Genç kız, el aynasında makyajını denetim etti; “-Gayet iyi.” dedi. Güzelliğinden emindi. Çevresindeki adamların pervane olmasından aslına bakarsanız biliyordu güzel bulunduğunu. Yaşamın tadını çıkaran, rahat yaşayan biriydi. Cep telefonu çaldığında, akşam dostlarıyla hangi eğlence yerine gideceğine karar vermeye çalışıyordu. Telefondaki numaraya baktı, arayan annesiydi.
– Alo… kızım, nasılsın?
– İyiyim anne. Ne oldu?
– Sana bir sürprizim var.
– Sürpriz mi?
– Evet. Fazlaca eski bir dostum, dostum şehrimize gelmiş…
– Eee kimmiş?
– Kim olduğu sürpriz. Fakat onu, senin almanı isterim.
– Ben mi?
– Evet, senin iş yerine yakın olan parkı biliyormuş. Parka gitmesini ve seninle buluşmasını söyledim. Senin de parka gidip onu almanı isterim.
– Anne, ben bu şekilde şeyleri sevmem, kendin halletsen!?
– Kızım 1-2 saatlik bir işim var. Ek olarak seni bebekliğinden tanıyan bir dostum. Seni görünce kesinlikle oldukça sevinecektir.
– Amaaan. Peki peki… Iyi mi tanıyacağım?
-Evden çıkarken üstüne giydiklerini tanım ettim. O parkta bazı oturaklar piknik masası şeklinde. Parkın beyaz perde tarafı girişindeki ilk piknik masasına otur. O ulaşınca seni bulacak.
– Tamam anne, tamam…
– Kızım senden her gün mü bir şey isterim. Üniversiteyi bitireli, hele de işe gireli bir satmaca yatırmaya bile göndermedim.
– Derhal darılma, tamam dedim ya…
– O iyi mi tamam demekse… Her neyse, hadi o vakit, izin al da çık, beklemeye alma. Ben de işlerimi bitirip derhal geleceğim.
Genç kız, izin alıp çıktı. Kısa bir yürüyüşten sonrasında parka vardı. Bu parkta daha ilkin asla oturmadığını fark etti. Dostlarıyla hep paralı, lüks eğlence yerlerine giderlerdi.
Annesinin tarif etmiş olduğu, girişteki ilk masayı buldu, boş olan kısmına oturdu. Masanın öteki tarafında bir köylü hanımla, ufak kız oturuyordu. Onlarla aynı yerde bulunmaktan utandığını hissetti.
“-Annemin arkadaşı çabucak gelse de, şunlardan kurtulsam” diye düşündü.
Köylü hanım çekinerek seslendi;
– Afv edersin kızım, bir şey sorabilir miyim?
“Kızım” diye seslenmesi iyice sinirlerini bozdu.
– Ne var, adres mi soracan!
Sert çıkış karşısında hanım sesini alçalttı;
– Hayır kızım, başka bir şey soracaktım.
– Sizin şeklinde cahiller ya adres sorar, ya para ister.
Köylü kadının kızaran yüzüne aldırmadı bile. O sırada şık ve lüks giyimli, orta yaşlı bir kadının uzaktan yaklaştığını görmüş oldu. “-Nihayet.” diye düşündü. Ayağa kalkıp hanımı karşılamaya çalışırken, hanım yanlarından geçip gitti. Somurtarak geri oturdu.
Tarafındaki ufak kıza daha sıkı sarılmış köylü kadının bakış açısından bir damla yaşın süzüldüğünü görmüş oldu. Hanım gözyaşını saklamak için öteki tarafa dönünce bir yüzündeki büyük yanık izi göründü. Genç kız manalı manalı güldü;
– Bak kolayca gözyaşı dökebiliyorsun, yüzünde de çirkin bir yanık izi var. Burda ne bekliyorsun geç bir köşeye aç mendilini ağla… Fakat ağlamaya benden bir şey koparacağını sanma, tamam mı?
Hanım dayanamadı;
– Bilgisiz deyip duruyorsun. Ne cahilliğimi gördün. Tanımadığım bir hanıma, torununun yanında hakaret mi ettim!
– Oooo… söz yapmayı da biliyormuş.
-Anlaşıldı kızım, sen üniversite bitirmiş, oldukça şey öğrenmiş olabilirsin fakat insanlıktan sınıfta kalmışsın. Torunumu okutmak için uğraşacaktım. Fakat seni görünce vazgeçtim.
Yaşlı hanım, ufak kızı alıp masadan kalkarken, boşalan yere doğru şık giyimli bir karı yaklaştı. Yanıt vermek için hazırlanan genç kız varlıklı giyimli, şık hanımı görünce uzaklaşan yaşlı hanıma yanıt vermekten vazgeçti. Yaşlı hanım geriye bakmaya çalışan ufak kızın başını eliyle engelledi.
Bir süre sonrasında, genç kızın anası parkta yanına geldi.
– Merhaba kızım, Zeynep Teyzen nerde?
– Kimse gelmedi anne. Son olarak bir hanımefendi geldi, yanıma oturdu. O da yalnız dilenmek için gelmiş biriymiş.
– Hay Allah! Giyindiklerini oldukça iyi tanım etmiştim, seni iyi mi bulamadı anlamadım. Yanında ufak bir kız olacaktı.
Genç kız bir an durakladı.
-Minik bir kız mı?
– Evet.
– Anne! Biz varlıklı, kültürlü insanlarız. Herhalde arkadaşın da varlıklı, kültürlü biridir, değil mi?
– Kültürsüz değil fakat varlıklı değil.
– Sakın bana köylü bir karı bulunduğunu söyleme.
– Köyden gelen hanıma ne denir ki!
– Oh… iyi iyi, köylü hanımefendileri karşılamaya beni gönderiyorsun.
– Kızım, o hanıma bir borcumuz vardı. O zamanlarda borcumuzun karşılığı bir şey veremedik. “Gün gelir, bir ihtiyacım olduğunda, ben kapınızı çalarım.” dedi ve işte bu gün kapımızı çaldı.
-Ne istiyormuş?
– Torununu okutmamızı istiyor. Baban şimdi otomobille gelip hepimizi alacak, kayıt için okula götürecek.
– Anne, o köylü hanıma ne borcun olabilir ki, anlayamadım?
Anası, kızının öfkeli ses tonuna dayanamadı;
-Kızım, sen bebekken biz köydeydik.
– Eee…
– Sana seneler ilkin bahsetmiştim, köydeyken evimiz yandı, ikimiz de inekleri, atları, tarlaları neyimiz var ise hepsini satıp köyden göçtük, demiştim.
-Evet, hatırladım.
– O yangınla ilgili bir ayrıntıyı, seni üzülebilir yada seni evde yalnız bıraktığımız için darılabilirsin korkusuyla anlatmamıştık.
– Herhalde şimdi anlatacaksın…
– Baban evde yoktu, ben de su doldurmaya köy pınarına gitmiştim. Lodos mu ne diyorsunuz, işte o rûzgâr kimi zaman ters esiyormuş, yukardan aşağı filan. Sen beşikte uyuyorken rûzgâr bacadan içeri esince közler ocaklıktan tahtalara sıçramış, yangın başlamış. Pınar yerinden dumanları görüp koştuğumda alevler her yeri sarmıştı. Birazdan yıkılacak şeklinde görünen eve gene de girmek için atıldığım anda Zeynep teyzen kucağına seni almış olmasına rağmen dışarı fırladı. O sahneyi asla unutamam; onun kucağından seni aldığımda o çığlıklar atıyordu…
– Niçin ?
– Seni kurtarırken, sağ tarafı yanmıştı. Ulaşınca görürsün sağ yanağında ağır bir yanık izi var. Fazlaca acı çekti çook. Dur ağlama, seni bu kadar üzeceğini bilmiyordum. Tamam kızım, bak makyajın akıyor, ağlama. Hah! Baban da geldi. Fakat Zeynep teyzen hala bizi bulamadı…