İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.883
  • 227.927
  • 28.883
  • 227.927
# 29 Eyl 2020 10:15:07
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı dark city

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 10.027
  • 62.952
  • 10.027
  • 62.952
# 02 Eki 2020 08:11:36
Can tatlıdır derler. Doğrudur.

Ölümcül hastalığı olan annesi için:
" Anneciğim keşke senin yerine ben ölsem."

Diyen oğlunun samimiyetini test etmek isteyen anne bir akrabasıyla anlaşmış ve ona demiş ki:

"Bu akşam tam ezan okununmaya başladığında bizim evin kapısını 3 kez çal."

Oğluna da bir rüya gördüğünü ve bu akşam tam akşam ezanı başladığında Azrail'in canını almak için geleceğini,  söylemiş.

Tabii oğlu yine; keşke benim canımı alsa, tarzında cümleler söylemiş annesine.

Akşam olup da ezan başlayınca, daha kapıdan gelen ilk "tık" sesinden sonra Kadının oğlu:

"HASTA ORADA"' diye bağırmış.

Sık sık kullanılan " Senin için ölürüm." sözünü bazı insanlar icin  test etmek gerekir.

Çevrimdışı unodeca

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 171
  • 5.389
  • 4. Sınıf Öğretmeni
  • 171
  • 5.389
  • 4. Sınıf Öğretmeni
# 05 Eki 2020 02:09:19
Washington DC'deki Atatürk heykelini, Ermeni saldırılarından koruyan bir grup siyahi

Çevrimdışı dark city

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 10.027
  • 62.952
  • 10.027
  • 62.952
# 05 Eki 2020 06:46:51
Düşman düşmandır. Düşmanlığından asla vaz geçmez. Onun işi odur çünkü.

Efedim ırmak kıyısına gelen bir AKREP ırmağın karşısına geçecekmiş.

O sırada bir KALUMBAĞAYA  çıkagelmiş. AKREP rica etmiş KALUMBAĞAYA kendini sırtına alıp karşıya geçirmesi için.

Sen beni iğnelersin ikimiz de boğuluruz demiş KAPLUMBAĞA  Hayır, demiş AKREP kendi sonuma neden olacak bir yanlış yapar mıyım demiş. İğnelememek için söz de vermiş.

Güç de olsa ikna olmuş KAPLUMBAĞA. Yola çıkmışlar. Irmağın yarısına gelince AKREP iğnelemiş KAPLUMBAĞAYI. İkisi de nehrin dibine doğru batarken sormuş KAPLUMBAĞA: Hani söz vemiştin.

AKREP: "Yapacak bir şey yok benim huyum bu." demiş.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.883
  • 227.927
  • 28.883
  • 227.927
# 07 Eki 2020 17:06:54
HER İŞTE BİR HAYIR VARDIR

Bir zamanlar Afrika’daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi:

"Bunda da bir hayır var!"

Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki her zamanki sözünü söyledi:

"Bunda da bir hayır var!"

Kral acı ve öfkeyle bağırdı: "Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?"

Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı. Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler. Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.

"Haklıymışsın!" dedi.

"Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi"
"Hayır" diye karşılık verdi arkadaşı.

"Bunda da bir hayır var"

"Ne diyorsun Allah aşkına?" diye hayretle bağırdı kral.

"Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir"

"Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi?"

Ve sonrasını düşünsene?

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.883
  • 227.927
  • 28.883
  • 227.927
# 16 Eki 2020 23:06:35
İbrahim Hakkı Hazretleri’nin Şakir ve Zakir adında iki oğlu vardır. Hasankaleliler her ikisine de sonsuz saygı ve sevgi duyarlar. İbrahim Hakkı’nın küçük oğlu Zakir, yavaş yavaş itibarını kaybetmeye başlar, son derece dindar olan Hasankale halkı Zakir’in her zaman meyhaneye gitmesine çok kızar olmuşlar. Zakir gününün büyük bir kısmını meyhane köşelerinde geçirir. Şakir ise tıpkı babası gibi son dererce dindardır. Bu sırada garip bir olay olur. İbrahim Hakkı Hazretleri, Zakir’in meyhane borcunu ödemek üzere meyhaneci ile görüşür. Meyhaneci, İbrahim Hakkı Hazretleri’ne der ki, “Zakir’in hiç bir şekilde bana borcu yoktur. Sebebine gelince, Zakir sabahtan gelir oturur, akşama kadar şarap içer. Ertesi günü gelince, onun şarap içtiği fıçıyı dolu bulurum.” Bu cevabı alan İbrahim Hakkı Hazretleri, Zakir’in artık bir ermiş olduğuna kanaat getirir. Bir gün İbrahim Hakkı Hazretleri, oğullarını imtihan etmeye karar verir. Sabah namazından önce iki oğlunu da yanına alarak kaleye çıkar. Tan zamanı burcun önünden tam otuz iki tane güvercin geçermiş. Bunlar kırklardan olan perilermiş. İbrahim Hakkı önce büyük oğlu Şakir’e dönerek, “Oğlum Şakir kendini burçtan aşağı at” der. Şakir korkar, babasının isteğini yerine getiremez. İbrahim Hakkı Hazretleri daha sonra küçük oğluna döner, aynı teklifi ona da yapar. Zakir, hiç gözünü kırpmadan babasının sözünü dinler ve kendisini kalenin burcundan aşağı atar. Tam o esnada otuz dokuz güvercin peyda olur. Bu otuz dokuza bir de Zakir ilave olur, kırk olurlar. Böylece Zakir kırklara karışmış olur. İbrahim Hakkı Hazretleri diğer oğlu Şakir’e dönerek şöyle söyler:
Harabat ehline hor bakma Şakir Defineye malik viraneler var!


Kaynak: netmola.com/harabat-...-viraneler-var



Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.883
  • 227.927
  • 28.883
  • 227.927
# 18 Eki 2020 17:30:53
BİLGE İLE KÖPEK...

Bir bilge, bir göletin başında oturmaktadır. Susuzluktan kırılan bir köpeğin devamlı olarak gölete kadar gelip, tam su içecekken kaçması dikkatini çeker. Dikkatle izler olayı.

Köpek susamıştır ama gölete geldiğinde sudaki yansımasını görüp korkmaktadır. Bu yüzden de suyu içmeden kaçmaktadır. Sonunda köpek susuzluğa dayanamayıp kendini gölete atar ve kendi yansımasını görmediği için suyu içer. O anda bilge düşünür:

 -Benim bundan öğrendiğim şu oldu, der.
—Bir insanın istekleri ile arasındaki engel, çoğu zaman kendi içinde büyüttüğü korkulardır. Kendi içinde büyüttüğü engellerdir. İnsan bunu aşarsa, istediklerini elde edebilir.

   Ama biraz daha düşününce aslında gerçek öğrendiği şeyin bundan farklı olduğunu görür. Asıl öğrendiği şey, insanın bir bilge bile olsa bir köpekten öğrenebileceği bilginin var olduğudur. Bu yüzden ne varsa paylaş, senden de öğrenilecek bir şeyler vardır diğer insanlar için...

   Her insanın bir hikâyesi ve söyleyecek bir sözü mutlaka vardır...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.883
  • 227.927
  • 28.883
  • 227.927
# 07 Kas 2020 21:32:01
Bozuk Simit Paraları ile Cenneti Satın Almak!!!

Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.

Öğretmeni, onun bu halini fark etti:
- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?

Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:
- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
- Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
- Ahmet arkadaşımız var ya…
- Evet, ne olmuş Ahmet'e?
- Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor.
- Eee?
- Ona yardim etmek istiyorum. Ama benim yardim ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?

Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardim etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu.

Nurhan Öğretmen:
- Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?
- Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
- Nerede çalışıyorsun?
- Simit satıyorum.

Nurhan Öğretmen yine durup düşünd ü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.

Nurhan Öğretmen, Ali'ye dondu:
- Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
-Çok zengin bir işadamı…
- Niçin?
- İnsanlara daha çok yardım etmek için…
- Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak simdi Ali, Ahmet'in ailesinin durumu pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme. Çok zengin olduğun zaman insanlara yardim edersin. Olmaz mı?
- Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.
— Neden olmaz?
— Üç sebepten dolayı olmaz.
Birincisi: Bu para zaten b enim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.
İkincisi: 'Ağaç yas iken eğilir.' deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam.
Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.
Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:
- Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.
- Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet'i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet'in fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet'e girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu?
Nurhan Öğretmen'in gözleri dolmuştu. Başını 'Evet' anlamında sallarken Ali'yi evine yolladı.
Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali'nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı.
Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar, bu bozuk SIMIT paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.
Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu, Tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı… Ağladı… Ağladı.
Kendine geldiğinde aksam olmuştu. Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken bekçi Sadık 'Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak, Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak' diye Nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde, 'Ne dediniz hocam?' demesini bile duymayan Nurhan öğretmen, bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti...*

-Bir okul sitesinden alıntı-

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.883
  • 227.927
  • 28.883
  • 227.927
# 08 Kas 2020 20:16:46

MİSKET
 
        Yaşlı adam, bir konfeksiyon mağazasına ait vitrine uzun uzun baktıktan sonra, ilerideki yeşillikte oynayan çocukların en zayıfına dönerek:
 
        -Küçüüük! diye seslendi. Bana biraz yardımcı olur musun?
 
        Çocuk, hafta sonlarında yaptıkları misket oyununu ilk defa kazanmış olmasına rağmen arkadaşlarını bırakıp geldi. 7-8 yaşlarındaydı ve üzerindeki elbiseler, "tek kelimeyle" dökülüyordu.
 

        Yaşlı adam, çocuğun saçlarını okşadıktan sonra:
 
        Vitrindeki elbiseyi giymeni istemiştim, dedi. Bakalım üzerine
uyacak mi?
 
        Çocuk, bu teklifi ilk önce şaka sandı. Ama adam son derece ciddiydi. Onunla birlikte mağazaya girerken, ilk önce rüyâda olup olmadığını, daha sonrada şimdiye kadar yeni bir elbise giyip giymediğini düşündü. Genellikle ailedeki büyük çocuğa alınan veya komşular tarafından verilen giyecekler, elbiselerin ona dar gelmesiyle birlikte ortanca kardeşe kalır, birkaç sene sonra da dizleri aşınmış veya delinmiş vaziyette kendisine yamanırdı.
 
        Ama "her zaman hasta" dedikleri babasının ne kadar zor para kazandığını bildiğinden, bu işe bir kere bile itiraz etmemişti. simdi ise, ilk defa yeni bir elbisesi olacaktı. Üstelik de bayrama üç gün kala.
         Çocuk, yaşlı adamın gösterdiği elbiseleri giydiğinde, büyümüş
 
olduğunu ilk defa fark etti. Çizgili kadifeden yapılmış pantolon, bacaklarının ne kadar uzun olduğunu ortaya koyarken, yeni ceketi de omuzlarını iyice geniş göstermişti. Fakat hepsinin üzerine giydiği kaban bir başkaydı ve artık üşümeyecekti. Çocuk, biraz önce kazandığı misketleri onun cebine bıraktığında, iyice keyiflendi. İrili ufaklı misketler, gayet derin olan ceplerin bir köşesinde kalmıştı. Demek ki her bir cep, en az elli misket alabilirdi.
 
        Yaşlı adam, çocuğu sağa sola döndürdükten sonra, elbiselerin
 
paketlenmesini istedi. Ve iş tamamlandığında, tezgâhtara dönerek:
 
        -Elbiseleri torunuma alıyorum, dedi. Kendisine sürpriz yapacağım
için, onları bu çocuğun üzerinde denedim. İkisinin de boyu falan aynı
da...
         Çocuk, bir anda beyninden vurulmuşa döndü ve ne diyeceğini bilemedi.
 
         Ama artık büyüdüğüne göre, bir şey belli etmemeliydi. Aynaya son bir defa baktıktan sonra, üzerindekileri yavaşça çıkartarak bir kenara fırlattığı eskileri giydi.
 
         Adam, elbiselerin torununa uyacağından emindi. Yaptığı hizmet için çocuğa bir çiklet parası vermek istediğinde, onu yanında göremedi. Haylaz velet, belli ki bu isten sıkılmıştı.
 
         Çocuk, arkadaşlarının yanına döndüğünde, bir kenara çekilerek onları seyretmeye koyuldu. Ve bütün ısrarlara rağmen oyuna katılmadı.
 
         Arkadaşları :
 
        -Niçin oynamıyorsun? diye sordular. En güzel misketleri sen kazanmıştın.
         -Çocuk, inci gibi yaslar süzülen gözlerini arkadaşlarından kaçırmaya çalışırken:

        -Misketlerim, bu elbiselere yakışmayacak kadar güzeldi, dedi. Bu yüzden onları, bayramlık kabanımın cebine sakladım.


        ASLINDA HER YAŞTA AMA FARKLI ŞEKİLLERDE HEP BİRiLERi TARAFINDAN KANDIRILIP SONRA DA BiR KENARA FIRLATILMADIK MI İŞİMİZDE – DOSTLUKTA - ARKADASLIKTA - BELKi DE AiLEMiZDE..
 
        KİMİN UMURUNDA -BiR BASKASININ- DUYGULARI, HiSSETTiKLERi VEYA KANDIRILMASI, GÖZYASLARI YA DA KALP KIRIKLIKLARI.
 
        BÜTÜN BİR ÖMÜR BOYU KALAN İZLER NE YAZIK Kİ KÜLLİYEN HİÇ KİMSENİN.
 
        KEŞKE... KEŞKE... FARKLI OLABİLSEYDİ HER ŞEY.
 
        BİRAZ DAHA İNSANCA, BİRAZ DAHA HASSASCA, DÜRÜSTÇE VE BİRAZ DAHA YÜREKLİCE...
 
             
 

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.883
  • 227.927
  • 28.883
  • 227.927
# 26 Kas 2020 09:25:59
Sultan Mahmut'un Adağı
 
Padişahlar meclisinin kandili Sultan Mahmut Gazne'den kalkıp Hintlilerle savaşa gitmişti.
Hintlilerin pek kalabalık olan ordularını görünce canı sı­kıldı, şaşırdı. O adil sultan bir adakta bulundu; "eğer" dedi, "Bu orduyu yenebilirsem, elde edeceğim bütün ganimetleri yoksullara dağıtayım." Nihayet savaş bitti. Sultan Mahmut galip gelmiş, sayısız ganimetler elde edilmişti. O kara yüzlü düşman bozulup dağılmış, ardına da bir parçasına bile kimse­nin değer biçemeyeceği ganimetler bırakmıştı.

Sultan, hemen adamlarından birini çağırıp dedi ki:

- Bu ganimetleri yoksullara dağıt. Çünkü savaştan Önce Allah'a adakta bulunmuştum. Şimdi bu adağımı yerine getirmem la­zım."

 Herkes itiraz etti,

- Bunca mal, bunca altın değer bilmez bir avuç yoksula verilir mi? Ya askere ver, memnun olsun, düşmanına kinlenerek savaşa hazırlansın, ya da emret hazi­ne ne götürsünler" dediler.

Sultan tereddüde düştü, düşünceye daldı. Adağımı yerine getirip yoksullara mı dağıttırayım, yoksa dediklerini mi yapayım, diye şaşırdı kaldı. Tam o sırada Ebul Hüseyn denen zeki bin meczup ordunun içinden geçiyordu. Sultan Mahmut onu uzaktan görünce "hah" dedi, "Şu meczubu yanıma getir­teyim, ona sorayım, ne derse onu yapayım. Çünkü o ne asker tanır, ne de sultan. Söylenecek sözü sakınmadan söyler."

Ebul HÜseyn'i yanına çağırdı, olayı ona olduğu gibi anlattı.

Meczup dedi ki:

-Sultanım şimdi iki şeyden birini yap­mak gerek. Eğer bir daha Allah'a işin düşmeyecekse merak etme; bunların dediğini yap, adağını düşünme. Yok, bir za­man gelecek, yine işin ona düşecekse utan, onlara uyma sa­kın, adağını yerine getir. Madem Allah sana yardım etti, işini düze çıkardı; demek ki kendisine düşeni yaptı. Sana düşen iş nerde peki? Niçin sözünü yerine getirmiyorsun?

Sonunda Sultan Mahmut ganimetin hepsini yoksullara dağıttırdı, sonu da adı gibi Mahmut oldu.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.883
  • 227.927
  • 28.883
  • 227.927
# 05 Ara 2020 14:12:38
AZGIN BİR ARSLAN

Uçsuz bucaksız bir ormanda azılı bir arslan yaşamaktaydı. Onun yaptığı zulümlerden dolayı ormandaki bütün hayvanlar korku içindeydiler. Zira hiç ummadıkları yer ve zamanlarda o azılı arslan, hayvanlara çeşitli pusular kuruyor ve canlarına kastediyordu. Nihayet hayvanlar, böyle tedirgin yaşamaktansa bir çare aradılar. Aralarından bir heyet seçerek arslana gönderdiler; “–Ey ormanların şâhı!.. Her gün içimizden birini yakalıyor, yiyorsun! Fakat bu zahmet niye? Sen ormanların kralısın; tahtında otur, biz sana her gün içimizden birini yollarız, sen de rahatça yersin! Böylece, biz de, sen de huzur içinde ömrümüzü geçiririz!..” dediler.

Arslan baştan kabûle yanaşmadıysa da sonunda yapılan teklifin câzibesine kapılarak râzı oldu. Artık her sabah bir hayvan kendi ayağı ile gelip arslana teslim olmaya başladı. Günlerden bir gün, sıra tavşana geldi. Ancak tavşan işi ağırdan aldı, pek aldırmadı. Bunu gören hayvanlar telâşa kapıldılar ve onu azarladılar. Tavşan ise bir hile ile hem kendisini, hem de bütün hayvanları kurtaracağını söyledi. Tavşanın bu cesareti karşısında hayrete düşen hayvanlar, işin sırrını öğrenmek istedilerse de; tavşan sırrını sakladı ve yola düştü.

Bu sırada arslan, hışımla kükreyip duruyordu. Tam bu esnâda akıllı tavşan çıkageldi. Açlıktan ateş püsküren arslan kükredi:

“–Nerede kaldın?”

Tavşan, yalancı bir telâşla önce terlerini sildi. Sonra da arslanı kendisinin suçsuz olduğuna inandırmak için tabiî görünmeye çalışarak; “–Aman sultanım, ben saygıda kusur etmedim. Lutfederseniz özrümü bildireyim!” diyerek anlatmaya başladı:

“–Ben kuşluk vakti yola çıkmış, geliyordum. Yanımda bana yoldaş olması için bir tavşan daha vardı. Fakat birdenbire karşımıza bu âna kadar hiç görmediğimiz bir arslan çıkıverdi. Bu kulunuza ve huzûrunuza gelmekte olan diğer arkadaşıma saldırdı, her ikimizin de canına kastetti. Ben hemen ona; «–Biz padişahlar padişahının kullarıyız, bize dokunma!» dedim.

Fakat o âsî arslan, bizi serbest bırakıp sizden özür ve af dileyeceği yerde, müthiş bir hiddetle kükredi ve haddini bilmeyerek; «–O da kim oluyor? Bu ormanların padişahı benim!» dedi. Sonra küstahlıkta daha da ileri giderek arkadaşımı rehin aldı ve bu durumu, yani meydan okuyuşunu bildirmem için beni size gönderdi. Ey padişahlar padişahı! Arkadaşım benim üç mislimdi, semiz ve güzeldi. Fakat bundan sonra, o yol kapandı. Bundan sonra ya sana gönderilen günlük nafakadan ümidini kes, ya da o korkusuz arslanı ortadan kaldırıp bizim yolumuzu aç!”

Bütün bunları hırs ve sabırsızlıkla dinleyen arslanın öfkesi büsbütün başına vurdu:

“–Kim bu küstah!?. Bu ormanda yalnız benim hükmüm geçer. Kimmiş o, çabuk söyle!?.” dedi.

Tavşan durumdan memnun, öteki arslanı elinden geldiği kadar mübâlâğalı bir şekilde anlatarak azılı arslanın haysiyetini son derece tahrik etti. Nihayet arslan dayanamayıp; “–Düş önüme, göster şu alçağı da onun da, onun gibi yüzlercesinin de cezasını vereyim! Şayet yalan söylüyorsan, elbette senin hakkından gelirim…” diye kükredi. Birlikte yola düştüler. Tavşan, önceden nişan koyduğu bir kuyuya doğru yürümeye başladı. Zîrâ bu derin kuyuyu arslanın canına tuzak olarak seçmişti. Kuyuya yaklaşınca biraz geride kaldı. Kızgın arslan hemen uyardı; “–Niçin ayak sürüyorsun? Geri kalma, haydi önüme düş!” dedi. Tavşan da; “–Sultanım, o arslan önümüzdeki kuyunun içinde! Ben yaklaşamam, bir kere o ateşten, yüreğim iyice yandı!..” dedi.

Arslanın hırs ve gazabı son haddine vardı. Tavşana; “–Korkma, ilerle! Benim pençelerimin açacağı yara, ona ölümün kahır tokadı olacak!..” diyerek onu yanına aldı ve hışımla kuyunun ağzına yaklaştı. İçine baktığında suda kendisinin ve tavşanın aksini gördü. Hemen hırlamaya başladı, kuyudaki aksi de hırladı. Tavşan bu fırsatı da güzel değerlendirdi; “–Görüyor musunuz sultanım? Size nasıl da meydan okuyor.” dedi.

Arslanın gözleri döndü; “–Bir diyarda iki sultan olamaz, parçalamalıyım onu!” diye mırıldandı. Ardından da; “Gümm!..” diye kuyuya atladı. Böylece hayvanlara yaptığı zulümlerin hazin âkıbetine uğradı. O zulümler, ona kahr-ı ilâhînin pençesinde bir ölüm çukuru oldu. Firâsetli tavşan da, yemyeşil çayırlarda seke seke hayvanlara kurtuluşlarını müjdeledi. Daha evvel kendisini hafife alıp kınamış olanlar, bu defa etrafında halka oldular. Onu mum gibi ortaya aldılar. Hürmet gösterdiler ve dediler ki:

“–Sen gökten inmiş melek misin? Yoksa arslanların Azrâil’i misin? O zâlimi hangi hile ile yenebildin?”

Tavşan da şöyle cevap verdi:

“–Bu Allâh’ın bir lutfudur. Yoksa bir tavşan kim oluyor ki, böyle bir iş yapabilsin! Ben sadece Allâh’a tevekkül ettim de Rabbim, bana o arslana karşı koluma kuvvet, gönlüme nûr ihsân etti. Bunlar da bana cesaret ve şecâat verdi. Aklımı kullanmayı, yani ince düşünüşü öğretti. Böylece bende o azılı arslanı dize getirebilecek ilâhî bir kudret hâsıl oldu da o zâlime boyun eğmeyip canımı kurtarmaya muvaffak oldum; selâmete ulaştım.”

-alıntıdır-


Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.883
  • 227.927
  • 28.883
  • 227.927
# 05 Ara 2020 21:15:18
DAR AYAKABI - ( GÜZEL BİR HİKAYE )

O bayram bana ayakkabı almaya karar verdiler. Hazır ayakkabı satan mağaza yoktu şehirde. Tek ayakkabı yapan dükkánında ayakkabıcı çıplak ayağımı bir kartonun üzerine koydu, iyice basmamı söyledikten sonra ağzındaki kurşun kalemi eline alıp ayağımın çevresi...ni çizdi. O ayağımın çizildiği karton benim ayakkabı numaramdı. Günlerce yeni ayakkabılarımın hayalini kurdum. Babamın anlattığına göre ayakkabılarım siyah ve bağcıklı olacaktı. Kapının her çalınışında koştum. Ayakkabılarım bayramdan bir gün önce geldi, siyah-bağcıklı. O gün onları giymedim. Bayram gecesi yatağımın altına yerleştirdim yeni ayakkabılarımı. Arada bir kalkıp kutusundan çıkartıyor, yere koyuyor, yukarıdan, yandan, önden bakıp duruyordum. Parlak ve yuvarlak burnunu gecenin karanlığında kim bilir kaç kez okşadım. Uyku girmedi gözüme. Sabahleyin ev ahalisi kalktığında, ayakkabı kutusu kucağımda sandalyede oturuyordum ben.Ayakkabımı babam giydirdi. Ayağıma olmamıştı ayakkabılarım, dardı ve canımı yakmıştı. Ama bunu babama söylemedim. O 'Sıkıyor mu?' diye sordukça 'Hayır' yanıtını veriyordum. 'Dar, ayağımı acıtıyor' desem, geri gidecekti ayakkabılarım ve ayakkabıcının hemen bir yeni ayakkabı yapması olanaksızdı. O bayram sabahı canım yana yana yürüdüm. Bir süre sonra acı dayanılmaz oldu. Dişimi sıktım. Topalladım. Soranlara 'Dizimi vurdum' dedim, ama ayakkabılarımın ayağımı sıktığını kimseye söylemedim. Doğrusunu isterseniz yaşam dar ayakkabıyla yürümektir. Kimi zaman dar bir maaş, kimi zaman sevimsiz bir iş... Kimi zaman bir mekan dar ayakkabı olur bize, kimi zaman bir çevre, kimi zaman bir sokak, ya da bir şehir... Kimi zaman dostluklar, arkadaşlıklar, beraberlikler bir dar ayakkabıya dönüşür. Kimi zaman zamandır dar ayakkabı, geçmek bilmez. Kimi zaman mutlu gözüken bir beraberliktir.. Kimi zaman zenginlik, kimi zaman başınızı koyduğunuz yastık... Canınız yanar. Topallaya topallaya gidersiniz. Sonradan öğrendim yaşamın dar ayakkabıyla yürüme sanatı olduğunu..

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.883
  • 227.927
  • 28.883
  • 227.927
# 07 Ara 2020 23:04:21
Dünyanın En Günahsız İnsanı | Bir Kıssa Bin Hisse
Musa aleyhisselam zamanında adamın biri Musa aleyhisselam sorar:
-Ya Musa dünyanın en günahkar adamı kimdir?
Musa aleyhisselam Allah celle celalühu ile Tur dağında kelam ettikten sonra sorar:
-Yarabbi senin kulların içinde en günahkar kul kimdir
Allah celle celalühu:
-Ya Musa sen biraz sonra buradan ayrıldıktan sonra senin yanından bir çocuk ile babası geçecek..O adam dünyanın en günahkar insanıdır der. Ve öyle olur adam ile bir çocuk yanından geçer ve o günahkarı görür. Aradan belli bir zaman geçer yine sorarlar. Musa aleyhisselam:
-Peki dünyanın en günahsız insanı kimdir ya Musa as derler
Musa as yine Allah celle celalühu müracaat eder:
-Yarabbi peki senin dünyadaki en günahsız kulun kimdir der.
Allah azze ve celle:
-Ya Musa sen buradan ayrılırken yanından bir çocuk ile babası geçecek işte o adam dünyanın en günahsız insanıdır der!Musa as. bakar ki dünkü adam ile aynı adam
-Ya Rabbi der. Dün dünyanın en günahkar insanı iken nasıl olur da bugün en günahsız adamı olur?
Allah celle celalühu der ki:
-Ya Musa senden ayrıldıktan sonra bu çocuk ile babası deniz kenarına gittiler.
Çocuk babasına sordu:
-Babacım bu kumlardan daha büyük ne var?
Babası:
-Oğlum bu kumlardan daha büyük deniz var dalgası var köpükleri var.
Çocuk tekrar:
-Peki babacım bu denizden büyük ne var?
-Babanın günahları yavrum der.
Çocuk ya bu, sorar:
-Peki babacım senin günahlarından daha büyük ne var?
Adam cevaben der ki:
-Babanın günahlarından daha büyük Allah’ın merhameti var oğlum
Allah celle celalühu, Musa aleyhisselama der ki:
-İşte ya Musa o günahlarından daha büyük merhameti olan Bana tevekkül etti. Ben de onu affettim…


Çevrimdışı Bir Yıldız

  • Üyeliği İptal Edildi
  • 1.099
  • 2.593
  • 1.099
  • 2.593
# 08 Ara 2020 00:10:13
Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar”da anlattığı bir hikaye vardır. Doğru zaman, doğru insan ve en gerekli şeyi anlatır.
" Bir zamanlar kralın biri şayet bir işe doğru zamanda başlamayı bilirse, kimin sözüne kulak verip kimden uzak duracağını bilirse ve de hepsinden önemlisi, her zaman yapması gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilirse, giriştiği hiçbir işte başarısızlığa uğramayacağını düşünmüş.

Bu düşünceden hareketle bütün krallığına kendisine bir iş için en doğru zamanın ne zaman olduğunu, kendisi için en gerekli insanların kimler olduğunu ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretecek kişiye büyük bir ödül vereceğini duyurmuş.

Bunun üzerine alimler kralın huzuruna gelmişler. Ancak kralın sorularına hepsi farklı cevaplar vermişler.Verilen bütün cevaplar farklı farklı olduğu için kral bunların hiçbirine katılmadığını söyleyerek ödülü hiç kimseye vermemiş. Ancak sorularının doğru cevaplarını hala bulmak istediğinden, bu konuda yalnız başına yaşayan ve kendini ve Tanrı’yı tanımaya vermiş, bilgeliğiyle ünlü birisine danışmaya karar vermiş.

Bilge bir ormanda yaşıyor ve yaşadığı bu ormanın dışına hiç çıkmıyormuş. Kral bu nedenle üzerine sıradan giysiler giymiş. Bilgenin yaşadığı ormana tek başına gitmiş.

Kral kendisine doğru gelirken bilge adam, kulübesinin önündeki toprağı kazmakla meşgulmüş. Zayıf ve güçsüz görünen bilge, krala selam vererek kazmaya devam etmiş.Kral, bilge adamın yanına gelerek;
Soracağım şu üç soruyu cevaplamanız için size geldim, bilge kişi. Doğru zamanda doğru şeyi yapmayı nasıl öğrenebilirim? Bana en gerekli olan insanlar kimlerdir ve dolayısıyla kimlerin sözüne daha fazla önem vermeliyim? Hangi şeyler diğerlerinden daha önemlidir ve üzerlerine öncelikle eğilmem gerekir?

Bilge adam, kralı dinlemiş ama hiçbir şey söylememiş. Kazmaya devam etmiş.

Kral, bilgeye yardım etmek istediğini söyleyerek küreği elinden almış ve iki tarhı belledikten sonra sorularını yinelemiş. Bilge adam krala yine cevap vermemiş.

Kral uzun bir süre daha kazdıktan sonra bilgeye sorularını cevaplamasını istediğini, eğer cevaplamamakta ısrarlıysa oradan ayrılmak istediğini söylemiş.
O sırada yanlarına koşarak birinin geldiğini fark etmişler.

Adam, yanlarına iyice yaklaşınca yaralı olduğunu ve kan kaybettiğini görmüşler. Kral hemen elindeki küreği bırakmış, yaralının kanını durdurmak için elinden geleni yapmış. Kral ile bilge adamın yardımlarıyla ölümden kurtulmuş.

Sabah olduğunda yaralı adam kendine gelir gelmez kraldan özür dilemiş. Bu duruma çok şaşıran kral, bu özrün nedenini anlayamamış. Yaralı adam, krala minnettarlığına neden olayı anlatmaya başlamış.
Yaralı adam, o gün kralı takip ettiğini, bilge adamı görmeye gittiğini bildiğini, dönüşte onu öldürmeyi planladığını anlatmış. Ancak kral, bilgenin yanında uzun süre kazma işiyle meşgul olduğu için ölümden kurtulmuş. Kralın adamları ise onu yakalayarak yaraladıklarını öğrenmişler.

Yaşlı adam, hayatını kurtaran kraldan kendisini bağışlamasını eğer yaşarsa bundan sonra ona kulluk yapmak istediğini söylemiş.

Kral düşmanıyla böyle kolay yoldan barıştığı ve onu bir dost olarak kazandığı için çok mutlu olmuş. Onu bağışlamış ve kendisiyle alakadar olmaları için hizmetçileriyle doktorlarını görevlendirmiş.

Artık oradan ayrılmak istediğini söyleyerek, yaralı adamdan müsaade isteyen kral, son kez sorularına cevap almak için bilge adamın kendisiyle konuşmasını istemiş. Bilge adam, ona cevaplarını aldığını söylemiş.

Kral istediği cevapların ne olduğunu kendisinden dinlemek istediğini söylemiş.

Bilge adam bunun üzerine anlatmaya başlamış:

Dün benim güçsüz oluşuma acımayıp, bu tarhları benim için kazmasaydınız ve yolunuza gitseydiniz, o adam sizi vuracaktı.
Dolayısıyla en önemli an o tarhları kazdığınız andı. En önemli kişi ise bendim ve en önemli uğraşınız da bana iyilik etmekti.
Sonra, o adam bize doğru koşarak geldiğinde, en önemli an onunla ilgilendiğiniz andı. Zira siz adamın yarısını sarmasaydınız adam sizinle barışmadan ölecekti. Dolayısıyla sizin için en önemli adam oydu ve onun için yaptıklarınız sizin için en önemli uğraştı."

 """Önemli olan tek bir an vardır, o da şu an içinde bulunduğunuz andır. Çünkü bir tek o zaman elinizden bir şeyler gelebilir. İnsana gerekli olan kişi şu an yanında olan kişidir. Çünkü hiç kimse günün birinde bir başkasına işinin düşüp düşmeyeceğini bilemez. Ve de insan için en önemli uğraşı iyilik yapmaktır. Zira bu, insanın yeryüzüne gönderiliş gayesidir."""

Çevrimdışı enesfurkan

  • Aktif Üye
  • **
  • 0
  • 646
  • 0
  • 646
# 13 Ara 2020 16:16:34
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK