İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı bombom12

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 384
  • 1.128
  • 384
  • 1.128
# 06 Oca 2013 19:50:38
Halinden yoksul olduğu anlaşılan bir adam,deniz kenarında oltayla balık tutuyordu.Tesadüfen oradan geçmekte olan ülkenin padişahı bu gariban adamla ilgilendi ve ona.

-”Oltana ben burada iken ilk takılan şey ne olursa sana onun ağırlığınca altın vereceğim,” dedi.

Biraz sonra oltaya takıla takıla ortası delik bir kemik takıldı.Hükümdar balıkçıya,

-”Ne yapalım,şansın bu kadar,oltana ağır bir şey takılmadı” diyerek alıp sarayına götürdü.

Saraya varınca adamlarına,balıkçıya elindeki kemiğin ağırlığınca altın vermelerini emretti.Kemiği terazinin kefesine koydular,öbür kefesine de altın koymaya başladılar.Beş,on ,yirmi,elli diyerek altınları koydular ama kemik yerinden oynamıyordu.Görünüşte dört beş altını zor tartar göründüğü halde,tahminlerin on milli üzerinde altın koydular kemik bana mısın demedi.Altını doldurmaya devam ettiler,terazinin kefesi doldu taştı ama kemik tarafı yerinden kımıldamıyordu.Bunda bir sır olduğunu anladılar.

Bir bilgeyi çağırıp bu sırrın ne olduğunu sordular.Bilge kemiği eline alıp şöyle bir baktıktan sonra şu açıklamada bulundu.

” Bu kemik açgözlü bir insanın göz çukurudur.Siz bunu tartmak için bütün hazineyi koysanız yine yerinden oynamaz.Çünkü doymaz.Ama bir avuç toprak bunu doyurur”

Nitekim bir avuç toprak alıp terazinin kefesine koydu ve kemik yukarı kalkıverdi.

Çevrimdışı kereta

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.363
  • 5.760
  • 2.363
  • 5.760
# 08 Oca 2013 11:32:53
86400 Saniye

 

      Bankada bir hesap sahibi olduğunu düşün, hesabına her sabah 86.400 dolar para yatırılıyor, fakat bu paranın hepsini akşama kadar harcamak zorundasın, ertesi güne transfer edilemez. Paranı kullansan da kullanmasan da hesap her akşam sıfırlanıyor. Ne yaparsın? Tabii ki hepsini harcamaya çalışırsın; Hepimiz, Zaman adlı bu bankanın müşterileriyiz;

      Her sabah 86.400 saniyeye sahip oluyoruz; yarına transfer edilemez, Her sabah hesabımız dolar, her akşam boşalır. Geri dönüş yok, saniyelerini şu anı yaşayarak harca, en iyisi bunlarla yatırım yap.

Mutluluk, sağlık ve başarı için. Zaman kaçıyor. Her gün için en iyisini yap.

      Bir senenin değerini anlamak için sınıfta kalmış bir öğrenciye sor.

      Bir ayın değerini anlamak için, 8 aylık bir bebek doğuran anneye sor.

      Bir haftanın değerini anlamak için, haftalık dergi çıkaran bir çilekeşe,

      Bir saatin değerini anlamak için, kavuşmayı bekleyen sevgililere sor.

      Bir dakikanın değerini anlamak için, trenin kaçıran yolcuya sor.

      Bir saniyenin değerini anlamak için, bir kazayı önleyemeyen sürücüye sor.

      Bir saniyenin yüzde birinin değerini anlamak için olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan koşucuya sor.

      Her anını değerlendir, her dakikanı çok özel biriyle paylaş. Zamanına ortak edebileceğin kadar özel biriyle.

      Unutma! Zaman hiç kimse için durmaz. Geçmiş zaman tarihtir. Gelecek zaman sırlar, mechullerle dolu.

      Sadece şu an sana verilen gerçek bir armağandır.

      Bu hafta dostluk haftası olsun. Arkadaşlar bulunmaz mücevherlerdir. Bizi üzerler, cesaretlendirirler ve zaman zaman avuturlar. Kalplerini bize açarlar. Arkadaşlarına, onları sevdiğini göster.

      Arkadaşlık mesajını herkese gönder, cevap alırsan bütün hayatın için bir dostun bulunduğunu anlarsın.

      Onlara ne kadar çok ihtiyacın olduğunu ve senin için ne kadar önemli olduklarını dikkatle denersen görürsün....


        Ahmet Kabaklı hocanın Türkiye Gazetesindeki köşesinden alınmıştır...

Çevrimdışı kereta

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.363
  • 5.760
  • 2.363
  • 5.760
# 08 Oca 2013 11:36:46
ACELE KARAR VERMEYİN...


Çin düşünürü Lao Tzu'nun öyküsü...

Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış... Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış..

"Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...



İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş. "Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez."

Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş... Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler.
"Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.."

"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.
Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?"

Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler, ama içlerinden "Bu herif sahiden geri zekalı" diye geçirmişler... Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. "Bir kez daha haklı çıktın" demişler.

"Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş.

"O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."



Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın
kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin sonunda ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.

Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun ortaya çıktı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..."

"Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."



Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:
"Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.
Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.
Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen
oracıkta olduğunu görürsünüz."

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 13 Oca 2013 23:14:27
Evliler boşanmak istiyor,
Bekarlar evlenmek..
İşsizler çalışmak istiyor,
İşçiler çalışmaktan bıkkın..
Fakirler zengin olmak istiyor,
Zengin bir parça huzur..
Ünlüler saklanıyor,
Ahali ün peşinde..
Siyahlar, Beyaz olmak istiyor,
Beyazlar bronzlaşmak..
Demem o ki, Mutlu olmak istiyorsan,
Sahip olduklarının, Farkında ol ve olduğun hale şükret.../alıntı...

Çevrimdışı bombom12

  • Tecrübeli Üye
  • ****
  • 384
  • 1.128
  • 384
  • 1.128
# 13 Oca 2013 23:41:19
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Evliler boşanmak istiyor,
Bekarlar evlenmek..
İşsizler çalışmak istiyor,
İşçiler çalışmaktan bıkkın..
Fakirler zengin olmak istiyor,
Zengin bir parça huzur..
Ünlüler saklanıyor,
Ahali ün peşinde..
Siyahlar, Beyaz olmak istiyor,
Beyazlar bronzlaşmak..
Demem o ki, Mutlu olmak istiyorsan,
Sahip olduklarının, Farkında ol ve olduğun hale şükret.../alıntı...
İnsanın ihtiyaç ve istekleri hiç bir zaman bitmiyor. Yazdığınız gibi Mevla'nın bize verdiği nimetlere, güzelliklere şükretmiyoruz. Keşke nefsimize engel olup şükretmeyi bilsek!

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 14 Oca 2013 22:58:41

Dokuz ya da yedi aylık doğan insaoğlu hiç kurtulamaz sayılardan ömrünce
 hemen kilosu söylenir anneye, sonra boy babaya belki, aslında sadece bebektir önce
 önceleri kaç günlük olduğu sorulur, sonraları kaç aylık ve sonunda bir yaşındadır işte
 sayılarla kucaklaşmanın birinci yaşı kutlanır büyük bir hevesle, bir mum alevinde
 ve bu tekrarlanır bıkmadan usanmadan her sene büyük bir itina ve hatta özenle
 her an değişir sayılar, kilo artar, boy uzar, ayağın bile bir sayısı olur büyüdükçe
 üç yaşı kreş zamanını müjdeler, yedi çok geçtir ilkokul için serpilir insan onbirinde
 bu kısa gibi görünen uzun arada yine bir sürü sayı olur insanın küçücük bedeninde
 servis saaati vardır her sabah mesela, kahvaltı zamanı, öğle, akşam yemekleri bir de
 ve sonunda göz kapaklarının kapanacağı saate gelir sıra hiç sekmeden her gece
 sorular hiç bitmez sayı ile ilgili,
 kaçıncı sınıftasın kaç yaşındasın peki not ortalaman ne
 evet evet 365 gündür 1 sene ve 52 hafta, bu kadar kesindir herşey ama bitmez sorular işte
 kaçıncı caddede, kaçıncı sokakta, kaç numaralı dairede,
 kaç zamandır kalıyorsun, kaç kişiyle
 haneye kaç maaş giriyor ve ne kadar artıyor her sene, peki sen ne kazanıyorsun söylesene
 kaçlı ev numaran, peki iş numaran neydi, tamam son olarak cep numaranı alayım bir de
 artık ulaşmak çok kolay herkese, belki de o yüzden değersiz herkes herkesin gözünde
 herkes birer numaralar dizisi artık ve herkesinki sıfırla başlıyor bilmem nedense
 kaç kontörün kaldıysa o kadar cümle kurman gerekiyor mesela ya da faturan kaç tl olursa
 sıfır beden olmaya çalışan kızlarımız bir numara büyük beden aşklara gebe nedense
 her gün kaç kalori alması gerektiğini bile hesaplayan insaoğlu, aslında sayısal bir krizde
 borsa takip edilir her gün, ona göre düzenlenir insanımın moral seviyesi ok işaretleri ile
 enflasyon açıklanır bıkmadan usanmadan her ay ve tabiki vazgeçilmez sayılar, tefe ve tüfe
 en küçük rakamlar hep sene başlarında açıklanır, memuradır duyuru, kabul görür çaresizce
 kaç sıfır atarsan at paralardan, değerlidir paradan tüm sayılardan kalpte ve beyinde
 kaç yıllık mezunsun, kaç yıldır prim ödüyorsun, peki devamsızlığın kaç gün bu sene
 5 vakit namaz, 30 gün oruç, bozarsan oldu mu 61, şanslıysan 10 gün umre
 kaç taş atacağın bile belli şeytana, tavaf et bakalım kabeyi bilmem kaç kere
 hesapla her sene filtreni, zekatını, kaç zaman sonra geleceği belli mi azrail’in
 uğraşma artık bu kadar sayılarla bence
 kaçıncı musalla taşına yatacağım, kaç kişi gelecek cenaze namazına, ya kefen kaç metre
 o gün ölen kaçıncı insanım acaba, kaç gün sürer arkamdan ağlamalar yazık biteviye, yeterken bilmem kaç metrelik derinde ve yine bilmem kaçıncı ada ve bilmem kaçıncı pasel ve sonunda yine bir sayıdır insanoğlu aslında. çünkü, çünkü bu sefer ruhuna fatiha okunur 3 kere...

a.demirci

Çevrimdışı hercaihoca

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.395
  • 6.337
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.395
  • 6.337
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 15 Oca 2013 15:02:50
KIZILDERİLİ REİS SEATTLE'DAN
WASHİNGTON'DAKİ AMERİKA BAŞKANINA BİR MEKTUP
Washington'daki Büyük Başkan'a

Washington'daki büyük başkan bize
topraklarımızı satın almak istediğini bildiren bir
haber yolluyor.
Büyük Başkan bize aynı zamanda dostluk
iyi niyet dolu sözler de gönderiyor.
Bu dostça bir davranıştır, zira biz onun bu
dostluğa ihtiyacı olmadığını pek iyi biliriz.
Biz onun istediğini düşüneceğiz, zira eğer
biz satmağa razı olmazsak, belki o zaman da
beyaz adam tüfeğiyle gelecek ve bizim
topraklarımızı zorla alacaktır.

Gökyüzü nasıl satılır,
ya da satın alınır,
ya toprakların sıcaklığı?
Bunu tasarlamak bize yabancıdır.

İnsan havanın tazeliğine,
suyun şarıltısına sahip olamazsa
onu nasıl satabilir?

Siz onu bizden nasıl
satın alabilirsiniz?
Biz kararımızı vereceğiz.
Seattle Reis ne söylerse,
Washington'daki Başkan
bunun doğruluğuna emin olmalıdır,
tıpkı beyaz kardeşimizin mevsimlerin
tekrar geleceğine güveni olduğu gibi.

Benim sözlerim yıldızlara benzer
ki onlar hiç bir zaman sönmez.
Bu dünyanın her bir parçası ulusum için kutsaldır,
pırıldayan her çam yaprağı ,her kumsallık kıyı,
karanlık ormanlardaki her sis, her geçit,
vızıldayan her böcek ulusumun düşünce ve
yaşantılarında kutsaldır.
Ağaçların içinde yükselen özsuyu
kızılderili adamın hatıralarını taşır.
Beyazların ölüleri, yıldızların altından
geçmek için uzaklara giderken
doğdukları toprakları unuturlar.
Fakat bizim ölülerimiz bu büyülü dünyayı
hiç bir zaman unutmazlar,
çünkü o kızılderililerin annesidir.
Biz bu toprakların bir parçasıyız ve onlar
bizden birer parçadırlar.
O güzel kokan çiçekler bizim kızkardeşlerimiz,
geyik, at ve büyük kartal da bizim erkek kardeşlerimizdir.
Yüksek kayalıklar, yeşil çayırlar,
tayların ve insanların vücutlarının ılık sıcaklığı
hepsi aynı bir aileye aittir.
Washington'daki büyük başkan
bize bir yer vereceği ve bizim orada rahatça
kendi kendimize yaşayabileceğimizi haber veriyor.
O bizim babamız, biz de onun çocukları olacağız.
Fakat böyle şey acaba hiç olabilir mi?

Tanrı bizim ulusumuzu sever, fakat kızılderili çocuklarını terk etti.
O beyaz adama işinde yardım etsin diye
makinalar yolluyor ve onun için büyük köyler yapacak.
O geçen her günle sizin ulusunuzu daha kuvvetli yapacak.

Beklenmeyen bir yağmurdan sonra
ırmaklar nasıl yataklarından taşarlarsa,
siz de çok geçmeden bu toprakları dolduracak,
her tarafa taşacaksınız.

Benim ulusum gelgitin çekilen dalgalarına benzer,
fakat onlar bir daha geri gelemezler.
Hayır biz başka başka ırklardanız.
Çocuklarımız beraber oynamazlar,
ihtiyarlarımızın anlattığı öyküler de başka başkadır.
Tanrının lütfu sizin üzerinizdedir, bizler yetim kaldık.
Biz topraklarımızı satmak için yaptığınız
teklifleri bir kere daha düşüneceğiz.
Bu sandığınız kadar kolay olmayacaktır.

Çünkü bu topraklar bize kutsaldır.
Biz bu ormanlarla seviniriz.
Bilmiyorum.
Bizim davranışımız sizinkinden farklıdır.
Derelerin ve ırmakların içinden geçerken
pırıldayan sular yalnız su değildir: onlar bizim
atalarımızın kanlarıdır.

Biz size bu toprakları sattığımız zaman,
bilesiniz ki, onlar kutsaldır ve
sizin çocuklarınız da onların kutsal olduklarını
ve göllerin berrak sularında oynaşan her yansının
benim ulusumun yaşantılarına ait masalları ve öyküleri
anlatmakta olduklarını öğrenmelidirler.
Suların çıkardığı sesler benim atalarımın sesleridir.
Irmaklar bizim kardeşlerimizdir,
onlar bizim susuzluğumuzu giderirler,
bizim kayıklarımızı taşır, ve çocuklarımızı beslerler.
Topraklarımızı sattığımız zaman, bunu hatırınızda tutmalısınız,
ve çocuklarınıza öğretmelisiniz.
Irmaklar bizim kardeşlerimizdir, sizin de.
Ve siz şimdiden başlayarak ırmaklara iyiliğinizi esirgememelisiniz,
öteki her kardeşe karşı da.

Kızılderili adam onun topraklarına giren
beyaz adam karşısında her yerde geriledi,
nasıl ki sabahın sisi dağlarda doğan güneşin önünden kaçar.
Fakat bizim babalarımızın külleri kutsaldır.
Onların mezarları mübarek topraklardır,
bütün bu tepeler, ağaçlar, dünyanın bu kısmı,
bizim için mübarektir.

Biz beyaz adamın düşünümüzü anlamadığını biliriz.
Toprağın her parçası onun için birdir, çünkü
o gece gelen ve yerden ihtiyacı olan şeyi alıp
giden bir yabancıdır.
Toprak onun kardeşi değil düşmanıdır,
onu elde ettikten sonra ilerlere gider,
babalarının mezarlarını geride bırakır ve
onlarla bir daha ilgilenmez.
O toprağı çocuklarından çalar ve gene ilgilenmez.
Babalarının mezarları ve çocuklarının doğum hakkı çabukça unutulur.
O annesi olan taprağı ve kardeşi olan gökyüzünü
satılacak ve talan edilecek şeyler gibi,
ya da koyunlar veya parıldayan inciler gibi
satın almak için kullanır.

Onun açlığı dünyayı saracak ve geride
her tarafta çölden başka bir şey kalmayacak!
Ben bilmiyorum,
bizim düşünüşümüz sizinkinden farklıdır.
Sizin şehirlerinizin görüntüsü
kızılderili adamın gözlerini ağrıtır.
Belki bu onun bir vahşi olmasından
ve bu gibi şeyleri anlayamamasından ileri gelir!

Beyazların şehirlerinde sessizlik denen bir şey yoktur.
Orada ilkbaharda oluşan yaprakların seslerini,
uçuşan böceklerin vızıltılarını işitecek
bir yer de bulamazsınız.
Fakat bütün bunlar benim bir vahşi olmamdan
ve bunları anlayamamamdandır.
Gürültü, patırtı bizim kulaklarımızı adeta tahkir eder.
Kuşların ötüşünü,
ya da geceleyin su başında kurbağaların bağırışlarını
işitmedikten sonra dünyada ne vardır.
Ben kızılderili bir adamım ve bunu anlayamıyorum.

Bir kızılderili
gölün üstünden gelen rüzgârın mülâyim gürültüsünü sever,
öğleyin yağan yağmurun temizlediği,
taze çam yapraklarının ağırlaştırdığı
rüzgâr kokusundan hoşlanır.
Kızıl adam için hava kıymetlidir,
çünkü her şey aynı solunumdan pay alır.
hayvan, ağaç ve insan,
hepsinin teneffüs ettiği hava aynıdır.
Beyaz adam teneffüs ettiği havanın farkında değilmiş gibi
görünüyor.
Bir kaç gün önce ölen bir insanın kötü kokulan duymadığı gibi.
Fakat biz size topraklarımızı satarsak, unutmamalısınız ki,
hava bizim için kıymetlidir
ve hava hayatta tuttuğu her şeyle ruhunu paylaşır.
Rüzgâr babalarımıza ilk nefeslerini vermişti
ve son nefeslerini de alan odur.
Çocuklarımıza da yaşama ruhunu o vermelidir.
Eğer biz topraklarımızı size satarsak, onu
özel ve mübarek bir şey olarak kıymetlendirmelisiniz.
Beyaz adam da çayır çiceklerinin
üzerinden geçen rüzgârın onların kokularıyla
nasıl tatlı koktuğunu duymalıdır.
Topraklarımızı satmak üzerinde düşüneceğiz
ve eğer buna karar verirsek, bunun bir şartı olacaktır.
Beyaz adam topraklarımızdaki hayvanlara
kardeşleri gibi muamele etmelidir.
Ben bir vahşiyim
ve başka türlüsünü anlayamam.
Ben şimdiye kadar beyaz adam tarafından bırakılmış,
çürümüş binlerce bizon gördüm.
Ben bir vahşiyim
ve demir atın (lokomotif), sırf hayatta kalmak için öldürdüğünüz
bizondan daha kıymetli olduğunu anlayamam.
Hayvanları olmadıktan sonra insanların ne kıymeti vardır.
Eğer bütün hayvanlar onu bıraksalardı,
insanlar ruhlarının yalnızlığından ölmezler miydi?
Hayvanların başına gelenler çok geçmeden insanların da başına gelecektir.
Hayatta her şey birbirine bağlıdır.
Toprağın başına gelen, onun oğullarının da başına gelir.

Sizler çocuklarınıza ayaklarının altındaki toprakların
bizim büyük babalarımızın külleri olduklarını öğretmelisiniz.
Toprağa kıymet vermeleri için onlara,
toprağın bizim atalarımızın ruhlarıyla dolu olduğunu anlatınız.
Çocuklarınıza, bizim öğrettiğimiz şeyleri öğretiniz.
Toprak bizim annemizdir.
Toprağın başına gelenler onun çocuklarının da başına gelir.

İnsanlar toprağa tükürürlerse,
kendi kendilerinin yüzüne tükürmüş olurlar.
Zira biz biliyoruz ki,
toprak insana değil,
insan toprağa aittir.
Her şey,
bir aileyi birbiriyle birleştiren kan gibi birbirine bağlıdır.
Herşey birbirine bağlıdır.
Toprağın başına gelen oğullarının da başına gelir.

İnsan hayatın dokusunu yaratmamıştır,
onun içinde yalnız bir liftir. Siz dokuya ne yaparsanız,
bunu kendinize yapıyorsunuz demektir.
Hayır,
gündüzle gece bir arada yaşayamazlar.
Bizim ölülerimiz dünyanın tatlı ırmaklarında yaşamağa devam ederler
ve ilkbaharın yavaş adımlarıyla tekrar geri dönerler,
onların ruhu gölün yüzeyini çalkalayan rüzgârdır.
Beyaz adamın topraklarımızı satın almak hususundaki isteğini düşeneceğiz.

Fakat benim ulusum soruyor,
beyaz adam neyi satın almak istiyor?
Gökyüzü ve toprakların sıcaklığı,
koşan antilopların çabukluğu
nasıl satın alınabilir?
Biz size bütün bu şeyleri nasıl satabiliriz,
siz de bunları nasıl satın alabilirsiniz?
Kızıl adam bir kâğıt parçası imzaladığı ve
bunu beyaz adama verdiği için
siz bu topraklara istediğinizi yapabilir misiniz?
Havanın tazeliğine ve suyun pırıltısına sahip değilsek,
onları size nasıl satabiliriz?
Sonuncusu öldükten sonra
bizonları yeniden geriye satın alabilir misiniz?
Biz teklifiniz üzerinde düşüneceğiz.
Biz, satmağa razı olmadığımız takdirde,
beyaz adamın tüfeğiyle gelip topraklarımızı alacağını bilmekteyiz.
Fakat biz vahşi insanlarız.
Beyaz adam ise, geçici olarak iktidardadır
ve O
kendisini bütün dünyanın kendisine ait olduğu,
Tanrı sanmaktadır.
Bir insan, annesine nasıl sahip olabilir?
Biz topraklarımızı satın almak hususundaki
tekliflerinizi tekrar düşüneceğiz.

Gece ve gündüz beraber yaşayamazlar,
biz, sizin başka topraklara göç etmemiz teklifinizi düşüneceğiz.
Biz uzakta ve sükun içinde yaşayacağız.
Günlerimizin kalan kısımlarını nerede geçireceğimiz önemli değildir.
Çocuklarımız babalarını gururları kırılmış ve yenilmiş gördüler.
Savaşçılarımız utandırıldılar.
Yenilgiden sonra günlerini miskince geçirdiler,
vücutlarını tatlı yemekler ve kuvvetli içkilerle zehirlediler.
Günlerimizin geri kalan kısmını nerede geçireceğimizin bir önemi yoktur.
Zaten geriye de pek fazla zaman kalmamıştır.
Bir kaç saat,
bir kaç kış,
sonra eskiden bu topraklar üzerinde yaşayan insanlardan,
kendi uluslarının mezarlarında matem tutacak kimse kalmayacaktır.
O ulus ki bir vakit sizinki gibi kuvvetli idi
ve geleceğe ümitle bakıyordu;
oysa şimdi
ormanlarda başı boş dolaşmaktan başka
yapacak bir şeyleri olmayacaktır.

Fakat ben ulusumun çöküşüne neden ağlayayım?
Uluslar insanlardan oluşurlar,
başka bir şeyden değil.
İnsanlar da denizdeki dalgalar gibi gelip geçerler.
Onlara yol gösteren
ve onlarla dostun dostla konuştuğu gibi
konuşan bir Tanrıya sahip olan beyaz adam bile,
herkes için belirlenmiş olan alınyazısından kaçamayacaktır.
Belki biz hep kardeşleriz.

Yalnız biz,
beyaz adamın da bir gün keşfedeceği bir şeyi şimdiden biliyoruz.
Bizim Tanrımız da aynı Tanrıdır.
Sizler belki bizim topraklarıza sahip olduğunuzu düşündüğünüz gibi
ona da sahip olacağınızı düşünüyorsunuz,
fakat buna muktedir olamayacaksınız.
O
insanların Tanrısıdır,
kızılderililerin de
beyazların da.
Bu topraklar onun için kıymetlidir.
Onları yaralamak,
onların yaratıcısını hor görmek demektir.

Beyazlar da bir gün bu dünyadan gideceklerdir,
belki de bütün öteki ırklardan daha çabuk.
Yataklarınızı zehirlemeğe devam ediniz,
ve bir gece kendi çöplerinizin içinde boğulacaksınız.
Fakat batışınızda her tarafa parlak bir ışık yayacaksınız,
bu, sizi bu topraklara getiren
ve size bu ülkeye
ve kızılderili adama hakim olmanızı emreden Tanrının
kudretinin ateşinden gelecektir.
Bu kader bizim için bir muammadır.

Bütün bizonlar öldürüldükten sonra,
yaban atları evcilleştirildikten,
ormanlann en gizli köşeleri,
binlerce insanın ağır kokusuyla dolduktan,
sevimli tepelerin görüntüsü konuşan tellerle kirletildikten sonra...
Çalılıklar nerede?
Kayboldular!
Kartallar nerede?
Gittiler!
O hızlı koşan taya ve ava
"Allahaısmarladık"
demek, ne demektir?
Bu, o yaşamın sonu ve sırf daha fazla hayatta kalmanın başlangıcıdır!
Tanrı bizim hayvanlara ve kızılderililere hâkim olmamızı istedi,
herhalde bunun özel bir sebebi olacaktır,
fakat bu sebep bizim için bir muammadır.

Belki beyaz adamın nelerden rüya gördü-
ğünü,
uzun kış geceleri çocuklarına hangi ümitlerini anlattığını,
onların sabahın özlemini çekmeleri için
imgelemlerinde (muhayyile) ne gibi hayalleri
ateşlediğini bilseydik,
evet
belki o zaman onu anlayabilirdik.
Fakat biz yaban insanlanyız

ve beyaz adamın düşleri bize saklıdır.
Ve onlar bize saklı oldukları için de,
biz kendi yollarımızdan gideceğiz.
Çünkü biz her şeyden önce
her insanın kardeşlerininkinden -ne kadar farklı olursa olsun-
istediği gibi yaşama hakkını tanır ve sayarız.
Bizi birbirimize bağlayan şeyler çok değildir.
Biz sizin teklifinizi düşüneceğiz.

Eğer ona evet dersek, bu sırf bize
vadettiğiniz yeni toprakları güvenlik altına almak içindir.
Belki orada kısa günlerimizi
kendi alıştığımız şekilde geçirebileceğiz.
Son kızılderili bu dünyadan gittiği
ve onun hatırası, yalnız bir bulutun
sonsuz çayırların üzerindeki gölgesi olarak kaldığı zaman,
babalarımın ruhu bu kıyılarda
ve ormanlarda yaşamağa devam edecektir.
Çünkü onlar bu toprakları seviyorlardı,
yeni doğan bir çocuğun
annesinin kalbinin atışını sevdiği gibi.

Size bu toprakları sattığımız zaman,
siz de onlan bizim sevdiğimiz gibi seviniz,
onlarla bizim ilgilendiğimiz gibi, ilgileniniz.
Onları bugün bulduğunuz gibi hatırlayınız.
Ve bütün kuvvetinizle, ruhunuzla ve kalbinizle onları
çocuklarınız için koruyunuz ve
Tanrının hepimizi sevdiği gibi, siz de onlan seviniz.

Çünkü biz bir şey biliyoruz:
Tanrımız aynı Tanrıdır. Bu dünya mübarektir.
Beyaz adam bile ortak kaderimizden kaçamaz.
Belki biz hepimiz kardeşiz.
Zaman bunu gösterecektir.

Duwarmish kızılderililerinin reisi
Reis Seattle


Çevrimdışı senizkarasah

  • Uzman Üye
  • *****
  • 5.500
  • 26.520
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 5.500
  • 26.520
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 18 Oca 2013 06:49:39
Bursa’da zamanında Müslüman bir zat bir çeşme yaptırmış. Eski adı yahudilik yol ağzı, bugün ki adı Arap Şükrü muhitinde, ve başına bir kitabe eklemiş, “Her kula helâl, Müslümana haram“… Tabii başkent, Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…

 Efendime söyleyeyim, gitmişler kadıya şikâyete, yaka paça yakalanmış adam huzura getirilmiş, bu nasıl fitnedir, dini islam ahalisi müslüman olan koca devlette, sen kalk hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu müslümana yasakla… Olcak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin? diye çıkışmışlar adama…

 Adam müsade buyrun sebebi vardır, lakin ispat ister, delil şarttır der… Kadı kızar: “Ne delili, ne ispatı, sen fitne çıkardın müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın katlin vaciptir!” der. Ama bir yandan da merak eder, nedir gerekçen diye sorar, adam bir tek Sultan´a derim diye cevap verince, karışır yine ortalık. Söz Sultan´a gider, adam saraya yaka paça götürülür…

 Padişah sinirlenir ama diğer yandan da meraklanır : “De bakalım ne diyeceksen, bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, bir tek müslümana haram yazarsın…”

 - Adam başı önünde delilim vardır, lâkin ispat ister

- Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?

- O zaman hükme kıldan incedir boynum sultanım

- Eeee

- Sultanım her hangi bir havradan (sinagog´dan) bir rastgele haham ı izahsız yaka paça tutuklayın, bir hafta bakın neler olacak..
 Dediği yapılmış adamın, tüm azınlıklar bir olmuş, başlarında museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm, bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” efendim çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş,

 Bir hafta dolunca: Sultan´ım artık bırakmak zamanıdır demiş adam, haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer sultana teşekkürler, hediyeler, az zaman geçmiş ki adam Aynı işi herhangi bir kiliseden bir papaz için yaptırınız sultanım demiş.

 Aynı işlemle, aynı usulle bir papaz derbest edilmiş, yaka paça alınmış pazar ayininden, aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Levantenler din adamlarına kavuşmanın mutluluğu ile daha bir sarılmışlar birbirlerine.

 Sultan: “Bitti mi?” demiş adama.

 - “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.

 - Şimde nedir isteğin?

- Efendim başkentimiz Bursa’nın en sevilen, en sözü dinlenilen, itimad edilen Alimini alınız mimberinden,

dedikleri gibi olmuş, Ulucamiinin imamını, cuma hutbesinin ortasında almışlar… Yaka paça götürmüşler…

 Ve ne olmuş bilin bakalım ?

 Bir Allah’ın kulu, tek bir olumlu kelâm etmemiş, ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz hiç olmasa vaazı bitene kadar bekleyeydiniz, dememiş. Peşinden giden olmamış, arayan soran olmamış…

 Geçmiş bir hafta, nerde imam diye gelen giden olmamış… Aptal ve cahil bir imam atanmış yerine, ne konuştuğunu kulağının duymadığı yobaz cinsinden, halk halinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta derbest edilen koca âlim için;

 -bizde onu adam, hoca bellemiştik,

- kimbilir ne haltlar etti de tutuklandı…

- vah vah acırım arkasında kıldığım namazlar…

- sorma sorma…

Padişah, kadı ve adam izlemişler olanı biteni, padişah;

 - eee ne olacak şimdi adam.

- bırakma zamanıdır, bide özür dileyip helallik almak lazımdır hocadan.

- “haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş, adam başı önünde;

 - Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böylesi Müslümanlara SU HELÂL edilir mi?

Sultan acı acı tebessüm etmiş;

 - “Hava bile haram, hava bile…” demiş
 

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 22 Oca 2013 23:18:08
"Öfkeli Güneş'in parçaladığı ateşli bir çöle düşseniz karınca gibi yalınayak ve yapayalnız... Eş, evlat ve arkadaştan mahrum, kimsesiz...

Gökler uzakta ve ufuklar ulaşılamaz olsa, her adımda kime ve nasıl sığınırdınız? Gözyaşlarınız kim için ve nasıl akardı? O çölün Sahibine yüreğiniz nasıl yalvarırdı?

Bilen bilir ki aslında insan engin uzaydan Dünya çölüne düşürülmüş bir cennet yolcusudur." Dr. Muhammed Bozdağ

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 28 Oca 2013 20:53:12
“Nehrin kenarında kalan akrep, karşıya geçmeye gelen kurbağalara yalvarır: ‘Yüzemiyorum, lütfen beni karşıya geçirip kurtarın.’ Büyüklerinin uyarısından ders almayan yumuşak yürekli saf bir kurbağa akrebe yaklaşır: ‘Sen zehirliymişsin. Ya seni sırtıma alıp karşıya geçirirken beni ısırırsan?’ ‘Aptal mıyım? Hayatımı kurtarana bu ihaneti eder miyim?’ diye yalvarışını sürdürür akrep.

Kurbağa akrebe acır, sırtına bindirir ve tam nehrin ortasındayken, aç akrep kurbağanın etli ensinde hissettiği şehvete direnemez, ısırıverir. ‘Ne yaptın, aptal? İkimizi de öldürdün!’ diye inler kurbağa. Kurbağanın ahmakça iyiliği yüzünden, ikisi de boğulur.

Ataların bu anlatımından ilişkilerimize çok sayıda ders devşirebiliriz: Yirmi beş yaşına vardı mı, insan huyu kemikleşir. Akrep huyu, bencilce hep kendine kesen, kinli, kibirli, adaletsiz, zalim, saygısız, sevgisiz, sorumsuz kimsenin huyudur. Çıkarcı insanları size yalvarırken değil, başkalarına davranırken değerlendirin.

Melek yüzlü, tatlı sözlü avcının akrep huyunu hoş görüp hayatına girmeyin. Huylu huyundan vazgeçmez; hatta can çıkar, huy çıkmazmış. İyi niyetlilik ve saflık surette benze de, ilkine akıl, ikincisine ahmaklık hâkimdir. Gariban bulduğu şeytanın değirmenine su taşıyana akıllı demezler. Zalime isteyerek eşlik eden safı, mazlum saymazlar. Zehirli ilişkilerde boğulmaktansa, gerekirse, dağ kartalı gibi yapayalnız kalalım da akrebin kucağına düşmeyelim.”

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.435
  • 177.444
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 29 Oca 2013 21:08:32
6 yaşındaki çocuk bir gün babasına sorar;
Çocuk; Baba 18 yaşıma girdiğimde bana ne hediye alacaksın?
Baba; Daha çok var evladım, der
(çocuk 17 yaşındadır) ve hastaneye kaldırılır.
Doktor çocuğun kalbinde sorun oldugunu söyler. Çocuk babasına sorar.
-- Baba ben ölecek miyim ?
Adam ağlamaya başlar cevap veremez .

Çocuk iyileşip evine döndüğünde artık 18 yaşında gelmiştir. Eve geldiğinde yatağının üzerinde bir kağıt görür ve alıp okumaya başlar.

Kağıtta şunlar yazılıdır...
"Sevgili oğlum hatırlıyor musun, "Baba 18 yaşıma girdiğimde bana ne alacaksın." diye sormuştun. İşte hediyem bu sana, Artık Kalbim kalbinde atıyor. Sana Kalbimi verdim oğlum, iyi ki doğdun ..."

Çevrimdışı futan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.102
  • 7.805
  • 1.102
  • 7.805
# 01 Şub 2013 15:39:29
O BİR KARGA
80'ine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen -45 yaşında ve saygın bir işi olan- oğlu salonda oturuyorlardı. Hal-hatırdan, çoluk-çocuktan, havadan-sudan sohbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti. O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Yaşlı baba kargaya gülümseyerek biraz baktıktan sonra oğluna sordu: 'Bu ne oğlum?'
 
Oğlu şaşkın, cevapladı: 'o bir karga baba.'
 
Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu: 'Bu ne oğlum?'
 
Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı: 'Baba, o bir karga'
 
Karga hâlâ pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara çeviriyordu. Yaşlı baba üçüncü defa sordu: 'Bu ne?'
 
Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü: 'O bir karga baba, üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?'
 
Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini yükseltti: 'Baba bunu neden yapıyorsun? Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum ve sen hâlâ sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı deniyorsun?'
 
Babası -yüzünde hâlâ bir gülümseme- yerinden kalktı, içeri odaya gitti ve elinde bir defterle döndü. Bu bir hâtıra defteriydi. Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Sevgiyle gülümseye devam ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı ve o sayfayı okumasını söyledi.
 
'Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken yanı başımızdaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu. 23 soruşunda da ona sevgiyle sarılarak, onun bir karga olduğunu söyledim. Rahatsız olmak mı? Hayır! Onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi sevgiyle doldurdu.'
 
 
'Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara 'öf' bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.'  (İsra, 23)

Çevrimdışı futan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.102
  • 7.805
  • 1.102
  • 7.805
# 01 Şub 2013 15:44:16
Bir gün insan virgülü kaybetti. O zaman zor cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler kullanmaya başladı. Cümleleri basitleşince düşünceleri de basitleşti. Bir başka gün "ünlem" işaretini kaybetti. Alçak bir sesle ve ses tonunu değiştirmeden konuşmaya başladı. Artık ne bir şeye kızıyor ne de seviniyordu. Bir süre sonra soru işaretini kaybetti, ve soru sormaz oldu. Hiçbir şey onu ilgilendirmiyordu. Ne kainat,ne dünya,ne de kendisi umurundaydı. Birkaç sene sonra "iki nokta"işaretini kaybetti. Ve davranış sebeplerini başkalarına açıklamaktan vazgeçti. Ömrünün sonuna doğru elinde sadece tırnak işareti kalmıştı. Kendisine has tek bir düşüncesi yoktu. Yalnız başkalarının düşüncelerini tekrarlıyordu. Son noktaya geldiğinde düşünmeyi ve okumayı unutmuş durumdaydı.
Korewski

Çevrimdışı futan

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.102
  • 7.805
  • 1.102
  • 7.805
# 01 Şub 2013 15:48:22
Biraz da Gülelim
Okula Gitmek İstemiyorum.....!!!

Sabah anne, oğlunun odasına girdi ve onu uyandırdı.
"Haydi oğlum, uyan artık... Okula geç kalacaksın..."
Oğlu, yarı açık gözlerle annesine baktı ve uykulu bir
sesle :
"Fakat anne, bugün okula gitmek istemiyorum" dedi.
Anne, oğlunun isteğine karşı çıktı.
"Okula neden gitmek istemiyormuşsun bakayım?" dedi.
"İki ciddi neden söyle bana..."
Oğlu bir yandan esnerken, bir yandan da annesini
yanıtladı :
"Okuldaki tüm öğretmenler benden nefret ediyorlar,
bir...
Tüm öğrenciler de benden nefret ediyorlar, iki...
Bu iki ciddi nedenim yeter mi, anne?"
Annesi oğlunun nedenlerini geçerli bulmadı :
"Bunlar okula gitmemen için neden olamaz" dedi.
"Şimdi hemen kalk ve çabuk hazırlan..."
Bu kez oğul annesine :
"Sen de bana, okula kesinlikle gitmemi gerektirecek
iki ciddi neden
gösterebilir misin, anne ? " dedi.
Sabri tükenme noktasına gelen anne, oğlunun üstündeki
yorganı hızla çekti ve
oğlunun istediği iki ciddi nedeni açıkladı :
" Birinci ciddi neden, 52 yaşında koskoca adamsın...
İkinci ciddi neden ise, sen okulun müdürüsün..."

Çevrimdışı hercaihoca

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.395
  • 6.337
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.395
  • 6.337
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 02 Şub 2013 21:44:08
Kurşunkalem

Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu.

Birden sordu :
"Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun ?
Benimle ilgili bir hikâye olma ihtimali var mı ? "

Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi:
"Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım
kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin."

Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi.
"İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç farklı değil ki ! "

"Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli
özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep
dünyayla barışık bir insan olursun."

"Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Tanrı'dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir."
"İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar."

"Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle
silmene her zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin
kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya
yarayan en önemli şeylerden biridir."

"Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabın ya da dışarıya yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın."

"Beşinci ve son özelliği ise her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde
sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her
hareketinin farkında olmalısın."

PAULO COELHO


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK