere. Ben şoföre namaz için ricada bulunacağım. Durmazsa ineceğim, dedim. Kaşlarını çattı, alaycı bir ifadeyle:

— Ya sen aklını mı kaçırdın, dedi.

Şaşırdım, üzüldüm, kırıldım. Namazlarını kılan bir kimseydi o. Gerçekten ben aklımı mı kaçırmıştım? Otobüste mışıl mışıl uyuyup, Rabbimi düşünmeden oturmalı mıydım?

Kendimi sorguladım. Sabah namazını bu kadar düşünmekte haksız mıydım?

Oysa bir gece dayısına misafir olan babam, sabah hıçkırık sesleriyle uyanıyor. Dayısının oğlu çocuk gibi gözyaşı döküyor. Sebebini sorduğunda aldığı cevap ilginç:

— Sabah namazına kalkamadık. Baksana, güneş doğmuş; onun için ağlıyorum.

Evet, namaz için ağlanır, namaz için akıl kaçırılır, ona can ve canan feda edilir. Ne yazık ki, şimdi bu gerçek tam anlaşılmıyor.

Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, sabah namazını düşünmek “delilik”, kalkamayınca ağlamak “gariplik” olabiliyor! Gerçekten sabah namazını kaçırınca üzülmemiz gerekmez mi?

“İmandan sonra en büyük ve en mühim mesele olan namaz”ın bir vakti geçirilince hiçbir şey olmamış gibi normal mi karşılamalıyız?

Sabaha kadar dünya kupası maçlarını izlemek mantıklı, ama Kur’an’da en fazla emredilen ibadet olan namazı düşünmek gereksiz mi? Oysa sabah uyanamadığı için üniversite sınavını kaçıran bir genç, üzüntüsünden, kahrından, yeri göğü yıkabiliyor.

Peki, Peygamberimizin (s.a.v.), iki ayrı hadiste, “Dünya ve içindekilerden hayırlıdır” dediği sabah namazının sünneti ve farzı, bir maç kadar önemli değil mi? Dünya ve içindeki tüm hazinelerden daha değerli olan sabah namazı, bir üniversite imtihanı kadar ehemmiyet taşımıyor mu?

CEMİL TOKPINAR

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 03 Nis 2018 20:23:43
Kara Ali

Osmanlı zamanında, liman cüzdanını kaybeden kaptan yenisini çıkarmak için liman reisliğine gitmiş. Memur başlamış sormaya: "Adın ne?" "Kara Ali!" "Nerelisin?" "Karabigalı!" "Geminin adı ne?" "Kara Yunus!" "Nereden geliyorsun?" "Karadeniz’den!" "Yükün ne?" "Karalahana!" "Nereye gideceksin!" "Karamürsel’e!"

Memur "ya sabır" demiş, "Dönüşte bizim limana uğrayacak mısın?" "Hayır. Orada gemiyi karaya çekeceğim, Karaman’da Karadağlı Kara Mustafa’yı gördükten sonra karadan Mekke-i Mükerreme’ye gidip kara örtülü Beytullah’a yüz süreceğim!"

Memur lâ havle çekmiş, "İnşallah oradan yüzünün akıyla dönersin!" "Yüzümüz ak mı kara mı çıkar, bu ancak kara toprağa girdikten sonra belli olur!" Memur dayanamamış: "Zift mi kesildin be mübarek!

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 04 Nis 2018 01:48:34
"Ah Bir Ataş Ver" Türküsüne Bambaşka Bir Hüzün Yükleyen Dumlupınar Denizaltı Faciası
Batan bir denizaltı gemisinin mahsurları olarak ölümü bekleyen askerlerin son nefesinde tutturduğu bu türkü, zamanında bütün Türkiye'yi yasa boğarak ayrı bir anlam kazanmış.
"Ah Bir Ataş Ver" Türküsüne Bambaşka Bir Hüzün Yükleyen Dumlupınar Denizaltı Faciası
Dumlupınar

tcg dumlupınar, 4 nisan 1953 günü akdeniz'deki nato blue sea tatbikatından dönerken 86 kişilik mürettebatı ile batan türk denizaltısıdır. 3 nisan'ı 4 nisan'a bağlayan gece su yüzünde seyrederken çanakkale boğazı nara burnu açıklarında naboland adlı bir isveç yük gemisiyle çarpışır. çarpışmanın şiddetiyle dumlupınar'ın güvertesinde bulunan 8 kişi denize düşer. 8 kişiden 2'si pervaneye takılarak, biri boğularak yaşamını yitirir. denizaltı öylesine hızlı batmıştır ki geminin içindeki 81 kişiden yalnızca 22'si kıç torpido dairesine sığınabilir. burada mahsur kalan 22 kişi "battı şamandırasını" su yüzüne fırlatır. güneşin doğmasıyla birlikte civarda dolaşan balıkçı tekneleri tarafından şamandıra görülür. gümrük motoru derhal şamandıranın yanına gelir. gümrük motorunun ikinci çarkçısı selim yoludüz, şamandıradaki ahizeyi kaldırarak ve "alo" diyerek cevap bekler. denizaltı'dan cevap veren astsubay selami özben; elektriğin kesik olduğunu, geminin sancak tarafına 15 derece yatık olduğunu, kıç torpido dairesinde 22 kişi olduklarını bildirir. selim yoludüz, kurtaran gemisinin geleceğini söyler. saat 11:00 sularında kurtaran olay yerine gelir. 72 saat boyunca çalışmalar durmaksızın sürer. fakat boğazdaki şiddetli akıntı nedeniyle çalışmalar sonuçsuz kalır. artık denizaltı'nda bulunanlar için umutlar kesilmiştir.

denizaltının içinde ise şunlar olmaktadır: oksijeni idareli kullanmaları için, gereksiz yere konuşmamaları, şarkı türkü söylememeleri ve sigara içmemeleri konusunda uyarılar yapılır. ancak saatler süren kurtarma çalışmalarının sonunda, umutların tükendiği anda karanlıkta bekleyen 22 kişiye, her şey yine aynı sözcüklerle anlatılır; konuşabilirler, türkü söyleyebilirler ve hatta sigara bile içebilirler...

şamandırada bulunan telefon hattının öbür ucundan, tüm türkiye, denizaltıda tevekkülle ölüme yapılan, hüzünlü ama başı dik olarak içlerinden gelerek söylenen türküyü dinler:

ah, bir ateş ver, cıgaramı yakayım
sen sallan gel, ben boyuna bakayım

uzun olur gemilerin direği
çatal olur efelerin yüreği

ah, ataşı gavur, sinem ko yansın
arkadaşlar uykulardan uyansın

türkü o anda yakılmamıştır. eski bir ege türküsüdür.

Çevrimdışı gokdeniz1966

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 5.731
  • 51.787
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 06 Nis 2018 19:11:29
Komşumuz Hanife teyze var. 8 aydır konuya komşuya “bayat ekmeğiniz varmı? Varsa verin kuşlar cama geliyor ıslayıp veriyorum” diyordu.. Çok da zayıflamıştı. Kiracıydı. “Rutubetini çok ucuza oturuyorum diye çekiyorum” diyordu.. Eşinden dul maaşı alıyordu. Gülen, şaka yapan Hanife teyze gitmiş, yerine suskun düşünceli Hanife teyze gelmişti.. Annem dolma yapmıştı. Bir tabak dolma uzatarak; “Hadi götür Hanife teyzene de sıcak sıcak yesin” dedi..

Hanife teyzenin zilini çaldım..75 yaşındaydı.. Yavaş yavaş gelerek; “Kim o?” dedi.. “Ben Zeynep Hanife teyze” dedim.. “Tamam açıyorum kızım” dedi.. “Annem dolma yolladı” dedim.. Elimden aldı, yüzüme baktı, yutkundu .. “Allah razı olsun. Ben de yemek yiyecektim.. Şimdi yerim” dedi. “Hanife teyze annem tabağı istedi” Hanife teyze kapıyı kapatmayı bıraktı mutfağa yöneldi.. İçeriye baktım. Oturma odası karanlıktı. Işığı yaktım. Masanın üstünde bir bardak su ve ıslatılmış ekmekler tabağa doğranmıştı.. Hemen kapının önüne çıktım.. Hanife teyze tabağı uzattı. “İki cihanda aziz olun evladım” dedi. “Sağ ol” dedim…

Eve geldiğimde annem “Ne o ne oldu? Suratından düşen bin parça” dedi. “Anne, Hanife teyze tabağa bayat ekmekleri doğranmıştı yiyordu” dedim. “Olur mu kızım? Baban da emekli, O da eşinden emekli maaşı baban kadar alıyor. Sen yanlış görmüşsündür, kuşlar içindir o. Biz geçiniyorsak ki 3 kişiyiz, O tek başına hayli hayli geçinir.”

Ertesi akşam anneme ne pişirdiğini sordum, etli kuru fasülye olduğunu öğrendim. İçimi bir kurt kemiriyordu.. Akşam yemeğine oturmadan “Anne Hanife teyzeye de bir tabak götüreyim mi? Annem; “Kuru fasülye birtanem. Götür de, güzel bir şey değil” “Olsun hadi ver götüreyim” Sıcak tabağı elime aldım. Hanife teyzenin sesi: “Kim o?” “Ben Zeynep” Kapıyı açtı gülümseyerek, yüzüme baktı. “Annem kuru fasülye yolladı bilmem sever misiniz?” “Nimeti ayırt etmem tabii ki severim. Allah razı olsun” “Ha unutmadan annem tabağı istiyor” Hanife teyze mutfak yoluna yönelir yönelmez, ben doğru içeri.. Masanın üstünde bir bardak su, ıslak ekmeklerin konduğu yarısı yenmiş tabak ve annemin bir gün önce verdiği dolmadan 4 tane.. Soracaktım, sormalıydım. İçim içimi kemiriyordu..

Hanife teyze beni kapıda göremeyince içeriye yanıma geldi.. Sanki “Sor” der gibi yüzüme bakıyordu ve sordum. “Bu ıslak ekmekleri sen mi yiyorsun? Hani kuşlara verecektin?” Buğulu mavi gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Üzmüş müydüm anlayamadım daha 15 yaşındaydım.. ama ağlatmıştım.. “Evet ben yiyorum canım kızım.. Benim bir oğlum birde kızım var. Burada değiller. Başka il’deler. İkisi de çalışıyor.. Araba alacaklarmış.. Bana kredi çektirdiler. Aldığım para ancak kiraya elektrik ve suya gidiyor. Üç beş kuruş ya kalıyor ya kalmıyor elimde. Ben de ekmek isteyemedim. Kol kırılır yen içinde kalır. Böyle biliriz. 3 yıl böyle idare edeceğim. kimseye söyleme e mi” dedi.. Bu sefer benim gözlerim yaşardı ..

Tabağı aldım, kapıdan çıkarken arkamdan “Kimseye söyleme güzel kız” diye bagrıyordu. Eve geldiğimde bağıra bağıra ağlıyordum. Annem şaşırmış, “Ne oldu kızım biri bir şey mi söyledi?” dedi. Olanı anneme anlattım, o da çok üzüldü.
Böyle vicdansız evlat olmayacağım anneciğim” dedim. 3 yıl boyunca tüm mahalle Hanife teyzeye kimimiz sabah kahvaltılıkları götürüyor, kimimiz öğlen yemekleri kimimizse akşam yemekleri..

2 ay önce kaybettik.. Hastayken okul çıkışı yanına uğramıştım. Bana; ” İyi kalpli meleğim sen mi geldin? Şükür borç bitti” dedi. “Artık rahat edersin hanife teyzem” dedim. “Evet senin sayende sıkıntısız ekmek düşünmeden 3 yıl geçti. Rabbim seni korusun” dedi. 2 gün sonra vefat etmiş. Çok üzüldüm. Bizim halkımız dilenemez, isteyemeyiz

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK