KİMLİK 46. BÖLÜM
Etrafı bir kolaçan edin bakalım, gelen giden var mı? Bu akıllı buraya gelirken birilerine haber falan vermiş olabilir.
“Tamam patron”
Patronun gönderdiği adam az sonra geri döndü.
“Kimse yok patron. Dışarıda şüpheli bir şey görmedik.”
“İyi uyandırın şu uyuyan güzeli. Sonra da son bir ağzını arayıp işini bitirin.”
“Tamam patron. Kızı ne yapalım?”
“Artık işimize yaramaz. Doktorla beraber onu da halledin.”
“Emredersiniz patron.”
Erkan yavaş yavaş kendine gelmeye başlamıştı. Yan tarafta Neva’yı göremiyordu. Telaşla etrafına bakındı. Yine göremeyince gözleriyle patron dedikleri adamı aradı. Adam mağaranın diğer köşesinde adamlarından biriyle konuşuyordu. Birden yüksek sesle “Neva nerede?” diye sormak istedi ama bunu yapmak birlikte hareket ettiklerini itiraf etmek olurdu. Belki de inkarda ısrarcı olursa ona inanırlar, Neva'yı bırakırlardı. Erkan zayıf bir olasılık olsa da yine de o küçük ihtimalin peşine düşecek ve son ana kadar Neva’yı ele vermeyecekti.
Birkaç saniye sonra patronun onu uyandırması için gönderdiği adam diğer adamlara bir şeyler konuştuktan sonra yavaş adımlarla Erkan’a doğru yaklaşmaya başlamıştı. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Az sonra Erkan’ı öldürecek olmaktan son derece memnun görünüyordu. Tuzağına yakalanmış avına sinsice yaklaşan bir avcı gibi onu biraz daha korkutarak eğlenmek istiyordu. Yanı başına kadar geldiğinde zorla da olsa doğrulmayı başaran Erkan’ın, belindeki tabancayı iyice görmesi için ceketinin yakasını daha geriye attı. Erkan önce adamın yüzündeki anlamsız tebessüme sonra da dikkat çekmek için çırpındığı tabancaya göz ucuyla baktı. Adam amacına ulaşmış, durumdan garip bir haz duymuştu. Zaten her defasında öldürmek üzere olduğu insanların gözlerinde gördüğü o ifadeyi sabırsızlıkla beklerdi. Onların korku dolu bakışları kendini güçlü ve üstün hissetmesine neden oluyordu. Biraz daha yaklaştı. Az da olsa eğilip Erkan’ın yüzüne, gözlerinin içine baktı.
“Şanslısın delikanlı” dedi. “Günün en güzel anını birlikte geçireceğiz. Senin işini ben bitireceğim. Ama sana son bir şans veriyorum. Ne biliyorsan anlat. Ben de ölümünü çok zorlaştırmayayım.”
Erkan adamın yüzüne baktı. Az sonra belki tek kurşunla vücudunun dayanamayacağı kuvvette bir acıyla karşılaşacak, belki hayatı birkaç saniye içinde film şeridi gibi gözlerinin önünden geçecekti. Belki ona bile zamanı olmayacaktı. Adam cümlesini yineledi.
” Ne biliyorsun delikanlı? Bunu bir daha sormayacağım. Sonra seni çok uzaklara göndereceğim.”
Erkan cevap vermedi. Kafasının içi susmuyordu. Çocukken dinlediği ve sonunda ne olursa olsun hep iyilerin kazandığı o masallar gerçekten de masaldı. Bu kadar tehdit. Adamın durumdan eğlendiğini haykıran suratındaki gülümseme.
Aklından cevapsız binlerce olasılık geçerken bu karmaşıklığa olmaz düşünceler de acımasızca ekleniyordu.
“Bana ne yapacak acaba, asacak mı, kesecek mi? Ne zaman biter? Allah’ım ne olur ölümü bana kolaylaştır.”
Adam devam etti.
“Demek konuşmayacaksın. Aslında istediğim de tam olarak buydu. Uzun zamandır şöyle ağız tadıyla birini öldürememiştim. Özlüyor insan. Gerçi sen de biliyorsundur. Senin elinde de bir sürü ölen olmuştur. Öyle değil mi doktor? Hahaha. Görüyorsun bak, sizin gibiler okuyor, havalı havalı küçük dağları ben yarattım edasıyla geziyor ama bizim gibilerin elinde can veriyor. Nasıl diyordunuz siz, “İronik değil mi,” gibi bir şeydi galiba.”
Sonra patron dediği adama doğru seslendi.
“Patron, konuşmuyor bu!”
Patron mağaranın diğer ucundan iki parmağıyla dışarıyı gösterir gibi elini kaldırdı. Gereken onayı alan adam belinden tabancasını çıkardı. Sonra Erkan’ın bağlı olduğu sandalyenin etrafında ağır adımlarla ilerlemeye başladı. Tam kafasının arkasına gelince durdu. Bir süre hiçbir şey konuşmadan bekledi. Geçen her saniye Erkan’ın zaten azalan sabrını iyice tüketiyordu. Belki yirmi belki otuz saniye süren bu kedi fare oyunundan sıkılmış olacak ki,
“Merak etme, önce kafana ateş edip seni bu kadar kolay kurtarmak niyetinde değilim. En son buraya ama önce biraz canın yanacak.” dedikten sonra silahın emniyetini açtı. Tekrar ağır adımlarla turunu tamamlayıp yeniden Erkan’ın karşısına dikildi. Tabancanın namlusunu önce göğsüne dayadı. Sonra biraz daha köprücük kemiğine doğru kaydırdı.
Erkan, gözlerini sabit bir noktaya kilitlemiş, tepkisizce olacakları bekliyordu. Belki birkaç saniyelik o kısa zaman dilimleri yıllardır içini kemiren pişmanlıkları bu ana taşıyor, içinde ailesiyle yaşadığı kırgınlığın iç hesaplaşması dönüyordu. Yaşadığı onca burukluk, kırgınlık şu an önem arz etmekten çok uzaktı. Oysa o zamanlar nasıl da tüm kalbini kaplamıştı. Ya Eliz. Keşke Eliz’e açılsaydı. Ya da yok yok iyi ki açılmamıştı yoksa ölümüne çok üzülürdü. Şimdi onun için ne hissettiğini bilmediğinden birkaç gün sonra unuturdu. Gözlerini kapattı. Daha fazla düşünmek istemedi. Bazen artık vazgeçmek gerekirdi. Şimdi tam da o zamandı. Hayattan, sevdiklerinden, mesleğinden her şeyden vazgeçmesi gereken o son an…
Beklemeye devam ediyordu ki sol omzunun hemen altında, köprücük kemiğinin üzerinde hissettiği acının azalmasıyla yavaşça gözlerini açtı. Adam tabancayı Erkan’ın üzerinden çekmiş, yanına gelen adamlardan biriyle patrona doğru yürümeye başlamıştı.
“Patron kapıda bir adam varmış.”
“Kimmiş?”
“Minibüs şoförüymüş.”
“Ne istiyomuş?”
“Buraya iki genç bırakmıştım. Yağmur hızlanınca gidememişlerdir. Onları almaya geldim.” diyormuş.
“Uydur bir bahane, gönder.”
O sırada diğer adam atıldı.
“Denedik patron. Gitmişlerdir dedik ama burayı bilmiyorlardı, içeride bir yerlerdedir dedi.”
“Hay aksi! Onu da alın içer. Bitirin işini.”
“Patron minibüste de altı, yedi yolcu var. Onları napalım?”
“Yolcu mu? Aptallar! Madem ölmekte ısrar ediyorlar, kırmayın. Hepsini içeri alın. Hepsini gebertin! Arkamızda şahit bırakamayız.”
“Tamam patron.”
Adam az sonra diğer yolcuları da silah zoruyla indirip içeri almıştı. Tüm yolcular içerideki manzarayı görünce ne olduğunu anlamış ama aynı kaderi yaşamak üzere yazık ki çoktan içeri girmişlerdi.
Erkan’ın üzüntüsü daha da katlandı. İstemeden de olsa çok sayıda insanın ölümüne sebep olacaktı. Şoförün ve yolcuların yüzüne bakamıyordu. Öylesine çaresizdi ki adamlara döndü.
“Lütfen bırakın onları. Onların hiçbir suçu yok. Ben zaten elinizdeyim. Hem kimseye bir şey söylemeyeceklerdir. "
Sonra ona yardım etmek için geri dönen şoföre dönüp tüm mahcubiyetiyle,
“Kimse bir şey söylemezsiniz değil mi?” diyordu ki, şoförün yüzüne takılıp kaldı. Şoför,
“Sen merak etme delikanlı, biz kime ne söyleyeceğimizi gayet iyi biliriz” derken yeniden Erkan’la göz göze geldi.
Bu sakallı adamdan başkası değildi. Belinden silahını çıkardığında Erkan’la beraber herkes şaşkınlıktan küçük dilini yutmak üzereydi. Yolcuların belindeki silahlarla birlikte mağaranın içi bir anda polis teşkilatına dönüşmüş gibiydi. Adamlar ne olduğunu anlayamadan dışarıdan gelen anons sesi içerideki patron ve adamlarının karşı koyma şansını da elinden alacaktı.
“İçeridekiler! Etrafınız sarıldı! Ellerinizi başınızın üzerine koyup teslim olun! Tekrar ediyorum. Derhal elleriniz başınızın üzerinde teslim olun!”
Arkasından üniformalarıyla içeri koşan onlarca polis ve sakallı adamın sesi tüm mağarayı çınlatacaktı.
“Alın bunları hemen! Al! Al! Al! Al! Götürün hepsini”
Sakallı adam az sonra Erkan’ın ellerini çözerken Erkan hala şaşkındı.
“İyi misin doktor?”
“Hiç bu kadar iyi olmamıştım Mehmet abi.”
“Aslan parçası!”
“Nasıl oldu, nasıl buldun bizi?”
“İşimiz bu oğlum.”
“Belki ama bana bir mucizeden bahseder misin deseler, sanırım bu olayı anlatırdım.”
“Abartma doktor.”
“Abartmıyorum. Bu sefer sahiden ölüyorum sandım. Siz olmasaydınız…”
Sakallı adam Erkan’ın daha fazla bu duygu yükünde kalmasını istemedi. Sözünü kesti.
“Ama varız ve işimizi yapıyoruz.”
Erkan, sakallı adamın ne yapmak istediğini anlamıştı. Yine de sormadan edemedi.
“Gerçekten nasıl buldunuz bizi?”
“Sizi her yerde arıyorduk. Güvenlik kameralarından buralara ulaştık. Arkasında sizi getiren şoför yerinizi gösterince minibüsünü alıp, polis arkadaşları da yolcu yapıp buraya geldik. Aslına bakarsan yapacak başka işimiz yoktu. Çocukların canı sıkılıyordu. Yoksa önceliği olan bir iş sayılmazdı.”
Erkan gülümsedi.
“Önemsizdi, diyosun.”
“Yani. Öyle sıradan, rutin.”
“Az daha ölüyordum.”
Sakallı adam gülümsedi.
“Buna asla izin vermezdim.”
Erkan ve sakallı adam birlikte minibüse binerken Neva da mağaradan polis eşliğinde çıkarılıp ekip arabasına bindiriliyordu. Erkan merakla sordu.
“Neva, Neva’ya ne olacak?”
“Onun işi biraz uzun. Sonuçta herkes yaptığı hataların bedelini bir şekilde öder. Öyle değil mi?”
“Evet ama beni kurtarmak için çok uğraştı.”
“Evet. Defalarca öldürmeye çalıştıktan sonra.”
“Sonuçta vazgeçti. İstese kaç ker öldürebilirdi.”
“Evet ama bu yaptıklarını mazur görmemizi sağlamaz.”
“Tamam, haklısın ama bütün bunları polisin bilmesi şart mı? Yani sadece bana yardım ettiği bölümü,“ diyecekti ki, sakallı adam cümlesini tamamlamasına engel oldu.
“Orda dur doktor. Ben bir polisim ve bir suçluyu asla bu şekilde saklamam.” Sonra Erkan’ın çaresiz ve üzgün haline bakıp devam etti.
“Ama içini rahatlatacaksa daha önce işlediği büyük bir suç ya da cinayet yok. Yani sen ilk önemli işiymişsin. Seni de öldüremediğine göre hafifletici sebepler olabilir. Tabii buna yargı karar verir. Bundan sonrası onların işi. Şimdi biz bu konuyu kapatıyoruz ve doğruca eve dönüyoruz.”
Yaklaşık bir saat sonra…
“Eve geldiğimize inanamıyorum.”
“Sadece eve gelmedin. Çok büyük bir çeteyi çökertmemizi de sağladın ve en önemlisi hayatta kaldın.”
“Hayatımı kurtardın diyelim. Yoksa çoktan ölmüştüm.”
“Kendine haksızlık etme. İyi dayandın evlat. Bu kadarını herkes kaldıramazdı. Ne çok yer değiştirdin, meslek değiştirdin, zorbalıkla uğraştın, evinden, işinden, ailenden, herkesten uzakta aylarca bizimle iş birliği yaptın. Defalarca ölümle yüz yüze geldin. Hatta bu kez neredeyse başarıyordun.”
Erkan konuyu dağıtmak istedi.
“Eee Mehmet abi, yarın hangi kötü adamları yakalıyoruz?”
“Sen alıştın bakıyorum.”
“Tabi tabi… Kahramanlık, cesaret, gözü peklik tam bana göre işler.”
“Kahramanlık, cesaret, mütevazılık, hepsi sende.”
“Elbette. Sonuçta bir Erkan Güney kolay yetişmiyor.”
"Diyosun"
Hahahaha!!!