İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı faldov

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.346
  • 46.554
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 4.346
  • 46.554
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 09 May 2013 20:36:22
Çin'de bir üniversitede yaşanmış gerçek bir olay

Kızın biri yeni aldığı bisikletiyle okula geliyor ve okulun bahçesindeki bisiklet parkına henüz kilit almadığı için öylece bırakıyor...Derslerin bitiminde eve gitmek için bisikletinin yanına gelince bisikletinin yerinde olmadığı görüyor ve çok sinirleniyor..Ertesi sabah okula geldiğinde bisikletini üzerinde bir notla bir gün önce bıraktığı yerde buluyor ..Üzerindeki notta 'Çok özür dilerim ama bisikletine gerçekten ihtiyacım vardı.Aldıktan iki saat sonra geri getirdim ama sanırım çıkışına yetişemedim,çok üzgünüm,anlayışın içinde teşekkürler' Kız bu olay üzerine doğruca bir bisikletçiye gidiyor ve beş tane kilit alarak okula dönüyor..Bisikletini iyice kilitleyip beş farklı anahtarla derse giriyor ve olayı arkadaşlarına anlatıyor ..Ders bitiminde beş kilit taktığını anlattığı arkadaşlarıyla beraber bisikletini almaya gittiğinde şok oluyor..Bisikletinin üzerinde on tane kilit ve birde not var..'Eğer ben acil olduğu zaman kullanamayacaksam sen hiç kullanamayacaksın...

Çevrimdışı hafız ahmet

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
# 09 May 2013 21:03:46
                                     NAMAZI GECİKTİRİRSEN...
Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: ''Oğlum namaz hiç bu vakte bırakılır mı?'' Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmış, ama ezan
okunduğu vakit yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.

Kendisi ise,nefsini bir türlü yenemiyordu. Ne oluyorsa, hep... namaz son dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, "Yine geciktirdim namazı." dedi kendi kendine.

Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendisini odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi. "Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine bana." dedi. Çok seviyordu onu ...Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi. Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki... hicabından renkten renge girerdi.
O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde. Duasını yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. "Ne kadar da yorulmuşum." dedi. Daldı gitti öylece....

Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; Kimi sağa sola koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,soğuk soğuk terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti.

Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. "Benim ismimi mi okudunuz?" dedi dudakları titreyerek.....

Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde. İki kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden...." Şükürler olsun " dedi, kendi kendine ve devam etti; " Gözlerimi dünyaya açtım,Hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere koşuyor, malını islam yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise, hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah'ı anlattım. Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim. Haramlardan kaçındım. "Kirpiklerinden aşağı gözyaşları dökülürken, "Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum." Diyordu. Ama bir yandan da "O'nun için ne yapsam az, Cennet'i kazanmama yetmez." Diye düşünüyordu.Tek sığınağı Allah'ın rahmetiydi.

Hesap sürdükçe sürdü. Boncuk boncuk terliyordu. Sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi
bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli melekler ellerinde bir kağıt, mahşer meydanında ki kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti.

Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulakları yanlış mı duyuyordu? İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona kalmıştı." Olamaaaazzzz " diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. "Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla beraber koşturdum. Hep rabbimi anlattım." Diyordu.

Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak
alevleri göklere yükselen Cehennem'e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı?

Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü.."Hizmetlerim... Oruçlarım.... Okuduğum Kur'anlar......Namazım....Hiçbiri beni kurtarmayacak mı?" diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem melekleri onu hiç sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı.

Resülullah, "Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insanı günahlardan öyle temizler." Buyuruyordu. "Oysa ki benim namazlarım da mı beni kurtarmayacak?" diye düşünüyordu.

" Namazlarım.....Namazlarım.... Namazlarım." diye diye hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu.

Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden bire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu.

Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. kendisini yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı.

"Siz de kimsiniz ?" dedi.
İhtiyar gülümsedi: " Ben senin namazlarınım."

"Neden bu kadar geç kaldınız ?Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum."dedi....

İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; Başını salladı;

" Sen beni hep son anda yetiştirirdin, ...hatırladın mı?


Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kan-ter içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu.Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu.

Çevrimdışı hafız ahmet

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
# 15 May 2013 14:58:31
"Bir Annenin Oğluna Yazdığı İbretlik Mektubu"[Ağlatabilir]

Annemin sadece bir gözü vardı. Öteki gözü çukurdu, yani yeri boştu.

Ondan nefret ediyordum. Çünkü bu durum beni arkadaşlarımın arasında utandırıyordu.

Babam, ben daha küçükken bir kazada öldüğünden, ailemizi geçindirmek de anneme kalmıştı. Bunun için okulda aşçılık yapıyordu.

İlk okulda iken bir gün annem bana "merhaba" demeye gelmişti. Sanki, yerin dibine geçmiştim. Bunu bana nasıl yapabilirdi.?

Onu görmezden geldim, ona nefretle bakarak oradan kaçtım...

Ertesi gün sınıfta bir arkadaşım bana, "..Senin annenin sadece bir gözü var. Diğeri ne biçim.!" Dedi. Diğerleri de gülüşüyorlardı.

O anda yerin dibine girmek ve de annemin ortadan kaybolmasını istedim.

Bu yüzden, o gün onunla karşılaşınca dedim ki:

-"Beni gülünç duruma düşüreceğine, ölsen daha iyi!.."

Annem karşılık vermedi. Sadece, tek gözüyle bana biraz baktı ve uzaklaştı gitti...

Dediklerim hakkında bir saniye bile düşünmemiştim, çünkü çok kızmıştım. Onun duyguları beni hiç ilgilendirmiyordu. Onu evde istemiyordum ama ev onun üzerineydi...

Çok çalıştım, kendime yeter oldum, sonunda Singapur'a okumaya gittim.

Bir süre sonra da evlendim. Birikimime borç ekleyerek kendime bir ev aldım.

Daha sonra çocuklarım oldu ve hayatımdan memnundum. Annemi unutmuştum...

Bir gün annem bizi ziyarete gelmişti. Öyle ya, kaç yıldır beni görmemişti.

Kapıya gelince, çocuklarım tek gözlü birini görünce birden korktular, sonrada güldüler.

"Babaanneniz" diyemedim. İçeri girince ilk fırsatta ona:

-"Evime gelip çocuklarımı nasıl korkutabilirsin.? Buradan hemen git.!" Dedim.

Bu çıkışıma annem kısık bir sesle:

-"Kusura bakmayın, ben yanlış adrese geldim galiba.!" Dedi ve çıktı-gitti...

Aradan yine uzun bir zaman geçmişti.

Bir gün "mezunlar toplantısı" için okulumdan bir mektup aldım.

Karıma; "..iş seyahatine gidiyorum" diye bahane uydurdum.

Mezunlar toplantısından sonra, birden aklıma düştü.'Sadece meraktan' eski evime gittim.

Eski komşularımıza sorduğumda, "annemin öldüğünü" söylediler.

Önce biraz sevinç duyar gibi oldum ama içimde bir burukluk ve sızı hissettim.

Ben şaşkınca beklerken, "bana verilsin diye annemin bir mektup bıraktığını" söylediler.

Açtım ve okumaya başladım:

-En sevgili oğlum... Her zaman seni düşündüm.

Singapur'a gelip çocuklarını korkuttuğum için üzüldüm...

Mezunlar gününde geleceksin diye çok sevindim ve bekledim.

Ama; "seni görmek için yataktan kalkabilir miyim" diye çok düşündüm...

Seni büyütürken, 'tek gözümle' sürekli bir utanç kaynağı olduğum için de üzgünüm... biliyormusun biricik oğlum. .?

Sen küçücükken, babanla birlikte bir kaza geçirmiştin. Baban öldü fakat sen, bir gözünü kaybetmiştin. Bir anne olarak, senin tek bir gözle büyümene dayanamazdım...

Bu yüzden, babandan kalan tarlayı satarak, ameliyat masraflarına yatırdım.

İşte ,şimdi o yeri boş olan gözüm var ya , onu sana vermiştim. Nakil çok başarılı geçmişti, hiç fark edilmiyordu. "O gözle, biricik oğlum görüyor ya..." diye çok mutlu oluyordum . ana yüreği ya oğul, sana 'sen benim gözümle görüyorsun 'diyemedim ..

Başarılarından dolayı seninle o kadar gurur duyuyordum ki, bu bana yetiyordu.

Her şeye rağmen, sen benim oğlumsun...

Bütün sevgilerimle... Annen.
(Alıntıdır)

Çevrimdışı fatli37

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 757
  • 2.598
  • Okul Müdürü
  • 757
  • 2.598
  • Okul Müdürü
# 15 May 2013 15:02:21
çok güzel hafız ahmet hocam

Çevrimdışı fatli37

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 757
  • 2.598
  • Okul Müdürü
  • 757
  • 2.598
  • Okul Müdürü
# 15 May 2013 15:23:39
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
DOĞAN CÜCELOĞLU'NDAN BÜTÜN ANNE BABALARIN VE ÖĞRETMENLERİN OKUMASI GEREKEN BİR HİKAYE

Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:
- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinize katıldım. Hayatım değişti.

O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
- Ne oldu, nasıl oldu?
- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir insanın ana vatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
olanaklar yaratmaktır."Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına
olanaklar yaratmaktır." Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm.
Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
- Hayır, neden?
- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini yaptın mı?" Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da
*sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu.* Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum.
Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim*
İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
- Radikal bir karar!*
- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam.
Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.
- Eşiniz ne dedi?
- Hocam biliyor musun ne oldu?
- Ne oldu?*
- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış!
Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz."

- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim.
Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım.

Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.

"Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, "Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın," demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim!
Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.
- Eşiniz gelmek istemedi!*
- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye.
Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler.
Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. "Çok mu kötü hocam?" diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. "Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?"

- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım.
İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. "O kadar mı kötü?" diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım.
Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum.Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
"Gel seni yeniden kucaklayayım!" dedim. Kucaklaştık.
"Çocuklar Gülsün diye!" yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur.
Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler.
Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler.
Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!
 

gerçekten önemli bir ders veriyor. inşallah biz bu hataya düşmeyiz.

Çevrimdışı fatli37

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 757
  • 2.598
  • Okul Müdürü
  • 757
  • 2.598
  • Okul Müdürü
# 15 May 2013 15:33:32
ANNE KALBİ

Delikanlı,katı yürekli bir kızı sevmiş ve onunla evlenmek istemişti.Ancak kız,korkunç bir şart ileri sürerek:
-Senin sevgini ölçmek istiyorum,dedi.Bunun için de köpeğime yedirmek üzere bana annenin kalbini getireceksin.
Delikanlı,tüyler ürperten bu teklif karşısında ne yapacağını şaşırmış ve uzun bir tereddütten sonra hislerine mağlup olup annesini öldürmeye karar vermişti.Annesi,belki de durumu farkettiği için oğluna fazla direnmedi.Ve çocuk,annesini öldürerek kalbini bir mendile koydu.Delikanlı,kızın isteğini yerine getirmiş olmanın heyecanıyla yolda koşarken,ayağı bir taşa takıldı.Kendisi bir tarafa,mendil içindeki kalp bir tarafa fırladı.Canının acısından,ağzından ister istemez"Ah anacığım!"sözleri döküldüğünde annesinin tozlara bulanan ve hala soğumamış olan kalbinden bir ses yükseldi:

-Canım yavrum,bir yerin acıdı mı?

Çevrimdışı fatli37

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 757
  • 2.598
  • Okul Müdürü
  • 757
  • 2.598
  • Okul Müdürü
# 15 May 2013 15:35:03
YEŞİL ELBİSE

Yolda karşılaştığımızda ezan okunuyordu.
-Gel seni camiye götüreyim,dedim.Bubün Cuma biliyorsun.
-Sen de benim camiye gitmediğimi biliyorsun,dedi
-Biliyorum ama,sebebini gerçekten merak ediyorum.
-Ne bileyim olmuyor işte,dedi.Hem pantolonumun ütüsü bozulup,dizleri çıkar diye endişe ediyorum.
Gayri ihtiyari gülmeye başladım.
-Herhalde şaka yapıyorsun,dedim.Bunun için cami terkedilir mi?
-Ciddi söylüyorum,dedi.Giyimime ve özellikle yeşile düşkün olduğumu bilirsin.
Gerçekten öyleydi.Giydiği birbirinden güzel elbiseleri mutlaka yeşilin bir başka tonundan seçer ve her zaman ütülü tutardı.
-Peki,dedim.Hayatında hiç camiye gitmedin mi?
-Çocukken dedmle birkaç kere gitmiştim,dedi.Hem o yaşlarda dizlerim aşınacak diye herhalde endişe etmiyordum.Fakat artık camiye gidebileceğimi zannetmiyorum.
Söyledikleri beni son derece şaşırtmış ve bu konuyu açtığıma pişman etmişti.Daha sonra el sıkışıp ayrıldık.
Onunla konuşmamızdan 2 ay sonra,kendisinin camide olduğunu söylediler.Hemen gittim.Bahçedeki namaz saflarının en önünde duruyordu ve üzerinde yine yeşiller vardı.
Yavaşca yanına yaklaştım ve kısık bir sesle:
-Hani,dedim.Camiye gelmeyecektin?

Hiç sesini çıkarmadı.Çünkü musalla taşının üzerinde,yeşil örtülü bir tabut içinde yatıyordu.

Çevrimdışı fatli37

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 757
  • 2.598
  • Okul Müdürü
  • 757
  • 2.598
  • Okul Müdürü
# 15 May 2013 15:36:36
İnsanlık Dersi

Çanakkale Savaşlar'ında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor:

"Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.Hiç unutmam.Savaş sahasında döğüş bitmişti.Yaralı ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zaliyat vermişlerdi.Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım.Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi göleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu.Tercüman vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık:

- Niçin öldürmek istediğin askere ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
"Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı.Birşeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı.Benim ise kimsem yok.İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün.

Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım.Bu sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını açtı.O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu hissettim.Çünkü, Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutan ot tıkamıştı.Az sonra ikisi de öldüler...

Çevrimdışı fatli37

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 757
  • 2.598
  • Okul Müdürü
  • 757
  • 2.598
  • Okul Müdürü
# 15 May 2013 15:40:22
Kadın 32 yaşında güzel bir bayandı ve eşi oldukça yakışıklı bir deniz subayı idi....Bundan bir kaç ay önce yanlış bir teşhis sonucu gerçekleştirilen ameliyatla gözlerini kaybetmişti genç kadın ve asla göremeyecekti. Kocası ameliyattan sonra acı gerçeği öğ...renince yıkılmış ve kend i kendine bir söz vermişti. Günler geçiyordu.Kadın her geçen gün kendini daha kötü hissediyor, çok sevdiği kocasına yük olduğunu düşünüyordu.Eşinin bu içine kapanık, karamsar hali kocayı çok üzüyordu Birden aklına eşinin eski işi geldi.Geri dönmesini isteyecekti.Ama bunu ona nasıl söyleyecekti, çünkü artık çok kırılgan ve neşesizdi. Bütün cesaretini toplayarak akşam karısına konuyu açtı.Karısı dehşetle gözlerini açtı:Ben bunu nasıl yaparım ben körüm, diye bağırdı. Kocası ona destek olacağını, her sabah kendisinin işe bırakacağını ve akşamları da iş çıkışında alacağını ve ona çok güvendiğini söyledi.Çünkü eşini tanıyordu ve bunu başarabileceğini biliyordu.Kadın büyük bir umutsuzlukla kabul etti çünkü eşini çok seviyordu ve onu kırmak istemiyordu.Her sabah eşini işine bırakıyor ve akşamları da alıyordu fedakar koca.Günler böyle ilerledi, karısı eskisinden biraz daha iyiydi.Fakat kocası daha fazlasını istiyordu, kendisine söz vermişti sonuna kadar gidecekti.Aksam karısına:Artık işe kendin gidip gelmelisin, dedi.Kadın şaşırmıştı.Bunu asla yapamayacağını söyledi.Kocası ısrar edince onu yine kıramadı ve bütün cesaretini topladı.Bunu kendisi de istiyordu ama o kadar güveni yoktu. Sabahları kadın artık otobüs durağına kendisi gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerek işine gidebiliyordu.Günler günleri kovaladı, hiç bir problem yoktu.Yine bir gün otobüse binerken, şoför:Sizi kıskanıyorum, hanımefendi dedi.Kadın kendisine söylenip söylenmediğini anlayamadan, neden diye sordu.Şoför:Çünkü her sabah sizin arkanızdan bir deniz subayı genç adam otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakıyor, otobüsten indikten sonra yeşil ışıkta yolun karşısına geçmenizi bekliyor siz binaya girdikten sonra arkanızdan öpücük yollayıp size her gün sevgiyle el sallıyor, dedi.

HERKESİN BU KADAR SEVMESİ VE SEVİLMESİ, HEPSİNDEN DE ÖNEMLİSİ BÖYLE BİR SEVGİYİ HAK EDECEK İNSANI BULMASI DİLEĞİYLE...

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 19 May 2013 18:43:36
İBRET OLSUN !
Bayatladı Diye Ekmeği Atana,
Tabağında Yemek Artığı Bırakana,
İki Gün Üst Üste Aynı Yemeği Yedim Diye Eşine Bağıran Erkeğe,
Annesinin Hazırladığı Kahvaltılığı Beğenmeyip Çöpe Atıp Okul Kantinine Dadanan Öğrenciye,
Evine Çalışıp Getirdiği Erzağa Bakıp Burun Kıvıran Ev Hanımına,
Önüne Getirilen Yemeği Bağıra Çağıra Zorla Yiyen Evlada
Lüks Lokantalarda Tabağındaki 150 gr. Ete Dünyanın Parasını Ödeyenlere,
Şu Anki Haline Şükretmeyip İsyan Edenlere, Her Zaman Daha Fazlasını İsteyenlere,
İnsan Olmayı Unutan Fertlere Bir Ders, Bir Nasihat, Bir İbret Olsun..!

Çevrimdışı evgi-47

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 956
  • 5.482
  • 956
  • 5.482
# 19 May 2013 19:03:48
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
DOĞAN CÜCELOĞLU'NDAN BÜTÜN ANNE BABALARIN VE ÖĞRETMENLERİN OKUMASI GEREKEN BİR HİKAYE

Müthiş bir yazı gerçekten, ömrüm boyunca neden mutlu olmadığımı şimdi daha iyi anladım; berbat bir çocukluk geçirmiştim ben de. Çocukluk çok önemli gerçekten; inşaatın sağlamlığı temeline bağlı ne de olsa. Yaşanmamış bir çocukluk hayata 1-0 yenik başlamana, ömür boyu kırık kanatlarla gezmene sebep oluyor.

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 27 May 2013 19:18:46
ÖĞRETMENİN YASTIĞININ VERDİĞİ YAŞAM DERSİ
Bir yastığın, hiç ders verdiği görülmüş müdür demeyin. Hem de öğretmenin yastığının. Hikayeyi okuyun ve siz karar verin. Bir zamanlar, yaşlı ve bilge bir öğretmenin
kendisine söylediği şeyleri, verdiği öğütleri hiç beğenmeyen bir öğrencisi varmış. Bir gün, yaşlı öğretmenin sözleri ve söyledikleri öğrencisini çok kızdırmış. Çünkü bütünsöylediklerinde haklıymış ve öğrencisinin kabul etmekte zorlandığı, görmek istemediği tüm zayıf yönlerini göstermiş ona.

 Öğretmenin amacı, diğer tüm öğrencilerine olduğu gibi ona da doğru bilgileri aktarabilmek, yanlışlara sapmasını biraz da olsa engelleyebilmek ve tecrübeleriyle ona yardımcı olmakmış. Ama öğretmenin sözleri, öğrencisine çok ağır gelmiş.

Tüm söyledikleri onu o kadar kızdırmış ki, bu gerçekleri bir türlü hazmedememiş ve öğretmeninden intikam almaya yemin etmiş. İlk olarak, onun hiçbir şey bilmediğini, onun yaşlı bir bunak olduğunu, onun yüzüne bakarak söylemiş. Daha sonra onun hakkında atıp tutmaya başlamış.

Gittiği her yerde öğretmeni hakkında yalanlar söylüyor, çirkin hikayeler uyduruyormuş. Kötü konuşmaları ve dedikodularıyla insanların öğretmene sırt çevirmesine neden olmuş ve insanların ona saygısını kaybettirmek için çok uğraşmış. Sonunda bir gün, kendi kardeşine okulda çok büyük bir iftira atılmış. Doğru olmadığını bildiği bu
gerçek karşısında çok mutsuz olmuş. Öğretmeni için söylediği bütün o yalanlar, iftiralar, dedikodular aklına gelmiş. Ve yaptıklarından çok pişman olmuş.

 En sonunda gözyaşları içinde öğretmenin evine af dilemeye gitmiş.
"Hakkınızda birçok yalan söyledim, gerçekleri çarpıttım.
Herkesi size düşman ettim. Hatamı anladım ve vicdan azabı çekiyorum. Lütfen beni affedin" demiş. Öğretmen önce uzun süre ona cevap vermemiş.

 Derin derin düşünmüş, sonunda "Evet seni affederim, fakat önce benim için bir şey yapmalısın" demiş. "Ne yapmamı istiyorsunuz?" demiş öğrencisi biraz şaşırarak. "Birlikte
yukarı çatı katına çıkalım, orada sana göstereceğim" demiş gözlerinin içine bakarak,

"Yalnız önce odamdan bir şey almam gerekiyor". Öğretmen odasından döndüğünde,
koltuğunun altında büyük bir kuştüyü yastık varmış.
Zavallı öğrenci, gittikçe artan merakını saklamak, yastığın ne işe yarayacağını ve çatıya neden çıktıklarını sormamak için kendini güç tutuyormuş. Buna rağmen sessiz kalmış.
Nefesleri kesilmiş halde sonunda en üst kata varmışlar. Hafifçe rüzgar esiyormuş. Çatı katından, şehrin ötesinde uzaklara doğru yayılan uçsuz bucaksız araziyi
görebiliyorlarmış. Öğretmen birdenbire hiçbir şey söylemeden, yastığın kılıfını yırtarak bütün tüylerini boşaltmış. Rüzgar hafifçe esmiş, tüylerin hepsini dağıtmış ve onları her tarafa taşımış. Diğer çatıların üstüne, sokaklara, arabaların altına, ağaçların üstüne, çocukların oynadığı arka bahçelere, hatta otoyola ve durmadan daha
uzaklara, kim bilir nerelere? Öğretmen ve öğrencisi, tüylerin uçuşarak dağılmasını bir müddet izlemişler.

Nihayet öğretmen öğrencisine dönerek, "Şimdi gidip bütün o tüyleri benim için toplamanı istiyorum" demiş. "Bütün tüyleri toplamak mı?" diye yutkunmuş öğrenci. "Fakat bu imkansız!" "Evet biliyorum," demiş öğretmen. "O tüyler aynı senin benim hakkımda söylediğin yalanlar gibi. Bir kere başlatınca bir daha durduramazsın, pişman olsan bile.
Belki birkaç kişiye benim hakkımda söylediklerinin yalan olduğunu anlatabilirsin, fakat dedikodu rüzgarları artık onları her yere taşıdı bir kere. Tek bir kibriti üfleyerek
söndürebilirsin, fakat tek bir kibritin başlattığı koca bir orman yangınını bir üflemeyle söndüremezsin!" Kıssadan hisse.

 İster özel hayatınız ister iş hayatınızda olsun, hiç kimsenin arkasından konuşmayın. Hele hele doğru olmayan şeylere, iftiralara, yalanlara, dolanlara hiç tenezzül etmeyin. Gün gelir, aynı şeyler size de yapılabilir. Gün gelir, o kişilerle yolunuz kesişir birlikte çalışmanız gerekebilir. Gün gelir, o kişi sizin amiriniz veya müşteriniz olabilir. Her şeyden önemlisi, gün gelir insan olduğunuzu hatırlar, pişman olabilirsiniz yaptıklarınızdan. Ama geriye dönüşü olmayan tek yönlü bir yoldur bu ve pişmanlık faydasızdır artık. ..

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 09 Haz 2013 16:40:33
Günlerden birgün şeytanın yolu bir köye düşmüş.
Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı
olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.

Şeytan kadını epeyce izledikten sonra yerinden kalkıp kazığa bağlı buzağının
ipini biraz gevşetmiş.

Buzağı bu az ötede annesinin sütünün kovaya sağılmasını aç karnına izlemeye
daha fazla dayanamamış debelenmiş ve boynundaki ip çözülmüş.

Koşarak annesini emmeye giden buzağı süt kovasını devirmiş.

Sağdığı süt ziyan olunca sinirlenen genç kadın eline geçirdiği odunu
buzağıya vurunca yavru yere yığılmış.

Yavrusuna saldırılan inek kayıtsız kalamayıp bir tekmede kadını yere serip öldürmüş.

Uzaktan geçmekte olan kadının kayınpederi, ineğin ´gelinini öldürdüğünü görüp ineği tüfekle vurmuş.


Silah sesini duyan koca , karısını yerde cansız yatar babasınıda elinde tüfekle görünce silahını çekip babasını öldürmüş.


Kısa bir süre sonra gerçeği öğrenen genç adam , bu kadar acıya dayanamayıp intihar etmiş.

Bütün bu olayları bir kenardan izleyen şeytan;

"BU FELAKETİ DE BANA YÜKLERLER, BUZAĞININ İPİNİ GEVŞETMEKTEN BAŞKA BEN NE YAPTIM ŞİMDİ" demiş.

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 17 Haz 2013 17:54:26
Allah’ın sevgili kullarından biri bir rüya görür; rüyasında kendisine şöyle denir:

-Sabah olunca, karşına ilk çıkanı ye, ikinci çıkanı sakla, üçüncü çıkanın dileğini kabul et, dördüncü geleni üzme, beşinciden de kaç!

Sabah oldu; dışarı çıktı. Yola koyulup gitti. Karşısına bir dağ çıktı. Bu koca dağı görünce şaşırdı. Kendi kendine şöyle dedi:
...
Rabbim bana bunu yememi emretti.

Sonra şöyle dedi:

Rabbim bana gücümün yetmeyeceği bir şeyi emretmez.

Onu yemeye karar verdi. Dağa doğru yürüdü. Yaklaştıkça dağ küçüldü. Tam yaklaştığı zaman koca dağ bir lokmaya dönüşmüştü. Onu tutup yedi, baldan tatlı buldu. Allah’a hamdetti, yürüyüp gitti. Karşısına altından bir leğen çıktı. Şöyle dedi:

Rabbim, bunu da saklamamı emretti. Bir çukur kazdı, onu gömdü. Yürüdü, az gittikten sonra dönüp baktı. Leğen toprak yüzüne çıkmıştı. Geri döndü, tekrar gömdü. Biraz gitti; baktı ki, yine çıkmış bir daha gömdü, yine toprak üstüne çıktı. Kendi kendine,

“Ben emredileni yaptım.” diyerek bırakıp gitti.

Karşısına bir kuş çıktı. Peşinden bir şahin onu kovalıyordu. Kuş ona şöyle dedi:

-Ey Allah’ın sevgili kulu, beni sakla. Bana yardım et.

Onu aldı. Koynuna sakladı. Peşinden şahin geldi; şöyle dedi:

-Ey Allah’ın sevgili kulu, ben açım. Sabahtan beri de bu kuşun peşindeyim. Onu yakalamak istiyorum. Kısmetime engel olma.

Kendi kendine şöyle dedi:

“Üçüncünün dileğini yapmam emri verildi, yaptım. Dördüncüyü üzmemem emredildi. Şimdi ne yapacağım?

Bu işe şaştı. Sonra bıçak aldı; kendi uyluğundan bir parça et kesti, şahine attı; o da kapıp kaçtı. Daha sonra kuşu saldı. Bundan sonra, yürüyüp gitti. Kokmuş bir leş gördü. Onu da bırakıp kaçtı. Akşam olunca şu duayı yaptı:

-Ya Rabbi, emrini yerine getirdim. Bu işlerin manası ne ise bana bildir.

Daha sonra, rüyasında şöyle anlatıldı:

-Birinci görüp yediğin öfkedir. Önce koca bir dağ gibi görülür; sabırla öfke yutulursa, baldan tatlı olur.
İkincisi iyi amelindir. Ne kadar saklarsan sakla; yine meydana çıkar. Üçüncüsü, sana bırakılan bir emanettir, ona hıyanet etme. Dördüncüsü şudur: Bir insanın sana bir dileği ulaşırsa, onu yerine getir; isterse sana lâzım olan bir şey olsun. Beşincisi gıybettir. İnsanların gıybetini edenlerden kaç. Şüphesiz her şeyi bilen Allah(c.c)’tır

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 29 Haz 2013 15:16:06
Köle olduğu sıralarda bir gün efendisi
Benim için bir koyun kes ve içindeki
En iyi olan iki organı çıkarıp getir” demişti.
Hz. Lokman (a.s.) koyunu kesmiş,
Dilini ve kalbini çıkarıp getirmişti.
Sonra bir koyun daha kesmesini
Ve onun içinde en işe yaramaz
İki küçük organını getirmesini istemişti.
Bu defa yine kestiği koyunun kalbini ve dilini getirmişti.
Efendisi bunun hikmetini sorduğunda şu cevabı verdi:
İyi olduğun zaman bu ikisinden daha iyi ve güzel,
Kötü olduğun zaman da bu ikisinden daha kötü bir şey yoktur.”

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK