İbretlik Hikayeler

Çevrimiçi duyguaydın

  • Moderatör
  • *****
  • 5.413
  • 126.191
  • 5.413
  • 126.191
# 14 Mar 2013 21:03:22
...

Çevrimdışı FTM40

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.361
  • 5.985
  • 1.361
  • 5.985
# 18 Mar 2013 21:15:25
Karga ve Leylek
halibrahim ekledi - 10 Ağustos 2009İbretlik Hikayeler
Bir bilim adamı kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı tür kuşa rastlar bir araştırmasında... Merakını cezp eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yasamak istemediklerini, nasıl olup da bir yabancıyı kendi kardeşlerine yeğlediklerini.
Bir yanda karga, bir yanda leylek... O kadar farklıdır ki kuşlar; ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine. Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır; leylek dediğinse leyleklerle…
Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar. O zaman anlar ki; birlikte kaçar, birlikte uçar bu beraber yasamaları beklenenlerin yanında tutunamayanlar… O vakit anlar; sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır canlıları birbirlerine yakın kılan. Topal kuşlar birbirlerinin “arıza”larını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine kabullenirler öylesine...
En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran.

Çevrimdışı kutlu11

  • Uzman Üye
  • *****
  • 861
  • 1.634
  • 861
  • 1.634
# 19 Mar 2013 14:35:36
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
KADDAFI ZAMANINDAKİ ZULÜM TABLOSU

Elektrik bedava.

Su bedava.

Doğalgaz bedava

Eğitim bedava

Sağlık hizmetleri bedava.

Tüm hastalara ilaç bedava

Benzinin litresi Türk parası ile 20 kuruş.

Libya milli bankaları, faiz almıyor.
Libya vatandaşları, hiçbir şekilde vergi ödemiyor.

Libya, tüm dünyada, en borçsuz ülke.

Libya'da, arabalar fabrika çıkış fiyatına satılıyor, nakliye bedellerini ise devlet karşılıyor.

Yurtdışında, burslu okuyan öğrencilere, Libya devleti, iadesiz olarak aylık, 1650 avro burs veriyor.
Libya'da, tüm üniversite mezunları, bir is bulana kadar, masa bağlanıyor.
Libya'da, evlenmek isteyen, tüm çiftlere, devlet, 150 metrekarelik daire veriyor.
Libya'da, istisnasız olarak, her aile, aylık 300 avro, yaklaşık 760 Türk lirası yardim alıyor.
Petrol gelirlerinin yüzde 90'i, Libya halkına gidiyor.
Libya’nın kimseye tek sent kredi borcu yoktur.
Nüfusun yüzde 25'i yüksek tahsillidir.
Son bombalama olaylarına kadar sokaklarda evsiz veya dilenci bulunmamaktaydı.

Gaddafi petrol ihraç eden ülkelere  dolar ve Euro yerine altın karşılığı satış yapmalarını önerdi.
Bu altın karşılığı para basmayan batili ülkelerin iflasını istemek demekti.

Libya ve dünya, büyük bir diktatörden kurtuldu.

.

 Demir tava geldi Kömür bitti;
 Akıl başa geldi Ömür bitti...


Teşekkürler öğretmenim amerikanın neden göz diktiğini   rakamlarla  ne güzel anlatmışsınız.

Çevrimdışı hafız ahmet

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
# 22 Mar 2013 17:53:34
              Hz. ALİ VE PAPAZ

Hz. Ali r.a. ordusu ile harbe gitmekteyken uğradığı son bir kaç konak yerinde su bulamaz. Sonunda bir kilise görür ve o yana yönelirler. Kiliseye varır su isterler.
Kilisedekiler:
-10 mil uzakta su var.

Hz. Ali r.a.
- Oraya gitmeye gerek yok şurayı kazın.
İşaret edilen yer kazılır. Büyük bir taş ortaya çıkar. Uğraşırlar uğraşırlar değil taşı kaldırmak oynatamazlar bile.


Hazret-i Ali r.a. gelir. Mübârek parmaklarını taşın altına sokarlar, sanki bire tüy misali kalkar. Taşın kalkmasıyla beraber saf, tatlı ve soğuk bir su fışkırır. Sevinç ve şükürle sular içilir, kaplar dolar.

Kilisenin Papazı diğer kilisedekiler uzaktan onları seyretmektedirler, durumu görünce, Sevinç içinde Hz. Ali’nin huzûruna gelir ve sorarlar:
-Peygambermisiniz?. Yoksa…

-Hayır ben peygamber değilim, ama son peygamberin dâmâdı ve halifesiyim!

Papaz hemen kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olup şöyle der:

-Ey mü’minlerin emiri! Bu kiliseyi, bu taşı kaldıran zâtı bekleyip görmek için yapmışlardır. Kitaplarımızda yazar, büyüklerimiz anlatırdı; burada bir kuyu vardır. Üzerindeki taşı peygamber veya onun Halifesi kaldırabilir. Bu taşı sizin kaldırdığınızı görünce, yıllardır beklediğim arzuya kavuştuk.

Hazret-ü Ali buyurdu ki:

-Allahü teâlâya hamd olsun!

Ve râhib orduya katılıp, şehit olmak saâdetine kavuşur.

Çevrimdışı m.gezer38

  • Uzman Üye
  • *****
  • 788
  • 3.940
  • 3. Sınıf Öğretmeni
  • 788
  • 3.940
  • 3. Sınıf Öğretmeni
# 23 Mar 2013 11:23:23
 İHTİYAR ANADAN 5 YAVRUSUNA MEKTUP ve
 OĞULLARIN ANALARINA CEVABI
Köyümüz şehirden yüksek mi yüksek,
Baban yaşlanıyor oğul, bilmem ki n'etsek?
Söz dinlemiyor artık ahırdaki eşek,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Sizi 9 ay 10 gün karnımda taşıdım,
Beş oğul bir kızım için yaşadım,
Şimdi halim kalmadı, gençliğimi boşadım,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Köyde bacalar eskisi gibi tütmüyor,
Çorba bile boğazımızdan geçmiyor,
Takatimiz kalmadı işler bitmiyor,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Geçenlerde kasabadan köye doktor geldi,
Sağlam kimse kalmadı herkese ilâç verdi,
Bana da 'Kendini yorma ansızın gidersin.' deyiverdi,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Eskiden köyümüzde yağız delikanlılar vardı,
Gelinler al duvak içinde, giderken ağlarlardı,
Gençler köyü terkettiler, şimdi ihtiyarlar kaldı,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Hani yalnız yaşayan komşumuz Ali Amca vardı,
O da rahmetli oldu, cenazesi ortada kaldı,
Mezarını kazacak delikanlı bulunamadı,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Analarda ciğer, evlâtlarda merhamet olur,
Gezen görür, yaşayan ölür, eden elbet bulur,
Hayır duamızı alın biz ölmeden ne olur,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Sizin huzurunuzu kaçırmak istemem,
Gelinlerimi severim asla kin beslemem,
Şimdi gelmezseniz cenazeme de istemem,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!


OĞULLARIN ANALARINA CEVABI
(1. oğul)
Ana, şimdi Akdeniz sahillerindeyiz,
Buralar çok güzel size de tavsiye ederiz,
Çocuklar diyor ki, 'Ölürüz de o köye gitmeyiz!'
Kusura bakma, çocuklar istemezse biz gelemeyiz!

(2. oğul)
Ana, mektup yazmışsın bize boşu boşuna,
Çünkü daha açarken gitmedi hanımın hoşuna,
İdare edin artık, bu sene de yalnız başına,
Kusura bakma, ben hanımı gönderemem ana!

(3. oğul)
Ana, gönderdiğin mektubu şimdi okudum hanıma,
Dedi ki 'Bu devirde hizmet var mı Allahaşkına?'
Ne olur, soğuk su katma benim pişmiş aşıma,
Kusura bakma ana, gönderemem hanımı sana asla!

(4. oğul)
Ana darılma, vakit bulup da mektubunu okuyamadım,
Şimdi okuyunca ne demek istediğini çok iyi anladım.
Benim hanımdan başka çağıracak gelin mi bulamadın?
Kusura bakma gönderemem, hanım köye alışamaz ana!

(5. oğul)
Ana, ağabeyim söyledi, hizmete benim hanımı çağırmışın,
Olur mu öyle şey, doğalgazdan sobalı eve nasıl alışsın?
Bir de önceden başlamış günleri var, yarım mı kalsın?
Kusura bakma ana gönderemem, bu sene benimki kalsın!

(Ortak çözüm)
Beş kardeş hanımlarıyla bir araya geldiler.
'Anamızın isteği yerinde, âcil çözüm bulalım!' dediler.
Biz ne yapacağız diye düşünürlerken, aklı gelinler verdiler.
Kusura bakma ana, sana hizmete BACIMIZI uygun gördüler!

Alıntıdır.

Çevrimdışı zalim09

  • Bilge Üye
  • *****
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
  • 7.885
  • 16.332
  • Öğretmen Adayı
# 23 Mar 2013 14:26:19
Kuran okuyordu. Bir ara susuzluğun verdiği, yorgunluğun verdiği tesirle uzaklara daldı Kuran okurken... Diz üstü oturmuş Kuran okurken, başı öne eğildi uykuya dalmıştı birden bire... Uykudayken rüyasında önünde bir koridor o koridorlar açılıyordu. Onu tutanlar götürüyorlardı, buradan buradan diyorlardı... Sonra o koridorlardan geçti, ...orada bir ışık kümesi gördü orada birileri oturuyordu yaklaşınca birden ne görsün... Allah'ın Resulü oradaydı. Bir yanında Hz. Ebu Bekir öteki yanında Hz. Ömer vardı. Allah'ın Resulüyle karşı karşıya kalmıştı, Allah Resulü bakıyor gülümsüyordu:

- Osman geldin mi?

- Geldim ya Resulallah..

- Seni susuz mu bıraktılar?

- Beni susuz bıraktılar Ya Resulallah..

- Seni hapis mi ettiler?

- Beni hapis ettiler..

- Seni mescide indirmiyorlar mı?

- Beni mescide indirmiyorlar..

- Sen aç mı kaldın?

- Ben aç kaldım Ya Resulallah..

- Ya Osman dilersen iftarı bizim yanımızda yapabilirsin istersen yardımına gelip seni kurtarsınlar..

- Sizinle birlikte iftar etmek isterim ya Resulallah..

- Hadi Osman acele et gel bu akşam seni bekliyoruz, beraber iftar yapacağız..

Birden sıçradı, uyanmıştı. Cuma günü akşam üstüydü...

Hanımı geldi:

Ne oldu Osman? dedi.

Demin Resulallahı gördüm, beni çağırıyordu. Ben gitmek üzereyim demek ki..

Birden entarisini çıkardı, bana şalvar getirin dedi. Hayatı boyunca şalvar giymemişti... O an şalvar giydi, sadece o an.. Ve o kadar edepliydi ki biraz sonra şehit edileceğinden edep yeri açılmasın diye şalvar giyecekti. Biliyordu ki o zalimler onu yerde sürükleyeceklerdi.

Kapı zorlanıyordu, ve hanımına dedi ki terk edin burayı beni yalnız bırakın, beni Kuranla baş başa bırakın..

Kuran önündeydi başını önüne eğmişti, sadece Kuran'a bakıyordu kapıyı kıranlara bakmıyordu bile.. Sonra birisi içeri girdi, sakalından tuttu onu ve o an başını kaldırdı baktı birde ne görsün sevdiği bir insanın oğluydu, sevdiği bir dostunun oğluydu ve şunu dedi:

"Baban görseydi bunu sana ne diyecekti"

O an gözlerinden yaşlar geldi, ağlıyordu halife. Delikanlı bırakıp kaçtı. Sonra üst üste başına gelen demir darbeleri meleklerin haya ettiği o büyük insanın başını yarmıştı. Mübarek kanı Kuranı Kerimin üzerine "Onlara karşı sana Allah yeter" ayetinin üzerine damlıyordu..

Ve Hazreti Osman Şehit Edilmişti...

alıntı

Çevrimdışı pelinBAS05

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.680
  • 3.563
  • 1.680
  • 3.563
# 23 Mar 2013 14:37:35
Zalim09 hocam ,affınıza sığınarak sizin gibi mübarek bir insan neden böyle bir nick kullanır anlayamadım;)

Çevrimdışı hercaihoca

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.394
  • 6.336
  • 1. Sınıf Öğretmeni
  • 1.394
  • 6.336
  • 1. Sınıf Öğretmeni
# 23 Mar 2013 22:46:18
ANZAKLI ÖMER'İN ÖYKÜSÜ



          1957 yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD'ye giden doktor Ömer Musluoğlu görev yaptığı hastahanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

          "Amerika 'ya gittiğim ilk yıllar ( 1957) lisanım pek o kadar iyi değil. New York'da Medical Center Hospital adlı bir hastahanede görev almıştım. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyoğrafi çekmek gibi işler.. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direk olarak hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum.

          Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam. Tahminen yetmiş beş yaşlarında tabii kendisi ile ingilizce konuşuyorum.

          - Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?

          Çünkü adamcağız kanser hastası olduğu halde üstelik kansızdı. Elimde kan torbası da var tabii ki.. Pazusunu açtım. Baktım pazusunda dövme şeklinde bir Türk bayrağı var. Çok ilgimi çekti benim. Kendisine sormadan edemedim.

          - Siz Türk müsünüz?

          Kaşlarını yukarıya kaldırarak "Hayır" manasında işaret yaptı. Ama ben hala merak ediyorum:

          - Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?

          "Aldırma işte öylesine bir şey dedi. Ben yine ısrarla dedim ki:

          - Fakat benim için bu bayrak çok önemli. Dikkatimi çekti. Çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım...

          Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:

          - Siz Türk müsünüz?

          - Evet Türk'üm...

          İhtiyar gözlerime bakarak tanıdık bir göz arıyor gibiydi. Anlatmaya başladı:

          - Yıl 1915. Sen hatırlamazsın o yılları. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de .Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben Anzak'tım, Avustralya Anzaklarından.. İngilizler bizi toplayıp dediler ki: "Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda. Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir." Biz de inandık sözlerine vaadettiklerine... Savaşmak isteyenler arasına katıldık.

          Avustralyalı Anzaklı ihtiyar anlatmaya devam ediyordu:

          - İngilizler, Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevkediyorlarmış. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler o zaman. Mısır'da şöyle böyle birkaç ay talim gördük. Atış talimi. Ondan sonra da bizi alıp Çanakkale'ye getirdiler.

          Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler, geceyi gündüze çeviriyordu zaman zaman... Her taaruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti uzaktan gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer barbarlıktan değil, kalplerinde ki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş. Bunu nereden anladığımı söyleyeyim.

          Biz karaya çıktık. Taarruz edemiyoruz. Bizi püskürtüyorlar. Tekrar taaruz ediyoruz. Bizi tekrar püskürtüyorlar. Tekrar taaruz ediyoruz. Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim.

          Meraktan ağzım açık yaşlı Avustralya'lıyı dinliyorum. Savaşın dehşetli anılarını anlatırken hastalığına rağmen tir tir titremeye başlamıştı. Devam etti:

          - Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında gördüm. Nasıl korktuğumu anlatamam. Çünkü İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya... Ama dikkat ettim. Yaralarımı sarmışlar. Bana hiç de öfkeli bakmıyorlar. Kendime geldim iyice bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şoke oldum doğrusu. Dedim ki; kendi kendime:

          - Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler. Ama öldürmüyorlar... Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler. Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla "Yazıklar olsun bana" dedim. "Böyle asil insanlarla niye savaşıyorum ben. Niye savaşmaya gelmişim. Bu İngiliz milleti ne yalancıymış, ne kadar Türk düşmanıymış"diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı ne yapsam düşündüm durdum günlerce.....

          Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu dövme Türk bayrağını yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte. Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:

          - Talihin cilvesine bakın ki o zaman ölmek üzere iken yaralarıma iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarfeden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarfeden bir Türk...

          Ne garip değil mi? Avustralya 'dan Amerika'ya gelirken bir Türkle karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Size minnettarım. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar... Buna bütün kalbimle inanıyorum.

          Peşinden nemli gözlerle "Bana adınızı söyler misiniz? dedi. "Ömer" cevabını verdim. Gayet merakla tekrar sordu:

          - Peki niçin Ömer ismin, vermişler sana ?

          - Babam müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş. - Yahu senin adın Müslüman adı mı ?

          Ben "Evet, Müslüman adı" deyince yüzüme baktı baktı, birden doğrulmak istedi. Ben mani olmak istedim. Israr etti.

          Ama niye ısrar ediyordu?

          İhtiyarın ısrarına dayanamayıp yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu soluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:

          - Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Mr. Josef Miller idi. Şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun.

          - Olsun

          Peki doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu?

          Şaşırdım. Nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti. Meğer o yaşa gelinceye kadar içten içe hep düşünüyormuş da kimseyle konuşamadığı için, soramadığı için konuşamıyormuş.. - Tabii dedim, Müslüman olmak çok kolay.

          Sonra kendisine imanın ve İslamın şartlarını anlattım. Kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriyor, hem de çocuklar gibi ağlıyordu.

          Yaşlılık bir yandan, hastalık bir yandan, bir de yıllardan beri içinde kavuşmak isteyip de bilemediği için kavuşamadığı İslamiyet'e olan hasretin sona ermesi bir yandan bu yaşlı gönlü duygulanmıştı. ...Mırıldandı:

          - Siz müslümanlar tesbih çekersiniz, bana da bir tesbih bulsan da ben de yattığım yerden tesbih çekerek Allah'ımı ansam olur mu?

          Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakk'ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Neyse uzatmayayım hemen bir tesbih bulup kendisine getirdim.

          Hasta yatağında tesbih çekiyor, biz de gerektiğinde tedavisiyle ilgileniyorduk. Fakat benim için o daha bir başkalaşmıştı. Müslüman olmuştu.

          Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti.

          - Beni yalnız bırakma olur mu?

          - Ne gibi Ömer amca?

          - Ara sıra gel de bana İslamiyeti anlat! Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor.

          O günden sonra her gün yanına gittim. Bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu.

          Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum. Hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum. "Doktor Ömer! Lütfen 217 numaralı odaya gelin!"

          Dedim ki içinden "Bizim Ömer amca galiba yolcu?"hemen yukarı çıktım. Odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi:

          Sağ elinde tesbih, açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu.

          Hemen başucuna oturdum. Kendisine kelime-i şehadet söylettirdim. O şekilde kucağımda teslim-i ruh etti....

          Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu.

          "Ne yalan söyleyeyim, ağladım..."

Alıntıdır-----

Çevrimdışı FTM40

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.361
  • 5.985
  • 1.361
  • 5.985
# 24 Mar 2013 16:00:08
Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını dağıttı. Ben okulun en iyi öğrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada çakıldım kaldım. Son soru şöyleydi:
“Her gün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedir?..”

Bu herhalde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını yerleri silerken hemen her gün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı. 50′lerinde falan olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki!.. Son soruyu yanıtsız bırakıp kağıdı teslim ettim. Süre biterken bir öğrenci, son sorunun test sonuçlarına dahil olup olmadığını sordu. “Tabii dahil” dedi, hocamız.. “İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hakkeden insanlar bunlar. Onlara sadece gülümsemeniz ve `Merhaba’ demeniz gerekse bile..” Bu dersi hayatim boyunca unutmadım. O hademenin adını da.. Dorothy idi.

Çevrimdışı FTM40

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.361
  • 5.985
  • 1.361
  • 5.985
# 24 Mar 2013 16:03:46
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı?.

Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı.. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde.. “Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir” diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. “Her engel, yasam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır..”

Çevrimdışı FTM40

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.361
  • 5.985
  • 1.361
  • 5.985
# 24 Mar 2013 16:07:59

OSMAN EFENDİ

Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendinin baş ağrısı artarak sürer.Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya baslar.Başka doktorlar çağrılır... Osman Efendi Uşak'ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder.Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul'a götürmeye karar verirler. İstanbul'da en iyi doktorlar seferber olur.
Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır... Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir.Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zürih'e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır. Sonuç: Osman Efendiye teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir, ülkesine dönüp "dinlenmesi", daha doğrusu son günlerini -evinde- geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, aile perişan. "Kader" denilir, Uşak'a dönülür. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar. Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendinin eski berberi Berber Mehmet çağrılır. Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler. Berber Mehmet bir an düşünür. "Beyim?" der, "Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın" Bir bakar, "Hah işte der. "Kıl dönmüş." Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı Osman Efendinin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir.Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş ağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet'i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.



Çevrimdışı atom111

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.653
  • 6.996
  • 1.653
  • 6.996
# 24 Mar 2013 16:57:44
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
İHTİYAR ANADAN 5 YAVRUSUNA MEKTUP ve
 OĞULLARIN ANALARINA CEVABI
Köyümüz şehirden yüksek mi yüksek,
Baban yaşlanıyor oğul, bilmem ki n'etsek?
Söz dinlemiyor artık ahırdaki eşek,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Sizi 9 ay 10 gün karnımda taşıdım,
Beş oğul bir kızım için yaşadım,
Şimdi halim kalmadı, gençliğimi boşadım,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Köyde bacalar eskisi gibi tütmüyor,
Çorba bile boğazımızdan geçmiyor,
Takatimiz kalmadı işler bitmiyor,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Geçenlerde kasabadan köye doktor geldi,
Sağlam kimse kalmadı herkese ilâç verdi,
Bana da 'Kendini yorma ansızın gidersin.' deyiverdi,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Eskiden köyümüzde yağız delikanlılar vardı,
Gelinler al duvak içinde, giderken ağlarlardı,
Gençler köyü terkettiler, şimdi ihtiyarlar kaldı,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Hani yalnız yaşayan komşumuz Ali Amca vardı,
O da rahmetli oldu, cenazesi ortada kaldı,
Mezarını kazacak delikanlı bulunamadı,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Analarda ciğer, evlâtlarda merhamet olur,
Gezen görür, yaşayan ölür, eden elbet bulur,
Hayır duamızı alın biz ölmeden ne olur,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Sizin huzurunuzu kaçırmak istemem,
Gelinlerimi severim asla kin beslemem,
Şimdi gelmezseniz cenazeme de istemem,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!


OĞULLARIN ANALARINA CEVABI
(1. oğul)
Ana, şimdi Akdeniz sahillerindeyiz,
Buralar çok güzel size de tavsiye ederiz,
Çocuklar diyor ki, 'Ölürüz de o köye gitmeyiz!'
Kusura bakma, çocuklar istemezse biz gelemeyiz!

(2. oğul)
Ana, mektup yazmışsın bize boşu boşuna,
Çünkü daha açarken gitmedi hanımın hoşuna,
İdare edin artık, bu sene de yalnız başına,
Kusura bakma, ben hanımı gönderemem ana!

(3. oğul)
Ana, gönderdiğin mektubu şimdi okudum hanıma,
Dedi ki 'Bu devirde hizmet var mı Allahaşkına?'
Ne olur, soğuk su katma benim pişmiş aşıma,
Kusura bakma ana, gönderemem hanımı sana asla!

(4. oğul)
Ana darılma, vakit bulup da mektubunu okuyamadım,
Şimdi okuyunca ne demek istediğini çok iyi anladım.
Benim hanımdan başka çağıracak gelin mi bulamadın?
Kusura bakma gönderemem, hanım köye alışamaz ana!

(5. oğul)
Ana, ağabeyim söyledi, hizmete benim hanımı çağırmışın,
Olur mu öyle şey, doğalgazdan sobalı eve nasıl alışsın?
Bir de önceden başlamış günleri var, yarım mı kalsın?
Kusura bakma ana gönderemem, bu sene benimki kalsın!

(Ortak çözüm)
Beş kardeş hanımlarıyla bir araya geldiler.
'Anamızın isteği yerinde, âcil çözüm bulalım!' dediler.
Biz ne yapacağız diye düşünürlerken, aklı gelinler verdiler.
Kusura bakma ana, sana hizmete BACIMIZI uygun gördüler!

Alıntıdır.


   Bacılar zevkle bakarlar ya gelseler ...Rabbim kimseye muhtaç etmasin.

Çevrimdışı s.kahya

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.773
  • 33.609
  • Müdür Yardımcısı
  • 8.773
  • 33.609
  • Müdür Yardımcısı
# 25 Mar 2013 12:36:08
Adamın birisi, denizin kenarında, kıyıya vurmuş denizyıldızlarını birer birer tutup denize fırlatıyormuş. O sırada bir adam yaklaşmış ve:

"-Ne yapıyorsun?" diye sormuş.

"-Ben..." demiş adam, "denizyıldızlarını kurtarıyorum." Diğeri:

"-Ama sayıları o kadar çok ki, ne fark eder." diye devam etmiş. Adam kumların üzerinden bir denizyıldızı daha almış ve denize atmış:

"-Bak, onun için çok şey fark etti." demiş.


-----------

Her birimizin etrafında kıyıya vurmuş sayısız denizyıldızı var. Her gün onlarca, yüzlerce insanın küfür bataklığına düşmesine sessiz kalmak, dert sahibi bir mü'minin kabul edebileceği bir şey değildir. Bazen kendimiz de bir denizyıldızı gibi kıyıya vurabiliriz. O zaman tutunacağımız sağlam bir kulp ve bizi tekrar muhtaç olduğumuz âb-ı hayata döndürecek bir merhamet eli ararız.

Çevrimdışı hafız ahmet

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
  • 4.068
  • 20.096
  • Okul Müdürü
# 25 Mar 2013 18:02:21
                       Küçük kızdan büyük ders

Küçük bir kız öğretmeni ile balinalar hakkında konuşuyordu. Öğretmen bir balinanın insanı yutmasının fiziksel olarak imkânsız olduğunu söyledi, çünkü balinaların boğazı çok küçüktür. Küçük kız “Yunus peygamberi” bir balinanın yuttuğunu söyledi, sinirlenen öğretmen balinanın insanı yutamayacağını tekrarladı, bu imkânsızdı. Küçük kız şöyle dedi:


“Cennete gittiğim zaman Hz. Yunus’a soracağım.”

Öğretmen “Ya Hz. Yunus cehenneme gittiyse?” diye yanıtladı.

Küçük kız ” O zaman sen sorarsın” dedi.

Çevrimdışı ferdem

  • Bilge Üye
  • *****
  • 4.415
  • 27.381
  • 4.415
  • 27.381
# 25 Mar 2013 23:47:30
Vaktiyle bir derviş berbere gidip:
- Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar ve diğer tarafa usturayı vuracakken, mahallenin kabadayısı içeri girer.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış tarafına sert bir tokat atarak:
Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye bağırır.
‘Dövene elsiz, sövene dilsiz’ olan, halktan gelen her şeyin Hak’tan geldiğine inanan derviş, sabreder. Fakat kabadayının tıraş esnasında da dili durmaz, sürekli alay eder derviş ile: 'Kabak aşağı, kabak yukarı.'
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, kontrolden çıkan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıyı altına alıp sürükler. Kabadayı oracıkta feci şekilde can verir. Berber dervişe bakar, sorar:
- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş düşünceli bir şekilde cevap verir:
- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, kabağın da bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!

 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK