İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı hafız ahmet

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
# 01 Mar 2013 22:04:30
Barış Manço Fransa'da bir televizyon kanalının canlı yayınına
konuktur. Küstah bir spiker vardır ve Barış Manço ile dalga
geçmektedir. Sürekli, " İşte Türk, yani barbar, vahşi vs... "
demektedir...

Barış Manço daha fazla dayanamaz ve spikere

" Yanınızda kâğıt para var mı? " diye sorar!

Bu soruya spiker şaşırır ve

" Evet var ama n'olacak " der.

Barış Manço ısrar edince spiker cebindeki kâğıt paraları çıkartır.

Bu olaydan az önce Barış Manço canlı yayında "Anahtar" adlı şarkısını söylemiştir. Bu şarkının bir bölümü şöyledir:

" Beş Akif- bir Saat Kulesi, iki Kule-bir Fatih, beş Fatih-bir
Mevlana, İki Mevlana-bir Sinan" (Barış Manço / Anahtar şarkısı / Darısı Başınıza Albümü / 1992).

Bu şarkı bir matematik sorusudur ve şarkıda adı geçen kişiler o dönemdeki Türk parası olan banknotların arkasında fotoğrafı olan kişilerdir...

Barış Manço spikere sorar:

" Bu paranızda fotoğrafı olan kişi kim? "

Spiker: "General ."

Barış Manço diğer paralardaki fotoğrafları olan kişileri de sorar, spikerin verdiği cevaplar hep aynıdır,

"General, Amiral, "Komutan" Spikerin bu "falanca
General, falanca Amiral, falanca Komutan" cevabından sonra, bu sefer de Barış Manço cebinden Türk paralarını çıkarır...

Barış Manço der ki:

Bu parada fotoğrafı olan kişi Mehmet Akif Ersoy'dur. Şairdir...

Bu fotoğraftaki kişi Mevlana'dır. Düşünürdür...

Bu paradaki fotoğrafı olan kişi Fatih Sultan Mehmet'dir. Adaletin sembolüdür...

Bu paradaki kişi ise Atatürk'tür. "Yurtta barış, dünyada barış" diyen kişidir. Bizim paralarımız bunlar. Biz Türkler ince ruhlu,
kibar, medeni insanlar olduğumuz için paralarımızın arkasına
şairlerimizin, düşünürlerimizin, bilim adamalarımızın fotoğraflarını bastık...

Siz Fransızlar kendiniz barbar, vahşi olduğunuz için paralarınızın arkasına hep savaş Adamlarının
fotoğraflarını basmışsınız!" der...

Barış Manço'nun bu müthiş cevabından sonra televizyon yöneticileri Canlı yayını keserler ve spikeri yayından alırlar, başka bir spiker yerine gelir ve canlı yayın yeniden başlar, yeni spiker Barış Manço'dan ve Türklerden özür diler,

Çevrimdışı FTM40

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.361
  • 5.985
  • 1.361
  • 5.985
# 02 Mar 2013 18:06:01
Yaşam ve Kahve Fincanı

Bir grup eski öğrenci, emekli hocalarını ziyarete gitmiş. İşlerinden ve sorunlarından söz etmişler. Hoca, iş yaşamında her biri önemli yerlere gelmiş eski öğrencilerine, kahve ikram etmek üzere mutfağa gitmiş. Biraz sonra değişik boy, renk ve kalitede birçok fincanın bulunduğu bir tepsiyle geri dönmüş.
Kimi porselen, kimi seramik, kimi cam, kimi plastik olan fincanları ve kahve termosunu masaya koyup, kahvelerini oradan almalarını söylemiş.
Tüm eski öğrenciler, kahvelerini alıp koltuklarına döndüğünde, hocaları onlara şunu söylemiş:
- Farkına vardınız mı bilmem. Zarif görünümlü, güzel, pahalı fincanların hepsi alındı, masada yalnızca ucuz ve basit görünümlü fincanlar kaldı. Elbette ki kendiniz için en güzelini istemek ve onu almak çok normal ama işte bu demin bahsettiğiniz problemlerinizin ve stresin nedeni. Hepinizin istediği fincan değil, kahve iken, bilinçli olarak her biriniz birbirinizin aldığı fincanları gözleyerek, daha iyi olan fincanları almaya uğraştınız. Yaşam kahveyse; iş, para ve mevki fincandır. Bunlar yalnızca yaşamı tutmaya yarayan araçlardır ama yaşamın kalitesi bunlara göre değişmez. Bazen yalnızca fincana odaklanarak, içindeki kahvenin zevkini çıkarmayı unutabiliyoruz

Çevrimdışı mabay

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.300
  • 4.233
  • Müdür Yardımcısı
  • 2.300
  • 4.233
  • Müdür Yardımcısı
# 02 Mar 2013 22:55:57
 Hikayemizin adı " Bu nedir?"

BU NEDİR?

Hikayemiz bir bağ evinin bahçesinde başlar. Yaşlı baba ve yeni evlenen oğlu bankta oturmaktadırlar.

Baba bahçeyi dalgın gözlerle izlemekte, oğlu ise gazete okumaktadır. Baba birden bir serçe görür ve sorar: "Bu nedir?" Oğlu cevap verir: "SERÇE". Daha oğlu gazetesini düzeltemeden babası başka bir serçeyi göstererek bir daha sorar : "Bu nedir?" Oğlu kızarak cevap verir: "Serçe ya baba!"

Ve bağdağı taşıran damla gelir. Baba yüksek sesle bağırarak: " Bu nedir?" diye bağırır; eliyle başka bir serçeyi gösterirken... Oğlu artık dayanamaz: "S-E-R-Ç-E ! İşte SERÇE" diye babasını azarlar.

O an babası kalkar. Eve gider ve bir defterle geri döner. Bir sayfayı açan baba oğluna "yüksek sesle oku!" diyerek bir satırı işaret eder.

O satırda yazanlar....

- Bugün küçük oğlum üç yaşına girdi. Çok istediği için onu parka götürdüm. Orada bana serçeleri göstererek "Bu nedir?" diye yirmibir kere sordu. Her defasında ona sarıldım. Onu ne kadar sevdiğimi söyledim ve "SERÇE" cevabını verdim.

Okumayı bırakan oğlu gözleri yaşlı bir şekilde babasına sarılır.



Biz insanlar çoğu zaman en çok kızdığımız şeyleri kendimiz yaparız. Kendimizi en düşünceli, en bilgili ya da annemizden-babamızdan daha iyi anne-babalar olarak görürüz. Aslında onlardan taşıdığımız izleri ve parçaları dikkatlice baksak görme şansımız var.

Kendi payıma bu hikayeden çıkardığım ders, anneme ve babama oğluma gösterdiğim yumuşaklığı ve özeni göstermem gerektiği ve onlardan taşıdığım izleri unutmama gerektiği oldu...

kısa film olarak linki burada....  

[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]

Çevrimdışı FTM40

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.361
  • 5.985
  • 1.361
  • 5.985
# 04 Mar 2013 19:44:32
AFFETMENİN HAFİFLİĞİ

Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: “Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?” Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. ”O zaman” der öğretmen. “Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin” Öğrenciler bunu da yaparlar. “Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!” Öğrenciler , bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarını üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen: “Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.” Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: “Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? hep yanınızda olacaklar.” Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: “Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.” “Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık.” “Hem sıkıldık, hem yorulduk?” Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir: “Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.
 

Çevrimdışı hafız ahmet

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
# 04 Mar 2013 19:50:18
Dünayada Cennete İlk Giren Kim Olabilir

günlerden Bir Gün Hz.muhammet S.a.v İn Kızı Hz Fatma Babasına Sorar Baba Dünyada İlk Önce Cennete Girecek İnsan Kimdir .hz Muhammet S.a.v Şöyle Buyurur Bizim Aşağıdaki Mahallede Falan Sokakta Biri Oturuyor İşte İlk Cennete Girecek İnsan O Dur Diyor. Hz Fatma Merak Eder Babasının Tarif Etiği Yere Gider Ve Kapıyı Çalar Kapının Arkasında Çok Yaşlı Bir Bayan Sesiyle Kim O Der.


hz Fatma Da Ben Fatmayım Hz Muhammedin Kızı Fatma Yaşlı Kadın Üzülerek Şöyle Buyurur Ey Fatma Senden Ben Afetmeni Diliyecem Ama Eşimin Haberi Olmadan Seni İçeri Alamıyacam Ben Bugün Ondan İzin Alayım Yarın Gelirisiniz Hz Fatma Geri Gider Ve Çok Şaşırır Öteki Gün Bir De Gider Bu Sefer Yanında Çocukları Hz Hasan İle Hz Hüseyini De Götürür. Yine Kapıyı Çalar Gene Aynı Bayan Kim O Diye Sorar Ve Kapıyı Açmaz Hz Fatma Benim Der Yaşlı Bayan Sorar Yanındakiler Kim Hz Fatma Çocuklarım  Der Yaşlı Bayanda Kusuruma Bakma Ey Fatma Ben Eşime Sadece Senin İçin İzin Almıştım Çocuklarından Haberim Yoktu Sendaha Sonra Yine Gel Ben Busefer Çocukların İçinde İzin Alırım Yaşlı Bayan Kapıyı Gene Açmaz.öteki Gün Hz Fatma Gene O Kapıyı Çalar Yaşlı Bayan Kapıda Yine Sorar Kim O Diye Hz Fatma Benim Der Ve Kapı Açılır Sonunda. Hz Fatma Çok Şaşırmış Çünkü Yaşlı Diye Düşündüğü Bayan Meğerse Çok Genç Ve Güzel Bir Bayanmış Hz Fatma Sorar Peki O Yaşlı Kadın Nerde Diye Genç Bayan Ağzından Bir Taş Çıkartarak O Yaşlı Bayan Benim Peki Neden O Taşın Ağzında Olduğunu Sorar Gen Bayan Yoldan Geçenler Sesimi Duyup Günaha Girmesinler Diye İşte Bu Bayan Cennete İlk Girecek İnsandır.çünkü Kocasına Sadık Ve Dindar Bir Ev Hanımıdır Bunları Örnek Alalım .

Çevrimdışı hercaihoca

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.394
  • 6.336
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.394
  • 6.336
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 07 Mar 2013 22:46:07
Bak DOSTUM, ömrünce nasihatimdir sana
Kulağın aç, dinle beni

Bak DOSTUM! cahil ile dost olma
İlim bilmez, İrfan bilmez
Söz bilmez, üzülürsün

Bak DOSTUM! saygısızla dost olma
Usul bilmez, adap bilmez
Sınır bilmez üzülürsün

Bak DOSTUM! aç gözlü ile dost olma
İkram bilmez, kaide bilmez
Doymak bilmez, üzülürsün

Bak DOSTUM! görgüsüzle dost olma
Yol bilmez, yordam bilmez
Kaide bilmez, üzülürsün

Bak DOSTUM! kibirliyle dost olma
Hal bilmez, ahval bilmez
Gönül bilmez, üzülürsün.

Bak DOSTUM! ukalayla dost olma
Çok konuşur, boş konuşur
Kem konuşur, üzülürsün.

Bak DOSTUM! namertle dost olma
Mertlik bilmez, yürek bilmez
Dost bilmez, üzülürsün.

Bak DOSTUM! Sen seni bil yeter sana

- İlim bil, İrfan bil, söz bil
- İkram bil, kaide bil, doyum bil
- Usul bil, adap bil, sınır bil
- Yol bil; yordam bil,kaide bil
- Hal bil, ahval bil, gönül bil
- Çok konuşma, boş konuşma, kem konuşma
- Mert ol, yürekli ol, dol
- Ömrünce yeter sana.

Asla birilerinin umudunu kırma, belki de sahip olduğu tek şey odur

Şeyh Edebali

Denizce------

Çevrimdışı FTM40

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.361
  • 5.985
  • 1.361
  • 5.985
# 09 Mar 2013 11:49:45
HAYAT

Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı.Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi.Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı."Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "acı" diye cevap verdi.Usta kıkırdayarak, çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi.Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:
"Tadı nasıl?"
"Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak.
"Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam,
"Hayır" diye cevapladı çırağı.
Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve söyle dedi:
"Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey, ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."


 

Çevrimdışı adamın biri

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.080
  • 23.741
  • 5.080
  • 23.741
# 10 Mar 2013 11:29:42
BERBER MEHMET

Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır.
İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder.
Doktor çağrılır. Doktor muayene eder,ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendinin başağrısı artarak sürer.
Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar.
Başka doktorlar çağrılır…Osman Efendi Uşak’ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder.

Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır,baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul’a götürmeye karar verirler.

İstanbul’da en iyi doktorlar seferber olur.
Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır…
Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir.
Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve
gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir.
Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran
Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür.
O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zürih’e gidilir.
Haftalarca hastanede kalınır,
onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır.

Sonuç olarak:
Osman Efendiye teşhis konulamaz.
Artık yerinden kalkamayan
Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir,
ülkesine dönüp “dinlenmesi”,
daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir.

Osman Efendi bitkin, aile perişan. “Kader”denilir, Uşak’a dönülür.
Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.
Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye,
Osman Efendinin eski berberi “Berber Mehmet” çağrılır.
Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş ederken,
adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler.
Berber Mehmet bir an düşünür. “Beyim?” der,
“Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın”
Bir bakar, “Hah işte der.“Kıl dönmüş.”
Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın
çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker.
Ev halkı Osman Efendinin köyü ayağa kaldıran
çığlığıyla odaya koşar.
Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve
cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir.
Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır,
kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır.

Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir
uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir.
Baş ağrısından ise eser kalmamıştır.
Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz
ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder.
Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir.
Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet’i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.

BURNUNDAN KIL ALDIRTMAYANLARIN
BAŞI ÇOK AĞRIYABİLİR .

-alıntı-

Çevrimdışı FTM40

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.361
  • 5.985
  • 1.361
  • 5.985
# 10 Mar 2013 20:26:53
ARKADAŞ
Savaşın en kanlı günlerinden biri. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar.Asker teğmene koştu ve:
- Teğmenim. Fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?..
Delirdin mi? der gibi baktı teğmen...
- Gitmeye değer mi?. Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile.. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın..
Asker ısrar etti ve teğmen "Peki " dedi.. "Git o zaman.."
İnanılması güç bir mucize. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti.. Sonra onu sipere taşınan arkadaşına döndü:
- Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana değmez, demiştim. Bu zaten ölmüş..
- Değdi teğmenim, dedi asker..
- Nasıl değdi? dedi teğmen. Bu adam ölmüş görmüyor musun?..
- Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı.. Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim için.. Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı:
- Mehmet!.. Geleceğini biliyordum!.. demişti arkadaşı... Geleceğini biliyordum..


Çevrimdışı adamın biri

  • Bilge Üye
  • *****
  • 5.080
  • 23.741
  • 5.080
  • 23.741
# 11 Mar 2013 23:13:26
Baba : Evladım seni çok göresim geldi, nerelerdesin?

Evlat : Baba çok işim var..

—–

Baba : Evladım seni arıyorum, ama ulaşamıyorum.

Evlat : Baba toplantılarım var.

—–

Baba : Evladım seni bugün yemeğe bekliyoruz.

Evlat : Baba arkadaşlarla önceden yaptığımız bir program var.

—–

Baba : Evladım bir sesini duyayım dedim.

Evlat : Babacığım şimdi kapatmak zorundayım, ben seni ararım.

—–

Baba : Evladım seni ne zaman göreceğiz?

Evlat : Baba çok işim var, bir ara uğrarım.

—–

Baba : Evladım dün gece rüyalarıma girdin, iyi misin?

Evlat : İyiyim baba iyiyim.. Şimdi araba kullanıyorum, seni sonra ararım..

—–

Baba : Evladım ne zaman arasam işin var, yoğunsun, seni çok özledim, ne zaman görüşeceğiz?

Evlat : OF BABA YAAA!!!

Bir zaman sonra evlat babasına telefon eder… Telefonu açan babasının komşusudur

Evlat : Babamla görüşeceğim, çok işim var, gelemeyeceğimi söyleyecektim..

Komşu : Babanız dün gece vefat etti, son sözleri de “Evladım şimdi iş toplantısındadır, onu rahatsız etmeyin, beni toprağa siz verin” oldu..

4. Sure (Nisâ Suresi), 36. Ayet
Allah'a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez...

Çevrimdışı FTM40

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.361
  • 5.985
  • 1.361
  • 5.985
# 12 Mar 2013 22:13:03
ÖNYARGI FELAKETİ
Uzaklarda bir köyde, kocasi, çocugu dogmadan ölmüs, tek basina yasayan hamile bir kadin kendisine arkadas olmasi açisindan dagda yarali olarak buldugu bir gelincigi evinde beslemeye baslar. Gelincik kadinin yanindan
bir an bile ayrilmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallasir. Bir kaç ay sonra kadinin çocugu dogar. Tek basina tüm zorluklara gögüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadir.

Günler geçer ve kadin bir gün bir kaç dakikaligina da olsa evden ayrilmak ve yavrusunu evde birakmak zorunda kalir... Gelincikle bebek evde yalniz kalmislardir. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelincigi ve kanli agzini görür. Anne çildirmisçasina gelincige saldirir ve oracikta öldürür hayvani. Tam o sirada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir... Ve odada besigi, besigin içindeki bebegi ve bebegin yaninda duran parçalanmis bir yilani görür.


Einstein'in söyledigi rivayet edilen bir söz var: "insanlardaki önyargiyi parçalamak benim atomu parçalamamdan çok daha zor"

Çevrimdışı hafız ahmet

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
# 13 Mar 2013 01:02:39
                      Herkes Ateşi Kendi Getirir

Abbasi’lerin ünlü halifesi Harun Reşid zamanında yaşamış olan Behlül Dana (VIII. yüzyıl) dönemin evliyasındandı. Zaman zaman aklından zoru olan kimselere has tavırlar takınır, herkes de bundan dolayı kendisini deli sanırdı. Ama bunu maksatlı yapardı. Behlül Dana hazretleri daima Harun Rediş’in yakınında bulunur, çeşitli sebepler hasıl ederek onu uyarırdı. Bir gün Behlül Dana hazretleri, üstü başı toz toprak içinde uzun bir yolculuktan gelmiş olmanın belirtileri ile Harun Reşid’in huzuruna çıktı. Harun Reşid sordu:

- Bu ne hal Behlül, nereden geliyorsun?

- Cehennemden geliyorum ey hükümdar.


- Ne işin vardı cehennemde?

- Ateş lazım oldu da ateş almaya gittim.

- Peki, getirdin mi bari?

- Hayır efendim getiremedim. Cehennemin bekçileriyle görüştüm, onlar “Sanıldığı gibi burada ateş bulunmaz, ateşi herkes dünyadan kendisi getirir” dediler.

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 13 Mar 2013 13:17:25
ADAM: bineceği otobüsün kalkmasına bir saatten fazla süre olduğu için, terminalin yarı aydınlık koridorlarını arşınlıyordu Ellerini yıkamak üzere biraz ilerideki mescide yanaştığında, iş tulumları giymiş bir genç ona doğru gelerek, Herhalde namaz kılacaksınız, dedi Abdest alma yerimiz de mevcuttur
 
Adam: elindeki sigaranın külünü delikanlının ayakları dibine silkelerken Sen herhalde görevlisin, diye diklendi Ne iş yaparsın burda ?
 
Delikanlı:- köşedeki süpürgeye işaret ederek temizlikçiyim efendim, diye kekeledi Lavabo ve tuvaleti temizliyorum
 
Adam, onu alaycı gözlerle süzerken ben, namazı senin gibi çulsuzlara bıraktım, diye sırıttı bu iş size öyle yakışıyor ki…
 
Temizlikçi genç, adamın hakaretine aldırmayacak kadar olgundu fakat namaza karşı yapılan saygısızlık, canını çok sıkmıştı vereceği cevabı bir süre düşündükten sonra, susmayı tercih ederek işine döndü
 
Adam : mağrur adımlarla oradan uzaklaşırken, başının döndüğünü hissetti Sırtından çıkartarak koluna aldığı kaşe paltonun ağırlığını da ilk defa farkediyordu Biraz önce yediği iki porsiyon kebap, herhalde tansiyonunu yükseltmiş ve kendisini hâlsiz bırakmıştı birkaç adım daha attığında âniden fenalaşarak dizleri üzerine çöktü Allah’tan ki kolundaki palto ondan önce yere serilmiş ve yeni aldığı takım elbisenin kirlenmesini engellemişti
 
Adam: çömelmiş vaziyette olmasına rağmen fırıldak gibi dönen başını yere dayayarak bir müddet dinlendi ve tekrar doğrulduğunda, aynı rahatsızlığı duyarak hareketini tekrarladı fakat, başkaları tarafından görülmüş olmaktan endişe ediyordu bunun için başını yerden kaldırıp sağa sola bakındığında, terminalin çaycısı olduğu anlaşılan bir gençle burun buruna geldi
 
Delikanlı : adamı saygılı bir ifadeyle selâmlarken:— Allah kabul etsin bey amca, dedi Ama kıble biraz daha sağa doğruydu....
 
Allahu Tealanin kanunlariyla alay etmek hic bir kulun yaradilanin haddi degil...

Çevrimdışı FTM40

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.361
  • 5.985
  • 1.361
  • 5.985
# 13 Mar 2013 21:34:50
Niye Ben?” diyen herkes için

Brenda, yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı. Bir gün cesaretini toplayarak bir grup tırmanışına katıldı.

Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karşılarına. Tüm korkularına rağmen, Brenda azimliydi. Emniyet kemerini taktı, ipi yakaladı ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başladı.

Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslenebileceği bir oyuk buldu. Orada asılı dururken, gruptan yukarıda ipi tutan kişi dalgınlığa düşerek ipi gevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla Brenda’nın gözüne çarparak lensinin düşmesine neden oldu.

Lens çok küçüktü ve bulunması neredeyse imkansızdı. Lens, yamacın ortasında bir yerlerde kalmıştı ve Brenda artık bulanık görüyordu. Ümitsizlik içinde Brenda, lensini bulması için Allah’a dua edebilirdi yalnızca... Ve içten içe düşünüp dua etmeye başladı. “Allah’ım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi, benim lensimin yerini de biliyorsun. Onu bulmama yardım et.”

Patikalardan yürüyerek aşağı indiler. Aşağı indiklerinde, tırmanmak üzere oraya doğru gelen yeni bir grup gördüler. İçlerinden biri “Aranızda lens kaybeden var mı?” diye bağırdı.”

Brenda’nın sonradan öğrendiğine göre, lensi bir karınca taşıyordu ve karınca yürüdükçe yavaşça kayanın üzerinde hareket edip parlayan lens kızların dikkatini çekmişti.

Eve döndüklerinde Brenda lensini nasıl bulduklarını babasına anlatacak ve bir karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karınca resmi çizerek karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazacaktı:

“Allah’ım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilemiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamayacağım kadar ağır. Ama istediğin sadece bunu taşımamsa, senin için taşıyacağım...”

“BU YÜKÜ NİYE TAŞIYORUM” demeyin...

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 14 Mar 2013 20:26:08
BİR KISSA BİN HİSSE...

Allah'a Niçin Kulluk Ediyorsun?

Bir gün Süfyan-ı Sevrî k.s. hazretleri, Rabia Adeviyye k.s. hazretlerine:
...
– Herkes kendine göre bir sebeple Allah’a kulluk ediyor (kimi korkudan, kimi cennet isteğinden..), sen hangi sebeple Allah’a kulluk ediyorsun, diye sordu. Rabia Adeviyye şu cevabı verdi:

– Ben Allah’a O’ndan korktuğum için kulluk etmiyorum. Böyle olsaydı, sahibinden korktuğu için çalışan kötü hizmetçi gibi olurdum. Cennet sevgisiyle de ibadet etmiyorum. Bu durumda da sahibi kendisine bir şey verince çalışan kötü bir hizmetçi gibi olurdum. Ben Allah Tealâ’ya ancak O’nu sevdiğim, O’nun hoşnutluğunu ve vuslatını istediğim için ibadet ediyorum.

Ebû Tâlib Mekkî, Kûtu’l-Kulûb

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK