İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 01 May 2021 20:29:25
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                      AAA, BU BİZİM ÖMER!
                               (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh”, bir gün şehri gezerken kendisini sevindiren bir hadise oldu.

Şöyle ki;

Bir sokağa girmişti.
Az ilerde çok yaşlı ve safca bir kadıncağız evinin önüne çıkmış, güneşleniyordu.

Kızı, Halifeyi fark edince telaşla seslendi içerden:
- Anne! Çabuk içeri gir!

- Neden kızım?
- Emir-ül müminin bu tarafa geliyor.

İhtiyar kalkıp içeri girdi.
Ancak merak etmişti Emirin kim olduğunu.
Pencereyi açıp bekledi.

Halife tam evlerinin önünden geçiyordu ki, tanıdı hazret-i Ömer’i.
“Aaa, bu bizim Ömer” dedi içinden.

Ve seslendi kızına:
- Kızım, sen Emir geliyor demedin mi?
- Evet anne.

- Biz ona Ömer derdik. Ne zaman Emir olmuş? deyiverdi.

Ve hazret-i Ömer işitti bu sözü.

Çok hoşuna gitmişti.
“Ömer’i kendisine tanıtan kimdir?” diye başını kaldırıp merakla baktı.

Pencerede ihtiyarı görünce seslendi.
- Doğru dersin ey hatun! Ben, o senin bildiğin Ömer’im işte! dedi.

Ve yürüyüp gitti.
Memnuniyeti yüzünden okunuyordu.


SEN DE ÖLECEKSİN

Bir gün, Harem bin Hayyan, Veysel Karani hazretlerini görüp nasihat istedi.

O büyük zat buyurdu ki:
- Ey Harem, annen baban öldü. Nice Peygamberler öldüler. Allah’ın Habibi ve hazret-i Ebu Bekir de öldüler.

Sonra derin bir nefes aldı.
- Ah! Kardeşim Ömer de öldü.

Hazret-i Harem inanamadı:
- Hayır efendim, Ömer henüz ölmedi.

Veysel Karani hazretleri;
- Evet, o da bugün öldü, buyurdu.

Ve nasihat etti:
- Ey Harem, sen de öleceksin. Şimdiden kendini ölmüş bil. Yakınlarına da ölümü hatırlatarak nasihat eyle.

İbni Hayyan üç gün sonra Medine’ye vardı.

Ve sordu insanlara:
- Hazret-i Ömer öldü mü?

- Evet, üç gün önce vefat etti, dediler.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 02 May 2021 13:13:20
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
                     AHİRETTE EN ZOR ŞEY
                                 (Menkıbe)
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹
Seyyid Ahmet Mekki Efendi "rahmetullahi aleyh" bir gün cemaatine;
- Ahirette en zor şey nedir, biliyor musunuz? diye sordu.
- Bilmiyoruz efendim, nedir? dediler.

- “Kul hakkı” dır, buyurdu. Çünkü Allahü teâlâ kendisiyle ilgili günahları affedebilir, ama kul hakkını affetmez.

Sordular:
- Çare nedir efendim?

- Tek çare helallaşmaktır. Şimdiden helallaşın. Alacaklı olsanız da “Ahirette alırım” demeyin. Helal edin gitsin. Ahirete bir şey kalmasın.

Ve izah etti:
- Çünkü hiç belli olmaz. Belki de o haklı, siz haksızsınız. Her şeyin doğrusu o gün meydana çıkacak ve kendini alacaklı zanneden nice kimseler, o gün borçlu çıkıp hüsrana uğrayacaklardır.

İYİ KÖTÜ KARIŞACAK

Bir gün de şunu anlattı sevdiklerine:

Ebu Zer-i Gıfari “radıyallahü anh” hazretleri, eshab-ı kiramdandır.

Bir gün sordu Peygamber efendimiz aleyhisselama:
- Ya Resulallah, biz cahil bir kavimdik. Kötü, çirkin âdetlerimiz vardı. İslamiyet gelince o eski âdetlerimizden kurtulduk. İlerde tekrar o karanlık günlere dönülecek mi acaba?

Buyurdular ki:
- Hayır, ama bulanık günler olacak. İyilerle kötüler karışacak. Sonra ahir zaman gelecek. O vakit bazıları çıkıp insanları Cehenneme davet edecekler.

- Bu insanlar nasıl olacak ya Resulallah?
- Aynen sizin gibi, sarıklı, sakallı, cübbeli.

- O zamanda gelenler ne yapsınlar?

Buyurdular ki:
- “Ehl-i sünnet” diye bilinen, benim ve eshabımın gittiği yoldan giden bir cemaat vardır o zaman. Onlara katılsınlar.

Bunu anlattıktan sonra buyurdu ki:
- Bugün ahir zamandayız işte. Ve çok şükür ehli sünnetiz. Bu zamanda Ehl-i sünnetten olmak en büyük bahtiyarlıktır. Dünyanın en bahtiyar insanı biziz.

Sonra, bu cümleyi tekrar ettirdi herkese:
“Dünyanın en bahtiyar insanı biziz”.
🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹🌹

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 02 May 2021 17:52:49
Bir Bedevinin Kıssası | Bir Kıssa Bin Hisse
Göçebelerden bir kişi Hz. Peygamber’e efendimiz sallallahu aleyhi vessellem gelerek iman etti ve peygambere biat etti. Ve, “Seninle beraber hicret edeceğim” dedi. Hz. Peygamber onun hakkında sahabîlerden bazılarına vasiyette bulundu. Hayber gazvesi olunca Hz. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vessellem ganimet aldı. Taksim etti ve ona da hisse ayırdı. Ve onun payı arkadaşlarına verildi. Kendisi de arkadaşlarının develerini güdüyordu. Geldiğinde ona düşen payı kendisine verdiler. “Bu nedir?” diye sordu. Peygamber sana bu payı ganimetten ayırdı!” dediler. Bedevî,;
-“Ben bunun için peygambere biat etmedim. Ben Peygamber’e efendimiz sallallahu aleyhi vessellem şunun için biat ettim (tabi oldum) ki, şurama ve şurama, (Boğazına işaret etti) bir ok isabet etsin de öleyim ve cennete gireyim!” dedi. Hz. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vessellem;
-“Eğer sen doğru söylüyorsan Allah sana bunu verecektir” dedi. Sonra düşmanla savaşmaya başladılar. Bedevî boğazına saplanan bir ok ile şehid düştü. Ok tam işaret ettiği noktaya isabet etmişti. Onu sırtlayıp getirdiler. Hz. Peygamber, “Bu o mudur?” deyince, sahabîler, “Evet, odur” dediler. Hz Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vessellem ;
“o Allah’a doğrulukla bağlandı ve Allah da onu doğruladı!” buyurdu. Sonra da onu kendi cübbesiyle kefenledi, önüne alarak namazını kıldı ve şöyle dua etti:
“Ey Allah’ım! Bu senin kulundur. Yolunda hicret ederek çıkmış bulunuyor. Şehid olarak öldürülmüştür. Ben de onun hakkında şahidim.”

Bidaye, IV/194 (Beyhaki’den).

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 03 May 2021 09:46:41
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                     AL DİK ŞU GÖMLEĞİMİ!
                                (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh”, bir gün eshabtan bazısıyla sahrada oturuyordu ki, o ara fakir bir köle gelip dikildi karşısına.

- Ya Ömer!
- Buyur kardeşim, söyle.

- Bu milletin halifesi sensin değil mi?

Hazret-i Ömer hayretle baktı köleye:
- Evet benim.

Sırtından gömleğini çıkarıp uzattı Halifeye:
- Nicedir yırtık şu gömleğim. Al da dik şunu çabuk!

Hazret-i Ömer şaşırmıştı.

Kızmadan sordu:
- Sen neden dikmiyorsun?
- Elimden gelse dikerdim herhalde. Hem sen halife değil misin. Millete hizmet etmek asıl vazifendir senin.

Hazret-i Ömer, gömleği alırken söylendi:
- Haklısın. Düşkünlere hizmet, asli işim benim.

Ve başladı söküğü dikmeye.
Ancak kölenin talepleri bitmiyordu.

Güneş, çıplak vücudunu yakmaya başlayınca döndü yine Halifeye:
- Gömleğini çıkar da üzerime ört! Zira vücudum güneşte çıplak durmaya alışık değil.

Halife buna da kızmadı.
Hatta merhametle bakıp;

- Peki peki, hemen! dedi.
Ve yaptı bu isteğini de.

Az sonra tamir bitmişti.
Kalkıp giydirdi köleye ve sordu:
- Başka bir isteğin var mı?

- Yok hayır.
- Öyleyse hakkını helal et bana

Kölenin yüzü gülüyordu.
- Sana acıdığım için helal ettim, dedi.

Ve ardından;
- Bak ey Halife! Şunu bilesin ki, yarın mahşer gününde, şarktan tâ garba kadar nice aç ve çıplaklar, nice düşkünler, haklarını senden alacaktır. Bunu bil de, öyle davran milletine. Emir olmak kolay değil, dedi.

Ve ayrılıp gitti.

Halife çok hüzünlenmişti.
O da kalkıp gitti evine.

Yolda ağlıyordu.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 04 May 2021 18:32:05
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
            ALLAH BİR KULUNU SEVİYORSA
                               (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Bostan Çelebi "rahmetullahi aleyh", Anadolu Evliyasındandır.
1631 de Konya’da vefat etti.

Bir gün bu zata:
- Efendim, Allah’ın bir kimseyi sevdiğinin alameti var mıdır? diye sordular.

Cevabında;
- Evet vardır, buyurdu. O kimse hep hayırlı işler yapar.

Sordular yine:
- Sevmediğinin alameti var mı efendim?

- Elbette. O kimse de, ne dünyaya ne de ahirete faydası olmayan işler yapar. Vaktini, malayani, fuzuli şeylerle öldürür.

MALIMIN ARTMASINI İSTİYORUM

Bir gün de biri gelip;
- Efendim, ben malımın artmasını istiyorum, ne yapayım? diye sordu.

Cevaben;
- Yediğinden ve giydiğinden dağıt fakirlere. Garipleri sevindir, buyurdu.

Adam şaşırdı:
- Hocam özür dilerim, ben malımın artmasını istiyorum, azalmasını değil.

Buyurdu ki:
- Tamam işte. Artmasını istiyorsan, vereceksin.

- Verirsem azalmaz mı efendim?
- Hayır, bilakis artar. Sen onlara verirsen, Allah sana daha çok verir.

KABİR AZABI HAKTIR

Bir gün de “Kabir azabı” nı anlatıyordu ki;
- Kardeşlerim, kabir azabı haktır, buyurdu.

Sordular:
- Bu azap kimlere yapılır efendim?
- Daha çok üzerine idrar sıçratanlara ve insanlar arasında söz taşıyanlara yapılır.

- Ne kadar sürer hocam?
- “Ehl-i sünnet” bir Müslümanın kabir azabı en fazla “bir hafta” sürer. Perşembe günü ikindi vakti kesilir ve bir daha hiç yapılmaz.

Ve ekledi:
- Cuma günü ölmüşse, o zaman hiç kabir azabı görmez.

Sordular:
- Ya kâfirler efendim?
- Onlara devamlıdır. Öldüğü günden, kıyamete kadar sürer.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 06 May 2021 09:46:16
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                      ÇOK SALEVAT SÖYLE
                                (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Abdurrahman Arvasi “rahmetullahi aleyh” hazretleri anlatıyor:

Hak teâlâ Musa aleyhisselama sordu:
- Ya Musa, bana yakın olmak ister misin?

Cevap verdi:
- Çok isterim ya Rabbi.

Buyurdu ki:
- Öyleyse Habibim Muhammed’e çok salevat söyle.

SENİ TANIMIYORUM

Bir gün de şunu anlattı:

Vaktiyle bir Müslüman, rüyasında Resulullah efendimiz aleyhisselamı gördü.
Ancak Efendimiz aleyhisselam, kendisine hiç iltifat etmediler.

Adam üzüntüyle sordu:
- Ya Resulallah, bana neden soğuksunuz?

Buyurdular ki:
- Ben seni tanımıyorum.

Başladı ağlamaya.
- Ben senin ümmetinden bir zavallıyım ya Resulallah. Alimlerden işittim. “Ben ümmetimi, babanın oğlunu tanımasından daha iyi tanırım” buyurmuşsunuz.

- Evet, öyledir. Ama ben ümmetimi, bana okudukları salevat kadar tanırım.

Ter kan içinde uyandı.
Anlamıştı hatasını.

O günden sonra her gün yüz salevat okumaya karar verdi.
Ve ömür boyu tatbik etti bunu.

Bir gece, yine rüyasında gördü Efendimiz aleyhisselamı.

Bu sefer iltifat ettiler ve;
- Seni şimdi tanıyorum. Ahirette şefaat edeceğim, buyurdular.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 07 May 2021 19:09:12
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                            BELAYA SABIR
                              (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Manisa’nın gönül sultanlarından bir büyük zat var.
Hacı Sütçü Dede "rahmetullahi aleyh".

Bu mübarek zat, bela ve mihnetlere sabretmesiyle meşhurdu.

Şöyle ki;

Uzun bir yolculuğa çıkmıştı bir gün.
O seferde iken, bir “Taun” -veba hastalığı- çıktı o yörede.

Öyle ki kasıp kavuruyordu insanları.
Nice taze fidanlar bu dertten düştüler toprağa.

Hacı Sütçü Dede ’nin de dört çocuğu bu illete yakalanıp vefat ettiler peş peşe.
Mübarek zat, sefer dönüşü öğrendi hadiseyi.

Üstelik yolda eşkıyalar yolunu kesmiş, bütün malını almışlardı.
O, bütün bu olanlara çok güzel sabretti.

Peki üzülmedi mi?
Elbette üzüldü.

Hatta sessizce ağladı çocukları için.
Ama asla şikayet etmedi.
Sabretti hepsine.

KİMİ KİME ŞİKAYET EDEYİM?

İnsanlar bir gün Ona gelip;
- Efendim! Çocuklarınız öldü. Mallarınız gitti. Buna rağmen hiç sesiniz çıkmıyor. Şikayetçi olmuyorsunuz, dediler.

Mübarek zat sordu onlara:
- Bu sıkıntılar kimden geliyor dersiniz?
- Allahü teâlâdan elbette.

- Yani Rabbimizin dilemesi ve takdiriyle oluyor, öyle değil mi?
- Evet efendim.

- Öyleyse kimi kime şikayet edeyim? O gönderiyor hepsini. Biz kuluz, razıyız Onun takdirinden, buyurdu.

Ve ekledi:
- Ayrıca dünya sıkıntıları bir nimettir bizler için.

Şaşırdılar:
- Nimet mi dediniz efendim?
- Evet, hem de büyük nimet. Şöyle ki; sabredebilirsek günahlarımızın affına sebep olur. Bundan büyük nimet olur mu?

Şöyle bitirdi:
- Zaten bu dünya, mihnet ve sıkıntı üzere kurulmuştur. Sıkıntının ise sabır ve katlanmaktan başka çaresi yoktur.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı meyvrik

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 414
  • 1.832
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 10 May 2021 17:22:31
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
                       DUA ALMAYA BAKIN
                                (Menkıbe)
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸
Attar Hoca "rahmetullahi aleyh", Manisa Velilerindendir.
Bir gün cemaatine;
- Dua almaya bakın, buyurdu. İnsanların duasını almak ganimettir. Hele ki gariplerin duasını.

Ve ekledi:
- Dua almayan, arzusuna kavuşamaz.

Sordular:
- Kimlerin duasını alalım efendim?

Buyurdu ki:
- Özellikle anne ve babanızın. Anne-babanın evladına duası, Peygamberin ümmetine duası gibidir. Onların duasını alanın sırtı yere gelmez.

Sordular:
- Ya bedduasını alanlar efendim?
- Onlar, dünyada da iflah etmez, ahirette de.

EN ZOR ŞEY NEDİR?

Bir gün de cemaatine;
- Dünyada en zor şey nedir, biliyor musunuz? diye sordu.
- Bilmiyoruz efendim, dediler.

Buyurdu ki:
- En zor şey, hak söze “Peki” demektir. Çünkü nefs, “Peki” demek istemez. Ebu Cehil, Resulullah efendimiz aleyhisselama bir defa “Peki” deseydi, hazret-i Ömer gibi kıymetli olurdu.

Ve ekledi:
- Hazret-i Ömer de, eğer Peki demeseydi, Ebu Cehilden daha tehlikeli olurdu.

Ve sordu onlara:
- Asr-ı saadetten beri İslam mücahitleri niçin savaştılar dersiniz?

- Niçin efendim?
- Kâfirlere “Peki” dedirtmek için. İslam’a Peki diyen Müslüman oldu. Hayır diyen küfürde kaldı. Bugüne kadar yapılan cihatlar, İslam’a “Peki” diyenlerle “Hayır” diyenler arasında olmuştur. Yoksa bir kuru kavga değildir bu harpler.

Ve ekledi:
- İblis de, Allah’ın emrine “Peki” deyip Adem aleyhisselama secde etseydi, kovulmazdı. Ama “Hayır” dedi, tard olundu ebediyyen.
🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸🌸

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 13 May 2021 21:57:44
 Bir ortaokul öğrencisinin namazı!

“Yatılı okulumuzda birkaç liseli, yakınımızdaki boş bir odayı namaz yeri yapıp kılmaya başlayınca, aynı yurtta kalan kimi ortaokul öğrencileri de bize katıldılar. Sayıları giderek arttı.

Bir sabah vakti, abdest almaya giden ortaokul gençlerinin terlik sesleri koridorumuzda yankılanırken uyandım ve lavaboya yöneldim. O gençlerden birisiyle karşılaştım. Yeni abdest almıştı.
Şiddetli kış. Buz gibi dondurucu soğuk! Lavabonun üzerinde bazı su birikintileri donmuş. Rüzgâr bir yerden girip öbür yerden çıkıyor. Sıcak yatağından çıkıp bu soğuğu ince pijamasıyla göğüsleyen o gence baktım. Şiddetli soğuk su, yıkadığı sağ yanağını çatlatmış. Kan sızıyor. Ellerine baktım, birkaç ince çatlaktan sızan kan yerinde donmuş. İçim acıdı.

-Sana namaz henüz farz değil. Hava çok soğuk, elin yüzün çatlamış soğuktan. İstersen sen kılma. Havalar ısınınca beraber kılmaya devam ederiz, ne dersin?” dedim. Gözlerime kalbimi titreten bir coşkuyla baktı. -Abi nasıl bırakırım! Sen merak etme, mescitte bekliyoruz.” Diyerek önden geçip gitti. O namaz tutkusundan çok etkilendim.

Bir süre sonra, derslerin bittiği bir akşam vakti bahçede karşılaştık. Sevinçle sekerek yanıma yaklaştı, -Abi sana bir rüya anlatacağım.” Dedi. –Buyur kardeşim. –Rüyamda peygamberimizi gördüm. Pür dikkat kesildim, heyecanlandım. –Öyle mi? Nasıl gördün? –Düşmanlarla savaşıyordu. Düşmanlarını yendikten sonra yanıma gelip kılıcını bana verdi.

Gözlerim doldu. Yüce Allah bir genç kulunun ihlasını demek ki Peygamberimize bildirmiş. Namaza gösterdiği saygı sayesinde de mana âleminde büyük bir itibar kazanmış olmalı. -Maşallah sana diyebildim.”

Dr. Muhammed Bozdağ

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 20 May 2021 18:19:23
ZENGİN MÜSLÜMAN VE GAYRİMÜSLİM:

 Bir aşüre günü olan muharrem ayının onu idi bir fakir zengin Müslümanın dükkanına gidrek yardım ister evde 7 tane aç çocuk var yardım ette onlara bugün aşüre pişireyim der. zengin Müslüman öğlen namazını kılıp geleyim bakarız der fakir namazdan sonra yine gelir zengin Müslümanın dükkanına adam işim var ikindi namazından sonra gel der.
 fakir çaresizdir evde çocuklar açtır gider ikindi namazından sonra tekrar gelir zengin Müslümanın dükkanına, zengin Müslüman adamı azarlar ve kovar ne laf anlamaz adamsın be adam git başımdan der fakir sessizce dükkandan çıkar karşı dükkanın sahibi gayrimüslim olayı görür yanına çağırır fakiri neden azarladı seni der.
 fakir evde 7 tane çocuk aç aşüre gününde onlara aşüre yedirmek istedim param filan yok yardım istedim azarladı der.
 gayrimüslim sorar kaç para lazım fakir beş on kuruş yeter der gayrimüslim fakirin gönlünü hoş eder fakir çok sevinir ALLAH sana hidayet versin diyerek evine gider.
 çocuklarına aşüre yedirir karınlarını doyurur fakat hep fakirin dilinde ALLAH sana hidayet versin duası vardır.
 gece zengin Müslüman rüyasında muhteşem bir köşk görür sorar bu köşk kimin diye derlerki bu harika köşk senindi dün kaybettin fakiri kapından iki defa eli boş çevirdin o köşk artık başkasının sabah erkenden kalkan Müslüman koşarak gayrimüslimin dükkanına gelir.
 gayrimüslime sorar dün o fakire kaç para verdin gayrimüslim neyapacan neden soruyorsun der zengin Müslüman kaç para verdinse sana iki katını vereyim söyle.
 gayrimüslim geç kaldın senin gördüğün rüyayı bende gördüm o köşke artık senin paran yetmez gece gördüğüm rüyadan sonra ben kelimeyi şahadet getirerek Müslüman oldum der.
 


Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 05 Haz 2021 13:52:44
Küçük bir çocuk ve dua

Deniz kenarına oturmuş, gözlerinide ilerdeki bir noktaya dikmişti.
Belki de bir saattir öylece duruyordu.
Onun bu hâli, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip:

- Merhaba delikanlı!. dedi.
Bu gün deniz çok harika değil mi?

Küçük çocuk, başını çevirmeden;

- Ama rüzgârlı, dedi.
Topum denize düşünce sürükleyip götürdü.

Adam, çocuğun yanına oturup:

- Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım; dedi.
Ama şimdi adım bile atamıyorum.

Küçük çocuk, ona cevap vermedi.
Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı.

Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla:

- Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi.
Bence dua etsen çok iyi olur.

Çocuk, büyük bir sevinçle:

- Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu.
Denize düştüğü yeri bilir mi?

- Allah isterse eğer, ona öğretir!. dedi ihtiyar.
Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter.

Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı.
Daha sonra da, topun dönmesi için Allah'tan yardım istedi.
Ama üzüntüsü azalmamıştı.
O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı.
Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgârın âniden yön değiştirmesiydi.
Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük.
Akşam üstü hava biraz daha sertleşti.
Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü.
Çocuk, eve gitmek istemiyordu.
Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı.
Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı.
Sonunda onu bulup:

- Avınız inşallah iyi geçmiştir!. dedi
Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim.

Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip:

- Zaten ancak o kadarcık tutmuştum, dedi.
Denizde "av" diye bir şey kalmadı.

- Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk.
Ümidinizi sakın kaybetmeyin!.

Balıkçı için her şey tesadüftü.
Bunun için de "rasgele" derlerdi.
Ama şimdi bir şey hatırlamıştı.
Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi.
Çocuğun yanaklarını okşarken:

- Dua ha!. diye mırıldandı.
O zaman tutar mıyım?

- Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter, dedi çocuk.
Bunu yeni öğrendim.

Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu.
Başını ağır ağır sallayarak:

- Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi.
Üstelik de küçük bir öğretmenden.

Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı.
Artık topun gitmesine üzülmüyordu.
Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı.
Bir top vardı orada.
Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu.
Balıkçı, onu çocuğa uzatıp:
- Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi.
Bunu biraz önce denizde buldum!.
Küçük çocuk, rüyada olmalıydı.
Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya.
Aceleyle sağa sola bakındı.
Ama her şey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da...
Topu ise, işte ellerindeydi.
Ona sıkıca sarılıp:

- Bir daha benden izinsiz gezmek yok!. dedi.
Ya dua etmeseydim ne olurdun o zaman?

SİZLERDE DUA ETMEYİ DENEDİNİZ Mİ SIKINTILI ANLARINIZDA?...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 15 Haz 2021 22:20:14
İşte  hikâye...

2000 yılının aralık ayıydı. Üniversiteden yeni mezun olmuştum. Bir devlet okulunda heyecanla derslere giriyordum. Sınıflardan birinde, şartlı cümleleri anlatırken tahtaya İngilizce bir cümle yazdım.

“Evet çocuklar, tahtada ‘Eğer çok zengin olsaydım anneme… alırdım.’ yazıyor. Cümledeki boşluğu, hayal gücünüzü de kullanarak doldurun. Anlaşıldı mı?” dedim.

Anlaşılmış olmalı ki herkes sessiz bir şekilde dağıttığım küçük kâğıtları aldı ve gözlerini tavana dikip düşünmeye başladı. Beş dakika sonra sınıfı dolaşıp kâğıtları topladım ve tek tek okudum. Uzay gemisi, Ferrari, Miami’de yazlık, Maldivler’de ada… Ben okuyorum, sınıf gülüyordu. Son kâğıdı içimden okudum. “If I were rich, I would buy flowers for my mom.”

Cümlenin sahibi, o sene sınıfa yeni gelen çelimsiz, içine kapanık bir çocuktu. “Aramızda çok duygusal bir arkadaşımız var!” dedim. “Selim, kalk bakalım. Ne yazdığını arkadaşlarına söyleyebilir misin?”

“Çiçek alırım, yazdım öğretmenim.”

Sınıfta hafif bir kahkaha koptu. “Ben çok zengin olduğunuzu düşünün, hayal gücünüzü kullanın demiştim.

Buna rağmen çiçek alırım yazdığına göre önemli bir sebebin olmalı” dedim. Bir süre sessizce bekledi, sonra ayağa kalkıp “Aklıma başka bir şey gelmedi öğretmenim” dedi usulca. Yüzünde Mona Lisa tablosunu andıran gülmekle ağlamak arası garip bir ifade vardı. “Oğlum, dalga mı geçiyorsun?” dedim sertçe. “Aklınıza bir şey gelmesi için illa not mu vermemiz gerekiyor?”

Hiç cevap vermedi. Kâğıtları geri dağıttım. Sınıf, çalan zille birlikte kovanı kurcalanmış arı sürüsü gibi bahçeye aktı. Dışarıda ince bir yağmur yağıyordu.

 Ertesi sabah okula geldiğimde Selim’in babasını lobide beni beklerken buldum. Önündeki sehpada bir gün önce sınıfta dağıttığım buruşuk kâğıt parçası duruyordu. Oturup biraz konuştuk. Kısa bir görüşmeden sonra ayrıldı. Zorlukla zümre odasına doğru yürüdüm. Başım dönüyordu. Hıçkırığa benzer garip bir şey diyaframdan gırtlağıma kadar tırmanmış, patlamaya hazır bekliyordu.

2000 yılının aralık ayıydı ve ben, kâğıttaki küçük boşluğu çiçekle dolduran Selim’in, hayatındaki en büyük boşluğu da çiçekle doldurmaya çalıştığını öğrendim.

Üç ay önce bir trafik kazasında annesini kaybettiğini ve o günden beri, babasıyla, hiç aksatmadan her cuma günü annesinin mezarını ziyaret edip mezarlığa çiçek diktiklerini…

Önceki gece babası duymasın diye yüzünü yastığa gömerek sabaha kadar hıçkırdığını…

Ve üniversiteden alınan diplomayla öğretmen olunamayacağını…

Hepsini, hayatımın o en serin aralık sabahında öğrendim.

“Öğretmenlik sabah gidip öğlen geldiğin, cumartesi, pazar, sömestır ve yazın tatil yaptığın bir meslek değildir. Öğretmenlik Anne olmaktır. Baba olmaktır. Abi olmaktır.. Kısacası İnsan olmaktır.

“İnsan gibi insan öğretmenlerimizin önünde saygı ile eğiliyorum. “

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 14 Oca 2022 18:57:58
Hayata Dair Yaşanmış ve Anonim Hikayeler

 Tevazu Üzerine Hikaye

 Adamın biri kötü yoldan para elde eder ve bir inek alır. Daha sonra bundan çok pişman olur ve bunu iyi bir şeye çevirmek için bu ineği Hacı Bektaşi Veli'nin dergahına bağışlamayı düşünür. Dergahlar o zamanlar aş evi şeklinde de kullanılan yerlerdi.

 Adam Hacı Bektaşi Veli'nin dergahına gider ve olanları anlatır. İneği dergaha bağışlamak istediğini söyler. Hacı Bektaşi Veli helal olmadığını söyleyerek kurbanı istemez.

 Bunu duyan adam ineğini alır ve Mevlevi dergahına gider. Aynı şeyleri Mevlana'ya da anlatır. Mevlana ise büyük bir hoşgörü ile ineği kabul eder. Adam durumu Hacı Bektaşi Veli'ye de anlattığını. Fakat onun ineği kabul etmediğini söyler. Bunun üzerine Mevlana şöyle yanıt verir.

 -Biz karga isek Hacı Bektaşi Veli şahindir. Bizim konduğumuz leşe o konmaz. Bu nedenle de biz bu hediyeyi kabul etsek de o kabul etmez.

 Adam bunun üzerine tekrar Hacı Bektaşi Veli'nin dergahına gider. Durumu anlatır. Kendisinin kabul etmediği ineği Mevlana'nın kabul ettiğini söyler. Hacı Bektaşi Veli ise şöyle yanıt verir:

 -Bizim gönlümüz su birikintisi iken Mevlana'nın ki bir okyanustur. Bu sebeple bir damla ile bizim gönlümüz kirlenir fakat onun gönlü kirlenmez. Bu sebeple Mevlana senin hediyeni kabul etti der.

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 18 Şub 2022 20:03:28
Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış... Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini... Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam, "Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş. Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar,"Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış. Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadam, terzinin yanına yaklaşıp, "Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince, "Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş terzi. Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş. "Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam, "Ben terziyim" yanıtını alınca "Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi. Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş. Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş. Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş. Ve başlamış anlatmaya: "Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş. Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona "Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş. Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış. Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın..." Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş... Dostluk iplerinizi koparmamanız dileğiyle....


Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.774
  • 227.206
  • 28.774
  • 227.206
# 20 Şub 2022 21:08:31
Hazreti Yusuf’un Dostu | Bir Kıssa Bin Hisse
Çok uzaklardan, şefkatli bir dostu Hazreti Yusuf’a ziyaret için geldi. Misafiri oldu. Hazreti Yusuf, çocukluk arkadaşıyla oturup sohbete başladı. Hazreti Yusuf’un kardeşlerinin kıskançlığından, kuyuya atmalarından, zindanda geçen yıllardan, çekilen sıkıntıların sonunda ilâhî yardımın yetişmesinden, uzun uzadıya konuştular.
Sonunda Yusuf aleyhisselâm misafirine sordu: ”Dostun kapısına eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmek gibidir. Bize ne hediye getirdin?” Misafir utana sıkıla, ”Sana armağan getirmek için birkaç şeye baktım, fakat hiçbirini sana lâyık görmedim. Altın madenine, altın kırıntısı götürülemez. Denize bir damla su hediye verilmez. Sana gönlümü ve canımı getirdim desem, Kirman’a baharat satmaya gitmiş gibi olurum.
Senin güzelliğinden başka, Mısır ülkesinin ambarında olmayan bir şey yok.
Ey gözümün nuru Yusuf’um! Sana armağan olarak ayna getirdim. Güneş gibi parlayan güzelliğine baktıkça, sevinir beni hatırlarsın. Zaten güzeller, hep aynaya bakar” dedi.
Koltuğunun altından çıkardığı aynayı Yusuf’a sundu.
Cenâb-ı Hak mahşer gününde insanlara, ”Kıyamet günü için, ne armağan getirdiniz?” diye soracak. Eğer o güne inanıyorsan, inkâr etmiyorsan, neden hazırlık içerisinde değilsin? Azıcık olsun yemeyi içmeyi bırak da Hak’la buluşacağın gün için bir armağan hazırla. Geceleri az uyuyanlara katıl. Seher vakti günahlarının bağışlanmasını dileyenlerden ol…

Kaynak; Mesnevi’de Geçen Hikayeler, s. 60-61

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK