İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 28 May 2020 12:11:25
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                   DUASI MAKBUL ZATTI
                              (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Garip Baba “rahmetullahi aleyh”, Keşan’da yaşamış bir Allah dostu. 

Bir gün, talebesinden biri geldi bu zatın yanına. 
Ancak üzüntülüydü. 

Mübarek zat, bir bakışta anladı iç halini ve sordu:
- Üzgün gibisin evlat.
- Evet hocam, üzgünüm biraz.

- Neden evladım?
- Bu gece rüyada babamı gördüm de.

- Hayırdır inşallah, nasıl gördün?
- Azap içindeydi efendim. Ne olur, dua edin de kurtulsun azaptan.

Buyurdu ki:
- Allah kerimdir evladım. Dilediğini elbette affeder. 
Çocuk sevinerek gitti eve. 

Ertesi gece yine gördü babasını. 
Ama neşeli ve yeşillikler içindeydi bu defa. 

Sordu hemen:
- Babacığım, nasıl kurtuldun azaptan?
- Garip Baba’nın duasıyla kurtuldum oğlum.

Uyandığında, şükretti Rabbine.


İHLAS NEDİR?

Bu zat, “İhlas” tan bahsederdi sık sık. 

Bir gün kendisine;
- Efendim, ihlas nedir? diye sordular.

Cevabında;
- İhlas, her işi, yalnız Allah için yapmaktır, buyurdu. Nice oruç tutanlar vardır ki, o oruçtan kârları, yalnız açlık ve susuzluk, nice ibadet yapanlar da vardır ki, kârları, sadece yorgunluktur.


İNSANLARIN EN AKILLISI

Bir gün de, bir talebesi;
- Efendim, insanların en akıllıları kimlerdir? diye sordu.

Cevaben;
- Zahidlerdir, buyurdu.

- Zahidler mi efendim? Neden?
- Çünkü onlar dünyaya kıymet vermez. Dünyaya düşkün olmamaları, akıllı olduklarını gösterir.

Ve ilave etti:
- “Akıllı insan”, önce ahiretini düşünür evladım. Orası için hazırlık yapar şimdiden
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı hsyn50

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 78
  • 1.310
  • 78
  • 1.310
# 29 May 2020 17:41:07
Birçok ibretlik hikaye vardır. Beni en çok etkileyen,  Hz. Musa ile Hz. Hızır'ın  yolculuğu hikayesidir.

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 29 May 2020 21:07:31
☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️
                    İSTANBUL'UN FETHİ
☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️

"İstanbul bir gün mutlaka fethedilecektir.Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan,
onu fetheden asker ne güzel askerdir."

 Hadis-i Şerif

Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, İstanbul'un müslümanlar tarafından alınacağını müjdeleyip, İstanbul'u alan kumandan ve askere dua buyurmuşlardır. Bu müjdeye ve duaya kavuşmak, islam padişahlarının hepsinin ortak emeli olmuştur.

Sultân Murad han da, her İslâm pâdişâhı gibi İstanbul'u fethetmek arzusundaydı. Hacı Bayram-ı Velî hazretlerini çok sever ve 4-5 yaşlarındaki, şehzade Mehmed'i de yanına alarak ziyarete gider, duasını alırdı.

Birgün Hacı Bayram Veli hazretleri ile aralarında şöyle konuşma oldu:

- Efendim! İstanbul'u fethetmek, tek emelimdir. Bu diyârı İslâmın nûruyla aydınlatmak, çan sesleri yerine, ezân sesi duymak istiyorum.

- Çok iyi olur.

- Pekii bu fetih bize nasîb olur mu acabâ?

- Cenâb-ı Hak ömr-ü devletinizi pâyidâr, bu hâlis niyetinizi mübârek eylesin. Ancak sen ve ben, bu fethi göremeyiz.
(Sonra bir köşede oynayan) Şehzâde Mehmed ile Molla Akşemseddîni gösterdi padişaha.

- Şunlar var ya.

- Evet efendim.

- İşte onlar görürler bu fethi.

Sultân Murâd han sevindi o zaman. Ve o gün Akşemseddîn'i, Şehzâde Mehmed'e hoca tayin eyledi.

Ayrıca, O devrin en meşhur ulemâsı, velîsi, şehzâdeye ders verdiler.
Târihi, coğrafyayı iyi öğrendi.

Geçmiş hükümdârları okuyup ders ve ibret çıkardı kendine.

Hem kudretli bir asker, hem kültürlü insandı.
Tahta çıktığında Ondokuz yaşındaydı.

Tek şey vardı gönlünde:
"İstanbul'u almak!.."

Hep bunu düşünür, buna zihin yorar, önüne bizans haritasını alır, gece-gündüz bunun hesaplarını yapardı.
Ve çok kararlı idi.. "Ya Bizans'ı alırız, ya Bizans bizi alır" derdi.
............................. ............................

Kostantiniyye'nin içi ezan sesiyle dola!

Muhasara sırasında, herşeye rağmen Bizansa yardım geldiği ve ümidlerin tükenir gibi olduğu bir zamanda, Sultan Mehmed Han, veziri Veliyüddîn Ahmed Paşayı Akşemseddîn hazretlerine göndererek;

"Şeyh efendiye sor, kal'a feth olmak ve düşmana zafer bulmak ümidi var mıdır?" dedi.

Buna Akşemseddîn hazretleri şöyle cevap verdi:
"Ümmet-i Muhammed'den bu kadar müslüman ve gâziler bir kâfir kâlesine doğru hücum ederse, inşâallahü teâlâ feth olur."

Sultan Mehmed Han, umûmî cevapla yetinmeyip, Veliyüddîn Ahmed Paşayı tekrar Akşemseddîn'e gönderip;
"Vaktini tâyin etsin" dedi.

Akşemseddîn murâkabeye daldı. Başını eğip, Allahü teâlâya yalvardı. Mübârek yüzü terledi. Sonra başını kaldırarak;
"İşbu senenin Cemâziyelevvel ayının yirminci günü, seher vaktinde, inanç ve gayretle filan taraftan yürüsünler. O gün feth ola. Kostantiniyye'nin içi ezan sesiyle dola!" dedi.

Ayrıca genç pâdişâha bir mektup gönderdi. Mektubunda;
"Kul tedbir alır, Allahü teâlâ takdir eder kaziyesi, delili sâbittir. Hüküm Allahü teâlânındır. Velâkin kul, elinden geldiği kadar gayret göstermekte kusur etmemelidir. Resûlullah'ın ve Eshâbının sünneti budur." diyordu.

Böylece Akşemseddîn hazretleri bir taraftan İstanbul'un fethi hakkında yeni müjdeler veriyor, diğer yandan da ne şekilde davranılması husûsunda pâdişâha tavsiyelerde bulunuyordu.

Nihâyet Akşemseddîn hazretlerinin tâyin eylediği gün ve saat doldu.

Sultan Mehmed Han ordunun başına geçerken, hocası Akşemseddîn'den okumak için bir duâ istirham etti.

Bunun üzerine Akşemseddîn hazretleri;
"Yâ Fakih Ahmed!" diyerek himmet taleb eyle!.. Onu vesile kılarak Allahü teâlâya tazarru ve niyâz eyle" buyurdu.

Sonra çadırına giren Akşemseddîn hazretleri yanına hiç kimseyi koymamalarını istedi ve kapılarını iyice kapattırdı.
Yeniçeriler, azablar, dalkılıçlar, serdengeçtiler, akıncılar, gönüllüler, erenler, evliyâlar Sultan Mehmed Hanın buyruğuyla İstanbul üzerine akıyorlardı.

Mehmed Han bu sırada hocası Akşemseddîn'in yanında olmasını arzuladı ve haber gönderdi.

Gelmeyince Akşemseddîn'in bulunduğu çadıra gitti.

Çadırın her tarafı iyice kapatılmıştı. Fâtih Sultan Mehmed Han çadıra yaklaşıp, hançerini çıkardı. Hançerle çadırdan biraz keserek, içerisinin görülebileceği kadar bir delik açtı.

İçeri bakınca, hocası Akşemseddîn hazretlerini kuru toprak üzerinde secdeye kapanmış, başından sarığı düşmüş, ak saçı ve ak sakalı nûr gibi parlıyor gördü. Ak saçını ve ak sakalını toprağa sürüp, saçını sakalını toprak içinde bırakmıştı.

Bu hâli ile İstanbul'un fethinin gerçekleşmesi için Allahü teâlâya yalvarıp duâ ediyor, gözyaşı döküyordu.

Fâtih Sultan Mehmed Han, hocası Akşemseddîn'in Allahü teâlâya yalvarıp, duâ etmekte olduğu bu yüksek hâlini görünce, doğruca yerine döndü.

Kaleye bakınca surlara tırmanan İslâm askerinin yanında ve önünde ak abalı bir topluluğun da hisara girmekte olduğunu gördü.

Az sonra fethin askeri de surları geçip şehre girdi.

Böylece İstanbul'un fethi ve Peygamber efendimizin büyük mûcizesi gerçekleşti.


İstanbul sabah sekiz sıralarında fethedilmişti. Fâtih Sultan Mehmed ise şehre öğle saatlerinde Topkapı'dan girdi.

Beyaz bir at üzerinde idi. Muhteşem bir alayla ve alkışlar içinde ilerleyerek, Ayasofya'ya doğru yol aldı.

Zulümden ve haksızlıktan bıkmış olan Bizans halkı yeni bir bekleyişin içinde idi.

Fâtih geçtiği sokakları, caddeleri, evleri dikkatle gözden geçiriyordu.

Yanında ileri gelen kumandanlarıyla vezirlerinden başka, Molla Gürânî, Molla Hüsrev, Akşemseddîn ve Akbıyık Sultan gibi âlimler ve velîler topluluğu da bulunuyordu.

Yerli halk yolları doldurmuştu. Fâtih Sultan Mehmed çok genç olduğu için, herkes Akşemseddîn'i pâdişâh sanıyordu. Ona, demet demet çiçek veriyorlardı.

Akşemseddîn hazretleri, genç pâdişâhı göstererek;
"Sultan Mehmed ben değilim, O dur." sözüne karşılık;

Sultan Mehmed de;
"Gidiniz, yine ona gidiniz. Sultan Mehmed benim, ama o benim hocamdır. Şehrin mânevî fâtihi O dur." diyordu.

Akşemseddîn hazretlerine; "İstanbul'un fethedileceği zamânı nasıl bildin?" diye sorulunca, şöyle cevap verdi;
"Kardeşim Hızır ile, ilm-i ledünniyye üzere İstanbul'un fetih vaktini çıkarmıştık.

Kale fethedildiği gün, Hızır'ın, yanında evliyâdan bir cemâatle hisara girdiğini gördüm. Kale fetholunduktan sonra da, Hızır kardeşimi kalenin üzerine çıkmış oturur hâlde gördüm."
............................. ............................


Siz burada durunuz!

Ubeydüllah-i Ahrâr'ın "kuddise sirruh" torunu Hâce Muhammed Kâsım'dan şöyle nakil edilmiştir:

"Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri, bir gün öğleden sonra, âniden atının hâzırlanmasını istedi. Atı hâzırlanınca, binip Semerkanddan süratle çıktı. Talebelerinden bir kısmı da ona tâbi' olup, takip ettiler. Biraz yol aldıktan sonra, Semerkandın dışında bir yerde talebelerine; "Siz burada durunuz!" buyurdu.

Sonra atını Abbâs Sahrâsı denilen sahrâya doğru sürdü. Talebeleri arasında Mevlâ'nâ Şeyh adıyla tanınmış bir talebesi, bir müddet dahâ peşinden gidip takip etmişti.

Bu talebesi şöyle anlattı: "Hâce Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri "kuddise sirruh" ile sahrâya vardığımızda, atını sağa sola sürmeye başladı. Sonra birdenbire gözden kayboldu."

Ubeydüllah-i Ahrâr "kuddise sirruh" dahâ sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye ve niçin gittiğini sorduklarında;

"Türk Sultânı Sultân Muhammed Hân (Fâtih), kâfirlerle harp ediyordu. Benden yardım istedi. Ona yardım etmeye gittim. Allahü teâlâ'nın izniyle gâlip geldi. Zafer kazanıldı" buyurdu.

Bu hâdiseyi nakleden ve Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerinin torunu olan Hâce Muhammed Kâsım, babası Hâce Abdülhâdînin şöyle anlattığını nakil etmiştir:

"Bilâd-ı Rûma (Anadolu'ya) gittiğimde, Sultân Muhammed Fâtih Hânın oğlu Sultân Bâyezîd Hân, bana, babam Ubeydüllah-i Ahrâr'ın şeklini ve şemâilini tarîf etti ve; "O zâtın beyâz bir atı var mıydı?" diye sordu.

Ben de tarîf ettiği bu zâtın, babam Ubeydüllah-i Ahrâr olduğunu ve beyâz bir atının olup, bazen ona bindiğini söyledim.

Bunun üzerine Sultân Bâyezîd Hân, bana şöyle anlattı:

Babam Sultân Muhammed Fâtih Hân bana şunları söyledi: "İstanbul'u fethetmek üzere savaştığım sırada, harbin en şiddetli bir ânında, Şeyh Ubeydüllah-i Ahrâr Semerkandînin "kuddise sirruh" imdâdıma yetişmesini istedim. Şekil ve şemâilini tarîf ederek şu vasıfta ve şu şekilde ve beyâz bir at üzerinde bir zât yanıma geldi;

"Korkma!" buyurdu.

Ben de; "Nasıl endîşelenmeyeyim, küffâr çok," dedim.

Ben böyle söyleyince, elbisesinin yeninden bakmamı söyledi. Baktım, büyük bir ordu gördüm.

"İşte bu ordu ile sana yardıma geldim. Şimdi sen falan tepenin üzerine çık, üç defa kös vur ve orduna hücûm emri ver," buyurdu.

Emirlerini aynen yerine getirdim. O da bana gösterdiği ordusuyla hücûma geçti. Böylece düşman hezîmete uğradı. İstanbul'un fetih işi gerçekleşti."

567 yıl geçmesine rağmen her Müslüman evlâdı aynı heyecanı duymaktadır.

Bu güzel İstanbul'u müslüman alemine kazandıran, başta Fatih Sultan Mehmed han olmak üzere, Onu yetiştiren hocalarını ve fetihte emeği geçen şehidlerimizi, gazilerimizi ve yüreğinde bu sevgiyi taşıyanları rahmetle ve Fatihalarla anıyoruz.

Nimetin kıymetini bilmek ve şefaatlerine kavuşmak temennisiyle inşallah.
☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 29 May 2020 21:34:47
Yaşlı adam kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. 

Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. 

Yaşlı adam, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. 

“Onlar” dedi, “benim için iki simgedir evlat.” 

“Neyin simgesi” diye sordu çocuk. 

“İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.” 

Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı, diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: 

“Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?” 

Bilge adam, derin bir gülümsemeyle baktı torununa: 

“Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem o!” 

 ........

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 30 May 2020 14:02:09
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
             GEÇİM SIKINTISININ SEBEBİ
                             (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Ahmet Cahidi Efendi “rahmetullahi aleyh” Gelibolu’da yaşayan Velilerdendir.

Bir gün bazı sevdikleri;
- Efendim, geçim sıkıntısı çekiyoruz. Sebep ne olabilir? diye sordular bu mübarek zata.

O da cevaben;
- Namaz kılmamaktandır buyurdu.

Ve şunu anlattı onlara:

Sahabeden biri, bir gün Peygamber efendimiz aleyhisselama geldi ve;
- Ya Resulallah! Kazancım bol. Ama geçim sıkıntısı çekiyorum, diye arzetti.

Resulullah efendimiz sordular:
- Evinizde namaz kılmayan var mı?
- Yoktur ya Resulallah.

- Komşularınızdan var mı?
- Hayır, yoktur.

- Mahallenizde namaz kılmayan var mı?
- O da yoktur ya Resulallah.

O zaman Efendimiz aleyhisselam;
- Bir araştır, buyurdular. Mahallenizden namaz kılmayan biri geçmiş mi acaba?

Araştırdı ve gelip arzetti:
- Öyle biri geçmemiş ya Resulallah.

Buyurdular ki:
- Yine de bu bereketsizlik, namaz kılmamaktandır.

O sahabi, bir müddet sonra yine geldi ve:
- Ya Resulallah, geçenlerde namaz kılmayan birinin cenazesi geçerken, tabutu bizim evin duvarını çizmiş, diye arzetti.

Buyurdular ki:
- İşte sebep bu. O duvarı yıkıp yeniden yapın!

O kimse;
- Baş üstüne ya Resulallah, dedi.

Ve denileni yapınca, bereket geldi eve.


ÖLÜM MELEĞİ GELİNCE

Bir genç de bir gün bu büyük zata gelip;
- Efendim, Azrail aleyhisselam geldikten sonra tövbe etsem, kabul olur mu? diye sordu.

Mübarek zat, cevap vermeyip, aşağıdaki menkıbeyi anlattı ona:

Bir terzi, büyüklerden birine sordu:
- Ölüm yaklaşınca tevbenin kabul edileceğini bildiren hadis-i şerifin açıklaması nasıldır efendim?

Büyük zat;
- Evet tevbe kabul edilir, buyurdu. Ama senin mesleğin nedir?
- Terziyim efendim, elbise dikerim.

- Terzilikte en kolay iş nedir?
- Kumaşı makasla kesmektir.

- Kaç yıldır terzisin?
- Otuz yıldır.

- Canın gargaraya gelince kumaş kesebilir misin?
- Hayır, kesemem efendim.

Buyurdu ki:
- Otuz yıl kolaylıkla yaptığın işi, o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi, can gargarada iken nasıl yapabilirsin? Bugün gücün yerinde iken tevbe eyle! O zaman yapman çok güç olur. Şimdi tevbe edersen, o zaman da tevbe etmek nasip olur.

Delikanlı düşündü ve;
- Anladım efendim, dedi.

Elini öpüp, ayrıldı huzurundan.
Tevbe edip, salihlerden oldu.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı fikret6363

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.630
  • 13.046
  • 3.630
  • 13.046
# 30 May 2020 21:00:54
İLK TÜRK KADIN DOKTORUMUZ
1891 yılında İstanbul’da dünyaya gözlerini açar. 6 kişilik ailenin en küçük ve en zeki kız çocuğudur. Amerikan Kız Kolejinde okurken Balkan savaşından getirilen yaralıları tedavi eder. Lise bitince doktor olmaya karar verir. Fakat hangi kapıyı çalsa ‘’Tıp Fakültesine kadın öğrenci alamayız’’ sözüyle karşılaşır. Kafaya koymuştur bir kere doktor olacaktır. Maddi imkansızlıklara rağmen Almanya’ya Tıp okumaya gider. Açlık ve sefaletin en dibini görür. Günlüğünde şu not vardır; ‘’Çöpten çıkarıp geceleri yediğim ekmek hiç ağrıma gitmiyor, ülkemde tıp fakültesi varken buralarda olmam daha çok ağrıma gidiyor. Ne olursa olsun ülkeme doktor olarak döneceğim.’’ Dediğini yapar ve okulunu derece ile bitirip ülkesine doktor olarak döner. Cağaloğlu’nda ilk muayenehanesini açar fakat kadın olduğu için ilk zamanlar kimse gelmez. Halbuki kadın ve çocuk hastalıkları doktorudur. Aşağılamalara, dışlamalara ve hakaretlere aldırmadan, pes etmeden devam eder. Fakir ailelerin kadınlarını ve çocuklarını evlerinde ücretsiz tedavi eder. Eline geçen ilk parayla süt ve bakım evi açar. Hasta ve zayıf çocuklar için Hilal-i Ahmer muayenehanesini kurar. Direnerek, kadınların tıp fakültesine alınmalarını sağlar. Ülkenin tıp eğitimi veren ilk kadını olur. Vücudu kendisinden önce pes eder; kansere yakalanır. Almanya’ya gönderilir. Almanya’da tıp eğitimi aldığı hastanede ılık bir bahar günü hayata gözlerini yumarken şu sözleri söyler; Kadınlar size emanet…
Bu yüce kadın Safiye Ali’dir…

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 31 May 2020 11:40:54
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
                 HAKKIMI ALIN ONDAN!
                             (Menkıbe)
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
Bir gün, Mekke’ye bir yabancı gelmiş ve bir deve satmıştı Ebu Cehile.
Ama bir türlü parasını alamıyordu.

Kâbe yanına gidip, yalvardı müşriklere:
- Ne olur hakkımı alın ondan.

Alaya aldılar adamcağızı.
Ona, Peygamber efendimiz aleyhisselamın evini gösterdiler:

- Bak, şu evi görüyor musun?
- Evet.

- İşte o eve git. O halleder senin işini.

Bir yandan da sinsi sinsi gülüyorlardı.

Garip, bir ümitle gitti o kapıya.
Efendimiz aleyhisselam açtılar:
- Buyurun kardeşim.

- Şey, ben buraların yabancısıyım. Ebu Cehil diye birine deve sattım. Paramı vermiyor. “Senin işini ancak O halleder” diye beni size gönderdiler. Bana yardım eder misiniz?

Resulullah efendimiz aleyhisselam;
- Peki, bekle, buyurdular.

Ve birlikte gidip çaldılar kapıyı.
Ebu Cehil, karşısında Resulullah efendimizi görünce titremeye başladı:
- Buyur ya Muhammed! Bir emrin mi var?

Efendimiz aleyhisselam, büyük bir vakarla cevap verdiler:
- Evet. Ver şu garibin hakkını!

Ebu Cehil korkudan kekeledi:
- De..derhal. Hemen getiriyorum.

Koşup parayı getirdi ve;
- Buyur kardeşim, dedi. Kusura bakma.

Adamın işi hallolmuştu.
Dönüp giderken teşekkür etti Efendimiz aleyhisselama.

Sonra Kâbe yanına gelip müşriklere de teşekkür edip;
- Size minnettarım, dedi.

Müşrikler hayret içinde sordular:
- Ne? Yoksa aldın mı paranı?
- Evet. Hem de hiç zahmetsiz.

- Doğru mu söylüyorsun?
- Evet. Niçin şaşırdınız?

Bir müddet sonra Ebu Cehil geldi oraya.

DUYDUKLARIMIZ DOĞRU MU?

Merakla ona döndüler:
- Ya Eba Cehil! Duyduklarımız doğru mu?
- Evet, maalesef doğru.

- Parayı verdin yani?
- Evet.

- Hem de Muhammed’in sözüyle?
- Evet.

Hayretle birbirlerine bakıştılar:
- Sen neler söylüyorsun ya Eba Cehil?

Ebu Cehil, ellerini çaresizce iki yana açtı.
- Mecbur kaldım arkadaşlar.

- Nasıl mecbur kaldın?
- Muhammed’in yanında korkunç bir canavar vardı.

- Canavar mı dedin?
- Evet, vermeseydim parçalayacaktı beni.
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 01 Haz 2020 13:18:35
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
          HAZRET-İ ÖMER GADABA GELDİ
                              (Menkıbe)
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
Bir gün, Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” ile Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” namaz kılıyorlardı.

Efendimiz aleyhisselam imam, o cemaatti.
Akşam namazı kılınıyordu.

Resulullah efendimiz, zamm-ı sure olarak bir âyet okudular.

Hazret-i Ömer bu âyeti işitince gadaba geldi.

Ve konuştu.
Hem de namaz esnasında.

Çünkü Firavunun bir sözünü bildiriyordu Hak teâlâ.
O kâfir, kendi kavmine: “Sizin tapacağınız en büyük tanrı, benim!” demiş.

Hazret-i Ömer bu.
Hazmedemedi tabii.
Kan sıçradı beynine.

Namazda olduğunu unutup, gayr-i ihtiyari;
- Ben orada olsaydım, onu muhakkak öldürürdüm! diye konuştu.

Namaz bitti.

Efendimiz aleyhisselam ona dönüp;
- Ya Ömer, namazını iade et! buyurdular.

Hazret-i Ömer edeple sordu:
- Neden ya Resulallah?
- Çünkü dünya kelamı namazı bozar.

O zaman hatırladı konuştuğunu.
- Baş üstüne ya Resulallah, dedi.

Ve emri ifa için ayağa kalktı.

Tam namaza başlıyordu ki, Cebrail aleyhisselam geldi.
Ve namazın öyle kabul edildiğini, iade etmesine lüzum olmadığını bildirdi.

Efendimiz aleyhisselam;
- Otur ya Ömer! Namazın oldu, buyurdular.

SERT BAKTI GÜNEŞE

Bir gün de Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh”, evinin önünde hırkasını yamıyordu.
Hem de çok sıcak bir yaz gününde.

Güneş kavuruyordu değdiği yeri.
Hazret-i Ömer’in de sırtını fena yakmıştı ki, dönüp sert bir nazar etti güneşe.

O anda azaldı güneşin harareti.
Hava karardı. Gece gibi oldu.

O zaman Cibril-i emin geldi Efendimiz aleyhisselama.

Şu vahyi getirmişti:
- Ey Habibim! Ömer’e söyle. Bir defa da şefkatle baksın güneşe. Aksi halde sönen nuru bir daha avdet etmez.

Efendimiz aleyhisselam hazret-i Ömer’i çağırıp bildirdi bu emri.

Hazret-i Ömer;
- Baş üstüne ya Resulallah! dedi.

Ve şefkatle baktı güneşe.
Güneşin ziyası geldi yerine.

O karanlık gitti.
Aydınlandı her yer yine.
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 02 Haz 2020 13:02:20
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                     HİÇ HUZURUM YOK
                             (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Ahmet Hulusi Efendi “rahmetullahi aleyh”, 1800 lü yıllarda Denizli’de yaşadı. 
Orada vefat etti.

Bir gün, bir genç gelip dert yandı bu zata:
- Hiç huzurum yok efendim, bana ne tavsiye edersiniz?

Cevap olarak;
- İslamiyet’i öğren ve tatbik et, buyurdu. Zira İslam’a uyan, iki cihanda da huzurlu olur. Resulullah efendimiz aleyhisselama uymak niyetiyle uyumak bile ibadettir evladım.

Genç şaşırdı:
- Uyumak mı ibadettir efendim?
- Evet. Kaylule etmek, Efendimiz aleyhisselamın âdetiydi.

- Kaylule nedir ki hocam?
- Öğleden önce biraz uyumaya “Kaylule” denir.


İNSANIN KIYMETİ NEYE BAĞLI?

Aynı genç, tekrar sordu:
- İnsanın kıymeti ne ile ölçülür efendim?
- Takva ile ölçülür.

- Takva nedir hocam?
- Takva, Allah’tan korkup günah işlememektir. Ama bu korku, çocuğun annesinden korkması gibi olmalıdır. Şöyle ki, annesi çocuğunu azarlasa, dövse de, çocuk yine döner, annesine sarılır, öyle değil mi?

- Evet efendim.
- İşte kul da Rabbine karşı böyle olmalıdır. Şimdi anladın mı?

- Anladım efendim.


SEN NASIL VALİSİN?

O şehrin valisi, aşırı derecede kibirliydi. 
Ahmet Hulusi Efendi ziyaretine gitti bir gün. 

Maksadı ders vermekti ona. 
Otururken bir sürü sinek doluştu içeri. 

Ama hep valiye musallat oldular. 
Adam ne kadar kovduysa da baş edemedi bu küçük yaratıklarla. 

Sinekler, inadına hep ona konuyorlardı. 
Aciz kaldı. Bunaldı.

Mübarek zat, valiye dönüp;
- Şu sinekleri kovsana, buyurdu.

Vali;
- Kovuyorum, dedi. Ama gitmiyorlar.

Taşı gediğine koydu.
- Sen nasıl valisin ki, sineğe bile hükmün geçmiyor? buyurdu.

Sonra kalkıp açtı pencereyi. 
Sinekler, bir anda terk ettiler odayı.

Sanki emir almış gibi. 
Vali almıştı alacağını. 

Sıyrıldı gurur ve kibrinden. 
Ve müdavimi oldu o dergahın.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 03 Haz 2020 12:40:40
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                   İNSAN NE AHMAKTIR
                              (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Fikirli Sinan Efendi "rahmetullahi aleyh", halis Allah dostuydu.
Kendi fakir ise de zengindi gönlü.

Rabbinden isterdi her ihtiyacını.
Kullardan bir şey istemezdi.

Bir gün, bazı sevdiklerine;
- Bazı insanlar ne ahmaktır, buyurdu.

Sordular:
- Neden böyle dersiniz efendim?

Buyurdu ki:
- Allah varken kuldan isteyen, ahmak değil de nedir?

ELİNİ SÜRMEDİ KESEYE

Bir gün de sevdikleriyle sohbet ediyordu ki, mağrur bir zengin girdi içeri.
Bilmiyordu bu zatın büyüklüğünü.

Alelade bir derviş gözüyle bakıyordu ona.
Altın dolu bir keseyi uzattı kibirle:
- Al şunu!

Mübarek zat tuhaf tuhaf baktı bu kendini bilmeze:
- Nedir bu?
- Altın. Bir ihtiyacına kullanırsın.

Ama tavrı küstahcaydı.
Büyük zat, elini sürmedi keseye.

Ve sert olarak;
- Kaldır şu çakıl taşlarını önümden! buyurdu.

Mağrur zengin diklendi:
- Ne taşı, altın bunlar, altın!

Cevap vermeyip, sohbetine devam etti mübarek zat.
Adam uzanıp aldı keseyi.

İçine bakınca dona kaldı.
Zira kese, “Çakıl taşları” yla doluydu gerçekten.

Gözlerine inanamadı.
Tekrar baktı.

Evet, “Çakıl taşı” vardı kesede.
Zenginde kibir falan kalmamıştı.

Eğilip sarıldı ellerine.
- Hata ettim, affedin, dedi.

Ve bir daha ayrılmadı yanından.


EN ZOR İŞ NEDİR?

Bir genç de bu büyük zata gelip;
- Efendim, en zor iş nedir? diye sordu bir gün.

Büyük zat cevaben;
- İnsanlara din öğretmek, buyurdu. Çünkü niyetinde az bir dünyalık olsa, sözleri zehir olur.

Delikanlı sordu yine:
- Peki en hayırlı iş nedir efendim?

Cevap aynıydı:
- İnsanlara din öğretmektir. Çünkü bu iş, Peygamberlerin vazifesidir.

Sordu yine:
- Peki efendim, insanlara gelen sıkıntıların asıl sebebi nedir?
- Günah işlemektir.

- İyi Müslüman nasıl olur hocam?
- İyi Müslüman, kimseye yük olmaz. Bilakis herkesin yükünü çeker.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 04 Haz 2020 13:05:56
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
           MÜHİM OLAN İSLAM'A UYMAK
                              (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Liman Baba “rahmetullahi aleyh”, Anadolu’daki Hak dostlarından. 
Kabri Lüleburgaz’dadır. 

Bu büyük zat, sevdikleriyle bir ağaç altında oturuyordu bir gün.

Birisi sordu:
- Efendim, Evliyaullah, Allah’ın izniyle toprağı altın yaparlarmış. Acaba bugün de öyle Veliler var mıdır?

Mübarek zat cevap vermedi. 
Yerden bir avuç toprak alıp koydu o kişinin avcuna. 

Toprak, “Altın” oldu adamın avcunda. 
Sonra alıp yere attığında “Toprak” oldu yine.

Peşinden;
- Toprağı altın yapmak hiç mühim değil, buyurdu.

Sordular:
- Mühim olan nedir efendim?
- İslamiyet’e uymaktır. İslam’a uyan, dünyada da rahat eder, ahirette de, buyurdu.

Ve ekledi:
- Bu dünyanın, cenâb-ı Hak indinde sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, kâfirlere ondan bir yudum su vermezdi. Kıymetsiz olduğu için, kâfirlere de dünyalık veriyor bol bol.

Sordular:
- Ya ahirette efendim?
- Orada kâfirler, Cennetin kokusunu bile duyamayacaklar. Çünkü Cennet kıymetli. Hak teâlâ Cenneti beğeniyor ve kıymet veriyor. Bunun için onu sadece dostlarına ihsan edecektir.

- Onun dostları kimlerdir hocam?
- Ona iman edenlerdir.


NASİHATE İHTİYACIM VAR

Bir gün de bir genç, bu büyük zata gelerek;
- Efendim, nasihatınıza ihtiyacım var, dedi.

Ona cevaben;
- Gençlik çağı kazanç zamanıdır, buyurdu. Bu vakti iyi değerlendir evladım.

Delikanlı sordu:
- Nasıl değerlendireyim efendim?

- Çok kıymetli şeyi, çok kıymetli şeye harca. Yani dinini öğren. Öğrendiğinle amel et. Başkalarına da öğret. Bu üçünden kıymetli bir şey yoktur, buyurdu.

Ve ekledi:
- Nerede ve ne şartlar altında olursan ol, namazını terk etme. Müslüman demek, “beş vakit namazını vaktinde kılan insan” demektir.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.214
  • 28.776
  • 227.214
# 05 Haz 2020 07:27:22
GÜZEL BİR KISSA

Adamın biri elinde büyük bir bıçakla camiye dalar ve sorar: Aranızda Müslüman olan var mı?
Korkudan kimse birşey diyemez. Birazdan yaşlı bir adam ayağa kalkar:
“Ben Müslümanım ” der. Bıçaklı adamla yaşlı adam camiden çıkarlar.
Adam dışardaki inek sürüsünü gösterip:
amca,bunları
kurban edicem de ben beceremem yardım eder mi...sin? Yaşlı adam baya
bir hayvanı kestikten sonra “ben yoruldum başka biri
birini bul” der. Adam bu sefer kanlı bıçakla yine camiye girer ve sorar: Aranızda başka Müslüman var mı?
Az önceki adamı doğradığını düşünen cemaat çok korkar ve herkes aynı anda imama bakar, İmam:
Ne
bakıyosunuz bana iki rekât namaz kıldırdık diye hemen Müslüman mı
olduk? der(RABBİM HEPİMİZİ HAKİKİ MÜSLÜMANLARDAN EYLESİN ''AMİN''

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 06 Haz 2020 14:10:30
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
                    MÜNAFIĞIN AKIBETİ
                              (Menkıbe)
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
Asr-ı saadette, bir “Yahudi” ile bir “Münafık” ihtilafa düşmüşlerdi. 

Yahudi teklif etti münafığa:
- Gel, Muhammed’e “sallallahü aleyhi ve sellem” gidelim. O bulsun aramızı.

Münafık kabul etti:
- Olur, gidelim.

Ve gittiler. 
Resulullah efendimiz aleyhisselam, meseleyi dinleyip, yahudinin lehine hüküm verdi. 

Huzurdan çıktılar. 
Münafığın suratı asılmıştı. 

Döndü yahudiye.
- Gel, bir de Ömer’e gidelim.

Yahudi hayretle baktı ona:
- Neden?
- Bu hüküm olmadı.

- Nasıl olur. Bu zat, sizin Peygamberiniz değil mi?
- Bir de Ömer’e gidelim diyorum.

Yahudi dudağını büktü:
- Pekala, gidelim.

Ve gittiler. 
Münafık söze başladı:
- Bir ihtilafımız var da, onun için gelmiştik.

Hazret-i Ömer’in “radıyallahü teâlâ anh” kaşları çatıldı:
- Peygamber efendimiz aleyhisselam varken bana niçin geldiniz?

Yahudi atıldı:
- Biz önce Ona gittik zaten.

- Evet?
- Onun hükmünü beğenmedi bu arkadaş.

Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” celallendiği zaman vücudunun kılları cübbesinden dışarı fırlardı. 

Yine öyle oldu. 
Ama belli etmemeye çalıştı öfkesini. 

Döndü o münafığa:
- Doğru mu söylüyor?

- Evet, doğru.
- Peki, az bekleyin, dedi.

Ve içeri gidi. 
Kılıcıyla çıkıp, şimşek gibi münafığın boynuna çaldı. 

Münafık cehennemin dibini boylarken, hazret-i Ömer;
- Allah Resulüne inanmayana böyle hüküm veririm! Herkese ibret olsun! buyurdu.

O anda Cebrail aleyhisselam geldi ve; 
- Ya Resulallah! Ömer, hakkı batıldan ayırdı, diye arzetti.

Efendimiz aleyhisselam ona bir lakap verdiler: Faruk. Manası, hakkı batıldan ayıran.
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 07 Haz 2020 19:50:42
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
            VAKTİNİZİN KIYMETİNİ BİLİN!
                              (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Nişabur’da yetişen Velilerden İmam-ı Kuşeyri hazretleri "rahmetullahi aleyh", bir gün sevdiklerine;
- Kardeşlerim, vakit çok kıymetlidir, buyurdu.

Ve ekledi:
- Onu boş ve faydasız şeylerle geçirmeyin. Zamanınızın kıymetini bilin ve onu en iyi şeylere sarfedin!

Nitekim;
- Sevgili Peygamberimiz; “Musibetlerin en büyüğü, vakti faydasız şeylerle geçirmektir” buyuruyor.

Şöyle devam etti:
- Namazlarınızı da vaktinde kılın ki, kıyamet günü pişman olmayasınız.

Sordular:
- Kıyamette pişmanlık çok mu olur efendim?
- Evet, buyurdu.

Ve ekledi:
- Hadis-i şerifte; “Bir vakit namazı kazaya bırakan ve kazasını kılmadan ölen kimsenin mezarına, Cehennemden yetmiş pencere açılır ve kıyamete kadar azab çeker” buyuruldu.


İMAN NEDİR?

Bir gün de bazı sevdikleri bu zata gelip;
- Efendim, Muhammed aleyhisselamın, Allahü teâlânın Peygamberi olduğuna inanmak ne demektir? diye sordular.

Cevabında;
- Onun bildirdiği emir ve yasakların hepsinin, Allahü teâlânın emir ve yasakları olduğuna inanmak, hepsini kabul etmek ve beğenmek demektir, buyurdu.

Sordular:
- Böyle inanan kimse, bunlardan bazılarına uymazsa imanı gider mi efendim?

- Hayır, gitmez.

Sordular yine:
- Hangi halde iman gider hocam?

Buyurdu ki:
- Bu emir ve yasaklardan birini bile hafife alır, uymadığına üzülmez, hatta bu haliyle öğünürse, Peygambere inanmamış olur ve imanı gider.

- Ya üzülürse efendim?
- Üzülürse, yani bunun için Allahü teâlâya karşı mahcup ve boynu bükük olur, kalbi sızlarsa, imanının kuvvetli olduğu anlaşılır.

Merak etmişlerdi:
- Yani amel ve ibadetlerdeki bozukluk, insanı dinden çıkarmaz mı efendim?
- Hayır, günah işlemek imanı gidermez, buyurdu.

Ve izah etti:
- Fakat o işin günah olduğuna inanmayarak yapar, veya inanıp da ehemmiyet vermeyerek, aldırmayarak yapar ve günah işlediğine hiç üzülmez, umursamaz, azabından korkmazsa, o zaman imanı gider.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 08 Haz 2020 16:19:15
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
                   NE İÇİN MAHZUNDU?
                             (Menkıbe)
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
Peygamber efendimiz aleyhisselam ve şanlı sahabiler “radıyallahü teâlâ anhüm ecmain”, Uhud harbinden dönmüş, Medine’ye giriyorlardı.

Kadın ve çocuklar, yollara dökülmüş, gazileri karşılıyorlardı.
Hepsi de aynı kişiyi merak ediyordu:

Sevgili Peygamber efendimizi.

Kebşe Hatun da düşmüştü yollara.
Lakin Efendimiz aleyhisselamı sağ görememek endişesiyle pek mahzundu.

Oğlu Amr şehit olmuştu.
Ama ne gam.
O, Peygamber efendimizi merak ediyordu asıl.

Ve gördü nihayet.
Sağ ve selametteydi.

Can-ü gönülden;
- Elhamdülillah! dedi.

Ve sevinçle koştu huzuruna:
- Ya Resulallah! Anam, babam, canım sana feda olsun! Seni sağ gördüm ya, dert değil gayrisi.

Oğlu Amr’ı sormadı bile.

Ama Resulullah efendimiz teselli ettiler onu.
- Ey Amr’ın annesi! Sana müjdeler olsun ki, oğlun en yüksek mertebeye erişti, buyurdular.

Ve ilave ettiler:
- Mahşer günü size şefaat edecek.


DERDİ BUNLAR DEĞİLDİ

Bir de Sümeyra Hatun var.
Resulullah ve gaziler henüz Uhud’dan ayrılmamışlardı ki, seğirtip gelmişti Medine’den.

Onun da düşündüğü tek kişiydi:
Sevgili Peygamberimiz.

Onu hayatta görmek, tek emeliydi.
Uhud’a vardığında, şehitlerle doluydu harp meydanı.

Şöyle bir göz gezdirdi.
“Babası” nı gördü yerde.

Ama fazla dert etmedi.
Bir “Fatiha” okuyup seğirtti ileri.

Az ilerde tanıdık bir şehit daha gördü.
“Kocası” ydı bu da.

Lakin derdi bunlar değildi.
Onun tek düşündüğü, “Allah’ın Habibi” ydi.

Az ilerde iki şehit daha gördü.
“Kardeşleri” ydi bunlar da.

Fatihalar okuyup, koşturdu.
Merakla Resulullah efendimizi soruyordu gördüklerine.

Ve nihayet gördü uzaktan.

Elhamdülillah! Sağdı Resulullah.
Unuttu bütün dertlerini.

Sevinçle koştu huzuruna:
- Ya Resulallah! Babam, kocam ve kardeşlerim şehid düşmüşlerse de gam değil. Benim derdim sen idin. Hamd olsun ki seni hayatta buldum, dedi.

Ve mırıldandı sessizce:
- Sana bir şey olsaydı, o zaman mahvolurduk.
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK