İbretlik Hikayeler

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.219
  • 28.776
  • 227.219
# 30 Mar 2014 15:27:26
Çanakkale Savaşları'nda savaşıp, bir kolu ile bir ayağını yitiren Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş anısında şöyle diyor:
Fransızlar, Türkler gibi yiğit bir ulusla savaştıkları için sonsuza dek övünebilirler. Hiç unutmam... Savaş alanında dövüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk. Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır yitime uğramıştı. Bu sırada gördüğüm bir olayı yaşamım boyunca unutamayacağım. Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeri de kendi gömleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Çevirmen aracılığı ile şöyle bir konuşma yaptık:
"Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun?" Yorgun Türk askeri, şu karşılığı verdi:
"Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmini çıkardı. Birşeyler söyledi, anlamadım ama sanırım anası olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün".
Bu soylu ve yüce duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, buyruk subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm görüntünün yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu duyumsadım. Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler...

Çevrimdışı C_70

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 4.094
  • 37.244
  • 4.094
  • 37.244
# 03 Nis 2014 15:50:03
   Bir dost meclisinde Mehmed Akif gayet hararetli bir şeyler anlatmaktadır. Sonradan görme zenginin biri bu meclise gelir selam verir ancak herkes Akif'i dinlediğinden kimse duymaz selamı ve almazlar dolayısıyla. Adam Akif'e sataşmak için. Ooo Üstad ne sallıyon yine?" der. Akif istifini bozmadan: Senin ne kadar iyi bir insan olduğunu sallıyorum, der.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.219
  • 28.776
  • 227.219
# 03 Nis 2014 22:17:17
İmza gününde birisi yanıma yaklaştı, çeşitli ameliyatlar geçirdikten sonra yeni bir derde tutulduğunu ve sabaha kadar beyninde sürekli bir şiddetli çınlama dinlediğini söyledi. Nasıl dayandığını sordum. Önceleri delirecek gibiymiş; sonra aklına Allah’ı zikretmek gelmiş. Sabaha kadar zikrederek rahatlıyormuş. Hikmet içinde hikmet, imtihan içinde imtihan… Dileyelim ki Allah’ı çokça anmaya başlamak için, çokça anmak zorunda kalacağımız şartlara düşmeyelim. Muhammed Bozdağ

Çevrimdışı labucert

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 238
  • 665
  • 238
  • 665
# 05 Nis 2014 01:41:53
Atatürk, Mersin’e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş: -Bu köşk kimin? -Kirkor’un… -Ya şu koca bina? -Yargo’nun… -Ya şu? -Salomon’un… Atatürk biraz sinirlenerek sormuş: -Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların arkalarında bir köylünün sesi duyulur: -Biz mi nerede idik? Biz Yemen’de, Tuna Boyları’nda, Balkanlar’da, Arnavutluk Dağlarında, Kafkaslar’da, Çanakkale’de, Sakarya’da savaşıyorduk paşam…

Atatürk’e göre hayatında cevap veremediği tek insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur.

(doğru yer burası mı paylaşmak için bilemedim ama  ::) )

Çevrimdışı labucert

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 238
  • 665
  • 238
  • 665
# 05 Nis 2014 01:47:22
* Atatürk yemek yerken İngiliz astsubayın kendisini izlediğini farketmiş. Önceleri umursamayıp yemeğine devam etsede uzun süre devam eden nefret dolu bakışlar Atatürk’ ü rahatsız etmiş. Yaverine bakışların sebebini öğrenmesini buyurmuş. Yaveri Ata’ya: “Çanakkale’ de babasını öldürmüşsünüz Atam!” demiş. Atatürk’ ün verdiği cevap ise şu olmuş:

“Git sor kendisine; babasının Çanakkale’de ne işi varmış“

Çevrimdışı GÜLCE90

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.488
  • 16.361
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.488
  • 16.361
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 05 Nis 2014 14:11:07

Dört tane kelebek bir gün bir ateş görmüşler. Bunun nasıl bir şey olduğunu öğrenmek istemişler. Birinci kelebek ateşe biraz yaklaşmış ve üzerinin aydınlandığını görmüş. Arkadaşlarının yanına gelmiş ve:
- Bu ateş aydınlatıcı bir şey! demiş..

İkinci kelebek bununla yetinmeyerek daha fazla şey öğrenmek istemiş. Biraz daha yaklaşmış ve ısındığını hissetmiş… Demiş ki:
- Aynı zamanda bu ateş ısıtıcı bir şey!

Üçüncü kelebek bununla da yetinmemiş, Biraz daha biraz daha yaklaşmış. Bir anda ateşin kanatlarını yaladığını hissetmiş ve yanmış kanatlarıyla geri dönmüş… Şöyle demiş:
- Ve bu ateş yakıcı bir şey!

Sonuncu kelebek daha da çok şey öğrenmek istiyormuş. Biraz yaklaşmış, aydınlandığını görmüş. Biraz yaklaşmış, ısındığını hissetmiş. Biraz daha yaklaşmış, ateş kanatlarını kavurmuş ve biraz daha yaklaştıktan sonra tamamen yanan kelebek "poff !" diye ortadan kayboluvermiş.

Ateşin gerçekten ne olduğunu belki bir tek o öğrenmiş ama geri dönüp söyleyememiş. Çünkü o kaybolmuş ateş içinde ve bir şeyi, ancak içinde kaybolan bilebilirmiş!...

Çevrimdışı arıpınar

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.506
  • 11.605
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.506
  • 11.605
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 06 Nis 2014 08:49:53
Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman ’a gelerek, kanadını bir dervişin kırdığını söyler.
Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır.
Ve ona sorar;
Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?
Derviş kendini savunur;
Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve der ki;
Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun?
Kuş kendini savunur.
Efendim ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.
Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister.
Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın diye emreder.
Kuş o anda;
Efendim, sakın öyle bir şey yaptırmayın diyerek öne atılır.
Neden diye sorar Hz. Süleyman
Kuş sebebini şöyle açıklar;

Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar... Siz en iyisi mi, bunun üzerindeki derviş hırkasını çıkartın... Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.

Çevrimdışı arıpınar

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.506
  • 11.605
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.506
  • 11.605
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 06 Nis 2014 10:41:27
Antik Yunan döneminde (MÖ 620-560 yılları arasında) Ege’de yaşayan ünlü masalcı Ezop’un iki bin altı yüz yıldır canlılığını yitirmeyen bir öyküsü var.

Hikáye bu ya... Bir inek, bir beygir, bir eşek, etrafa dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve üç yıl sonra buluşmaya karar verirler... Her biri başka yöne gider.

Aradan üç uzun yıl geçtikten sonra buluşma yerine önce inek ve beygir gelir... İkisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüştür.

Beygir merakla sorar: "Nedir bu halin inek kardeş?"

İnek acıklı bir şekilde içini çekerek anlatır:

"Sorma beygir kardeş... Bu insanlar çok merhametsiz... Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha bulup onu yanıma koyarak bizi çifte koştular, aç bıraktılar. Canımı zor kurtardım be kardeş."

Beygir de acı acı başını sallayarak anlatır:

"Ah, sorma... Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler, ses çıkaramadım. Biri indi, öbürü bindi! Binmedikleri zamanlar zincire vurdular. Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğinde arkama kocaman bir araba bağladılar. Bu sefer birçoğunu yeniden taşımaya başladım. Ben onları taşıdıkça, daha hızlı gitmem için kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım inek kardeş."

İnek ve beygir böyle konuşurken uzaktan eşek görünür. Hayli neşelidir. Islık çala çala, taşlara tekme ata ata, hoplaya zıplaya gelir. Mutludur. Üstelik şişmanlamıştır. Tüyleri pırıl pırıl parlamakta, gözlerinin içi gülmektedir. Üzerinde lacivert takımlar vardır.

İnek ile beygir şaşırmış bir şekilde, "Nedir bu halin? Neler oldu? Neden böyle zevkten dört köşesin?" diye sorarlar.

Eşek keyifli bir şekilde anlatır:

"Sizden ayrıldıktan sonra uzakta bir memlekete vardım. Birisi yukarı çıkmış bağırıyor, bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu. Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım. Benim bağırmamı bilirsiniz, yeri göğü inletirim. Sesimi duyan benim yanıma koştu, duyan duymayana haber verdi, etrafım insanla doldu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım. Haktan, hukuktan, refahtan, adaletten filan bahsettim..."

"Eee, sonra ne oldu?"

"Ne olacak beni başkan seçtiler!"

"Deme yahu.. Yani sen başkan mı oldun?"

"Evet... Bir şey yapmama gerek kalmadı. Ben bağırdıkça onlar ’Seninle gurur duyuyoruz’ diye alkışladılar. Ben de yedim ve bağırdım, yedim ve bağırdım!"

"Pekiii, senin eşek olduğunu anlamadılar mı yahu?"

"Valla, yarısı anladı ama diğer yarısına anlatamadı!"

Çevrimdışı susmaz

  • Bilge Üye
  • *****
  • 1.205
  • 3.410
  • 1.205
  • 3.410
# 07 Nis 2014 01:52:21
İBRETLİK...

Bu olay 14 ekim 1998 de kıtalar arası bir uçuş esnasında gerçekleşmiştir.

"Bir kadın, uçakta zenci bir adamın yanında oturuyordu. Durumdan rahatsızlığını belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını istedi, zira öylesine antipatik birinin yanında oturamazdı. Hostes, tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadıına bakacağını söyledi.

Diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle olayı izliyorlardı, bu kadının sadece terbiyesizliğine değil, bir de birinci sınıfta yolculuğu devam edeceğine şahit oluyorlardı. Zavallı adamcağız çok kötü bir durumda olmasına rağmen cevap vermemeyi tercih etti. Bu yüksek tansiyondaki durumda kadın, birinci sınıfta ve o adamdan uzak uçabileceğinden tatmin olmuş, hostesin dönmesini bekliyordu.

Birkaç dakika sonra geri gelen hostes, kadına:

"Çok özür dilerim geciktim.Birinci sınıfta bir yer buldum… Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, sonra yer değişikliği için pilottan izin almam gerekiyordu. 'Hiç kimse sorun yaratan bir diğerinin yanında oturmak mecburiyetinde tutulamaz' dedi ve bu izni verdi." Diğer yolcular kulaklarına inanamıyorlardı, bu esnada kadın da bir zafer kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlandı. Aynı anda hostes, oturmakta olan zenciye dönerek:

"Beyefendi, sizi uçağın birinci sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip eder misiniz lütfen? Seyahat firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bırakıldığınız için çok özür diliyor." Tüm yolcular hep birlikte, bu olayı iyi bir biçimde sonuçlandıran uçak personelini alkışlayarak tebrik ettiler.

O yıl, kaptan pilot ve hostes uçaktaki davranışlarından dolayı ödüllendirildiler. Aşağıdaki mesaj, tüm ofislere personelin görebileceği bir biçimde iletildi:

"İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler.
İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler.
Ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar !"
 LÜTFEN KİMSEYİ ÖTEKİLEŞTİRMEYİN...

Çevrimdışı arıpınar

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.506
  • 11.605
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 5.506
  • 11.605
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 08 Nis 2014 12:49:59
Hz. Ali, Muaviye ve Deve Hikayesi

Muaviye Şam’da, Hazreti Ali ise Küfe’de validir, aralarında anlaşmazlık vardır, savaş çıkmak üzeredir.

Bir gün, bir deveci, yüklediği mallarla Küfe’den Şam’a gelir, açıkgözün biri deveye sahip çıkar; Bu dişi deve benimdir!
Küfeli kendisinden emindir, çünkü devesi erkektir. İtiraz eder, dinletemez.
Sorun Muaviye’ye kadar yansır.

Halk bir meydanda toplanır.

Muaviye, Bu dişi deve benimdir diyen Şamlıya sorar;
Bu dişi deve kimindir?

Benimdir!

Muaviye de onaylar, Evet, bu dişi deve Şamlınındır!

Sonra halka sorar; Bu dişi deve kimindir?

Hep bir ağızdan cevap verirler; Bu dişi deve Şamlınındır!

Küfeli neye uğradığını anlayamaz, şaşkın şaşkın bir kenarda dururken Muaviye çağırır;

Bana bak, ben de, sen de biliyoruz ki, bu deve erkektir. Küfe’ye dönüşte Ali’ye de ki; “Şam’da öyle bir ahali var ki, erkekleri de dişileri de, onların cinslerine değil, Muaviye’nin ağzına bakarak söylüyorlar, o dişiye erkek dese, ya da erkeğe dişi dese, hepsi ona itaat ediyor.”

Var git Ali’ye söyle ayağını denk alsın!

Çevrimdışı GÜLCE90

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.488
  • 16.361
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.488
  • 16.361
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 09 Nis 2014 18:02:59

Dünyanın en ünlü kalp doktoru Michael De Bakey' ın arabası bozulmuş, arabasını tamire götürmüş. Tamirci arabasının kaputunu açmış ve dr.Michael De Bakey' e dönerek ; ''Size birşey soracağım neredeyse ben ve siz aynı işleri yapıyoruz. Mesela ben şimdi itina ile kaputu açacağım bir bakışta problemin nerede olduğunu anlayacağım, kapakçıkları temizleyeceğim, gerekirse kabloları, motor yağını değiştireceğim, hatta çok gerekli ise motoru çıkarıp yerine yenisini takacağım !

Söylesenize nasıl oluyorda siz milyon dolarlar kazanıyorsunuz ama ben meteliğe kurşun atıyorum..? ''

Bunun üzerine dr. De Bakey tamircinin kulağına eğilmiş ve şöyle demiş ; ''Bunların hepsini motor çalışıyorken yapmayı denesene..!''

Çevrimdışı fraktal33

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.349
  • 6.439
  • Matematik Öğretmeni
  • 3.349
  • 6.439
  • Matematik Öğretmeni
# 21 Nis 2014 12:05:08
Fatih Sultan Mehmet Han çocukken çok yaramaz bir öğrenciydi. Ders esnasında yaptığı şımarıklıklarla Hocası Akşemseddin’i çileden çıkarırdı. Hocası kendisine kızdığı zaman hemen “Ben Padişahın oğluyum bana bir şey yapamazsın” deyip tehdit ed...iyordu. Padişaha şikâyet etmeyi edepsizlik sayan Akşemseddin, durumu II. Murat’a anlatamıyordu. Ancak gün geldi artık küçük Mehmet’in yaptığı yaramazlıklar çekilmez hale geldi.

Bunun üzerine destur dileyip II. Murat’ın huzuruna çıktı. “Pa...dişahım size bir hususu arz edeceğim ancak hayâ ediyorum” deyince II. Murat “Buyur çekinmeden anlatabilirsin” dedi. Bu söz Akşemseddin’i rahatlattı ve başladı olayı anlatmaya. Padişahım oğlunuz, ciğerpareniz Mehmet çok yaramaz, onun yaramazlıkları yüzünden ders işleyemiyorum, kendisine kızdığım zamanda hemen sizinle beni tehdit ediyor deyince II. Murat Akşemseddin’in yanına gelerek kulağına bir şeyler fısıldar.

II. Murad’ın kulağına söylediği sözleri duyan Akşemseddin çok şaşırdı. Bu ne plandı, mümkün değildi bu planı uygulamak. Akşemseddin plan konusundaki rahatsızlığını padişaha ilettiyse de Padişah onu dinlemedi ve bu iş olacak dedi.

Ertesi gün yine derste Mehmet yaramazlık yapıyordu. Akşemseddin’in uyarısına aynı tehdit cevabını verdiği sırada Padişah ansızın kapıyı açıp içeri girdi. Bu olay karşısında Akşemseddin hiddetlenerek Padişaha bağırdı ve bir tokat atarak, bu şekilde sınıfa giremeyeceğini izin istemesi gerektiğini söyleyerek derhal dışarı çıkmasını istedi. Padişah mahcup bir şekilde boynunu bükerek özür diledi ve dışarı çıktı.

Olaylar karşısında Fatih Sultan Mehmet’in nutku tutulmuş ne yapacağını şaşırmıştı. Güvendiği babası tokat yemişti. Fatih Sultan Mehmet allak bullak olmuştu. Az sonra kapı vuruldu ve Padişah mahçup bir şekilde içeri özür dileyerek girdi. Plan muhteşem bir şekilde işlemişti. O günden sonra Fatih Sultan Mehmet asla yaramazlık yapmadı. Çünkü güvendiği dağlara kar yağmıştı.

Eğitimin ne olduğunu II.Murat kadar olamasa da; en azından kendi çocuğunu yanlış yollara süreklemeyecek kadar idrak etmiş anne ve babalara ihtiyaç var. Unutmayalım, Çocuklar şımarık doğmaz; diplomalı,maaşlı ama eğitimsiz ebeveynler tarafından şımartılır bunu unutmayalım

Çevrimdışı fraktal33

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.349
  • 6.439
  • Matematik Öğretmeni
  • 3.349
  • 6.439
  • Matematik Öğretmeni
# 29 Nis 2014 10:01:03
Muhteşem
“Toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum. Tam işyerinin önüne geldik. Ankara’da Bakanlıklar. Diyelim ki, taksi parası 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya, taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarıda, inmemek için debelenirsiniz. Tam o sahne olacak. Şoför, para üstü var mı diye aranmaya başladı.

- Üstü kalsın kardeşim” dedim.
Döndü bana doğru:
- Vaktin var mı ağabey ?” dedi.
- Evet” dedim (tek ayağım hala dışarıda)
Dörtlülere bastı, trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi. Bana 25 krş uzattı. Belli ki para bozdurmuş.
- Birader” dedim,”9.75 değil,10.50 yazsa ister miydin 50 kuruş benden?”
- “Ne alacağım ağabey 50 kuruşu!”
- Peki, niye gittin 25 kuruş için o kadar uğraştın. Üstü kalsın demiştim.”
Döndü bana, attı kolunu arkaya:
- “Vaktin var mı ağabey?”
- “Var.”
- Çek kapıyı o zaman.”

5 dakika konuştuk. İngiltere’de Profesöründen, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin 5 dakikada öğrettiklerini, İngiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler:
- “Ağabey biz Keçiören’de 5 kardeşiz. Babam rençberdi, günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir, o gün iş bulamamışsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık.”
“Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize” Durun kalkmayın” derdi. Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı.”
“Aha” dedim, “Bizim meslekten”, seminerci.
- “Ne anlatırdı baban ?”
- “Hayatta nasıl başarılı olunur ?”
” O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor.”

- Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantolonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp “Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın” diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı,”Babanızla alay etmeyin. O, hem dürüst hem de çalışkandır” derdi. Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor, ama adamda her numara vardı, kumar falan oynatırdı. Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık, çünkü bize bahşiş verirdi. Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire. Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü. Yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz?”
- “Ne bıraktı?”
- “Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : “Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın.” Falan filan…
“Ağabey, aradan 15 yıl geçti…”
“Diğer babanın 2 oğlu şu anda cezaevindeler, ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.”
“Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören de taksi durağında birer taksisi var. Hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var.”

“Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki :
- “Asıl mirası bizim baba bırakmış.”
“Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri, taksimetrenin yazmadığı 10 kuruşu evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah’a şükür.”
Çok duygulandım, veda ettim. Tam ineceğim:
- “Dur ağabey, asıl bomba şimdi!”
- Nedir bomban ?”
- Nerede oturuyoruz biliyor musun ? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz.”

Çevrimdışı fraktal33

  • Uzman Üye
  • *****
  • 3.349
  • 6.439
  • Matematik Öğretmeni
  • 3.349
  • 6.439
  • Matematik Öğretmeni
# 29 Nis 2014 12:05:49
Köyün birin de her şeyi tekelinde tutan bir ağa vardır. Köylülere iş taksimi yapan işlerin zamanlarını bildiren hep odur. Çok cahil bir halkı olan o köyün ağası bir gün hastalanıp uzak bir şehirde hastaneye yatar.Köy'e sık sık mektup yazıp iş bölümünü ve zamanını hatırlatır.Köylüler mektup ağadan geliyor diye öpüp yüksek bir yere koyarlar. Ağa uzun bir süre sonra köye döndüğün de köyde ne ekin kalmıştır nede hayvan. Okuma bilmeyen köylüler mektuba ancak saygı gösterip yüksekte tutmuşlardır.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.219
  • 28.776
  • 227.219
# 29 Nis 2014 16:14:26
MUTLAKA OKUYUN !
Vaktiyle bir ateşperest, oğlunu evlendirmektedir.
Düğün günü çok koyun ve inek kesilir.
Et kokuları mahalleyi sarar.
Ancak evin bitişiğinde, Müslüman, dul bir kadın,
dört yetimiyle yaşamaktadır.
Hepsi de günlerdir açtırlar. Kadıncağız,
düğün evinin kapısını çalıp, ‘ateş’ ister.
Ancak maksadı başkadır.
“Belki yemek verirler” diye gitmiştir.
Adam, kadının niyetini anlasa da, bir şey vermez.
Kadıncağız, bir daha gidip ‘ateş’ ister. Yine eli boş
döner.
Üçüncüde yine öyle. Ama ne olur bilinmez, bu
defa acır kadına. Hallerini anlamak için dehlize
iner ve dayar kulağını bitişik evin duvarına ve
dinler.
Yetimcik, annesine yalvarıyor:
— Anneciğim, ne olur bir daha git.
Belki bu sefer bir şey verirler.
Kadın ağlamaklıdır:
- Üç defa gittim yavrum! Artık utanıyorum.
Adam bunu duyar. Kalbi sızlar. güzel bir ‘Sofra’
hazırlatıp, gönderir evlerine. Ve dehlize inip,
dinler yine. Yetimlerin en küçüğü dua ediyor:
- Ya Rabbi! O nasıl bize ikram ettiyse, sen de ona
ikram et! Onu imanla şereflendir!
Ardından;
- Âmiiiin! sesleri yükselir.
O anda, kalbi döner ateşperestin. Ve Şehâdet
getirip imanla şereflenir.
Nitekim Sadaka, belâyı önler. Ama dua, kaderi
değiştirir! buyurmuştur büyüklerimiz .

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK