İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı carkin

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 257
  • 4.040
  • Öğretmen Adayı
  • 257
  • 4.040
  • Öğretmen Adayı
# 30 Eyl 2013 18:21:22
 ŞEYTANI İMTİHANA ÇEKEN MÜ'MİN

İlk zamanlarda lanetlik şeytan insanlar arasında öz çehresiyle serbestçe dolaşabiliyordu.

Bir gün gerçek mü'minlerden biri yanına yaklaşarak şeytanı denemek istedi. Mü'min, "Ey Şeytan, ben seni çok seviyorum. Aynı senin gibi olmak için ne yapmak gerek? Bana söyler misin?" diye söze girişti. Lanetlik şeytan bir av yakaladığından emin söze başladı. Önce, "Hayret!" dedi. "Bugüne kadar benim gibi olmak isteyen bir kişiyle karşılaşmamıştım. Sen nasıl istiyorsun bunu? Ne mutlu sana! Seni candan tebrik ederim."

Sonra da kendisi gibi olabilmenin yolunu şöyle gösterdi:

"İlk işin namazı terk etmek olacak. Sonra da eğriye, doğruya boyuna yemin edeceksin."

Bütün bunları can kulağıyla dinlemiş görünen mü'min ortaya atılarak, "Ey Şeytan!" dedi. "Ben Allah'a namazımı terk etmeyeceğim, asla dilimi yemine alıştırmayacağım diye erkek sözü verdim. Sözümden beni kimse caydıramaz."

Birden oltaya düşürülerek kandırma ve avlama usulleri meydana çıkarılmak istendiğini anlayan Şeytan başına kaynamış su dökülmüş gibi şaşırıp kaldı. Bunun üzerine lanetlik şeytan:

"Şimdiye kadar senden başka kimse beni tuzağa düşürüp de insanları nasıl kandırıp avladığımın usullerini öğrenememiştir. Fakat bundan böyle öz çehremle insanlar arasında dolaşmıyacağım ve hiç kimseye de kandırma metodlarını (usulllerini) açık etmeyeceğim." diye and içti.

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 06 Eki 2013 06:13:11
Günahkâr bir adamdı. Ayık gezmezdi. Bütün bir köy halkı yaka silkiyordu adamdan. Ölse de bir kurtulsak, diyorlardı.

Bir karısı vardı bu adamın, bir de kendisi. Hiç çocukları olmamıştı. Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına memnundu. Kadın ise adamının haline üzülse de ses çıkarmazdı, çıkaramazdı. Otuz yıldır evliydiler, döverdi, kızardı, her gün biriyle kavga ederdi. Ama kocasıydı işte, evinin erkeği idi.

Adam iyice yaşlanmıştı artık. Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyor, titreyen elleriyle sigarasını zor sarıyordu. İyice zayıflamış, zaten kısacık olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı. Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor, ahir ömründe olsun şu adamın hali biraz düzelsin diye yalvarıyordu Allah'a...

Adam bir sabah evden çıktı, fakat ertesi sabah oldu, dönmedi. Tan yeri ağarırken kadın aramaya çıktı kocasını. Kim bilir yine nerede sızıp kalmıştı! Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce, orada içerdi adam, bulamadı. Yakındaki tarlaları aradı, köyün dört bir yanına baktı, yoktu. Eve gelmiştir belki diye koşarak geri geldi, hayır, dönmemişti. Güneş inmek üzereydi, bir acele abdest aldı, namaza durdu. Duası bitmek üzereydi ki kapının çalındığını duydu.
Kocasıydı gelen. Adamın yüzü sapsarı kesilmişti. Öksürüyor, eliyle göğsünü işaret ediyordu. Kadın koluna girdi kocasının, güç-bela sedire kadar taşıdı. Uzandı adam, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu. Doğrulmak ister gibi yaptı, hakkını helal et diyecekti, lafının sonunu getiremedi, başı yastığa düştü. Ölmüştü...

Kadıncağız kocasının başında epey bir ağlayıp feryat etti. Biraz kendine gelince gözlerini sildi, yemenisini bağladı. Kalktı, imamın evine gitti.

— Hocam... Diyebildi hıçkırarak, bizimki...

Söyleyemiyordu, ama İmam Efendi durumu anlamıştı. Kadının yüzüne baktı, köylü ne der diye düşündü, bocaladı.

—O mendebur bir kez bile caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam onun cenazesini, deyip kapıyı kapattı.

Kahroldu kadın. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşündü. Kimseleri yoktu ki, çaresiz eve döndü. Yıkadı kocasını, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, omzuna aldı, mezarlığın yolunu tuttu.

Caminin köşesinden dönerken, muhtar ve köylülerin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. Bir kez daha düğümlendi boğazı, cenazesi omzundan kayarken, dizlerinin üstüne çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı.

Hışımla yaklaştı muhtar:

—Onu nereye götürüyorsun, dedi, mezarlığa gömeyim deme sakın! Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin o herifin elinden...

Kadın gözlerini çarşafın üstüne dikmiş, öylece duruyordu. Birden bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi sanki. Kalabalık yanından korkuyla uzaklaşırken, cenazesini tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye başladı.

Kan ter içinde kalmıştı kadın, artık adım atacak hali yoktu. Kendi kendine;

—Şuracığa gömeyim adamımı, dedi, kimseler rahatsız olmaz burada...

Tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, bir çobandı gelen. Kadıncağız her şeyi olduğu gibi anlattı. Üzüldü çoban, gözleri doldu.

— Dert etme, dedi, ben yardım ederim sana.

Bir çukur kazıp cenazeyi gömdüler. Çoban başucunda durdu mezarın, ellerini açtı, dua etti. Birkaç çiçek buldu kadın, toprağın üstüne serpti. Çobana dualar ederek evine döndü. Yorulmuştu. Camın kenarına oturup uzaklara daldı. Uyuyup kaldı oracıkta.

Ertesi sabah imamın kapısını telaşla çaldı Muhtar. Bir yandan tokmağı vuruyor, bir yandan da "İmam Efendi, İmam Efendi..." diye bağırıyordu. İmam korkuyla açtı kapıyı.

— Bir rüya gördüm, dedi Muhtar, hocam o berduş, o serseri adam cennetteydi, bana gülüyor, hakkım sana bile helal olsun, diyordu.

Rüyayı duyan İmam’ın benzi attı, kendisi de hemen hemen aynı rüyayı görmüştü. "Gel hele, içeri gel.." demeye kalmadı ki, köyün delisini gördüler. Koşarak geliyor, bir yandan bağırıyordu:

—Demedim mi ben, demedim mi size, rüyamda gördüm, rüyamda...

Birkaç köylü daha benzer rüyalar gördüğünü söyleyince, kadının yanına gitmeye karar verdiler. Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi. Bir şeyler olmuştu ama neydi?

Eve vardıklarında kapıyı açan kadın şaşkındı. Kapıyı yüzlerine kapatacak oldu, yapamadı. Gelenler olan biteni anlatıp özür diledi, cenazeyi nereye defnettiğini, neler olduğunu sordular. Kadıncağız her şeyi anlattı, can kulağı ile dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler.

Bir yandan yürüyor bir yandan aralarında konuşuyorlardı: Bu çoban bir evliyaydı herhalde, belki de Hızır'dı, aslında ölen adam da o kadar kötü bir adam değildi.

Tarif edilen yere geldiklerinde çoban koyunlarını otlatıyordu. Gelenleri görünce ayağa kalktı, hayırdır inşallah, dedi. Oturdular, onlara süt ikram etti, konuşmaya başladılar. Çoban söylenenlerden hiçbir şey anlamamıştı, cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı.

— Ben garip bir kulum, dedi; cenazeyi defnettik, başucunda durup bir dua ettim sadece, hepsi bu...

Merakla nasıl bir dua ettiğini sordular, çoban da söyledi:

— Allah’ım, ben dağda koyunlarımı otlatırken kulların gelirler yanıma, selam verirler. Senin selamınla gelen senin misafirindir der, ağırlarım. Süt ikram eder, azığımı paylaşırım. Şimdi de ben sana bir misafir yolluyorum, onu da sen ağırla...

(Satır arası Hikâyeler, Serdar Tuncer

Çevrimdışı carkin

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 257
  • 4.040
  • Öğretmen Adayı
  • 257
  • 4.040
  • Öğretmen Adayı
# 06 Eki 2013 10:25:50
Hazreti Süleyman(a.s) ve Kanadı Kırılmış Kuş

"Hz. Süleyman zamanında bir kuş, kanadını bir sofînin kırdığından şikâyet ile Hz. Süleyman’a gelmiş. Hz. Süleyman da o kuşun şikâyetçi olduğu sofîyi huzuruna getirtip sormuş:

— Bak, bu kuş senden şikâyetçi. Niye bu kuşun kanadını kırdın?

Sofî cevap vermiş:

— Sultanım, Allah bu mahlûkatı bizim emrimize musahhar kılmıştır. Ben bu kuşu avlamak istedim, önce kaçmadı. Yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacakken kaçmaya çalıştı. O esnada da kanadını incittim. Ona kaçması için fırsat verdim, fakat o bekledi. Adeta “Gel beni tut, ne istiyorsan yap,” dedi.

Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa hitaben demiş ki:

— Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Neticede sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun.

Kuş, Hz. Süleyman’a şöyle cevap vermiş:


— Efendim, ben onu sofî kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı o zaman hemen kaçardım. Fakat bundan bana zarar gelmez diye öylece bekledim.

Hz. Süleyman bu savunmayı beğenmiş ve kuşu da haklı bulmuş. Kısasın yerine gelmesi için:

— Kuş haklı. Hemen bu sofînin kolunu kırın, diye emretmiş.

Kuş o anda:

— Efendim, böyle yapmayın! diye feryad etmeye başlamış.

— Ne yapayım?

diye sormuş Hz. Süleyman.

— Efendim, bunun kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapmaya kalkar.

Bu söz üzerine Hz. Süleyman:

— Peki, ne yapalım? diye sormuş tekrar.

Kuş bu sefer şöyle cevap vermiş:

— Siz bunu sofî kıyafetinden, libasından sıyırın! Sıyırın ki benim gibi kuşlar aldanmasın!*

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 06 Eki 2013 12:08:56
İbrahim Hakkı Hz. Ve Atlı...

İbrahim Hakkı Hazretleri yedi yaşında annesini kaybeder. Dokuz yaşına geldiğinde iyi bir eğitim alması için Tillo’ya götürürler, ilim ve mâna büyüğü İsmail Fakîrullah Hazretlerine teslim ederler.
Hocası genç İbrahim Hakkı’nın eline bir testi vererek çeşmeye gönderir. Testiye suyu doldururken bir atlı yanaşır:

- “Çekil bakayım önümden be çocuk!” diye İbrahim Hakkı’yı azarlayarak bir tarafa iter ve atını çeşmeye sürer.

İbrahim Hakkı testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam, onu bir köşeye sıkıştırır. İbrahim Hakkı testisini yere bırakır, canını kurtarmak zorunda kalır. Bu esnada at da üzerine basıp testiyi kırar.

Ağlayarak hocasının huzuruna gelir. Hocası:

- “Ne oldu evladım, neden ağlıyorsun?” diye sorar.
- “Efendim, çeşmede su alırken bir atlı geldi, atını üzerime sürdü. Can havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de atına tepeletip kırdı.”
- “Testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi?
- “Hayır” der, “hiçbir şey söylemedim.”

Hocası, “Çabuk git ve o adama bir-iki laf söyle” der.

İbrahim Hakkı gider, çeşmenin başında atını tımar etmeye çalışan adamın yanına varır bekler. Fakat bir türlü ağzını açıp da,
“Testimi niye kırdın be zâlim adam?” diyemez.

Az sonra döner, hocasının huzuruna gelir.

Fakîrullah Hazretleri sorar:

- “Atlıya bir şey söyleyebildin mi?”

İbrahim Hakkı boynunu büker, yere bakarak, “Söyleyemedim efendim. Bir şeyler demeye niyet ettim, ama bir türlü ağzımı açıp da ağır bir söz sarf edemedim.”

Hocası sinirlenir:

- “Sana diyorum, çabuk git ve o adama bir şeyler söyle, karşılık ver, yoksa sonu felâket olur.”
İbrahim Hakkı kesin emir almıştır, bu sefer kararlıdır. Çar çabuk çeşmenin başına varır. Bir de ne görsün, testisini kıran adamı, kendi atı attığı çiftelerle çeşmenin havuzuna yuvarlamış. Oracıkta cansız yatmaktadır.
Büyük bir korku ve heyecan içinde koşarak gelir, vahim durumu hocasına haber verir.

Hocası bu duruma çok üzülür ve şöyle der:

- “Vah vah! Bir testiye bir adam ha! Üzüldüm buna doğrusu!”

Huzurda olanlar söylenenlerden bir şey anlamadıklarını söyleyince, Fakîrullah Hazretleri durumu şöyle açıklar:

- “O atlı adam, İbrahim Hakkı’ya zulmetti. Zulme uğrayan kişi de tek kelimeyle olsun karşılık vermedi ve zâlimi Allah’a havale etti. Yapılan bu zulüm de Allah’ın gayretine dokundu ve zalimi cezalandırdı. Şâyet İbrahim Hakkı da onun zulmüne karşılık verip, ona bir şeyler söyleyecek olsaydı, ödeşeceklerdi. Fakat İbrahim, büsbütün mazlum durumuna düştü. Ben ise ödeştirmek için uğraştım, maalesef muvaffak olamadım.”

Firavun’un zulmüne maruz kalan Kur’ân’ın “mü’min” olarak anlattığı kimse de Kur’ân lisanıyla kendine zulmedenlere şöyle sesleniyordu:

“Size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz ki Allah kullarını hakkıyla görür. Allah o mü’mini onların tuzaklarından korudu. Firavun ehlini ise azabın en kötüsü kuşatıverdi.” (Mü’min Sûresi, 44-45.)

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 08 Eki 2013 18:00:17
Hüdayi Hazretleri bir gün saraydadır.
Feyzli bir sohbetin ardından namaz vakti girer.
Mübarek taze bir abdest almaya niyetlenirler.
Sultan Ahmet koşar ibrik getirir.
Şehzadeler seccadeleri sererler.
Valide Sultan kafes arkasında peşkir hazırlar.
Kadıncağız kalbinden “Ah” der, “Ah mübareğin bir kerametini göreydim.”
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerine malum olur.
“Hayret!” buyururlar, “Bazıları hâlâ keramet görmek istiyor.
Koca Halife-i rûy-i zemin bizim gibi bir garibe ibrik tutsunlar,
muhterem anneleri peşkir hazırlasınlar.
Bundan âlâ keramet mi olur.”

Çevrimdışı carkin

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 257
  • 4.040
  • Öğretmen Adayı
  • 257
  • 4.040
  • Öğretmen Adayı
# 09 Eki 2013 15:47:39
KADERDEN KAÇMAK

Bir gün adamın birisi koşarak Hz. Süleyman'ın (a. s) huzuruna girdi. Adam tir tir titriyordu. Yüzü sararmış, dudakları morarmıştı. Hz. Süleyman:

- Ne oldu sana, bu halin nedir? dedi. Adam soluk soluğa cevap verdi:...

- Azrail bana çok tuhaf bir nazarla, hatta hışımla baktı. îçime tarifsiz bir korku düştü. Sizin adaletinize sığındım, de­di.

- Peki, benden ne istiyorsun? dedi Süleyman (a.s).

- Ey adil padişah. Rüzgara emret, beni Hindistan'da bir aday a bıraksın. Belki orada Azrail'in hışmından canımı kur­tarırım, dedi adam.

Hz. Süleyman rüzgara emretti ve rüzgar da adamı Hin­distan'da bir aday a götürdü.

Ertesi gün Hz. Süleyman divan vaktinde halkı kabul eder­ken Azrail çıkageldi. Hz. Süleyman, bir gün evvelki hadise­yi, adama niçin hışımla baktığım sordu. Azrail:

- Ey Allah'ın şanı yüce peygamberi. Ben o adama hışım­la bakmadım, onu görünce şaşırdım. Çünkü Cenab-ı Rabb-ül Alemin, bana: "Git, falan kulumun canım Hindistan'da al!" buyurdu. "Bu adamın yüz tane kanadı olsa yine de Hindistan'a gidemez." diye düşündüm. Hindistan'a gidince ada­mı orada buldum ve canım aldım, dedi.

İnsanın kendi cüz'i iradesine bakan meselelerde eli-den bir şey gelse de, iradesine bağlı olmayan meseleler­de yapabileceği bir şey yoktur Kadere rıza gösterilmeli­dir. "Kader beyaz kağıda sütle yazılmış yazı, / Elindeyse beyazdan gel de sıyır beyazı."

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 09 Eki 2013 21:45:57
CANIM OĞLUMA / KIZIMA
MUTLAKA OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM !

EĞER BİR GÜN BEN ÖLMEZ DE YAŞLI BİR HUYSUZ İHTİYAR OLURSAM...

Benim yaşlandığımı düşündüğün gün
Sabırlı ol lütfen ve beni anlamaya çalış…

Yemek yerken üstümü kirletirsem
üzerimi değiştirecek gücüm yoksa.

Lütfen sabırlı ol. Benim sana bir şeyler öğretmek için seninle ilgilendiğim zamanları hatırla...

Seninle konuşurken, sürekli aynı şeyleri 1000 kere tekrarlıyorsam… sözümü kesme beni dinle.

Sen küçükken, uyuyana kadar sana aynı hikayeyi
1000 defa tekrar tekrar okumak zorunda kalıyordum.

Banyo yapmak istemediğimde;

Beni utandırma yada azarlama…

Seni banyoya götürmek için icat ettiğim küçük yöntemlerimi
ve oyunlarımı hatırla…

Yeni teknolojiler karşındaki cahilliğimi görürsen…
bana zaman tanı ve beni yüzünde alaycı bir gülümsemeyle izleme…

Bazı zamanlarda unutkan olursam yahut konuşmalarımızda ipin ucunu kaçırırsam… lütfen hatırlamam için gerekli zamanı bana tanı… eğer hatırlayamazsam, sinirlenme… çünkü asıl önemli olan benim konuşmam değil, senin yanında olabilmem ve senin beni dinliyor olmandır.
Ben sana bir sürü şeyi nasıl yapacağını gösterdim…

İyi yemek yemeyi, iyi giyinmeyi… yaşamı göğüslemeyi…

Eğer birşey yemek istemezsem, baskı yapma bana. Ne zaman yemem yada yememem gerektiğini ben gayet iyi bilirim.

Ve yaşlı bacaklarım yürümeme izin vermediğinde bana elini ver…

Tıpkı, benim sana ilk adımlarını atarken verdiğim gibi.

Ve bir gün artık daha fazla yaşamak istemediğimi söylediğimde… ve ölmek istediğimi…

kızma… Bir gün anlayacaksın…

yaşımın; zevk alma değil artık idareten yaşama yaşı olduğunu anlamaya çalış,

Bir gün şunu anlayacaksın:

hatalarıma karşın hep senin için iyi olanı gerçekleştirmeye çabaladım ve

senin yolunu hazırlamaya çalıştım

Senin yanında olduğumda üzgün, kızgın yada güçsüz hissetme kendini.

Benim yanımda olmalısın, beni anlamalısın ve bana yardım etmelisin.

Yürümeme yardımcı ol… ve yolumu sabır ile, sevgi ile bitirmeme....

Benim için yaptıklarını, bir gülümseme ve senin için her zaman taşıdığım çok derin bir sevgi ile geri ödeyebilirim ancak.

Seni çok seviyorum oğlum/kızım….
Ve hep seveceğim…

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 11 Eki 2013 22:55:27
içinizi titretecek bir hikaye...

Tuğrul, annesinin sofraya getirdiği bulgur pilavını görünce, yüzünü buruşturdu.
-Üç gündür aynı şey anne, diye şikâyet etti.
Pilav, pilav, pilav…
Anne tabağı sofraya koyduktan sonra:
-Oğlum ne yapalım?
Elimizde var mı ki sana çeşitli yemekler pişireyim…
Paramız var mı ki istediklerini alayım…

Tuğrul gözlerini kıstı:
-Komşumuzun oğlu Ahmet’i biliyorsun anne…
Evlerinde çeşit çeşit yemek çıkıyor.
Mert de öyle, Selim de öyle…

Üstelik hiç birinin cebinden harçlığı eksik olmuyor.
Bıktım bu parasızlıktan.
Benim onlardan farkım ne?

Annesi ağlamamak için başını arkaya çevirdi.
Üzüntü dolu bir sesle:

-Oğlum, bu elimizde olan bir şey mi?
Baban sonunda iyi kötü bir iş buldu.
Kazancıyla kıt kanaat geçinip gidiyoruz.
Hem sen başkalarına ne bakıyorsun?
Onlar kadar zengin değiliz ki biz.
-Neden olmuyoruz, neden olamıyoruz ya?
Hışımla sofradan kalktı.
-Ben bu yemeği yemiyorum!
Hep aynı yemek!
Bıktım! Pantolon desen yamalı yırtık!
Gömlek desen eski püskü!
Yeter ya!
-Oğlum Tuğrul!
Nereye böyle?
Tuğrul, eskimiş, yer yer boyası dökülmüş mon-tunu sırtına geçirirken annesine boş gözlerle baktı, cevap vermedi.
Kapıyı çektiği gibi çıktı.

Zavallı anne bitkin ve kederli bir halde içini çekti önce…
Sonra yanaklarına doğru birkaç damla yaş süzüldü.
Peşinden bir hıçkırık…
Sarsıla sarsıla ağlamaya başladı.
-Ya Rabbim, ne olacak bu hâlimiz bizim?
Bize yardım et.
Hem ağlıyor, hem dua ediyordu.
Zavallı kadın üzüntüsünden tek bir lokma bile yiyemedi.
Tuğrul, elleri montunun cebinde ayaklarını sürüyerek çıktı evden. Zorla yürüyordu sanki.
Bir yandan da söyleniyordu.

-Pilavmış, para yokmuş!
Herkes hayatını yaşıyor, biz sürünüyoruz.
Ah gözün kör olsun fakirlik!

Gözleri önünde yürüyordu.
Sanki bütün herkes kendisine bakıyor ve içten içe alay ediyordu. Sanki başını kaldırsa onu birbirlerine gösterip alay edeceklermiş gibi hissediyordu.

Söylene söylene parka kadar gelmişti.
Kafasını kaldırdı, oturacak bir yer aradı.
Adımlarını sürüyerek parka girdi ve bankın birine oturdu.
En azından biraz kendine gelirdi.
Gözleri, ucu yırtılmak üzere olan ayakkabısına takıldı.
Ayaklarını hafif içeri çevirerek gizlemeye çalıştı.
-İşe bak, dedi.
Ayakkabı, ayakkabı değil, sanki pabuç.
Bu sırada bir çocuk yanına yaklaştı.
-Boyayayım abi, dedi.

İsteksiz bir tavırla çocuğu inceledi.
Eli yüzü kapkaraydı.
Elbiseleri lime limeydi.
Lastik ayakkabıları vardı.
Elindeki pabucu uzatmış, bekliyordu.
Çocuk, Tuğrul’un manasız manasız baktığını görünce :
-Hişt abi, dedi.
Boyayalım mı, dedim!
Tuğrul ezgin bezgin gözlerini kaçırmaya çalıştı:
-Param yok ki, dedi.
Hem şuna baksana, boyanacak neresi kalmış?
Boyacı çocuk onun hâline acıdı ve yanına oturuverdi.
-İsmin ne abi senin? diye sordu.
Tuğrul şaşkın bir tavırla ona baktı:
-Tuğrul, dedi.
Ya seninki?
-Benimki de Hasan…
Kötü bir şey mi oldu abi?

Derdini soran bir dost bulmak Tuğrul’u sevindirmişti.
Anlatmaya başladı derdini, içini döktü.
Hasan işini bıraktı, onu dinledi.
Konuşması bitince Hasan:
-Hayatımız birbirine benziyor abi, dedi.
Üstelik babam da yok benim.
Evin tek erkeğiyim.
Ama hâlimden şikâyetçi değilim.
Buna da şükür.
Sabahtan öğleye kadar okula gidiyor, okuldan gelince de boya sandığını alıp buralara geliyorum.
Günde 10-15 ayakkabı boyuyorum.
Az çok bir şey geçiyor elime.
Kazandığımı da evin masraflarına harcıyoruz.
Hâlimize şükrediyoruz.
Sonuçta bizden beter olan da var, değil mi?

Tuğrul şaşkın şaşkın bakarken Hasan kalktı.
-Gidiyorum abi, dedi.
İstersen ayakkabını boyayayım, para almam.
-Sağol Hasan, dedi.
Başka zaman inşallah.
Hasan giderken arkasından baktı ve o an fark ettiği durum karşısında sanki başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetti.
Ayakları engelliydi Hasan’ın.
Topallayarak, zar zor yürüyordu.
Oysa kalkıp gidene kadar bunu hiç fark etmemişti.
Kaldı ki, Hasan da bundan hiç bahsetmemişti.

O an ister istemez gözleri kendi ayaklarına gitti; koşabildiği, atlayıp zıplayabildiği, sapasağlam ayaklarına.
Babasız ve engelli bir çocuğun ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için gösterdiği bunca azim ve irade inanılmazdı.
Asıl şimdi ezildiğini hissetti.
Öyle değil mi idi ya?

Neden, şu durumunda bile, daha beter durumda olan, hatta bir elbise bulamayıp tek giysiyle yaşayan, bir dilim ekmek için çöplükleri karıştıran kimseleri düşünerek haline şükreden Hasan kadar olamıyordu?

- Ne kadar da aptalım, diye hayıflandı.
Hasan’ın hâline bak,
Şu halinde bile boyacılık yapıyor,
Parasını kazanıyor,
Bir de ev geçindiriyor.
Bana ne oluyor?
Yok, zengin olmakmış, yok para bulmakmış!
Hem ben çalışmıyorum da!

Rahatlığı bulmuşum, daha fazlasını istiyorum.
Bana ne arkadaşlarımdan, Mert’ten Selim’den bana ne?
Böyle düşündüğüne sevindi.
İçi rahatlamış bir şekilde doğruldu.
Hafiften kararmaya yüz tutmuş havaya baktı.
Başını önüne eğip:
-Annemi bugün çok üzdüm, kalbini kırdım, dedi.
Gidip gönlünü alayım, elini öpeyim.
Ve acıktığını hissetti o an.
Canı bulgur pilavı istiyordu.
Bu değişikliğe hayret etti.

Adımlarını sürüyerek, hâlinden utanç duyarak,
Fakirliğe isyan ederek geldiği yoldan,
Şimdi pişman bir şekilde,
Haline şükrederek dönüyordu...

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 12 Eki 2013 11:26:33
Büyük İskender komutanlarını çağırıp
son üç arzusunu iletmiş...:

1- Tabutumu dönemin en iyi doktorları taşısın

2- Altın, gümüş ve değerli taşlar,
yol boyunca tabutuM mezarıma gelene kadar serpiştirilsin

3- ElleriM, herkesin görebileceği şekilde tabutun dışına sarkıtılsın.

Komutanlardan biri, şaşkın, nedenini sormuş.
Büyük İskender, açıklamış:

1- En ünlü doktorların taşımasını şu nedenle istiyorum:
Herkes bilsin ki, Doktorlar ne kadar iyi olursa olsun,
onlar bile ölümün karşısında çaresizdir.

2- Yerlere serpeceğiniz değerlerim de gösterecektir ki:
Bu dünyada elde ettiğimiz zenginlik, bu dünyada kalır.

3- Ellerim tabutun dışında kalsın ki, herkes bilsin:
Bizim için en değerli şey olan zamanımız tükenince,
boş ellerle doğduğumuz gibi,GİDERİZ

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 13 Eki 2013 00:28:19
Nuh Peygamber zamanında insan ömrü 950 yıl civarında imiş. Bir gün Nuh Nebi ashabıyla sohbet ederken onlara "Ahir zamanda evlatlarımızın ömürleri pek kısa olacak!" demiş. O sırada ashabından biri atılmış:

- Ne kadar kısa olacak ey Allah'ın elçisi!
- Kısa olacak işte, pek kısa.
- Ne kadar ya Rasulallah?
- Hemen şöyle 80-90 yıl kadar.
- O kadar mı kısa olacak ey nebi!?..
- İşte o kadar kısa olacak.

Bu sırada köşede konuşulanları dinleyen birisi sormuş:

- Ya Nuh!. Onlar yeryüzünde ev falan da yapacaklar mı?!..


Çevrimdışı carkin

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 257
  • 4.040
  • Öğretmen Adayı
  • 257
  • 4.040
  • Öğretmen Adayı
# 14 Eki 2013 00:22:44
Kanuni Sultan Süleyman'ın son üç arzusu
Ölümün eşiğinde, Sultan Süleyman komutanlarını çağırıp son üç arzusunu iletmiş.
1] Tabutu dönemin en iyi doktorlarınca taşınmalı.
2] Elde ettiği tüm zenginliğinin [altın, gümüş ve değerli taşlar] yol boyunca tabutu mezara gelene kadar serpiştirilmeli.
3] Elleri, herkesin görebileceği şekilde tabutun dışına sarkmalı.

 Komutanlardan biri, şaşkın, nedenini sormuş. Sultan Süleyman, açıklamış:
1] En ünlü doktorların taşımasını şu nedenle istiyorum: Herkes bilsin ki, Doktorlar ne kadar iyi olursa olsun, onlar bile ölümün karşısında çaresizdir.
2] Yerlere serpeceğiniz değerlerim de gösterecektir ki: Bu dünyada elde ettiğimiz zenginlik, bu dünyada kalır. 3] Ellerim tabutun dışında kalsın ki, herkes bilsin Cihan Hükümdarı Kanuni bile bu dünyadan eli boş gitmiş.

Çevrimdışı Tolstoyevski

  • B Grubu
  • 24.726
  • 258.530
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 24.726
  • 258.530
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 14 Eki 2013 00:24:26
Büyük İskender mi? Kanuni mi? Yoksa her ikisi de mi ? :D

Çevrimdışı carkin

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 257
  • 4.040
  • Öğretmen Adayı
  • 257
  • 4.040
  • Öğretmen Adayı
# 14 Eki 2013 00:27:20
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Büyük İskender mi? Kanuni mi? Yoksa her ikisi de mi ? :D
ben Kanuni olduğuna eminim :) iskenderin bunu diyecek imana sahip olması da güzel olurdu elbette...

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.940
  • 28.885
  • 227.940
# 17 Eki 2013 07:07:51
ALLAH HESAP SORAR...!!!
Devlet hazinesi Hazreti Ömer (r.a.). Halife. Bir gece. Makamında. Ashabtan biri ziyaretine gelir. Selam verir. Selamı alınmamıştır. Oturur. Ömer işiyle meşgul. Sahabe bekler. Ömer çalışır. Selam alınmamış, yüzüne bile bakılmamıştır.
İş biter. Ömer mumu söndürür. Bir başka mumu yakar. O anda selamını alır. Konuşmaya başlar.
Sahabe sorar:
- Ya Ömer, niçin hemen selamımı almadın ve niçin bir mumu söndürüp diğer mumu yaktın ve ondan sonra benle konuşmaya başladın?
Hazreti Ömer (r.a.):
- Evvelki mum devletin hazinesinden alınmışdı.O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mes'ul olurdum. Seninle devlet işi konuşmayacağımız için kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım, ondan sonra seninle meşgul olmaya başladım. Sahabenin gözleri yaşarır, ellerini kaldırarak şöyle dua eder:
-Ya Rabbi! Hattab oğlu Ömer'i bizim başımızdan eksik etme!

Çevrimdışı hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.885
  • 227.940
  • 28.885
  • 227.940
# 17 Eki 2013 07:31:22
Mısır Seferinde Yavuz Sultan Selim'in Hiç Bir Kayıp Zahiyat Vermeden 13 Günde Geçtiği SİNA ÇÖLÜ'nü Bundan 200 Yıl Sonra Napolyonun Askeri Geçemeyip Susuzluktan Çıldırıp Birbirlerini Vurduğunu Biliyormuydunuz..?? 1.Dünya Savaşında Onca Teklonojiye Tanka Kamyona Karşın 11 Günde Bu Çöl Anca Geçilmiştir Yavuzun Nasıl Geçtiğini Öğrenmek İsteyen Amerikalı Üniversiteler Bir Çok Kürsü Kurup Bişey Anlayamayıp Şaşkın Kaldılar Biz Söyleyelim..!!

İMAN GÜCÜ.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK