İbretlik Hikayeler

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.219
  • 28.776
  • 227.219
# 17 Eki 2013 16:15:37
Hz Süleyman (a.s) huzuruna girip selam veren baykuşa sormuş.

- “Ey Baykuş! Evlere konunca niçin uzun uzun ötersin?”
- “İnsanoğlu bu kadar ağır imtihanla karşı karşıya iken nasıl rahat uyur ? demek isterim.
- “Gündüzleri niçin dışarı çıkmazsın?”
- “İnsanoğlunun birbirlerine olan zulümlerinden dolayı….”
- “Feryâdında ne dersin ?”
- “Ey gâfiller! Yolculuk var.Hazırlıkta bulunun” derim.

Hz. Süleyman (a.s) şöyle buyurmuş : “ İnsana böyle yol gösteren başka bir kuş yoktur. Neden insanoğlu onu uğursuz sayar, anlamadım.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.219
  • 28.776
  • 227.219
# 18 Eki 2013 08:21:39
DELİNİN VELİYE NASİHATI...
Büyük velilerden Beyazıd-ı
Bestamî Hazretleri bir gün
tımarhanenin önünden geçiyordu.
Tımarhane hizmetçisinin tokmakla
birşeyler dövdüğünü görüp:
— Ne yapıyorsun? diye sordu
Hizmetçi:
— Burası tımarhanedir Delilere
ilâç yapıyorum, dedi Beyazıd-ı
Bestamî Hazretleri:
— Benim hastalığıma da bir ilâç
tavsiye eder misin? dedi Hizmetçi
hastalığının ne olduğunu sordu
Beyazıd Hazretleri:
— Benim hastalığım günah
hastalığı Çok günah işliyorum,
dedi Hizmetçi:
— Ben günah hastalığından
anlamam Ben delilere ilâç
hazırlıyorum, diye cevap verdi
Tam bu sırada tımarhane
parmaklığının arasından
konuşulanları duyan bir deli, (!)
Beyazıd-ı Bestamî Hazretlerine:
— Gel dede, gel! Senin
hastalığının çaresini ben
söyleyeyim, diye seslendi
Beyazıd-ı Bestamî Hazretleri,
delinin yanına sokularak:
— Söyle bakalım, benim derdime
çare nedir? dedi Deli (!) şu ilâcı
tavsiye etti:
— Tevbe kökü ile istiğfar
yaprağını karıştır Kalb havanında
tevhîd tokmağı ile döv, insaf
eleğinden geçir, göz yaşıyla
yoğur, aşk fırınında pişir Akşam -
sabah bol miktarda ye O zaman
göreceksin senin hastalığından
eser kalmaz, dedi
Bu güzel ilâcı öğrenen Beyazıd
Hazretleri:
— Hey gidi dünya hey! Demek,
seni de deli diye buraya
getirmişler, deyip oradan ayrıldı
Bu ilâç, halen günah hastası
olanlara tavsiye olunmaya değer
bir ilâçtır Yani bu formülün
hükmü hâlâ devam etmektedir.

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Eki 2013 11:52:34
Kimle bilirdin ?

   Ya­vuz Sultan Selim Şir Pençe illeti sebebiyle Hakk'a yürür­ken Nedimi Hasan Çan'a sorar:
— Hasan bu ne hâldir?
Hasan Can:
— Allah'la beraber olmanın zamanıdır efendimiz".der
Cevab müthiştir:
— Hasan, sen bizi bu ana kadar kimle bilirdin?..

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Eki 2013 12:07:28


Büyük Cihangir Yavuz Sultan Selim’in günde 3 saat uyku uyuyup tahta kaşıkla tek çeşit yemek yediğini ve herhangi bir saray halkından ayırt edilmeyecek kadar sade giyindiği ve bunu soranlara:

“Vezirlerin ve beylerin süslü giyinmeleri, padişahlarına saygıdan ileri gelir. Biz kime şirin görünmek için süslü giyinelim ki?

Bizim padişahımız ALLAH (cc) vücudun dışına değil içindeki cevhere (imana) bakar” diye veciz bir cevap vermesi ne kadar manidâr...

Çevrimdışı omer68

  • Uzman Üye
  • *****
  • 1.202
  • 2.957
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 1.202
  • 2.957
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Eki 2013 13:21:13
İNSAN+HEDEF+GAYRET = ZAFER

Fatih Sultan Mehmed henüz yedi yaşlarındayken hocası Molla Ak Şemsüddin kulağına eiğildi ve başarının en önemli kuralını fısıldadı:
        "Hedefini tespit et!"
        Önce hedef belirlendi: "Konstantiniyye (İstanbul) mutlaka fethedilecektir."
        Ak Şemsüddin hedef tespitinden sonrasını da söyledi:
        "Dağ ne kadar yüksek olursa olsun, yol onun üzerinden geçer. Sen dağ olmaya heveslenme, asla gururlanma; yol ol ki, herkes senin üzerinden geçerken,sen dağların bile üzerinden geçesin."
         "Hocam ya şartlar elverişli olmazsa?" diye sordu. Ak Şemsüddin hiç duraksamadan cevap verdi:
         "Şartlara teslim olmazsan şartlar değişir, sana teslim olurlar. Çok çalışır, çok dua eder ve çok isttersen Allah'ın rahmeti tecelli eder,rahmet tecelli ettiğinde nice olmazlar olur."
         Her genç şu sorulara öncelikle cevap vermeli:
        
          1- Hedefim nedir ve nerededir?
         2- Hedefime hangi vasıtalarla ulaşabilirim?
         3- Neden ulaşmalıyım?
         4- Hedefe ulaşmayı yeterince istiyor muyum? ( istiyor gibi yapmakla gerçekten istemek arasında önemli farklar bulunuyor.)
        
         Gerçekten istemek Fatih'in İstanbul'un fethini istemesi gibi olmalı. "Ya ben Bizans'ı alırım ya Bizans beni alır!" diyecek kadar.....
  
         "Normal insanlar",hayatı en kolay taraflarıyla yaşamaya çalışırlar.
         Bazılarımız "zor" karşısında pes ederiz, bazılarımız , "çok zor" karşısında yelkenleri suya indiririz.
         Bazıları da var ki, "zor"u ve "çok zor"u rahatça aşar, hatta "imkansızlık" karşısında bile vaz geçmezler.
        Tarihe şan verenler "imkansızlıklar" karşısında "pes etmeyenlerdir!"

        Sokullu Mehmet Paşa böbürlenen Venedik elçisine "Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kestik, siz İnebahtı'da bizi yenmekle, sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen kol yerine gelmez, fakat kesilen sakal daha gür çıkar."
        Devlet adamının özgüvenini görebiliyor musunuz?
        Yenileceğinize değil, yeneceğinize inanın. Geçmişte kalan mağlubiyetleri, üzüntüleri, mutsuzlukları düşünmek yerine, gelecekte oluşacak muhtemel başarıları, güzellikleri ve mutlulukları düşünün.      
         O zaman kendinizi daha mutlu hisseder ve başarılı olursunuz.
        

Yavuz BAHADIROĞLU'nun "Biz Osmanlıyız" isimli eserinden derlenmiştir.

Çevrimiçi hacile

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 28.776
  • 227.219
  • 28.776
  • 227.219
# 20 Eki 2013 21:37:46
"KABAĞIN SAHİBİ"
Vaktiyle bir derviş, nefis terbiyesinin çeşitli
merhalelerinden geçtikten sonra, bağlı olduğu
tarikatın büyüğü tarafından bir berbere
gönderilir. Dervişten saçını dibinden
kazıtması, sakal ve bıyığını ise alabildiğine
kısaltması istenmiştir. Tereddütsüz bir şekilde
berber koltuğuna oturan derviş:
“-Vur usturayı berber efendi!..” der.
Berber, dervişin saçlarını kazımaya başlar.
Derviş de aynada kendini takip etmektedir.
Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır.
Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken,
yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı
girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider,
başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat
atarak:
“-Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı
olalım!..” diye kükrer.
Derviş Ses çıkarmaz, biraz çaresiz, biraz
mütevekkil usulca kalkar yerinden.
Berber, bu gariban müşterisine karşı mahcup
olmakla beraber kabadayının pervâsızlığından
da korkmuştur. Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa baslar.
Fakat küstah kabadayı, tıraş esnasında da boş
durmaz; sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
“-Kabak aşağı, kabak yukarı!..”
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan
çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki,
gemden boşanmış bir at arabası, yokuştan
aşağı hızla kabadayının üzerine doğru gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.
Derken, iki atın ortasına denge için
yerleştirilmiş uzun sivri demir, kabadayının
karnına batıverir.
Kaşla göz arasında babayiğit kabadayı oracığa
yığılır kalır. Ölmüştür. Herkes bir anda olup
biten bu olayın hayret ve şaşkınlığı içindedir.
Berber de şok olmuştur; bir manzaraya, bir
dervişe bakar, Dervişin beddua ettiğini
düşünür ve gayr-i ihtiyarî sorar:
“-Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?!.”
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
“-Vallâhi gücenmedim ona. Hakkımı da helâl
etmiştim.
Gel gör ki, kabağın bir de sâhibi var. O
gücenmiş olmalı!..

Çevrimdışı eslemnurum

  • Uzman Üye
  • *****
  • 10.560
  • 26.279
  • 10.560
  • 26.279
# 20 Eki 2013 21:54:01
Bence bunların arasına Aşk-ı Şehir Öğretmenimizin hikayesini de eklemeliyiz. Gerçekten ibretlik bir hikaye, dudak ısırtacak cinsinden.

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 20 Eki 2013 21:54:56
[linkler sadece üyelerimize görünmektedir.]
Bence bunların arasına Aşk-ı Şehir Öğretmenimizin hikayesini de eklemeliyiz. Gerçekten ibretlik bir hikaye, dudak ısırtacak cinsinden.

Bence de

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 21 Eki 2013 16:28:45
Sultan Fatih.. Istanbul’u fethinin ardından Vefa semtinde bulunan Ebul Vefa Hazretlerini ziyaret etmek, duasını almak ister.. Dergahın kapısını çalar, görevli genç kapıyı açar, bir bakar kapıda Sultan Fatih, büyük bir sevinçle koşar efendisine haber verir; “efendim” der, “Fatih Sultan Mehmet Han sizi ziyarete gelmişler kapıdalar”. Ebul Vefa Hazretleri şöyle cevap verir, “Söyleyin dönsünler, görüşemeyiz.” Görevli çocuk çok şaşırıyor ve efendisini ilk kez sorguluyor ; “ efendim cihan padişahı,
Istanbulu bizler için alan kıymetli sultanımızı nasıl geri çevireceğiz,
kırılırlar, üzülürler” diyor. Ebul Vefa Hazretleri; “ kırılmaz onlar, derhal
gidin ve buradan ayrılmasını söyleyin.” Görevli
çocuğun eli mahkum, gidiyor ve iletiyor. Rahmetli Fatih’in gözleri
yaşarıyor ve yanındaki görevliye şöyle söylüyor; “ Görüyormusun, Bizansın
surları aşılmaz dediler aştık, AMA BİR  DERVİŞİN TAHTA KAPISINDA KALDIK. Bak
geçemiyoruz, ordu mu getireceğiz? Almıyorlar işte.” Velhasıl, Fatih içeri giremedi
ve gözleri yaşlı bir şekilde geri döndü sarayına. Onlar gidince, görevli de
Ebul Vefa Hazretlerinin yanına geldi ve gördü ki Efendi de ağlıyor. Görevli
çocuk dayanamadı; “ efendim dedi müsade buyurun artık soracağım, ağlayarak
gitti sultan, hiç olmazsa iki dakika oturup bir şerbet ikram edemezmiydik? ”
Ebul Vefa Hazretleri şöyle cevap verdi;  “Oğlum, o eğer buraya bir defa gelir ve bu zevki alırsa, tahtı tacı bırakır ve buradan ayrılmaz.
O gaza askeridir biz dua askeriyiz, o orada lazım biz burada...
Ben ona git demedim ayrılık olmayan yere randevu verdim. Kavuşmak dediğin sonsuz olandır, o da ahirete mahsustur.” Bunun yanında;  “Bizim burada
dergahımızı görür, manevi halimizi teneffüs ederse korkarım her türlü yardımı bize
yapar ve diğer Müslüman kardeşlerimizi ihmal eder, bu yüzden böyle karar verdim”
der.









     

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 22 Eki 2013 17:19:25

     Kanunî Sultan Süleyman, bir gün devletin akıbetini düşünür. Bir devlet hangi halde çöker? Bir gün olur da devletimiz izmihlâle uğrar mı? Suallerinin cevabını süt kardeşi meşhur âlim Yahya Efendi’ den mektup ile sorar.

Mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı çok kısa ve şaşırtıcıdır: “Neme lâzım be sultanım!..”

Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan bir mana veremez. Yahya Efendi gibi bir zat nasıl böyle bir cevap verebilir? Söylenmeye başlar. Nihayet kalkar, Yahya Efendi’nin Beşiktaş’ ta ki mekânına gelir.

Der ki:
- Ne olur sorularıma cevap ver, bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!

Yahya Efendi şöyle bir bakar:
- Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.
- İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “Neme lazım be sultanım” demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi bir mana çıkarıyorum.

Yahya Efendi bu cevaptan sonra şu müthiş açıklamasını yapar:

“Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de neme lazım deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hale gelir…”

Çevrimdışı s.kahya

  • Bilge Meclis Üyesi
  • *****
  • 8.773
  • 33.609
  • Müdür Yardımcısı
  • 8.773
  • 33.609
  • Müdür Yardımcısı
# 22 Eki 2013 20:49:00
Rivâyet edildiğine göre, Ebû’l-Vefâ Hazretleri’nin oğlu, kötü bir alışkanlık edinmişti. Eline almış olduğu büyük bir çuvaldız ile o devirde evlere içme suyu taşıyan sakaların kırbalarını deliyordu. Sakalar ise, Ebû’l-Vefâ Hazretleri’ne olan sevgi ve muhabbetlerinden dolayı hâdiseyi kendisine nakletmiyorlardı. Fakat bir müddet sonra, çocuğun bu işten vazgeçmeyeceğini anladıklarında, Hazretin huzuruna çıkarak durumu naklettiler.

Ebû’l-Vefâ Hazretleri olanları duyunca hayretler içinde kaldı. Zira nasıl olur da bunca ihtimamla yetiştirilen, haram lokmadan uzak tutulan bir çocuk böyle bir şey yapardı? Ebû’l-Vefâ Hazretleri, sakalara hitâben;

“–Tamam, mesele anlaşılmıştır. Gereken yapılacak, sizin de zararınız tazmin edilecektir.” buyurdu.

Sonra da muhâsebeye önce kendi nefsinden başladı:

“–Acaba ben bu çocuğa yanlışlıkla da olsa hiç haram yedirdim mi?” diye düşündü. Fakat bir şey bulamadı. Hanımına sordu:

“–Hanım, sen bu çocuğa hamileyken veya süt emzirirken haram bir şey yedin mi, çok iyi düşün, bana bildir, yoksa bu çocuğun sonu kötü!”

Hanımı düşündü, taşındı nihayet şöyle bir hadiseyi hatırladı.

Hamileyken oturmaya gittiği bir komşu evinde, masadaki bir tabakta portakallar varmış. Görünce canı çekmiş, ama istemeye de utanmış. Ev sahibi hanım, bulundukları odadan dışarı çıkınca yakasındaki iğneyi portakallara batırıp sularını bir miktar emmiş.

Hanımı bu hâdiseyi Ebû’l-Vefâ Hazretleri’ne anlatınca o derhal:

“–Aman hatun! Hiç vakit kaybetmeden o komşuya git, olanı biteni dosdoğru anlat ve helâllik dile.” diye tembihlemiş. Kendisi de sakaları çağırarak, kimin kaç tane kırbası delinmişse hepsinin parasını ödemiş ve hepsinden helâllik almış. Evlâdına da, hâdisenin başından sonuna kadar hiçbir şey denmediği hâlde, hikmet-i Hüdâ, çocuk bir daha kırbaları delmemiş.

Velhâsıl insan, takvâ sahibi olmalı… Takvâ üzere yaşamalı.

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 22 Eki 2013 21:57:43
Meczubun biri camiye girer, belli ki namaz kılacak.
Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır..
... Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider..

Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar...
Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını.

Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan...

Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar..
Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile..
İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar..

İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:
“Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın? Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”

Bunu duyan meczub melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar:

“Âdetiniz böyle değil mi?”

“Ne âdeti?!” der Hoca..

Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra...

Der ki meczub bu kez:

“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!

Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der..

“Evet” der meczub, “Hepinizin sırtı yüklü!”..

Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasına,bıyık altından gülüşmeler başlamıştır..

Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:

“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı..

Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!..”

Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;

“ Boş yok, boş yok hiç!..diye tekrarlar.

O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!

Aynen doğrudur dedikleri çünkü;
Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda,
kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını,
biri onaracağı kapıyı,
diğeri lokantasında pişireceği yemeği..
Biri açtır aklında yiyeceği tavuk,
birinin sırtında sevdiği kadın,
diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.

“Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca..

O da der ki:
“Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!

Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda..

“Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var.”
Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbet..".

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 22 Eki 2013 22:18:30
İNŞALLAH

Adam bir akşam vakti hanımına:
Yarın yağmur yağarsa evdeyim.Yok eğer yağmazsa tarlaya gidip çift süreceğim demiş.
Hanımı:
İnşaallah de, bey inşaallah.
Adam:
Ne inşaallahı hanım, bunun inşaallahı maşaallahı mı var.
Zira ortada iki seçenek var, bir üçüncüsü yok ki, dedim ya, yağarsa evdeyim, yağmazsa tarladayım, der.

Hasılı hanımı, sen yinede inşaallah de, bakalım sabah ola hayr ola diye, ne kadar ısrar etsede, adam inadına demez inşaallahı.

Neyse, Sabah olur, hava açık ve gayet güzeldir. Bizim ki hazırlanır ve yola çıkar. Derken olan olur.

Şöyleki:

O gece bir suç işlenmiş ve her yerde faili aranıyormuş.
Tam o sırada bizimkinin etrafı sarılır ve hiç bir yere gidemezsin derler.

Zira tarif edilen hırsız onun tıpatıp aynısı.
Her ne kadar ben masumum bu işte bir karışıklık var dese de kar etmez ve içeri alınır.

Sorgu sual derken netice olarak, sabaha kadar adam ecel terleri döker.
Yorucu, bir o kadar da meşakkatli geçen bir geceden sonra, gelen bir haberle, gerçek failin yakalandığı ve suçsuz olan bu adamın da derhal serbest bırakılması gerektiği haberi gelir.Ve adam serbest bırakılır.

Adam, başına gelen bunca aksilikten sonra iyice yıkılmış, güç takatı kesilmiş, iki büklüm olmuş bir halde evinin kapısını çalar.

Hanımı:
Kim O? diye seslenince, Adam:

“Aç kapıyı aç Hanım. İnşallah gelen benim.” der



Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 23 Eki 2013 23:43:50
BİR GÜN bir adam, Hz. Ömer’e şöyle dedi: “Şu satranca hayret ederim. Satranç tahtasının uzunluk ve genişliği birkaç karıştan ibaretken, insan onun üzerinde binlerce oyun oynasa, her oyunu mutlaka öbüründen farklı olur. Hiçbiri diğerine benzemez



Hz. Ömer de ona şu cevabı verdi:


“Bundan daha çok hayrete ve dikkate şayan olanı vardır. O da şudur ki, insanın uzunluk ve genişlik itibarıyla bir karıştan ibaret olan şu yüzünde, kaşlar, gözler, burun, ağız gibi organların yerleri değişmediği halde, yine de, dünyanın dört bir yanında, yüzleri birbirinin tıpatıp aynı iki kişi bulamazsın. Şu ufacık, el ayası kadar bir yerde, böyle sonsuz farklılıklar yaratan Allah’ın kudret ve hikmeti ne kadar büyüktür.”

Çevrimdışı ılgın01

  • Uzman Üye
  • *****
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
  • 2.100
  • 6.273
  • 2. Sınıf Öğretmeni
# 23 Eki 2013 23:53:23
Hüdayi Hazretleri bir gün saraydadır.
Feyzli bir sohbetin ardından namaz vakti girer.
Mübarek taze bir abdest almaya niyetlenirler.
Sultan Ahmet koşar ibrik getirir.
Şehzadeler seccadeleri sererler.
Valide Sultan kafes arkasında peşkir hazırlar.
Kadıncağız kalbinden “Ah” der, “Ah mübareğin bir kerametini göreydim.”
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerine malum olur.
“Hayret!” buyururlar, “Bazıları hâlâ keramet görmek istiyor.
Koca Halife-i rûy-i zemin bizim gibi bir garibe ibrik tutsunlar,
muhterem anneleri peşkir hazırlasınlar.
Bundan âlâ keramet mi olur.”


 


Egitimhane.Com ©2006-2023 KVKK