İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 09 Haz 2020 13:13:35
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                     OT, AĞAÇ OLABİLİR Mİ?
                                 (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri “kuddise sirruh”, büyük alim ve Velidir. Talebesinden biri, bu zatı ziyarete gitti bir gün.

Yolda düşündü kendi kendine:
“Gidince arz edeyim. Bana bir himmet etsinler de, tasavvufta yüksek makamlara ereyim onun gibi”.

Bu düşünce içinde vardı huzura.
Dergahın önünde oturmaktaydı büyük Veli.

Edeble varıp oturdu yanına.
Tam mevzuya girecekti ki, mübarek zat, oradaki bir ağacı gösterdi bu gence ve sordu:

- Bu ne ağacıdır evladım?
- Çınar ağacı efendim.

Sonra bir gül fidanını gösterdi.
- Şu nedir?
- Gül fidanı hocam.

Sonra da yerdeki otları gösterdi.
- Peki şunlar nedir?
- Çimendir efendim.

Sonra sordu ona:
- Peki evladım, bunların suyu, havası ve toprağı aynıdır da, boyları niçin farklıdır acaba? Hiç düşündün mü?

Genç omuzlarını kaldırdı:
- Düşünmedim hocam.

Tekrar yerdeki otları gösterdi mübarek zat:
- Mesela şu otlara ne yaparsan yap, gül olabilir mi?
- Olmaz efendim.

Sonra gülü gösterdi:
- Peki şu gül, çok emek verilse de çınar olabilir mi?
- Olmaz efendim.

Ve sustu büyük Veli.

O genç, ancak anlayabildi hocasının ne anlatmak istediğini.

Pişman olup sarıldı ellerine:
- Bağışlayın hocam, yanlış düşünmüşüm.


BİR KALBDE İKİ SEVGİ

Bir gün de biri bu mübarek zata gelip;
- Efendim, herkes tarafından sevilmek istiyorum. Ne yapayım? diye sordu.

Cevaben o kimseye;
- Öyleyse kendini sevme, buyurdu. Bir kalbde iki sevgi bulunmaz kardeşim. İnsan ya Allah’ı sever, ya da kendini.

Ve özetledi:
- Kendini sevmezsen, seni herkes sever. Seversen, kimse sevmez. Şimdi anladın mı?

- Anladım hocam.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 10 Haz 2020 17:07:28
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                    YOLUNU MU ŞAŞIRDIN?
                                (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Abdurrahim-i Merzifoni “rahmetullahi aleyh”, 1300 lü yıllarda Merzifon’da yaşadı. Kabri oradadır.

O devirde bir genç, ata binip köyünden çıktı bir kış günü.
Yolda amansız bir tipiye yakalandı.

Biraz sonra göz gözü görmez olmuştu artık.
Genç ne yöne gideceğini bilemedi.

Çaresizlik içinde kıvranırken, bir el tuttu atının dizgininden:
- Ne o evlat? Yolunu mu şaşırdın?

- Evet baba!

İhtiyar, eliyle işaret edip;
- Şöyle git! Doğruca şehre varırsın, dedi.

Ve kayboldu gözden.

Genç o yöne gidip, şehre vardı.
İyi de, kimdi bu ihtiyar?

Nurani yüzü, ak sakalı ile bu sevimli çehre, hayalinden silinmedi uzun müddet. Aradan on sene geçmişti ki, bir gün Merzifon’da girdi bir camiye.

Rahle başında bir hoca efendi sohbet ediyordu.
Ak sakallı, nur yüzlü, sevimli bir ihtiyardı bu.

Bu sima hiç de yabancı gelmedi ona.
Ama bir türlü çıkaramadı.

Nihayet sohbet bitti.
Hoca Efendi, gencin yanına gelip eğildi kulağına:
- Tanıyamadın mı evlat?

- Hayır efendim, çıkaramadım.
- Hani on sene kadar önce, şiddetli bir tipide karşılaşmıştık seninle.

Genç hatırlar gibi oldu.
- Evet efendim.

- Tipiden yolunu kaybetmiştin de.
- Tamam efendim, şimdi hatırladım.

- Bunlar mühim değil evladım. Mühim olan, İslamiyet’ten ayrılmamaktır. Bunu anlatma kimseye olur mu?

- Baş üstüne efendim, dedi.

Ve sordu peşinden:
- Siz kimsiniz efendim?
- İsmim Abdurrahim, buralıyım, dedi.

Ve nasihat etti gence:
- Sakın “Allahlık” ve “Peygamberlik” davasında bulunma evladım.

Genç şiddetle irkildi:
- Tövbe hocam, Allah korusun, bu nasıl olur!

Elini, dostça gencin omzuna atıp;
- Bak evlat, her istediğinin olmasını istemek, “Allahlık” dava etmek, her sözünün kabul edilmesini istemek de “Peygamberlik” dava etmektir, buyurdu.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.795
  • 227.345
  • 28.795
  • 227.345
# 10 Haz 2020 19:54:53
Evden acele ile çıkmıştım. Koşar adımlarla metroya doğru ilerlerken bir yandan öğrencilere vereceğim dersin planını yapıyor, bir yandan da çiseleyen yağmurda ıslanmamaya çalışıyordum. Yürüyen merdivenlerle metro istasyonuna indim. Trenin gelmesine iki üç dakika vardi. Bu treni kaçırırsam, on dakika daha beklemem gerekecekti ve dersime geç kalacaktım. Adımlarımı sıklaştırmaya, neredeyse koşmaya basladım. Elimde çanta olmasa, belki de koşacaktım. 

Metroda benimle ayni yönde ilerleyen birisinin elindeki uzunca değnekten çıkan, “tak, tak, tak” sesleri, telaşımı ve kafamdaki düşünceleri birden unutturdu. Belli ki, onun da acelesi vardi. Sırtındaki büyükçe çantası ve elindeki değneği ile, neredeyse benim kadar hızlı adımlarla ilerliyordu. Biraz dikkatlice bakınca bu kişinin bir bayan ve ayni zamanda “görme özürlü” olduğunu anladım. Kendi kendime, “Acaba onun telaşı neden?” diye sordum. Belki de dünyayı hiç görmemişti. Özürlü haliyle tek başına ilerlese de: tavırları ve yürüyüş sekli ona, kendisine çok güvenen bir insan görünümü veriyordu. Acaba acele bir isi mi vardi? 

Bir anlık her şeyi unuttum. Sanki her şey ağır çekimdeymiş gibi hareket etmeye başladı. Onun, değneğiyle sağını solunu kontrol ederek önüne çıkabilecek engelleri anlaması, kendine yol açması, belki de yasama azminin bir göstergesi idi. Merdivenlere yaklaştığımızı hissettim. “Acaba merdivenlerden inerken kendisine yardim etsem mi?” diye düşünürken, o merdivenlerden inmeye başladı. Sanki dünya dümdüz olmuş, karşısında hiçbir engel kalmamış gibi merdivenlerin sonuna geldi. Acaba, değneğinin ucunda onu yönlendiren bir şey mi vardi, ya da bu bayan bir saka mi yapıyordu? Kafamdaki düşünceleri toparlamaya çalışırken, metronun durağa geldiğini fark ettim. 

Merakım beni bu bayanın yanına çekti ve onunla ayni kompartımana bindim. Oturduğu koltuğa iyice yerleştikten sonra, değneğini katlayıp hızlı bir şekilde çantasının ön bölmesine koydu. Çantasının başka bir bölmesini açarak, büyükçe bir şeyi çıkarmaya çalıştı. Acaba bir walkman veya yiyecek-içecek gibi bir şey mi çıkaracak diye düşünürken, kalbimden de acıma duygularının yükseldiğini hissettim. Belki de dünyayı görmeyi ne kadar çok istiyordu; ağaçlar, evler, araçlar, insanlar ve gözler... görecek o kadar çok şey vardi ki... 

O an için kendimi çok ayrıcalıklı hissettim. Göz, dünyaya açılan bir pencereydi ve ben onların kıymetini fazla bilmiyordum. Ama ne kadar çok şey ifade ettiklerini o bana anlatıyordu. 

Bayanın, çantasından çıkardığı kalınca, kitap türü bir şeyin gözüme ilişmesiyle bu düşüncelerimden sıyrıldım. Acaba o çıkardığı bir katalog muydu diyecektim ki, onun görme özürlü olduğu aklıma geldi. Derken sayfaları karıştırıp, parmaklarının uçlarıyla yoklayarak bir yerde durdu. Herhalde aradığı sayfayı bulmuştu. Hemen sağ elinin işaret ve orta parmaklarını kabarık işaretler üzerinde gezdirmeye başladı. 

Kitap okuyordu... Fakat o görmüyordu ki... Birkaç saniye daldım... Kitap okumak yalnızca görenlere has bir şey değil miydi? Anladım... Artık o gözleriyle değil; kalbiyle, duygularıyla ruhuyla okuyordu... Ve kendimden utandım. Aylardır çantamda taşıdığım ve üç beş sayfanın dışında pek okumadığım kitap geldi aklıma; ve yıllarca hiç kitap okumayanlar. 

Keşke onlar da, insani düşündüren, hatta utandıran su görüntüye şahit olsalardı.
Dünyada milyonlarca insan var... Ama okumak... Neden ben... Aniden kesik kesik düşüncelerimden sıyrıldım. Bir sayfayı okuyup bitirmiş ve diğer bir sayfaya geçmişti. Parmaklarını kabarık işaretler üzerinde ustaca gezdirmesinden, bu ise yatkın birisi olduğu anlaşılıyordu. Demek ki iyi bir okuyucu idi. Ama ne okuyabilirdi ki? Binlerce kitap, dergi ve gazetenin, görme özürlü olanlar için günlük, haftalık olarak hazırlanması belki de mümkün değildi. 

Anonsun uyarısıyla, ineceğim durağa geldiğimi anladım. Daha dört dakika geçmişti ve bu kadarcık kısa bir sürede dahi kitap okumak çok önemliydi. Bana bu dersi veren görme özürlü o kadın da kitabini çantasına koymaya ve durakta inmeye hazırlanıyordu. Az sonra tren durdu. Önce onun inmesini bekledim. Değneği ile onca insanin arasından “tak... tak... tak...” sesleri ile ilerliyordu. Arkasından birkaç saniye baktım ve sanki değnekten çıkan o sesler beynimde, “oku, oku, oku... ve şükret...” diye yankılanıyordu.

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 11 Haz 2020 12:08:39
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
                ABDÜLMUTTALİBİN VEFATI
                                (Menkıbe)
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
Peygamber efendimiz aleyhisselamın dedesi Abdülmuttalib, ölüm döşeğinde iken, sekiz yaşındaki sevgili torununu, “Efendimiz aleyhisselamı” düşünüyordu.

Vefat ederse, bu yetim ne olacaktı?
Baba görmemiş, annesine doymamıştı.

Mâzallah kalbi bir kırılır, güzel gözlerinden bir damla yaş süzülür de toprağa düşerse, bu, yeryüzünün felaketi olurdu.

Bir ara, elini o Serverin omzuna koyup, karşısında diz çökmüş edeble oturan oğullarına döndü.

Dura dura, güçlükle konuşuyordu:

- Evlatlarım, sizlerden ayrılıyorum. Yegane düşüncem şu yetimdir. Onu birinize emanet etmek istiyorum. Acaba hanginiz onu yanına alıp hizmet etmeyi kabul eder?

Önce Ebu Leheb kalktı.

Ve diz çöktü Abdülmuttalibin önünde:
- Ben kabul ediyorum babacığım.

Cevaben;
- Evet, senin malın çoktur, dedi. Onu aç açık bırakmazsın. Ama ne var ki kalbin katı, merhametin azdır. Yetimler ise yufka yürekli olur, çabuk incinirler.

Ebu Leheb geri çekildi.

Sonra Hamza gelip diz çöktü:
- Onu bana emanet et babacığım.

Abdülmuttalib;
- Evet, sen buna layıksın, dedi. Ama senin de çocuğun yok. Evladı olmayan, çocukların halinden anlamaz.

Hamza da kalktı huzurdan.

Bu sefer Abbas gelip diz çöktü önünde.
- Öyleyse bana ver babacığım.

Ona da;
- Evet, sen de buna layıksın, dedi. Ama senin çocukların fazla. Layıkıyla ilgilenemezsin torunumla.

O da geri çekildi.

En son Ebu Talip gelip diz çöktü önünde:
- Babacığım, onu bana emanet et. Malım az ise de sadakatim fazladır. Ona hizmet etmeyi cana minnet bilirim.

Abdülmuttalip;
- Evet, bu hizmete en layık sensin, dedi. Ama ben Ona danışmadan karar veremem.

Sonra Efendimiz aleyhisselama döndü:
- Ey gözümün nuru, kalbim, senin sevginle dopdolu olarak ahiret yolundayım. Şimdi sen, şu amcalarından hangisinin yanında kalmak istersin?

Güzeller güzeli Efendimiz aleyhisselam, bir anda koştu, Ebu Talib ’in boynuna sarılıp, oturdu kucağına.

Abdülmuttalib memnun olmuştu.

Döndü Ebu Talib’e:
- Mübarek olsun oğlum. Ama bilesin ki bu narin yavru, ana baba şefkatinden mahrumdur. Ona göre davranasın.

Sonra güzel torununun başını ve gözlerini öpüp kokladıktan sonra döndü oğullarına.
- Şahit olun ki, ben bundan güzel bir koku, bundan daha güzel bir yüz görmedim, dedi.

Bunlar son sözleriydi onun.
Ve yumdu gözlerini.
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 12 Haz 2020 18:00:13
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                    ALLAH! ALLAH! ALLAH!
                                (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Kumral Abdal "rahmetullahi aleyh", Bileciğin Bozöyük ilçesini nurlandıran bir Osmanlı akıncısıdır.

Bozöyük’ün üç km kadar yakınında, Kandilli köyüne giderken solda kalıyor türbesi.

Bir gün aldı çıkınını, çıktı sahraya.
Sevenlerinden biri de gizlice takip ediyordu arkasından.

Mübarek zat, bir dağın eteğine varıp, açtı çıkınını.
Kuru ekmeği suya banıp yedi.
Sonra zikre başladı.

Fakat o da ne?
Dağ taş iştirak ediyordu bu zikre.

Ağaçlar ve vahşi hayvanlar da katılınca, yer gök, “Allah! Allah!” diye inledi bir zaman.


KENDİSİ YEMİYORDU

Bir Ramazan ayında Konya’ya gitmişti.
Konyalılar ona iftarlık yemek getirdiler.

Ancak kendi yemedi.
Verip doyurdu bir fakirin karnını.

Ertesi gün yine getirdiler.
Onu da verdi bir fakire.

Nihayet onuncu gün gelip rica ettiler:
- Hocam! Lütfen bugün getireceğimiz yemeği siz yiyin artık.

Cevaben;
- Pekala, buyurdu. Etli ve yağlı olsun öyleyse.

Sevinip getirdiler istediği yemeği.
Tam iftar edecekti ki, çalındı kapısı.

Açtığında bir fakir vardı kapıda.

Yalvarıyordu:
- Çok acım. Allah için biraz yemek!

Yemeği olduğu gibi verdi fakire.
Kendisi su ile iftar etti yine.


CENNETE GİRMEK İÇİN

Bir gün de huzuruna bir genç gelip;
- Efendim, Cennete girmenin en kestirme yolu nedir? diye sordu.

Cevaben;
- Emr-i maruf yapmaktır, buyurdu.

Delikanlı ilk kez duyuyordu bu kelimeyi.
- O nedir ki hocam?

- “Emr-i maruf”, Allahü teâlânın kullarına doğru yolu öğretmektir evladım. Yani insanlara İslamiyet’i anlatıp, ebedi saadete kavuşmalarına sebep olmaktır.

Genç rica etti:
- Bir şey daha sorabilir miyim efendim?
- Tabii yavrum.

- Su-i zan günah mıdır hocam?
- Elbette günahtır.

- Peki, büyük günahlardan mıdır?
- Tabii. Bir insanın hayatı boyunca kazandığı “Sevaplar” terazinin bir kefesine, “Su-i zan günahı” da diğer kefeye konsa, bu kefe ağır gelir.

Ve ekledi:
- Üstelik “Kul hakkı” na da girer ki, bu haktan kurtulmak çok zordur ahirette. Çaresi bulunmaz.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 13 Haz 2020 10:44:12
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                    ASLANLAR SALDIRINCA
                                (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Abdürrezzak Ali Efendi “rahmetullahi aleyh”, Anadolu Evliyasındandır.

1842 de Erzurum’da doğdu.
Türbesi, Adana’nın İsmailiye köyündedir.

Talebesinden biri uzun bir sefere çıkacaktı.
Bir gün önce geldi bu zatın huzuruna.

Ve arzetti:
- Efendim, sefere çıkıyorum. Duanızı almaya geldim.

Mübarek, elini koydu gencin omzuna:
- Selametle git evladım. Yolda bir sıkıntıyla karşılaşırsan bizi hatırla!

Talebe;
- Baş üstüne hocam, dedi.

Ve ertesi gün çıktı yola.

Bir müddet gitmişti ki, ıssız bir yerde “Vahşi hayvanlar” çıktı önüne.
Ne bir ağaç vardı etrafta, ne de bir çukur.

Çaresizdi.
O ara hocasını hatırladı birden.

Ve kalbinden yalvardı:
- Ya Rabbi! Hocamı imdada gönder bana!

Ellerini yüzüne sürmeden hocası belirdi önünde.
Gayet heybetliydi.

Aslanlar tam saldırıyordu ki, bu “Allah adamı” nı görünce büktüler boyunlarını.

Ve sessizce uzaklaştılar oradan.
Adeta birer suçlu gibi.

Yolcu kurtulmuştu.
Hocasına teşekkür etmek istedi.

Ama göremedi onu bir daha.
Kaybolmuştu gözden.

Sefer dönüşü hocasını görmeye gitti.
Elini öpüp oturdu karşısına.

Tam bu hadiseden bahsedecekti ki, hocası işaretle;
- Sus! Unut o meseleyi, buyurdu.


NAMAZ, DİNİN DİREĞİDİR

Bir genç de nasihat istemişti bu zattan.

Cevabında;
- Namaza çok ehemmiyet ver, buyurdu.

Ve izah etti:
- Namazını dosdoğru kılan bir kimse dinini doğrultmuş, kılmayan ise yıkmış olur. Unutma, Müslüman demek, “Beş vakit namazını, vaktinde ve muntazam kılan insan” demektir.

Genç büktü boynunu:
- Ben bazen kılamıyorum hocam.

- Neden?
- Bilmiyorum, işe güce dalıyoruz. O arada geçiyor namaz.

Büyük veli ciddileşti:
- Olmaz, çok yanlış. Mutlaka kılmalısın namazını.

- Peki efendim, namazı kazaya bırakmak için hiç özür yok mudur?
- Var elbette.

- Onlar nedir efendim?
- “Uyku” ve “Unutmak”.

- Başka hocam?
- Başka özür yoktur.

Genç anlamıştı meseleyi.
“Bir daha namazımı kazaya bırakmayacağım!” diye söz verdi kendi kendine.

Ve tuttu bu sözünü.
Bir vaktini bırakmadı kazaya.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 14 Haz 2020 13:25:25
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
               BAŞI KOLTUĞUNDA SAVAŞTI
                                (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Abdülvehhab Sancaktari “rahmetullahi aleyh”, Anadolu Evliyasındandır.

Ona, Abdullah derlerdi o havalide.
Kabr-i şerifi İznik’tedir.

İslam orduları İznik’i kuşattığında, o sancaktardı.
Ve kahramanca savaştı elinde sancakla.
Çok düşman askeri öldürdü.

Bir ara, düşman askerleriyle fena halde sarıldı etrafı.
Kâfirler, dört bir yandan ok yağmuruna tuttular.
Vücuduna onlarca ok saplandı bir anda.

Her yerinden kan fışkırırken, o, savaşa devam ediyordu.
Derken bir kılıç darbesiyle başı kesildi.
Ama o, savaşı bırakmadı yine.

Seslendi bir arkadaşı:
- Hey, Abdullah! Başın nerede?

Hazret-i Abdullah eğilip aldı başını yerden.
Koltuğuna sıkıştırıp tırmandı tepeye.
Zirveye varınca, serildi sıcak toprağa.

Kesik başı, koltuğunun altındaydı.
Kanlı elbisesiyle defnedildi o yere.

KAZAYA RIZA GÖSTER!

Komşularından birinin ufak çocuğu hastalanmıştı bir gün.
Adamcağız bebeği kucakladığı gibi getirip bıraktı bu zatın kollarına.

Ve yalvardı:
- Efendim, dua edin de iyileşsin çocuğumuz.

Mübarek zat, gözlerini kapayıp, bir müddet sonra açtı.

Ve üzgün olarak genç adama dönüp;
- Kazaya rıza göstermek gerekir, buyurdu.

Adamcağız işkillendi bu cevaptan.

Büyük veli devam etti:
- Unutma, her şey gibi, çocuk da bir emanettir. Cenâb-ı Hak verir de, alır da. Bu, Onun bileceği iştir, öyle değil mi?

- Amenna hocam.
- Emaneti alınca sabretmelidir. Bağırıp çağırmak kulluğa yakışmaz.

Adam korkuyla sordu:
- Yani hocam yaşamayacak mı çocuğumuz?
- Hayır, öyle bir şey demedim.

- Ama şifa için dua etmiyorsunuz?
- Bak evlat, gaybı yalnız Allahü teâlâ bilir. Ben olabileceği söylüyorum sana. Allahü teâlânın her yaptığını hoş görmelisin. Sabır acı ise de, meyvesi tatlıdır. Sabredersen çok sevap kazanırsın.

Adamcağız;
- Anladım efendim, dedi.

Ve aldı çocuğunu, döndü evine.

Hanımı açtı kapıyı:
- Ne oldu bey?
- Sabır tavsiye etti sadece.

- Ne demek acaba?
- Manası açık. Takdire razı olacağız.

İkisi de “Hayırdır inşallah!” deyip, neticeyi beklediler.
Çocuk, o gece ruhunu teslim etti.

İkisi de çok ağladılar.
Ama sessizce ve isyan etmeden.

Çünkü tembihliydiler.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 15 Haz 2020 18:58:41
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                BEN DE SENİ BEKLİYORDUM
                                (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Ahmet Raufi Efendi “rahmetullahi aleyh”, 1600 lü yıllarda İstanbul’da yaşadı.

Üsküdar’da vefat etti.
Kabr-i şerifi Koca Sinan Paşa camii bahçesindedir.

Ahmet adında bir genç, bu zatı merak edip ziyaretine gitti bir gün.
İlk defa görecekti kendisini.

Bu velinin yaşı doksanın üzerindeydi.

Genci karşısında görünce ismiyle hitab edip;
- Hoş geldin Ahmet evladım! Ben de seni bekliyordum, buyurdu.

Sonra kalktı ve sevgiyle kucakladı genç adamı.
Müsafaha ederken öyle sıktı ki elini, kemikleri birbirine geçti delikanlının.

Hatta bağırmamak için zor tuttu kendisini.
Mübarek zat tebessümle baktı ona:

- Nasıl? Hayret ettin değil mi?
- Evet efendim. Çok şaşırdım doğrusu.

- Bu kuvvet, gençliğimdeki kuvvettir evladım. Hiç değişmedi.

Merakla sordu genç adam:
- Bunu neye borçlusunuz efendim?
- Helal lokma yemeğe.

EN KIYMETLİ İBADET

Bir talebesi de bir gün bu Veli zata;
- Hocam, dinimizde en kıymetli ibadet nedir? diye sordu bir gün.

Hocası cevabında;
- Namaz’dır, buyurdu.

Ve izah etti:
- Namaz, imandan sonra en kıymetli ibadettir dinimizde. Bir vakit namazı özürsüz kazaya bırakan, seksen hukbe Cehennemde yanacaktır.

Delikanlı, “Hukbe” kelimesini ilk defa duyuyordu.

Sordu hemen:
- Hukbe ne kadar zamandır efendim?

- Seksen ahiret senesidir ki, her günü, seksen dünya senesi kadardır.


FEYZ ALABİLMEK İÇİN

Bir gün de genç bir akrabası;
- Efendim, Evliyadan feyz almak için ne yapmak lazım? diye sordu bu büyük zata.

Cevaben;
- İsimlerini anmak kâfidir, buyurdu.

Ve sordu ona:
- Bak evladım, Allahü teâlâ her şeyi bir sebeple yaratır değil mi?
- Evet efendim.

- Mesela açlığımızı gidermek için ekmek, sesleri duyabilmek için hava, etrafımızı görebilmek için de ışık lazım değil mi?
- Evet efendim.

- İşte Evliyadan feyz alabilmek için de isimlerini anmak lazım. Ama sevgi ve hürmetle tabii.

Ve ilave etti:
- Hadis-i şerifte; “Evliyanın anıldığı yere rahmet yağar” buyuruldu. Şimdi anladın mı evladım?

- Anladım hocam.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 16 Haz 2020 14:14:17
☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️
                    BENİ KIR, ONU KIRMA!
                                (Menkıbe)
☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️
Şeyh Edebali hazretleri “rahmetullahi aleyh”, Osmanlı devletinin kuruluşuna manevi destek veren bir büyük zattır.

Kabr-i şerifi, Bilecik merkezde, bir vadinin içerisindedir.
Bu zat büyük İslam alimi ve gönül ehli bir Allah dostudur.

120 yaşında Bilecik’te vefat etti.
Ertuğrul Gazi’nin, oğlu Osman Gazi’ye bir vasiyeti var.

Şöyle buyuruyor:
- Ey oğul! Beni kır, ama Şeyh Edebaliyi kırma. Bana karşı gel, ona asla. O, bizim boyumuzun ışığıdır.


KUR'AN-I KERİME HÜRMET

*Ertuğrul Gazi*, bir gece, ulemadan birine misafir olmuştu.

Yatma vakti gelince ev sahibi;
- Hayırlı geceler! deyip çıktı odadan.

Kıble duvarında işlemeli bir kılıf içinde Kur’an-ı kerim asılıydı.
Allah kelamına olan aşırı saygısından, o geceyi diz üstü oturarak geçirdi.
Hiç uyumadı.

Ancak sabaha karşı içi geçti bir ara.

Rüyasında;
- Ey Ertuğrul! Sen Allah kelamına hürmet ettin. Allahü teâlâ da senin evladına bir ulu devlet ihsan eder ki, şânı kıyamete kadar yeryüzünde devam eder, denildi.

ÇOK MANALI RÜYA

Şeyh Edebali hazretleri Eskişehir yakınlarında, İt burnu denen bir köye yerleşti. Burada yaptırdığı mütevazı dergahında ilim öğretip, feyz saçtı taliplere.

Dünya sultanları bile hürmetle gelir, istifade ederlerdi bu ahiret sultanından.

Nitekim Osman Gazi de müdavimi olmuştu bu kutlu dergahın.
O günlerde bir rüya gördü Osman Bey.

Edebali hazretlerinin göğsünden bir nur çıkıp kendi göğsüne girdi.
Sonra o nurun girdiği yerden bir ulu ağaç çıkıp, dört bir yana dal budak saldı.

Öyle ki, gölgesinde nice devletler kuruldu.
Nehirler aktı.
Şehirler inşa edildi.

Uyanınca, dergaha koştu hemen.
Rüyayı hocasına anlatıp tabirini istedi.

Şeyh Edebali hazretleri buyurdu ki:
- Oğul, öyle görünüyor ki, babandan sonra bey sen olacaksın. Kızım Mâl Hatun hanımın olacak. Benden çıkıp sana giren nur, buna işarettir.

Şöyle devam etti:
- Sizin asil ve temiz soyunuzdan nice padişahlar gelecek. Allahü teâlâ nice insanın saadete kavuşmasına, nicelerinin İslam’la şereflenmesine senin neslini vesile kılacak. Rüyanın tabiri bu olsa gerektir.

Sonra alnından öptü. Ve gözünün nuru kızını nikah etti bu asil insana.
☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️☪️

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 17 Haz 2020 13:09:12
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                    BİZ YEMEK SEÇMEYİZ
                               (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Anadolu Evliyasından Mustafa Emin Ağa "rahmetullahi aleyh", lokmasına çok dikkat eder, helalden yerdi mutlaka.

Bir gün, kendini bilmez biri, aklı sıra imtihana yeltendi bu Hak dostunu.
Yemek ziyafetine davet etti evine.

Güya “Haram para” ile hazırladığı yemeği yedirecekti ona.

Emin Ağa, daveti kabul edip geldi.
Ve oturdu sofraya.

Ev sahibi iltifat etti kendisine:
- Buyurun hocam. Kusura bakmayın, fazla bir şey yapamadık.

Ancak o, el uzatmadı yemeğe.

Adam bunu fark edince;
- Niçin yemiyorsunuz? diye sordu. Yoksa beğenmediniz mi yemekleri?
- Estagfirullah, biz yemek seçmeyiz.

- Buyurun, yiyin öyleyse.
- Kusura bakmayın. Bu yemekten yiyemeyeceğim.

- Neden?
- Çünkü haram kokusu geliyor bu sofradan.

Bu keramet karşısında insafa geldi adam.

Utandı yaptığına.
- Özür dilerim, dedi.

Ve elini öpüp talebesi olmakla şereflendi.
Uzun yıllar hizmetinde bulunup, kâmil bir insan oldu neticede.


KUL HAKKI MÜHİM

Bu zat, bir gün;
- Kardeşlerim, kul hakkı çok mühimdir, buyurdu cemaatine.

Sordular:
- Nasıl mühim efendim?

- Şöyle ki; Bir kimse Peygamberlerin yaptığı ibadetleri yapsa, fakat üzerinde başkasının “bir kuruş” hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe Cennete giremez.


İMANDAN SONRA

Bir gün de, bazı sevdikleri gelip;
- Efendim, “İman” dan sonra en mühim iş nedir? diye sordular bu zata.

Cevabında;
- İslamiyet’i öğrenmektir, buyurdu.

Sordular:
- İslamiyet’ten maksat, Allahü teâlânın emir ve yasakları mı efendim?

- Evet. Bunları öğrenmek, kadın erkek her Müslümana farzdır. Yani Allahü teâlânın emridir.

- Öğrenmezse hocam?

- Öğrenmeyen günaha girer. Çünkü İslamiyet’i bilmemek haramdır. Öğrenmeye ehemmiyet vermezse, bu, daha tehlikelidir.

Merak ettiler:
- Bu tehlike nedir efendim?
- Ehemmiyet vermeyenin imanı gider mâzallah, kâfir olur. Yani İslamiyet’i bilmemek, ya “Haram” dır, ya da “Küfür”.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 18 Haz 2020 12:40:18
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                         BÖYLE DUA ALINIR
                                 (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Kutbüddin-i İzniki hazretlerinin "rahmetullahi aleyh", buğday ticaretiyle uğraşan bir talebesi vardı.

Bir gün çağırdı o genci:
- Ahmet oğlum!
- Buyurun hocam.

- Bu sene bolca buğday al ve sakla ambarında.

Talebe;
- Baş üstüne efendim! dedi.
Ama merak etmişti.

Sordu hemen:
- Hikmetini sorabilir miyim hocam?

- Evladım, öyle zannediyorum ki, büyük bir kıtlık olacak seneye. O günlerde ucuza satar, insanların duasını alırsın. İyi olmaz mı?
- İnşallah efendim. Çok iyi olur.

Hocasının elini öpüp ayrıldı.
Buğday bol ve ucuzdu o sene.
Bütün sermayesini buğdaya yatırıp, doldurdu ambarını.

Gerçekten de büyük bir kıtlık oldu ertesi yıl.
Halk, ekmek için buğday bulamaz oldu.

Olanın da fiyatı el yakıyordu.
Dua almanın tam zamanıydı.

Ambarını açıp, seslendi halka:
- Gelin gelin! İsteyene, istediği kadar buğday! Hem de çok ucuza!

Halk bayram etti sevinçten.
O ise dönmüştü köşeyi.

Paradan mı?
Hayır. Dua almaktan.

“Söz dinleyen, kazanır” diye boşa dememiş büyükler.
Peki diyen, hem dünyada kazanır, hem ahirette.


HOCAM BANA DUA EDİN!

Bir gün de bir talebesi çok üzüntülü bir halde geldi bu zatın yanına.

Ve arzetti:
- Hocam ne olur, bana dua edin!

- Hayrola evladım, ne oldu?
- Hiç huzurum yok efendim, çok sıkılıyorum.

- Neden huzursuzsun?
- Bilmiyorum efendim.

- Ben biliyorum onun sebebini.

Genç heyecanlandı:
- Biliyor musunuz hocam?
- Evet, bu huzursuzluğun sebebi “günah işlemek” tir oğlum. Günahlar kalbi sıkar, sıkıntı verir. Günah işlenince huzursuzluk başlar insanda.

- Peki ne yapayım hocam?
- Günahı bırakıp, ibadete sarılacaksın. Bilhassa “beş vakit namaz” ını aksatmadan kılacaksın.

- O zaman huzurlu olur muyum?
- Elbette. Allah’a kulluk etmek kalbe ferahlık verir evladım. Huzursuzluktan eser bile kalmaz. Çok mutlu olursun.

Delikanlı;
- Peki efendim! dedi.

Ve tuttu bu sözünü.
Mutlu ve huzurlu bir hayat sürdü ömür boyu.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 19 Haz 2020 18:51:22
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
                  DÖRT DEVE YÜKÜ BUĞDAY
                                (Menkıbe)
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
Bir gün Resulullah Efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” evinde oturuyordu ki, Hazret-i Osman ’ın “radıyallahü teâlâ anh” bir hizmetçisi geldi huzura.

Hediye olarak dört deve yükü buğday getirmişti.
Efendimiz aleyhisselam sordular:

- Nedir bunlar?
- Efendimin hediyesidir ya Resulallah.

Efendimiz aleyhisselam;
- Peki, efendine selam söyle! buyurdular.

Ve hizmetçinin yanında o buğdayın tamamını Muhacirlere taksim ettiler.
Hizmetçi geri geldiğinde sordu Hazret-i Osman:

- Resulullah ne yaptı buğdayları?
- Tamamını muhacirlere dağıttı efendim.

- Peki, dört deve yükü daha götür! buyurdu

Hizmetçi;
- Baş üstüne, dedi.

Ve götürüp arzetti buğdayları.

Resulullah efendimiz aleyhisselam hizmetçiye teşekkür edip;
- Peki, efendine selam söyle, buyurdu.

Ve o buğdayları da Ensara dağıttı tamamen.

Hizmetçi gelince hazret-i Osman sordu yine:
- Resulullah ne yaptı buğdayları?

- Hepsini Ensara dağıttı efendim.
- Pekala, dört deve yükü daha götürüver! buyurdu

Hizmetçi;
- Baş üstüne, dedi.
Ve emri yerine getirdi.

Resulullah efendimiz aleyhisselam sordu hizmetçiye:
- Efendinin ne kadar buğdayı kaldı?
- Hiç kalmadı ya Resulallah.

Allah’ın Sevgilisi o kadar duygulandı ki, açtı mübarek ellerini;
- Ya Rabbi! Kim bana bir iyilikte bulunduysa, az çok karşılığını verdim. Lakin Osman’ın ihsanlarından aciz kaldım, diye arzetti.

O anda Cibril-i emin geldi ve;
- Ya Resulallah! Cenâb-ı Hak; “Biz Osman’dan razı olduk ve onu ahiret hesabından muaf kıldık” buyuruyor, diye arzetti.


OSMAN'I SANA HAVALE ETTİM

Bir gün de yedi tabağı, silme “Altın” la doldurdu.

Bunları yedi hizmetçisinin ellerine verip;
- Bunları Resulullaha götürünüz! diye emretti.

Hizmetçiler;
- Baş üstüne! dediler.

Ve götürüp arzettiler.

Resulullah efendimiz aleyhisselam çok memnun oldu ve,
- Peki, efendinize selam söyleyin! buyurdular.

Ama ayrılıp gitmiyordu hizmetçiler.

Efendimiz aleyhisselam sordu:
- Başka bir şey mi var?

Arzettiler ki:
- Ya Resulallah! Efendimiz, bizleri de tabaklarla birlikte hediye etti size.

O Server “aleyhissalatü vesselam”, o kadar memnun oldular ki, ellerini açıp;
- Ya ilahi! Osman’ı sana havale ediyorum, buyurdular.
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 20 Haz 2020 12:46:10
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
                 DURUN, BEN HALLEDERİM!
                               (Menkıbe)
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
Efendimiz aleyhisselam on yaşlarında idi.
Bir gün amcalarından Zübeyr ile bir kervana katılıp, sefere çıktılar.

Az sonra bir dere çıktı önlerine.
Sudan geçeceklerdi, ama ne mümkün.

Oracıkta azgın bir deve peydahlanmış, yol vermiyordu kervana.
Kaç defa teşebbüs ettilerse de neticesiz kaldı.

Kervandakiler durumu istişare ettikten sonra karar verdiler:
- Geri dönüyoruz!

Tam dönüyorlardı ki, Alemlerin Efendisi yetişti imdada:
- Durun! Ben hallederim!

Ve devesinden inip, o hırçın deveye yaklaştı.
Herkes korku ile ona bakarken bindi üzerine.
Hayret, o azgın deve yumuşamıştı birden.

Uysal ve itaatliydi artık.
Üzerinde olanın kim olduğunun şuurundaydı sanki.

Ölçülü adımlarla başladı suda yürümeye.
Kervan da arkasından tabii.

Karşı kıyıya varınca durdu.
Ve uslu uslu çekildi bir kenara.

Efendimiz aleyhisselam ondan inip kendi devesine bindi.
Ve kervan devam etti yoluna.

BEN GELMİYORUM!

Yine Alemlerin Efendisi on onbir yaşlarında idi ki, bir hadise oldu.

Şöyle ki;
Mekke’de koca bir put vardı o devirde.

İsmi “Bevane” idi.

Kureyş müşrikleri senede bir gün onun yanında toplanır, ona ibadet ederlerdi.
İşte o gün gelmiş, bütün Kureyş halkı o putun bulunduğu yere gidiyordu akın akın.

Ebu Talip, Efendimiz aleyhisselama baktı:
- Haydi yeğenim, biz de Bevaneye gidiyoruz!

O Serverin yüzü asıldı:
- Ben gelmiyorum!

Bunun üzerine Ebu Talip ve akrabaları incinip kırıldılar.
Bu sefer Efendimiz aleyhisselam üzüldü.

Ve istemeyerek kabul etti tekliflerini.
- Pekala geliyorum! dedi.

Şöyle bir görünüp gelecekti.
Hani gönülleri olsun diye.

Ancak Bevane putuna yaklaştıklarında Efendimiz aleyhisselam ortadan kayboldu birden.

Etrafa dağılıp aradılar.
Ama yoktu hiçbir yerde.

Merak ve endişe içinde dönmesini bekliyorlardı ki, birden çıktı ortaya.

Ebu Talip sevinçle koşup sarıldı yeğenine:
- Neredeydin? Çok merak ettik.

Efendimiz aleyhisselam anlattılar:
- Amcacığım, ben o putun yanına gidiyordum ki, uzun boylu ve çok heybetli biri çıktı önüme. Ve şiddetle “Dur ya Muhammed! Yaklaşma ona sakın! Sen, o putları kırmak için dünyaya geldin!” diye seslendi.
 
Onun, meleklerden biri olduğunu zannediyorum.
Bu ilahi ikâz üzerine ayrıldım oradan.

🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 22 Haz 2020 10:07:42
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                    ECELİNİ BİLEN VAR MI?
                               (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Şaban Dede “rahmetullahi aleyh”, Denizli Evliyasından gönül ehli bir zattı.
Dünyaya rağbet etmez, ahiretini düşünürdü devamlı.

Sevdikleriyle tek mevzu üzerinde sohbet ederdi ekseri:
“Ölüm” ve “Ahiret”.

Bir gün sordu cemaatine:
- Ecel vaktini bilen var mı?
………..!?

- Bir saat yaşamaya senedi olan?
………..!?

Buyurdu ki:
- İkisi de mümkün değil. Öyleyse neden “Sonra yaparım” diyor bu insanlar?

Biri kalktı ve;
- Efendim, ilk yapılacak şey nedir? diye sordu.

Cevaben;
- İslamiyet’i öğrenmek, buyurdu.

- Ondan sonra efendim?
- Öğrendiğiyle amel etmektir.

- Sonra hocam?
- Sonra da onu başkalarına öğretmeye çalışmaktır.

Ve ekledi:
- Müslüman, bir anını bile boşa geçirmez. Dünya, hayaldir. Önce yok idi. Sonunda da yok olacak. Ama ahiret sonsuzdur. Hiç yok olmaz.


HAYDİ “ALLAH” DE!

Bir gün de bir eve çağırdılar kendisini.
Kalkıp gitti.

İçerde ölmek üzere olan bir hasta vardı.

Yakınları rica etti:
- Efendim, hastamıza “kelime-i şehadet” i telkin etseniz. Biz bir türlü söyletemedik.

Mübarek yanaştı hastaya.
- Haydi “Allah” de!
…………..

- “La ilahe illallah” de!
…………..

Israr edince, hasta gözlerini açtı ve;
- Diyemiyorum, dedi. Boşuna uğraşma!

Mübarek zat sordu:
- Neden diyemiyorsun?

- Dilim dönmüyor, dedi.
Ve öldü o haliyle.

Şaban Dede sordu yakınlarına:
- Önceki hayatı nasıldı bu kişinin?
- Her gün şarap içerdi.

- Namaz kılar mıydı?
- Hayır.

- Üzülür müydü?
- Hayır.

- Tövbe eder miydi?
- Maalesef.

Başını eğip usulca mırıldandı:
- Nasıl yaşarsak, öyle ölürüz!
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 23 Haz 2020 13:11:15
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
            EVLENMEK İSTEMİYOR MUSUN?
                               (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Koç Taceddin Baba "rahmetullahi aleyh", Söğüt toprağını nurlandıran bir Allah dostu.

Kabr-i şerifi, Söğüt’ün Ortaca köyündedir.

Talebesinden biri, sabah dergaha giderken;
“Ben en iyisi evlenmeyeyim. Yalnız başıma daha çok ibadet yapar, daha yakın olurum Allah’a” diye düşündü.

Bu düşünce içinde gelip oturdu hocasının meclisinde.

O girince, hocası sohbeti kesip, döndü ona:
- Sen evlenmek istemiyor musun oğlum?

Genç şaşırdı birden:
- E, evet hocam, düşünmüyorum.

- Neden evladım?
- Evlenirsem kalbim dünyaya meyleder, diye korkuyorum hocam.

Mübarek zat, gence sevgiyle bakıp;
- Yanlış düşünüyorsun, dedi.

Ve izah etti:
- Çünkü evlenmek, Peygamber efendimizin sünnetidir. Ruhbanlık yoktur bizim dinimizde. Efendimiz aleyhisselam, ümmetinin çokluğu ile iftihar edecektir mahşer günü. Vazgeç bu fikirden!

- Baş üstüne hocam!
- Hem evlenmek, dünyaya bağlanmak değildir ki. Asıl marifet, evlenip, çoluk çocuk sahibi olup da, kalbini onlara bağlamamaktır.


AYIP DEĞİL Mİ?

Bir talebesi de, odasında otururken, Ahmet adındaki bir arkadaşı hakkında su-i zanda bulunmuştu.

Kendi kendine;
“Niçin böyle yapıyor? Ayıp değil mi? Yazıklar olsun ona” gibi şeyler söyleniyordu ki, kapısı çalındı birden.

Açtığında hocasını gördü eşikte:
- Buyurun hocam. Safa geldiniz.

Mübarek zat girdi içeri.
Üzüntülü bir çehreyle bakıp;
- Su-i zan haramdır evladım. Vazgeç bundan! buyurdu.

Genç şaşırmıştı.
- Peki efendim.

- Üstelik “kul hakkı” na girer bu günah. Helallaşmazsan işin zordur ahirette. Kalkamazsın altından, dedi.
Ve ayrılıp gitti.

O çıkınca, delikanlı hemen koştu o arkadaşına.

Nefes nefeseydi:
- Ahmet abi, hakkını helal et! dedi.

Öbürü şaşırdı:
- Hayrola ne oldu ki?

Diyemedi kendisine su-i zanda bulunduğunu:
- Şey, yok canım, bir şey olmadı. Hani hocamız “Sık sık helalleşin!” diyor ya. Onun için işte.

- İyi iyi helal ettim. Sen de helal et ama.
- Tamam, ben de helal ettim.

Oh! Kuş gibi hafiflemişti.
Huzur içinde döndü evine.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK