İbretlik Hikayeler

Çevrimdışı siraçisra

  • Bilge Üye
  • *****
  • 6.897
  • 30.414
  • Zihin Eng. Öğrt.
  • 6.897
  • 30.414
  • Zihin Eng. Öğrt.
# 25 Haz 2012 21:52:10
Bir zimmi, Sultan İkinci Murad Hana der ki:
- Bir maruzatım var Padişahım, müsaade buyurun anlatayım?
- Elbette, söyle nedir maruzatın?
- Askerleriniz benim bahçemden dün elma yediler ve parasını ödemediler!
- Bu dediğin nasıl olabilir? Bir yanlışlık olmalı!
- Yanlışlık yok Padişahım.
Sultan Murad Han derhal araştırılmasını emreder. Kısa zaman sonra üç askeri huzura getirirler. Sultan onlara olayı anlatır ve sorar:
- Bu zimminin söyledikleri doğru mudur?
Askerlerden biri der ki:
- Doğrudur Sultanım, ben yaptım!
- Peki ama nasıl? Kul hakkını düşünmedin mi hiç?
- Padişahım, benim yediğim elma yerdeydi ve çürüktü. Çürük bir elmanın para edeceğini düşünemedim; nitekim bu iki arkadaşım da oradaydı, onlar ağaçtan elma kopardılar ve parasını da bahçeye attılar.
Padişah, zimmiye sorar:
- Askerlerimin söyledikleri doğru mudur?
- Evet, o ikisinin kopardığı elmaların bedelini aldım.
- Peki, öyleyse istediğin nedir?
- Diğer askerinizin yerden aldığı elmanın bedelini de isterim.
- Peki, o çürük elma için ne istersin?
- Bir kese altın isterim, yoksa hakkımı helal etmem.
- Bir çürük elma bir kese altın eder mi hiç? Bu açıkça haksızlık.
- O zaman hakkımı helal etmem.
- Peki al bir kese altın!
Zimminin gözleri dolar, kendisine uzatılan keseyi eliyle iter ve kelime-i şehadet getirir. Sonra der ki:
- Efendim, maksadım altın falan değildi, müslüman olmadan önce son defa adaletinizi tecrübe etmek istemiştim, beni affedin ve aranıza alın!

Çevrimdışı siraçisra

  • Bilge Üye
  • *****
  • 6.897
  • 30.414
  • Zihin Eng. Öğrt.
  • 6.897
  • 30.414
  • Zihin Eng. Öğrt.
# 02 Tem 2012 14:59:46
Hükümdar Timur hapse düşer bir gün,
ve umudunu yitirir.
Allah’ın işi bu ya, karıncayla karşılaşır,
yâda karınca azmini Timur’un gözüne sokar!
Bir buğday tanesidir karıncanın hikâyesi.
Kendinden kat kat büyük bir buğday tanesini
yuvasına ulaştırmak için her gün çabalar durur,
defalarca defalarca dener.
Yorulunca yuvasına gider biraz dinlenir,
sabah kalkıp bakar Timur,
karınca yine buğdayın peşindedir…
Saymaya karar verir Timur,
kaç kez düşürüp kaç kez tekrar kaldırmaya çalıştığını…
Bini geçer, yorulur saymaktan azmini, umudunu.
Karınca hiç yorulmaz yıkılıp doğrulmaktan.
Bir sabah ne görsün, şaşar kalır hükümdar,
karıncanın sırtında bir buğday tanesi var…
Timur karar verir o sabah, karıncanın taklitçisi olmaya,
O kararında ne kadar sadık olabilmiş bizi bağlamaz ama
bu hikâye bir yol açsın dileriz tükenmiş umutlara…
Bir sabah gerçekten gücüm kalmadığını anladığımda
kalkar kalkmaz gözümün çarpacağı bir yere
küçük bir not iliştiririm.
KALBİM!
Ne olur karıncayı unutma!
Karıncanın sahibini ise asla unutma!…

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.429
  • 177.416
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.429
  • 177.416
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 02 Tem 2012 15:27:55
Fatih Sultan Mehmed bir Anadolu seferi dönüşünde, Balıkesir'den geçiyordu. Hava oldukça sıcaktı. Bu sıcaktan herkes gibi Fatih Sultan Mehmed de nasibine düşeni almıştı. Öylesine yorgundu ki...

Kendisini bu halde gören bir köylü kadını bir tas içerisinde ona ayran ikram etti. Ayranın üstünde iki üç tane saman çöplerini üfleye üfleye ayranı içti. Sonra da kendisini bir ana şefkatiyle seyreden ihtiyar köylü kadına:

"Allah razı olsun," dedi.
"Ama şu saman çöpleri ayranı bir nefeste içmeme engel oldu."

İhtiyar kadın Fatih'in bu sözlerine anne şefkatinin boyutlarını gözler önüne seren, şu cevabı verdi:

"Oğul, ben onları ayranın üzerine kasıtlı koydum. Sen uzak yoldan geliyorsun. Sonra terlemişsin de. Soğuk ayranı bir yudumda içersin de hasta olursun, hasta olmayasın diye böyle yaptım..

Çevrimdışı TAYLANSALİH

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
# 02 Tem 2012 15:37:32
Sırrı-i Sekati Hazretleri’ne:

- “Ya şeyh, sizin hiç hatanız olmadı mı?” diye sordular.

- “Kardeşlerim, bir hata işledim ki ateşi otuz yıldır yüreğimi yakmaktadır. Hatırladığımda kalbim duracak gibi oluyor” dedi. Müslümanlar merak ettiler:

- “O hata ne idi?”

- “Otuz yıl önce Bağdat’ta büyük bir yangın çıktı. Benim dükkanımın da bulunduğu büyük bir çarşı yandı. O sırada ben orda değildim. Bana bütün komşuların dükkanının yandığını, benimkine bir şey olmadığını haber verdiler. Sevindim, “Elhamdülillah” diyerek Rabb’ime hamdettim. Fakat hemen aklıma diğer Müslümanları bırakıp sadece kendimi düşündüğüm geldi ve çok utandım. Derhal tövbe istiğfar ettim. Kefaret olarak dükkanımdaki bütün malları fakirlere dağıttım. Lakin otuz yıldır, o bir anlık bencilliğim kalbimden hiç çıkmadı, ateşi beni hep yaktı” dedi.

Çevrimdışı s.kahya

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.773
  • 33.609
  • Müdür Yardımcısı
  • 8.773
  • 33.609
  • Müdür Yardımcısı
# 03 Tem 2012 18:49:49
Bir bilge varmış;Ne sorsan cevap verirmiş. Onu çekemeyen biri demiş ki:
-Ona öyle bir soru soracağım ki kesinlikle bilemeyecek.
Ne soracaksın? diye sorduklarında ise:-Elimde bir kelebek var. Ölü mü diri mi? diye soracağım. Eğer diri derse elimi sıkıp öldüreceğim. Ölü derse de elimi açp bırakacağım uçup gidecek.
Bilgenin yanına gidiyor ve soruyor:
-Elimdeki kelebek ölü mü diri mi? diyor.
Bilgenin cevabı ise müthiş;
-O SENİN ELİNDE...!

Çevrimdışı TAYLANSALİH

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
  • 1.336
  • 3.247
  • Beden Eğitimi Öğrt.
# 23 Tem 2012 03:16:48
On iki daireli fakir adam

Bakalım, insan ele geçiremediği şeylere karşı ne kadar hırslı, ele geçirdiği nimetlere karşı da ne kadar şükürsüz olabiliyor, bir görelim. Öğle namazını kıldığımız caminin avlusunda karşılaştığım bir zat, beni kendi yaşına yakın görmüş olacak ki, sorusunu şöyle sordu:

– Buralara eskiden gelmişe benziyorsun.

– Evet, dedim. Elli seneyi geçti Yozgat’tan geleli.

– Ben de Nevşehir’den geleli elli seneyi geçti, dedikten sonra hemen ekledi:

– Ne yazık ki ben kafayı çalıştıramadım, ömrüm boşa geçti. İnşaallah sen kafayı çalıştırmış, ömrünü boşa geçirmemiş, köşeyi dönmüşsündür!

– Anlayamadım köşeyi dönme işini, dedim. Elli sene önce gelince köşe mi dönülür?

– Elbette, dedi. Ben buraların elli sene öncesini biliyorum. O zaman tarlaydı şimdi şu apartmanların yükseldiği yerler. Kolayca satın alınırdı buralar. Onun için diyorum, sen erken geldiğine göre arazi almış, belki şu apartmanlar gibi apartmanlar da dikmişsindir buralarda.

– Rabbime şükürler olsun, dedim, kirada değilim. Başımı sokacak dairem var. Bundan dolayı şükür duyguları içindeyim. Kirada olsaydım zorlanırdım diye düşünüyor, hep şükrediyorum. Rabbimiz olmayanlara da ihsan eylesin, diyorum.

İnanmıyor gibi baktı yüzüme. Sonra da kelimelere basa basa sordu:

– Yani senin sadece başını sokacak bir dairen mi var şimdi?

– Öyle, dedim.

– Geldiğin senelerde buralardan üç beş tarla alıp da şimdi daireleri dizemedin mi?

– Hayır, dedim. İstanbul’a 1950’de geldiğimde öyle bir düşüncem de yoktu, imkanım da. Ben buraya okumak için geldim. Cami harabelerinde kalıyor, okumaya çalışıyordum. Başka meselem yoktu o günlerde.

Yüzünü buruşturup dudaklarını büktü. Mazeretimi hiç de meşru bulmamıştı anlaşılan. Derinden bir nefes aldıktan sonra söylenmeye başladı:

– Demek sen de benim gibi kafayı dövüyorsun şimdi!

– Hayır, dedim, ben asla kafamı dövmüyorum. Tam aksine başımı sokacak bir daire ihsan ettiği için Rabbime şükrediyorum. Sen kafanı niye dövüyorsun? Yoksa başını sokacak bir dairen yok mu, kirada mısın hâlâ?

– Yok canım, olur mu öyle şey dedi? Dairelerim var. Hem de en değerli yerlerde. Ne yazık ki, bir türlü ilerleyemedik, on iki dairede çakılıp kaldık, üzerine ilaveler yapamadık. Kafamı dövüşüm bundan dolayı. Vaktiyle ele geçen fırsatları değerlendiremeyip on iki dairede kalışımdan dolayı. Şaşırarak sordum:

– Yani on iki dairenin sahibi olduğun halde mi, fırsatı değerlendiremedim, diyorsun? Elini boşlukta salladıktan sonra:

– On iki daire ne ki? dedi. Aslında ben on iki gökdelenin sahibi olmalıydım şimdi. Gerekçesini de şöyle açıkladı:

– Ben buraların tarla olduğunu, bedava denecek kadar ucuza satıldığını biliyorum! Ama bunu bilmenin bir faydası yok ki şimdi. Kafayı vaktiyle çalıştırmadıktan sonra, kalırsın işte böyle on iki daireyle! Yumruklarsın kafanı durmadan!.. Bir ürperti geldi içime:

– Beyefendi kusura bakma, dedim senin düşüncenden korkmaya başladım. On iki daireye sahip olmuşsun hâlâ mutlu ve huzurlu değilsin. Şükür duyguları taşımıyorsun. Hemen uzaklaşıyorum bu türlü düşüncenin yanından.. diyerek yürüdüm kendi istikametime doğru. O da, sahip olamadığı gökdelenlerin hasreti içinde kafasını yumruklayarak yürüdü kendi istikametine doğru… Yol boyunca Efendimiz (sas)’in ikazlarını düşündüm. Şöyle tarif ediyordu ademoğlunun hırsını.

– Kendi ihtiyarladığı halde hırsı hep genç kalan ademoğulları vardır. Bunların iki dere dolusu altını olsa, yine doymaz da der ki: “Keşke bir üçüncü dere dolusu altınım daha olsaydı!” Böyle insanların gözünü ancak toprak doldurur! Sadaka Rasûlullah.


Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 02 Ağu 2012 23:51:33
Namaz kılan annemi görünce "Benim için de dua et" dedim ve annemin cevabıyla sarsıldım: "Seni sorarsa nerede diyeyim???

Çevrimdışı s.kahya

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.773
  • 33.609
  • Müdür Yardımcısı
  • 8.773
  • 33.609
  • Müdür Yardımcısı
# 12 Ağu 2012 13:55:18
Bir gün Hz Musa Cenab-ı Hakk'a yüz tuttu ve:
 Ya Rabbi Bunca mahluku önce özene bezene yaratıp sonra Azrailin aracılığıyla, öldürmenin hikmeti nedir, diye sordu Hak Teala:
 

- Bunun hikmetini bilmek mi istiyorsun? O halde şimdi git toprağına
 tohum ek, hasat vakti sorunun cevabını alacaksın dedi Hz Musa mahsul olgunlaşınca orakla kesip harmanda dövmeye başladı O zaman gaibden bir ses geldi:
 
- Ya Musa, o büyüttüğün ekinleri niçin şimdi kesip yok ediyorsun? Hz Musa:
 
- Kesme sebebim şu ki, tane ile saman birbirinden ayrılsın; buğday buğday ambarına, saman samanlığa gitsin İkisini ayırmak için harman yaptım, dedi
 
- İşte ben de bunun gibi olgunla ham seçilsin, iyi kötüden ayrılsın diye ölümü ve ruhların harmanı olan mahşeri halk ettim
 

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 14 Ağu 2012 01:31:25
Bir gün Hazreti Ömer, yolda şair Hassân bin Sâbit'e rastlamış ve sormuş:
 
- Hassân, niçin şiir söylemez oldun?
 - Kur'an indikten sonra dilim tutuldu . !

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 15 Ağu 2012 01:25:18
"Siz hiç ikiz kardeşinizi tanımaya çalıştınız mı..?
 Ya da aynalara baktığınızda karşılaştığınız kişiye yıllar sonra ‘işte ben’ dediniz mi..?
 
Kur’an ikiz kardeşidir insanlığın. Anladıkça kendimizi buluruz mısralarda..
 İşte doğum günü bugün..

 Sevdiklerimizin doğum günlerinde günler öncesinden hediyeler alıyor, sürprizler yapıyoruz. Kendi doğum günlerimizi her günden farklı yaşıyor ve ayrı bir mutlu oluyoruz o günlerde..
 
Ya evimizin en yüksek yerlerinde özel kutular içerisinde sakladığımız ve bırakın onunla yaşamayı elimize dahi almaktan aciz olduğumuz Kutsal Kitabımızın doğum günü için neler yapıyoruz..?
 
Sema.. Yine yıldızlara açmış kucağını.
 Ve dua çiçekleri tomurcuklanmış yağmur sonrası daha bir güzel kokan topraklarda..
 
Ramazan’ın gidişini haber veriyor geceler.. Ayrılık artık hissettirdi kendini.. Bayram alış verişleri, yoğun kalabalıklar arasındaki sokaklar, son teravihler ve bayramlık mutluluklara bir Ramazanı daha uğurluyoruz..
 
Kur’an’ı anlayan, kadrini bilen ve yaşayanlardan olmak dileğiyle..
 Kadir Geceniz doğum günü mutluluğunda ve kandil simidi tadında olsun.."
 (Ahmet Polat Mevsimlik Temenniler'den..)

Çevrimdışı hayat 2

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.110
  • 7.618
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.110
  • 7.618
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 20 Ağu 2012 20:26:31
                                               SEDEF ÇİÇEĞİ
          Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla suskun, Nine'nin ağlamaktan iyice çukurlaşmış  gözleri ve keskin çizgileriyle bıkkın bakışları  süzüyordu etrafını...Ve
        Hakimin tokmak sesiyle sustu uğultu ve tok sesiyle, sözü yaşlı kadına   verdi, hakim...

      'Anlat teyze neden boşanmak istiyorsun...?'

       Yaşlı kadın derin bir nefes çektikten sonra baş örtüsüyle ağzını aralayıp,  kısılmış sesiyle konuşmaya başladı...

      ' Bu herif yetti gari, 50 yıldır bezdirdi hayattan...'

       Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda... Sessizlik bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu, kimbilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından...
       Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı, kadın neler diyecekti..Herkes onu
dinliyordu.. Yaşlı kadının gözleri doldu...Ve devam etti...

       'Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim...O bilmez...50 yıl önceydi.. O çiçeği bana verdiği çiçeklerin arasından   kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm.. Yavrumuz olmadı,
onları yavrum bildim... Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zamanadak adadım... Her gece güneş açmadan önce bir tas suyla suluycam onu  diye... İyi gelirmiş dedilerdi... 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp   bir kere de bu çiçeği ben sulayım  demedi...  Taki  geçen geceye kadar... O gece takatim kesilmiş..uyuyakalmışım... Ben böyle bir adamla   50 yıl geçirdim... Hayatımı, umudumu her şeyimi verdim... Ondan hiçbir şey  göremedim.. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini
yapmasını bekledim.... Onsuz daha iyiyim, yemin ederim.'

        Hakim, yaşlı adama dönerek ;

       'Diyeceğin bir şey var mı baba' dedi.
       Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın   utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hakime yöneldi.
       'Askerliğimi, reisicumhur köşkünde bahçevan olarak yaptım, o bahçenin  görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim... Fadimemi de orada   tanıdım... Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden büketler verdim...  O çiçeklerle doludur bahçesi... Kokusuna taptığım perişan eder
yüreğimi...   İlk Evlendiğimiz günlerin birinde boyun ağrısından onu hekime   götürdüm... Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç  sertleşir, kötüleşir dedi.. Her gece uykusunu bölüp, uyansın, gezinsin dedi... Hekimi pek dinlemedi, bizim hatun...lafım geçmedi... O günlerde
tesadüf bu çiçek kurudu... Ben ona gece sularsan geçer dedim.. Adak  dilettim... Her gece onu uyandırdım. Ve onu seyrettim... O sevdiğim kadının yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim... Her gece o çiçek  ben oldum... Sanki... Ona bu yüzden tapabilirdim...' dedi adam o yaştaki  bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle...

'Her gece O yattıktan sonra uyandım... Saksıdaki suyu boşalttım... Sedef
gece sulanmayı sevmez, hakim bey.. Geçen gece de... Yaşlılık.. Ben de
uyanamadım.. Uyandıramadım... Çiçek susuz kalırdı amma , kadınımın boynu
yine azabilirdi... Suçlandım.. Sesimi çıkartamadım...'

O an Mahkeme salonunda her şey sustu...

Çevrimdışı hayat 2

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.110
  • 7.618
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.110
  • 7.618
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 25 Ağu 2012 21:48:07

       İnsanlığın ilk var olduğu dönemde, adamın biri şeytanı yakalamaya karar vermiş. ...Ancak bunun için 40 yıl Tanrı'ya ibadet etmesi gerekiyormuş. Karısıyla, dostlarıyla ve bütün dünyayla ilişkisini kesmiş, kendisini ibadete adamış. 40 yıl sora Tanrı, ibadetinin karşılığı olarak ona ağzı kapalı bir şişenin içinde şeytanı sunmuş.

Artık özgürmüş adam. Dünyada neler olup bittiğini görmek, nelerin değiştiğini öğrenmek için sabırsızlanıyormuş. Şişeyi karısına teslim etmiş, ona iyi sahip olmasını söylemiş ve dışarıya çıkmış.

Kadıncağız şeytanı çok merak ediyormuş.Ve merakına yenilip şişenin ağzını açıvermiş.

Açar açmaz da şeytan şişeden fırlayıp çıkmış ve gülmeye başlamış. "Merakına engel olamadın ve kocanın 40 yıllık emeğini boşa çıkardın" diye alay etmiş kadınla. "Yok canim" demiş kadın. "Sen hiç o şişenin içinde olmadın ki". "Nasıl olur?" diye haykırmış şeytan. "Sen de gördün. Şişeden çıktım ben!" "Hiç o şişenin içinde değildin, inanmıyorum buna. Nasıl küçücük şişeye girebilirsin ki?" Kafası atmış şeytanin . "Gireyim de gör!" demiş ve yeniden şişenin içine girivermiş. "İşte böyle."

Adamın şeytanı hapsetmesi 40 yılını, kadının ise yalnızca 5 dakikasını almış. Şeytan da söyle isyan etmiş Tanrı'ya:

"TANRIM, MADEM KADINI YARATACAKTIN, O ZAMAN BENİ NEDEN YARATTIN.???

Çevrimdışı hayat 2

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.110
  • 7.618
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.110
  • 7.618
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 26 Ağu 2012 13:25:46
      Bu yazı MÖ 900 lü yıllarda bir tapınağın duvarında yazılıymış. insanlar ibadet için geldiklerinde, çocuklarıyla birlikte bu yazıyı okurlarmış...
Gürültü - patırtının ortasında sükunetle dolaş. Sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma
Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe, herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında, verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma.
İçten ol; Telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları. çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.
        Yanlız planlarının değil başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen, hayattaki dayanağın odur.
Seveceğin bir iş seçersen , hayatında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle sev ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken, verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.
Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol..... Sevmedigin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.
Ve unutma ki insanların yüzyıllardır ögrendikleri, sonsuzluktaki tek bir kum tanesinden daha fazla değildir.
       Aşka burun kıvırma sakın. o çöl ortasında yemyeşil bir bahçedir. o bahçeye layık bir bahçıvan olmak için , her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma....
       Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. ilkinin acısı bir an, ötekinin vijdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür..
        Yılların geçmesine öfkelenme, gençliğine yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe.          Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme. rüzgarın yönünü degiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre
ayarla. Çünkü dünya karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getirmediğinle ilgilenir. ara sıra isyana yönelecek olsan da, hatırla ki evreni yargılamak imkansızdır. onun için kavgalarını sürdürürken bile kendinle barış içinde ol.
        Hatırlarmısın, doğduğunda sen ağlarken herkes gülüyordu. öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse. Sabırlı, sevecen, erdemli ol. eninde sonunda bütün servetin sensin.
Görmeye çalış ki, herşeye rağmen dünya, insan oğlunun biricik güzel mekanıdır......

Çevrimdışı ogrtmn35

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 17.429
  • 177.416
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 17.429
  • 177.416
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 05 Eyl 2012 17:54:19
---SİMİT PARASIYLA CENNETI SATIN ALMAK---
Gunun son dersinin sonuna gelinmisti. Ogrenciler cıkmak icin sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını cantalarına koydular. Zil calar calmaz, dısarı cıkmak icin hazırdılar. Yalniz, Ali hazırlanmamıstı.Gecikmek icin de elinden geleni yapiyordu.Nihayet zil caldi. Ogrenciler bir anda kapıya yoneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Agır agır esyasını topladı. Bir ya
ndan goz ucuyla ogretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaslarinin gitmesini bekliyordu.
Ogretmeni, onun bu hâlini fark etti:
- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?

Ali, son arkadasinin da ciktigini gorunce cevap verdi:
- Sizinle konusmak istiyordum ogretmenim.
- Peki, dedi ogretmeni. Ne soyleyeceksin bakalim?
- Ahmet arkadasimiz var ya…
- Evet, ne olmus Ahmet’e?
- Durumları pek iyi degil galiba. Annesi, beslenme cantasına pekiyi seyler koymuyor.
- Ee?
- Ona yardım etmek istiyorum. Ama benim yardim ettigimi bilirse uzulur. Gunde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?

Cebinden bir avuc bozuk para cıkarıp ogretmenin masasının uzerine koydu. Nurhan Ogretmen, paraya dokunmadi. Sandalyesine oturup dusundu.Ali hakkindaki bilgilerini yokladi. Bildigi kadariyla ailesinin durumu pekiyi degildi. Bu caliskan ve sevimli ogrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve dusunceliydi. Zengin bir ailenin cocugu degildi. Buna ragmen yardım etmek istiyordu. Ustelik yardım ettiginin bilinmesini istemiyordu.

Nurhan Ogretmen:
- Dur bakalım Ali, dedi. Bildigim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi degil. Yanlıs mı biliyorum?
- Dogru biliyorsunuz ogretmenim. Babam gundelikci. Cogu zaman is bulamıyor. Ama ben de calısıyor, para kazanıyorum.
- Nerede calısıyorsun?
- Simit satıyorum.

Nurhan Ogretmen yine durup dusundu. Iyiligin bu kadarina ne demeliydi simdi. Bunun gerceklesmesi zordu. Onu, bundan vazgecirmek icin bir care bulmaliydi. Bunu yaparken, sevimli ogrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konusursa, belki bir yolunu bulurdu.

Nurhan Ogretmen, Ali’ye dondu:
- Buyuyunce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
- Cok zengin bir isadami…
- Nicin?
- Insanlara daha cok yardim etmek icin…
- Guzel, dedi Nurhan Ogretmen. Bak simdi Ali, Ahmet’in ailesinin durumu pekiyi degil; bu dogru. Ama sizinki de bundan pek farkli degil. Istersen acele etme; cok zengin oldugun zaman insanlara yardim edersin.Olmaz mi?
- Olmaz, dedi Ali. Simdi yapmaliyim.
- Neden olmaz?
- Uc sebepten dolayi olmaz.

Birincisi: Bu para zaten benim degil. Iyilik ettigim icin Allah, beni insanlara sevimli gosteriyor. Insanlar da bundan etkileniyor, daha cok simit alıyorlar. Bu sayede gun boyu calısanlardan bile fazla simit satiyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gun iki simit alip guvercinlere veriyor.
Ikincisi: “Agac yas iken egilir.” deniliyor. Simdiden iyilik yapmayı ogrenmezsem buyudugumde hic yapamam.
Ucuncusu ise daha onemli: Buyudugum zaman cok zengin bir isadami olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar buyuk isadamı olamazlar.

Nurhan Ogretmen, karsısında buyuk biri varmis gibi dinliyordu:
- Bu sonuncusunu pek iyi anlayamadim, dedi.?
- Acıklayayım ogretmenim, dedi Ali. Simdi, cok zengin olmadıgım icin, ancak gunde bir simit parasi kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet’i gucu kadar iyilik edene veriyor. Simdi gucum bu olduguna gore Cennet’in fiyati birkac simit parası kadardır. Eger zengin olmadan olursem birkac simit parasıyla Cennet’e girebilirim. Bundan daha kârlı bir yatırım olur mu?

Nurhan Ogretmen’in gozleri dolmustu. Basını “Evet” anlamında sallarken Aliyi evine yolladı.

Sınıfa geri donerken okulun bosaldıgını fark etti. Esyalarını toplamak icin masasına dondugunde Ali’nin bıraktıgı paraların masaustunde kaldıgını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı. Hicbir para ona bu kadar kıymetli gelmemisti. Sanki elinde dunyanin en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Oyle bu paralar, Bu bozuk SIMIT paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hic bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.

Oturdugu yerden kalkamadı Nurhan Ogretmen. Icinin doldugunu, Tarif edilemeyen duygulara boguldugunu hissetti. Birden bosalan saganak yagmurlar gibi aglamaya basladı. Agladı … Agladı.

Kendine geldiginde aksam olmustu. Yavas yavas sınıftan cıkıp okuldan ayrılırken bekci Sadık “ Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak, Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak” diye Nurhan ogretmenin sayıkladıgını duydu. Bekcinin hayretler icinde “ Ne dediniz hocam “ demesini bile duymayan Nurhan ogretmen bekcinin saskın bakısları altında aksamın alaca karanlıgına karısmıştı.....


Çocuklarımızın böyle güzel bir duyguya sahip olmaları dileğiyle...

Çevrimdışı siraçisra

  • Bilge Üye
  • *****
  • 6.897
  • 30.414
  • Zihin Eng. Öğrt.
  • 6.897
  • 30.414
  • Zihin Eng. Öğrt.
# 07 Eyl 2012 18:06:15
Aşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden başka bir şey bilmediğinden mi, konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez, arkadaşı anlatıyordu onun halini:
-Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, işi gücü, gecesi gündüzü havası suyu o kız oldu sanki. Ne desem kâr etmiyor, son bir çare diye geldik size. Halbuki “sen bir garip çobansın, o padişahın kızı, davul bile dengi dengine” dedim ya, dinlemiyor efendim, ama herhalde aşkın gözü kördür diye de buna diyorlar, değil mi efendim…
İhtiyar adam bu esnada gözlerini dikmiş, iskeletinin üstüne deriden bir zırh giydirilmişcesine zayıf, çelimsiz, saçı sakalına karışmış, uzaklara dalıp dalıp giden, gözlerinde aşktan gayrısı kalmayan diğer çobanı süzüyordu. Sonra bir ah çekti, yüzünü nefes almadan konuşmasını sürdüren delikanlıya çevirip tebessüm etti.
- Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz. Ve tane tane anlatmaya başladı.
İki genç çobanın, çökmek üzere olan bu dağ kulübesinde dertlerine derman aradıkları ihtiyar adam, aslında padişahın bütün dertlerini paylaştığı, her meselesini danıştığı bir bilge idi. Yıllar önce padişah kendisini tanıyıp sevdiğinde bir tek şey istemişti ondan; burada yaşamaya devam edecekti ve kimsecikler bilmeyecekti kim olduğunu. O günden beri de bu kulübede yaşıyor, gelen geçene ikram edip, gül alıp gül satıyordu. Padişahın kızının aşkıyla eriyip muma dönen genç çoban ve yanındaki kadim dostu nereden bilsindi bu garip ihtiyarın padişahın gönlüne sultan olduğunu.
Aşık genç, ihtiyar adamın anlattıklarını dinledikten sonra, her şeyin bittiği anda başlayan son ümide sımsıkı sarılanların o saf ve tertemiz teslimiyetiyle:
- Sahiden bu kadar kolay mı efendim, dedi, yani o mağarada elimde tesbih , kırk gün Allah dersem sevdiğime kavuşabilir miyim, onunla evlenebilir miyim?
- Evet , dedi bilge, kırk gün o mağarada gece gündüz Allah diyeceksin, kırk gün sonra padişahın kızı senindir.
İki dost hemen yola çıktılar, aşık çobanın yüzüne kan, dizlerine derman, yüreğine yeniden can gelmişti. Arkadaşına sarılıp, elinde tespih, gönlünde aşk, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm, mağaranın yolunu tuttu. Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü, dualar etti, gözlerini kapattı, kalbini padişahın kızına bağladı, eline tesbihini aldı ve
dudakları kıpırdamaya başladı: Allah, Allah, Allah…
Günler günleri padişahın kızının hayaliyle tespih taneleri gibi kovalayadursun, mağaranın yakınındaki köyleri bir söylenti çoktan sarmıştı. Herkes birbirine karşı dağdaki mağarada gece gündüz Allah diyen gençten bahsediyordu. Cami çıkışında ihtiyarlar, çe ş me başında kadınlar, tarlada işçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu konuşuyordu:
- Şu karşı mağarada bir genç varmış, kendini Allah a adamış, gece gündüz durmadan Allah diyormuş, Allah Allah …”
Aşık dostunun ne halde olduğunu merak eden genç çoban, mağaraya geldiğinde üç hafta geride kalmıştı bile. Bizimkinin gözleri kapalıydı, dudaklarının da kıpırdamadığını görünce, uyuyakaldı herhalde diye düşündü. Tespih tanelerinin parmaklarının arasında dolaşmaya devam ettiğini görünce de, bu nasıl uyku diye sordu kendine. Bu sırada gözlerini açan genç adam ,
karşısında arkadaşını görünce, günlerdir yalnızlığıyla paylaştıklarını birbiri ardınca anlatmaya başladı: Kırk günün yarıdan fazlası geçmişti, o durmadan Allah diyordu, ama ne padişahın kızı vardı, ne bir haber, ne bir ümit kırıntısı… Acaba, diyecek oluyor, yutkunuyor, hayır diyor, tespihine bakıyor, bir kalp gibi atan sağ el işaret parmağını sabitlemeye çalışıyor, avuçlarını sıkıyor, gözleri doluyordu. Vedalaştılar. Ay ışığında dostunun gözlerine yayılan başkalık dikkatini çekmişti genç çobanın.
Aşık çoban yeniden eline tesbihini aldı, gözlerini kapattı, boynunu neye bağlayacağını bilemediği kalbine doğru büktü, dudakları kıpırdamıyordu artık, sustu gece, mağaranın duvarları sustu, tükendi her şey, hiç tükendi, an bitti, sadece bir söz kaldı: Allah…
Kırk günün dolmasına üç-beş gün kala, mağaradaki dervişin namı bütün ülkeyi sarmış, nihayet sarayın koridorlarında konuşulur olmu ştu. Meselenin aslını merak eden padişaha, bu insanların bir yerde sürekli kalmadıklarından, bulundukları mekâna bereket getirdiklerinden, ne yapıp-edip bu dervişi ülkelerinde yaşamaya ikna etmeleri gerektiğinden uzun uzun bahsetti
başveziri . Ne yapması gerektiğini artık bilen padişah, nasıl yapması gerektiğini bilemediği bütün zamanlarda yaptığı gibi, dağ kulübesinin yolunu tuttu. Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarın önünde. Derdini anlattı, derman diledi. Sarayının yanına bir saray yaptırmaktan, o dervişi veziri yapmaya, sancak-tuğ vermeye kadar saydığı her şey, bilgenin:
- Hünkârım , gönül erleri mala-mülke, makama-mansıba itibar etmezler, demesiyle son buldu.
Kaderdi bu, padişahlarla köleleri aynı eteğin önünde diz çöktürür, birinin derdini diğerine derman eyler, ikisini de aynı tebessümle bahtiyar ederdi.
Güldü ihtiyar:
- Neden kerimenizin nikâhını teklif etmiyorsunuz sultanım, dedi. Şaşırma sırası padişaha gelmişti.
- Nasıl yani, diyebildi, bu şerefi bize lütfederler mi, kabul ederler mi?
Kırkıncı günün güneşi batmak üzereydi genç aşığın mağarasının üstünden… Padişah ve ihtiyar bilge en önde, arkalarında vezirler, onların arkasında halktan meraklı bir kalabalık ve en arkada da olup bitenlere bir mana vermeye çalışan aşık çobanın arkadaşı, mağaraya doğru yürümeye başladılar.
Bu arada bizim aşık kendinden öylesine geçmiş, tespihiyle öylesine bir olmuştu ki, gelenler içeri girseler ve bir tesbihten başka bir şey bulamasalar şaşırmazlardı.
Padişah edepte kusur etmemeye çalışarak içeri girdi, ellerini birbirine bağladı, duyulması güç bir sesle;
- Efendim , dedi, sizi ziyarete geldik.
Yavaşça başını çevirdi aşık , sonra bütün vücuduyla döndü, gözlerinde en ufak bir şaşkınlık emaresi yoktu, sapsarı bir heykel gibiydi. Herkes heyecan içinde. Vezirler, halk, genç çoban, mağara, tespih, sessizlik, duvar… Hatta güneş bile batmaktan vazgeçmiş, kafasını mağaranın içine doğru uzatarak olan biteni görme telaşındaydı.
Padişah meramını anlattı, türlü tekliflerde bulundu. Ne saray, ne vezirlik, ne tuğ ne de sancak, hiç birinde gözü yoktu dervişin.
- Efendim , diyebildi en son, sessizce, benim bir kızım var efendim, zat-ı âlinize layık değil belki, ama lütfeder nikâhınıza alırsanız bizi bahtiyar edersiniz…
Kırk günlük çile nihayet bitmiş, olmaz denilen olmuştu. İşte aşık maşukuna kavuşacak , murad hasıl olacaktı. Bizimkinin arkadaşı sevinçten ağlıyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun, cevabı verilsin diye yaratılmıştı. Sessizlik ilk defa bağırmak, haykırmak istiyordu ve bütün
gözler genç adamdaydı.
Usulca doğruldu oturduğu yerden, etrafını şöyle bir süzdükten sonra, gözlerini padişahın gözlerine dikti, sarhoş gibiydi. Kendinden emin bir ifadeyle:
- Hayır , dedi, kızınızı istemiyorum.
Birden ortalığı bir sessizlik kaplayıverdi. Padişah mahzundu, halk hayret içindeydi, vezirler şaşkınlıkla birbirine bakıyor, bilge tebessüm ediyordu. Aşık çobanın genç arkadaşı yaşlı gözlerini silip, birden ileri atılarak bozdu sessizliği. Dostunun yanına geldi, kulağına eğilip:
- Sen ne yapıyorsun, dedi, kırk gündür bu çileyi ne diye çektin sen, neyi reddettiğinin farkında mısın?
Güldü aşık çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:
-Dostum, dedi, ben kırk gün padişahın kızı için Allah dedim, Allah padişahla vezirlerini ayağıma getirdi. Ya bir de Allah için Allah deseydim…
Dil susmuş yürekler konuşuyordu.

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK