İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı eslemnurum

  • Uzman Üye
  • *****
  • 10.560
  • 26.279
  • 10.560
  • 26.279
# 08 Oca 2014 07:01:25
KARINCA İLE HZ. SÜLEYMAN (a.s)

Bir gün Süleyman Peygamber (a.s) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar.
Karınca da,
"Bir buğday tanesi yerim" diye cevap verir.

Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır.
Ondan sonra da bir yıl bekler.
Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını
da bırakmıştır. Kendi kendine meraklanır. Acaba neden yemedi?

Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s) karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar.
Karınca da,
"Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah (c.c) verirdi. Ben de O'na
güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal
etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir
insandır diye sana pek
güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin
yarısını yiyerek, diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım" diye cevap verdi...

Çevrimdışı eslemnurum

  • Uzman Üye
  • *****
  • 10.560
  • 26.279
  • 10.560
  • 26.279
# 08 Oca 2014 20:30:39
Bir gün Peygamber Efendimiz (Selamların en güzeli üzerine olsun) arkadaşlarıyla otururken Ebû Leheb meclise giriyor ve Efendimize
- Yâ Muhammed birçok yerleri gezdim, senden daha çirkinine rastlayamadım.
- Doğru söylüyorsun Ya Ebû Leheb.
- Herhalde dünyanın en çirkini sensin.
- Haklısın Ya Ebû Leheb. diyor, Efendimiz.
Biraz sonra Hz. Ali (Selamların en güzeli üzerine olsun) içeri giriyor ve tevafuk bu ya O da:
- Yâ Muhammed Bu dünyada senden güzelini göremedim.
- Doğrusun, Yâ Ali.
- Sana baktıkça içime huzur doluyor.
- Doğrusun Yâ Ali. deyince, meclisteki sahabe:
- Yâ Resûlallâh, biraz önce Ebû Leheb geldi “Ne kadar çirkinsin” dedi “Doğru söylüyorsun” dediniz; şimdi Ali geldi “Ne kadar güzelsiniz.” dedi, O’na da “Doğrusun” dediniz. Hikmeti nedir? diye sorunca, Efendimiz de:

“İnsan insanın aynasıdır. Kişi kendisi nasılsa, karşısındaki insanı da öyle görür."

Çevrimdışı eslemnurum

  • Uzman Üye
  • *****
  • 10.560
  • 26.279
  • 10.560
  • 26.279
# 12 Oca 2014 21:21:18
Hoca Cuma vaazında;
“Bismillah diyerek yürürseniz, suyun üzerinden
 batmadan geçebilirsiniz.” der.
 Bu söze inanan bir köylü, artık kayık yerine
 nehirden geçmektedir.
 Bir gün hocayı evine davet eder. Daveti Kabul eden hocayla birlikte giderken, karşılarına nehir çıkar ve
 adam nehrin üzerinden yürüyerek geçer. Ama hoca
 suya girmeye cesaret edemez.
Şaşkın köylü:
“Hocam hani siz “Bismillah diyerek yürürseniz, suyun
 üzerinden batmadan geçebilirsiniz.” dememiş miydiniz, gelsenize!”
diye seslenir.
 Hoca şöyle cevap verir:

“Onu söyleyen dil bende; ama ona inanan kalp
 sende…!

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.219
  • 28.776
  • 227.219
# 13 Oca 2014 17:09:56
Hz. Fatıma,
'- ya Ali ''Hasan, Hüseyin aç, evde yiyecek yok.. Gidip yiyecek birşeyler alsana" der.

Hz. Ali'nin sadece altı dirhemi vardır.
Yiyecek almak için evden çıkar ve giderken yolda kavga eden iki insan görür.
Hz Ali: "Niçin kavga e
diyorsunuz? Şu âlemde Allah'ı düşüneceğiniz yerde niçin birbirinizle mücadele ediyorsunuz?" diye sorar.

Kavga edenlerden biri, diğerinden altı dirhem alacağı olduğunu, vermediğini, söyler. Hz Ali cebindeki altı dirhemi çıkarır ve alacaklıya verir.

Evine geldiğinde eli boştur, 'Cennet kadınlarının seyyidesi',
"- Ya Ali, hiç mi bir şey almadın?" diye sorunca,
"- Ama ara düzelttim ya Fatma" der.
Hz Fatma'nın yüzünde nurlu bir gülümseme belirir.
Memnundur kocasının bu güzel hareketinden.
Daha sonra Hasan'la Hüseyin ağlamaya başlarlar, 'açız' diye.

Bu acı manzaraya dayanamaz ve evden çıkar.
Yolda bir adama rastlar. Elinde besili bir deve;
"- Ya Ali bu deveyi sana satmak isterim, ucuza satacağım."
"- Param yok" der Hz Ali.
"- Olsun" der adam.
"- Bu deveyi sana vermeyi çok istiyorum.150 dirhem bu deve. Al sonra ödersin."
Alır Hz Ali o deveyi.
Yolda giderken başka adama rastlar.
"- Ya Ali" der, "ne güzel bir deve bu. Ben bunu 300'e alayım ne olursun reddetme beni."
Hz Ali: "- Ama ben bunu 150'ye aldım" der.
"- Olsun, ben çok beğendim bunu" ve deveyi satar.
Hz Ali mutlu bir şekilde gider yiyecekleri alır eve döner.
Sonra Peygamber'in huzuruna çıkar.

Efendimiz(s.a.v.) güler, "gel" der, "ya Ali şu deve hikâyesini anlat".
Anlatınca da der ki:
"- Sen ki ara düzelttin. Allah Cebrail'i ile sana deveyi sattı. İsrafil'i ile de satın aldı.
Her kim ki ara yapar, birleştirir, düzeltir, ikilikten insanları kurtarırsa o bendendir ya Ali."

Çevrimdışı eslemnurum

  • Uzman Üye
  • *****
  • 10.560
  • 26.279
  • 10.560
  • 26.279
# 15 Oca 2014 17:27:28
BARDAĞI YERE BIRAK...

Profesör, elinde, içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı.
“Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?” diye sordu.
 Öğrenciler, ’50gr!’ …. ’100gr!’ …. ’125gr’ cevabını verdiler.
“Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” dedi profesör ve devam etti:“
Ama, benim sorum şu:
 Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”
- Hiçbir şey
- Tamam, peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?
- Kolunuz ağrımaya başlardı.
- Haklısın; peki ya 1 gün boyunca tutsam ne olur?
- Kolunuz iyice ağrır, adaleniz spazm yapar, belki de
 çözüm bulmak için hastaneye gitmek zorunda kalırsınız.
 Sorularına cevap alan profesör, can alıcı noktaya temas etti:
- Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme ortaya çıktı mı?
Öğrenciler bir ağızdan cevapladılar:
“Hayır.”
- Peki o takdirde, zaman içinde kolun ağrımasına ve kas spazmına yol açan olay neydi?
 Profesör ikinci bir soru daha sordu:
- Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?
- Bardağı bırakırsanız, rahatlarsınız.
 Profesör beklediği cevabı almıştı.
Öğrencilerini kutladı ve bütün bu soruları sormasına sebep olan açıklamayı yaptı:
“Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsan, bir sorun yaratmaz.Uzun bir süre düşünürsen, başın ağrımaya başlar. Ama hiç aklından çıkarmazsan,artık başka bir şey düşünemez hale gelirsin; bu seni bitirir. Elbette hayatınızdaki sorunları düşüneceksiniz; halletmeye çalışacaksınız.Ama en önemlisi, onları, her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır.Bu şekilde strese girmez ve sabah taze bir beyinle uyanırsınız. Taze bir güne,yeni sorunlarla mücadele azmini kazanarak başlamış olursunuz. Bu yüzden arkadaşlarınıza vereceğiniz en önemli tavsiye,
Bardağı yere bırak’ olmalıdır.”

Çevrimdışı eslemnurum

  • Uzman Üye
  • *****
  • 10.560
  • 26.279
  • 10.560
  • 26.279
# 29 Oca 2014 09:41:52
 Hz. Mevlânâ bir gün eve gelir,
 oğlunu üzgün görür. Sebebini sorar.
 Oğlu: "Hiç…" der.
 Hz. Mevlânâ dışarı çıkar.

 Kapıda asılı bir kurt postu vardır, onu alır üstüne giyer.
 Ellerini havaya doğru açıp ulumaya başlar.
 Oğlu babasının bu haline bakıp güler.

  Hz. Mevlânâ:
 "Evladım, gördün mü?" der.
 "Dünya dertleri de işte böyledir.
 Kurt, aslında korkutucu bir hayvandır.
 Ama sen o postun arkasında babanın olduğunu
 bildiğin için korkmadın ve güldün.
 İşte bütün dertlerin arkasında da
 Rabbinin olduğunu bil ve ona güven..."

Çevrimdışı lulu43

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 738
  • 1.149
  • 738
  • 1.149
# 01 Şub 2014 23:27:12
ADALET DENİLİNCE NEDEN HZ. ÖMER (RA) AKLA GELİR? **
Hz. Ömer (Radıyallahu anh) ilk muhacirlere (hicret edenlere) dörtbin dirhem maaş bağladığı halde kendi oğluna üçbin beşyüz dirhem maaş bağlamıştı.Kendisine: ''O da ilk muhacirlerdendir.Niye ona daha az verdin'' diye soruldu.O da şu cevabı verdi: ''O babası ile birlikte hicret etti.Kendi başına hicret edenler gibi değildir.''
KAYNAK: RİYÂZ'ÜS-SÂLİHÎN ~ 2. CİLT SAYFA:388 (Buhari 3912)

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.219
  • 28.776
  • 227.219
# 03 Şub 2014 08:16:14
Yıl 1966 sonları. Kapınıza bir adam gelir. Adı Emin Ersoy’dur. Merhum Akif’in oğlu. Bir öğle sonrası odamdayım. ”Sizi biri görmek istiyor” dediler. “Buyursun” dedim. İçeri tıraşı uzamış, üstü başı bakımsız yaşlıca, çelimsiz bir adam girdi. ...Hazırolu andıran bir duruş ve hafif bükük bir boyunla: ”Bendeniz Mehmet Akif’in oğluyum” dedi. Bir anda ne olduğumu şaşır...dım. Nasıl şaşırdım bilemezsiniz. Eski bir dostluk havası yaratmak istercesine: ”Oooo buyurun buyurun, nasılsınız?” türünden bir yakınlık göstermeye çalıştım. O, tavrını bozmadı: “Rahatsız etmeyeyim. Sizden ufak bir yardım rica etmeye gelmiştim.” dedi. Gökler mi tepeme yıkıldı, yer mi yarıldı da, ben mi yerin dibine geçtim; doğrusu fena allak bullak oldum. Ve tek yapabileceğim şeyi yaptım, cüzdanımı çıkartıp uzattım. O, bükük boynuyla: ”Siz ne münasip görürseniz.” dedi. Cinnet cehennemlerinin tüm yıldırımları düşüyordu yüreğime. ”Durun bakalım neyimiz varmış” gibilerden cüzdanı açtım; içinde ne varsa çıkardım, fazla bir şey de yoktu. Bir iki adım attı. Sanırım sadece bir 10, yahut 20 lira aldı. “Çok çok teşekkür ederim, rahatsız ettim.” dedi ve çıktı. Aradan bir ay geçti geçmedi; gazetelerde küçük bir haber ilişti gözüme: Beşiktaş’taki çöp bidonlarından birinde Mehmet Akif’in oğlunun ölüsü bulunmuştu...! dipnot: ismet inönü ve m kemal'in çocuklarına Devlet tarafından ölene kadar maaş bağlanmıştır..bu maaşları şu anda 15 bin tl dir..! BİR DEVRİN MUHTEŞEM ŞAİRİNDEN BÖYLE İNTİKAM ALMIŞ OLDULAR..! Emin Ersoy sağda Çetin ALTAN Prof.Dr Osman Öztürk'ün bir Konferansından bir kesit.. Emin ersoy İstanbulda askerlik yaparken babasına mektup yazar,mehemmed akif tuvalette bile takip ediliyorum deyıp mısıra gitmek zorunda bırakıldığı bir dönemde emin ersoy şunları kaleme alır;babacığım bana burda düzenli olarak iğne vuruyorlar benim birşeyim yok o iğneleri vurunca tuhaf oluyorum bir icabına bak babacığım.aratırmalar sonucunda emin ersoya morfın vurulduğu ortaya çıkıyor,milli şairden namazlı niyazlı olduğu için geçmişine sövmeyip övdüğü için böyle intikam aldılar oğlunu uyuşturucu bağımlısı yaptılar askerden çıktıgında 8 yıl sonra çop konteynırında sızmış bir şekilde ölü bulundu..düşünün ki akif ersoy milli şiir için beş kuruş almamış eger alsaydı o paranın 3 te 1iyle bogaza karşılık villa alabilirdi,mebus olan arkadaşları yahu bir ceket alaydın bari deyince küsmüs uzunca konusmamıslardır çünkü üzerindeki ceket mebus olan arkadasından ödünç alınmıştır..yani laik kurucular geçmişimizi hiçe saydırmak öz ecdadı yansıtan insanları unutturmak için elinden geleni yaptılar.öldürülen 36 millet vekili menemen olayı izmir suikastı hep bu planın parçası..hepsi muhalif olacak ülkenin kültürünü bozacak işler yapmaya müsade etmicek olan insanlardı ve buyüzden öldürdüler..

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.429
  • 177.416
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.429
  • 177.416
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 03 Şub 2014 18:48:57
Muş'un bir dağ köyünde dostlarla
birlikte gezerken yaşlı bir karı
kocayı gördüm.. Baktım bir
kanepenin üzerinde oturuyorlar. ..
İyice yaklaştığımda tezekten
yapılmış evlerinin bahçesinde
oturdukları kanepenin bir tarafının
tamamen kırık olduğunu,
kanepenin sağlam tarafına
sıkışarak oturduklarını ve sohbet
ettiklerini anladım. Yüzlerinde bir
tebessüm vardı.. Kanapenin bir
tarafı tamamen kırılmıştı.. .
Evin halinden ve karı kocanın kılık
kıyafetinden maddi durumlarının
hiç iyi olmadığı ve yeni bir kanepe
alacak guçlerinin olmadığı hemen
anlaşılıyordu. .. Selamlaştıktan
sonra, 'Kanepe kırılmış' dedim...
Yaşlı adam büyük bir bilgelikle
cevap verdi, ' Biz de sağlam
tarafina oturuyoruz.. . Yetiyor bize..'
Kadın da tamamladı, ' He ya yetiyor
bize bak ne güzel oturuyoruz'
Sevdiğimin elini daha sıkı sıkı
tuttum...
Öyle ya,' Aşk bu kanepe neden
kırık, neden yeni bir kanepe
almıyoruz' diye dırdır etmek,
şikayet etmek yerine, 'Kanepenin
sağlam tarafını paylaşmak' değil
midir?...

Ve işte ekte yer alan bu fotoğrafı
büyüterek evimin en görünür
yerine astım...
     ...alıntı...

Çevrimdışı nihade_67

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.596
  • 2.599
  • 1.596
  • 2.599
# 03 Şub 2014 20:21:21
Henüz çok gençken kocasını kaybetmiş ondan kalan tek oğlunu tek evladını yetiştirebilmek için dişini tırnağına takarak çalışmıştı. Onu kimseye muhtaç etmeden okutabilmekti bütün arzusu. Bu hayaller ile geçirdi günlerini. Gençti güzeldi ama geri çevirmişti bütün evlenme tekliflerini. Oğlunu yaban ellere vermemek istiyordun. Başkalarına çamaşırlar yıkadı, temizlikler yaptı, yerleri sildi oğlunu hiçbir şeye muhtaç etmedi. Oğlu okuyacaktı, mesleğini eline alınca artık kalan ömrünü de oğlunun yavrusunun yanında geçirecekti. Bu hayallerle geçmişti yıllar. Bu hayallerle bitti yıllar. Nihayet oğlu hukuk okudu sonra sınavlara girdi hakim oldu görevine başladı. Anne sevinçinden yere göğe sığmıyordu adeta. Sıra oğluna layık bir kız bulmaya gelmişti. Bunu da bulunca gözleri arkada kalmayacaktı. Tam istediği gibi de bir kız buldu. Dışını görüyordu ama içinden ne yazık ki haberdar olamıyordu. Seviyordu gelinini öz ve öz evladı gibi. Biran evvel düğün olsun istiyordu. Sanki kendi evlenecekti. Biran önce taşınmak istiyordu yeni evlerine. Artık bir köşeye oturmak torunlarını sevmek ve geçmişi tatlı bir anı olarak anmak istiyordu.

Nikah gününe bir ay kalmıştı. Damat gelini aldı yeni eve yerleşecek eşyaların yerlerini ayarlayıp ölçülerini alacaklardı. Bütün eşyaların yerlerin ayarlanmış, tek tek güzel bir görüntü kazandırılmıştı. Bu arada gelin kız nişanlısına dönerek:

“Cihan böyle çok güzel oldu ama şu çöp tenekesini nereye koyacağız.”

Şaşırdı genç adam. Hayret dolu bir sesle:

 ” Ya koskocaman evde çöp tenekesini koyacak yer bulamıyor musun? Tezgahın altına koyuver”

 ”Yok yok hiç olur mu ?” dedi kadın.

-Balkona koyarsın.

-Oraya da hiç uymaz

-Yahu çöp tenekesini koyacak yer bulamıyor musun evde ?

-Onu demiyorum canım, anneni diyorum anneni.

Genç kızın ağzından çıkan cümleler, genç adamın kalbine işlemiş. Adeta beyninden vurulmuşa çevirmişti. Varlığında baş tacı olan annesi, kendisi için el kapılarında çalışan annesi demek bir çöp tenekesi yerine koyuluyordu. Demek annesi çöp tenekesiydi. O çilekar, o fedakar, o cefakar kadın, canı kadar sevdiği annesi konulacak yer bulunamıyordu hayat arkadaşı tarafından. Anasına kız çöp tenekesi diyordu. Tek kelime etmedi. Eve dönünce de bir şey den bahsetmedi. Zavallı annen geleninin kendi hakkında ne düşüklerinden habersiz gelinin nasıl olduğu soruyordu durmadan. Onu övüp övüp duruyordu. Acı acı güldü bu durum karşısında genç adam. Nihayet bir ay geçti nikah günü geldi. Bütün hazırlıklar bitmiş arabalar dairenin yolunu mekan tutmuşlardı. Salon ağıza kadar doluydu .Dışarıya taşan davetliler heyecan ile birbirlerine bakıyorlar, yeni evlileri görebilmek için birbirleri ile yarışıyorlardı adeta. Oturdular masaya. Nikah memuru geldi ve sordu:

-Kızım Ahmet oğlu Cihan’ı kocalığa kabul ediyor musun ?

Kız büyük bir mutluluk ile içerisinde:

-Evettt !

Cevabını verdi. Döndü adam bu defa:

-Peki oğlum Sen Zeynep kızı Zeliha’yı zevceliğe kabul ediyor musun?

-Hayır ! Etmiyorum.

Dedi genç adam. Salonu ayağa kaldırdı bu ses. Gözlerinde hayret ifade ile herkes bir şok geçirmiş gibi Cihan’a bakıyorlardı. Memur şaşırmıştı.

-E peki şimdiye kadar neredeydin ? Şimdiye kadar neredeydi aklın ?

Başladı çocuk anlatmaya:

-Efendim Babam Beni küçük yaşlarda bırakıp vefat etti. Annem dışarılarda çalışarak gençliğini bana harcadı. Çalıştı çabaladı, giymedi giydirdi, yemedi yedirdi, Beni büyüttü, okutup adam etti. Annem benim yanımda oturacak rahat edeceği zaman bu gördünüz gelin adıyla hanım annemi bir çöp tenekesi yerine koyarak, evde onu koyacak yer bulamayacağını, bulamadığını anlattı. Annemi bir çöp tenekesi olarak görüyor ve istemiyor. Benim annemi istemeyen, Ona o şekilde muamele yapan kadını ben de istemiyorum. Varsa annesine çöp tenekesi dedirtecek, buyursun alsın gelini.

Böyle dedi yerinden kalktı annesinin yanına gitti, aldı. Hayret ve göz yaşları içerisinde salondan ayrıldı damat. Bu olaydan sonra gelin kız evine döndü ve aradan yıllar geçmesine rağmen hala evlenemedi.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.219
  • 28.776
  • 227.219
# 06 Şub 2014 16:31:55
Yüzü simsiyahtı. Ama kendisi boyamamıştı ki!
Kaldı ki, kalbi bembeyazdı.
Buna rağmen onu basite alanlar vardı.
Dedi ki:
– Ya Resûlallah, yüzümün siyahlığı cennete girmeme mani midir?
– Asla!
...– O halde beni niçin insanlar hor görüyorlar, kimse bana niçin kızını vermiyor?
– Amir bin Veheb’in evine git ve “Resûlullah selamı var, kerimeni bana nikahlamanı emretti” de.
Siyah yüzlü genç hemen adrestedir. Kızın yanında babaya selamı aynen tebliğ eder ve teklifi de açıkça anlatır.
Baba kızgın, hemen reddeder. Ancak, teklifi dinleyen kızcağız babasını ikaz eder:
– Babacığım, vahiy gelir de sonra seni mahcup eder. Ne biliyorsun bu olayı Rabbimin emretmediğini? Efendimiz (sav)’in o emri tebliğ buyurmadığını? Hemen git, Resûlullah’tan özür dile ve beni o gence nikâhla. Resûlullah’ın uygun bulduğunu ben de uygun bulurum.
kızının ikazıyla mescide koşan baba özür diler:
– Söylediğinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. Demek ki doğruymuş. Kızımı verdim. Şu anda nikahlısıdır.

Efendimizin gence emri:
– Git, evini hazırla, aile oturacak şekilde döşe.
– Benim ev döşeyecek tek dirhemim bile yok!..
– Öyle ise Ali’ye, Osman’a, Abdurrahman bin Avf’a git. Onlar sana ikişer yüz dirhem versinler.
Uçarcasına gider. Onların her biri, emredilenden fazla yardımda bulunurlar ve sıra çarşının yolunu tutmaya gelmiştir. Bir ev hazırlamak için gerekli para elde mevcut. Hele zevcesi, ümidinin de üstünde bir azizedir âdeta…

Çarşı yolunda hızla giderken kulağına bir ses gelir. Önce anlayamaz, duraklar ve nefesi kesilircesine dinler. Evet, evet yanlış anlamamıştır, doğrudur. Ses herkese ilan etmektedir:
– Ey kendini Allah’a asker bilen Müslümanlar!
Derhal atınıza binin, cihada yönelin. Ordu mescidin dışında beklemektedir. Siz böyle gün için varsınız dünyada! Düşman ani baskın yapacak!

Şimdi ne olacak?.. Cihada mı gitsin, evlenmeye mi?.. Yönünü hemen değiştirir, demirciler çarşısına gider. İlk işi bir kılıç, sonra bir zırh, daha sonra da bir at almak olur. Elindeki paranın hepsini de harcamıştır. Ama cihad için lazım olan silahını da tamamlamıştır…
Sıçradığı atının üzerinde kuş gibi uçar, bekleyen orduya toz duman içinde karışır.
– Bu genç, herhalde Bahreyn’den gelen biridir, derler. Ancak onun siyahlığını fark eden Resûlullah Aleyhisselam:

– Sen Saad mısın? buyurur.

– Evet, deyince de dua eder:

– Ceddine saadetler!..
Kumlu çöllerden geçilir, tozlu yollardan gidilir ve nihayet düşmanla müthiş bir savaş başlar… Herkes cesaretle ileri atılır. Ama içlerinden biri herkesten de cesaretle atılır; saldırdığı tarafın adamlarını sağa sola püskürtür. Neden sonra meydan sakinleşir, düşman kaçmış, müşrikler yok olmuşlardır. Şehitler tespit edilirken, bir ses:
– Allahü Ekber! Evlenmek üzere olan Saad da şehit!
Efendimiz onun cesedi başına gelir, mahzun şekilde bakar:
– Seni Havz-ı Kevserimin başında bekleyeceğim!
Bir hayret nidası daha:
– Allahü Ekber!
Sonra döner, oradakilere hitap eder:
– Kılıcını, mızrağını ve atını alın, kendisini gönüllü olarak isteyen kızcağıza verin. Babasına da deyin ki:
– Kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence Allahü Teâla cennet hurilerini lâyık gördü!
Ve hayret nidaları birbirini takip eder:
– Allahü Ekber! Allahü Ekber!

Çevrimdışı efoo

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.576
  • 87.587
  • Müdür Yetkili
  • 5.576
  • 87.587
  • Müdür Yetkili
# 06 Şub 2014 18:57:32
 Nefsi hesaba çekmek


İbni Samed, âlim ve büyüklerden bir zattı.

Altmış yıllık ömrünün, bir hesabını yaptı.

 

Yirmibirbin altıyüz gün idi geçen hayat.

Bu rakamı görünce, şaşırdı birden o zat.

 

Derin bir (Ah!) ederek, dedi ki o gam ile:

(Her gün, en az bir günah işlemiş olsam bile,

 

Yirmibirbin altıyüz günah eder bu cem’an.

Ben nasıl kurtulurum bu kadar çok günahtan?

 

Hem de öyle günlerim oldu ki benim eyvaah!

İşlemiştim bir değil, yüzlerce hatta, günah.

 

O halde, yüzbinlerce günah oldu şu anda.

Öyleyse benim halim, ne olacak Mizan’da?)

 

Yıkıldı sonra yere, düşünerek o bunu.

Halk gelip baktılar ki, teslim etmiş ruhunu.

Çevrimdışı efoo

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 5.576
  • 87.587
  • Müdür Yetkili
  • 5.576
  • 87.587
  • Müdür Yetkili
# 06 Şub 2014 19:30:30
Bir arkadaş anlattı: Ortaokul son sınıfta iken, öğretmenler, (Ne yaparsan yap, seni sınıfta bırakacağız) demişlerdi. Mecburen başka bir ilçeye gitmek zorunda kalmıştım. Okul idaresi, arkamdan bir rapor göndermiş, (Bu, çok tehlikelidir, ders çalışmaz, öğretmenleri döver, anarşist biridir) demiş. Müdür, oradaki öğretmenleri topluyor. (Bu, tehlikeli biriymiş, bize zararı dokunabilir. Sınıfta bırakmayalım, mezun edip kurtulalım) diyor. O ilçeye benimle gelen başka bir arkadaş vardı, o ikmale kaldı, beni doğrudan geçirdiler. Hakkımda niye böyle kötü rapor verdiler diye kızıyordum. Meğer hakkımda hayırlısı böyle imiş...

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.219
  • 28.776
  • 227.219
# 12 Şub 2014 15:48:02
Hz. Ömer (ra), sessizce, dinlenmekte olduğu odaya girer. Bir an çevresine göz gezdirir. Odasının bir yanında işlenmiş bir deri, bir diğer köşesinde de, içinde birkaç avuç arpa bulunan küçük bir torba vardı. İşte Allah Resûlü’nün odasında bulunan eşyalar bundan ibaretti. Bu manzara karşısında ağlamaya başlayan Hz. Ömer (ra)’in hıçkırıkları O’nu (s.a.v.) uyandırır. Kalkınca hasırın vücudunda iz yaptığını, kan oturduğunu gören Hz. Ömer (ra) ise omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başlar. Hz. Muhammed (s.a.v.) hayretle sorar:
“Ey Hattab oğlu! Niçin ağlıyorsun?”
“Ey Allah’ın Elçisi! İranlılar imparatorlarını saraylarda yaşatırken, Bizanslılar Kayserlerini lüks ve ihtişama boğmuşken sen ki Allah’ın Elçisisin… İzin versen de, biz de seni…”
Maksat anlaşılmıştır, Allah’ın Elçisi (s.a.v.), gelecekteki halifesinin sözünü hüzünlü bir tebessüm, tatlı bir el işareti ile keser ve
“Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı “(Ankebut, 29/64)
ayetini okuduktan sonra ekler:
“İstemez misin ey Ömer? Dünya onların olsun, ahiret te bizim!..”

Kaynak: M.Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, II/412.

Çevrimdışı eslemnurum

  • Uzman Üye
  • *****
  • 10.560
  • 26.279
  • 10.560
  • 26.279
# 13 Şub 2014 06:56:34

Mezardaki mahzun ölü!..

 Din büyükleri buyuruyor ki: Ölünün mezardaki hâli, denize düşmüş, boğulmak üzere olup, imdat diye bağıran kimseye benzer. Buna ne yapılır? “Kırkını bekle, sene-i devriyen dolsun, o zaman geliriz” denmez. Beklemeden derhal kurtarmaya çalışılır. Nasıl kurtarılır? Ekmek, su verilmez. Kur’an-ı kerim, mesela 11 İhlâs ve 1 Fâtiha okunup ruhuna hediye edilirse, ona yardım edilmiş olur...
 Vefat etmiş ana babalarımız için sadaka vermeliyiz... Namazlardan sonra dua edip, sevaplarını onların ruhlarına göndermeliyiz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
 (Ana-babasına asi olan, vefatlarından sonra, onlar için dua etse, Allahü teâlâ, onu, ana-babasına itaat edenlerden yazar.) [İbni Ebiddünya]
 (Ana babasının veya birinin kabrini her Cuma günü ziyaret edip Yasin sûresini okuyana, Allah, Yasin’deki her harf miktarınca mağfiret eder.) [İ.Rafii]
 Tâbiînin büyüklerinden, hadîs ve fıkıh âlimi Ebû Kılâbe hazretleri, bir gece rüyasında bir kabristan gördü. Kabirler yarıldı, içerisindeki ölüler çıkıp kabirlerin üstlerine oturdular. Önlerinde nurdan tabaklar vardı... Fakat bunların arasında, mahzun mahzun duran birinin önünde böyle bir tabak göremedi. Bunun üzerine ona;
-Senin önünde neden nurdan bir tabak göremiyorum? diye sordu. O da;
-Onların dua eden ve onlar için sadaka veren çocukları ve yakınları var. Onların önünde gördüğün bu nurlar, çocuklarının ve akrabalarının duaları ve onlar namına verdikleri sadakalar sebebiyledir. Fakat benim oğlum salih bir kimse değil. Benim için ne sadaka veriyor ne de dua ediyor, dedi.
 Ebû Kılâbe hazretleri, ertesi gün o meyyitin oğlunu çağırdı. Gördüğü rüyayı anlattı. Genç, çok üzüldü ve şöyle dedi:
-Ey Allahın sevgili kulu! Ben yaptığım bütün kötülüklere tövbe ettim...
 Bu delikanlı, o günden itibaren hep ibadet ve taatle meşgul oldu. Babası için dua etti ve sadaka verdi...
 Ebû Kılâbe hazretleri, bir müddet sonra, o kabristanı rüyasında yine gördü. Bu sefer, daha önce önünde nur bulunmayan o meyyitin tabağında çok parlak bir nur vardı. O şahıs Ebû Kılâbe’ye hitaben şöyle dedi:
-Allahü teala sana pek çok hayırlar versin. Oğlumun, tövbe edip salihlerden olmasına; benim de bu nimete kavuşmama vesile oldun!..
 

-Ahmet Demirbaş
12.2.2014/ Türkiye Gazetesi



 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK